Gönderen Konu: Nefsinden Geç Öyle Gel  (Okunma sayısı 2343 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Fatihan

  • Administrator
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 6994
  • Milimi milimine Ehli sünnet...
Nefsinden Geç Öyle Gel
« : 26 Mart 2011, 12:06:04 »


Bilmiş olasın ki: nefs-i emmare-i insaniye makam ve baş olmak sevdası üzerine yaratılmıştır. Onun bütün gayreti akran üzerinde üstün gelmektir. Bütün arzusu, yaratılmışların hepsi kendine muhtaç, emrine ve nehyine münkad olmaktır. Kendisinin hiçbir şeye muhtaç olmasını istemediği gibi hiç kimsenin hükmü altına girmeyi de istemez.

Bütün bunlar, ondan (nefs-i emmareden) gelen ulûhiyet davasıdır. Yüce Sultan benzeri olmaktan münezzeh olan yaratıcısı ile ortaklık davası güder. Yalnız kendisinin hâkim olmasını ister başkasını istemez her şeyi hükmü altında görmek ister.

Bir Kudsî hadiste şöyle buyrulur: “Nefsine düşman ol! Çünkü o, bana düşmanlığa saplandı.” Makam, riyazet, yükselmek, tekebbür bâbında nefsin isteklerini vermek sureti ile nefsi terbiyeye kalkışmak ona yardım olur ki, hakikatta bu durum yüce Allah’a düşmanlıktır. Onu takviye etmek dahi bu manayadır. Bu işin şenaati ciddi bir şekilde idrak edilmelidir.

Başka bir Kudsi hadiste Allâhu Teâla şöyle buyurur: “Kibriya ridamdır, azamet îzarımdır. Bir kimse bunlardan biri ile benimle nizaya tutuşmak isterse onu ateşime atarım haline hiç bakmam.” (Mektûbât-ı Rabbâni, 52. meclis)

İnsanoğlunu helâk eden ahlâkların en tehlikelilerinden birisi de şüphesiz ‘benlik’ yani varlık duygusuyla hareket etmesidir. İnsanlara baş olmak ve onları kendi hevâ ve hevesine göre yönlendirmeye çalışmak, kendisini her şeyin membaı görmek sanki o olmazsa her şeyin düzeni bozulacağı hissiyatına kapılmaktır.
 
Cereyan eden güzellikleri sadece kendinden bilmek ve rahmetin de, azabın da kendi eliyle taksim edildiği zannına kapılmaktır. Allah tarafından nimete ve rahmete nail olanları kendisinin baş düşmanı olarak ilan etmek, benlik hastalığına kapılanların başlıca alametleridir.

Bunun gibi daha birçok ahlakların bayraktarlığını yapar bu ahlakın sahibi olanlar. Kendisi hayır ve istikâmet sahibi olmadığı halde hayrın ve istikametin rehberliğini yaptığını iddia eder. Düşmüş olduğu bataklığı insanlara rahmet diye takdim eder. O bataklıktaki pislikleri yüzüne gözüne sürerde her yanımı rahmet kuşattı diye nefsini avutur.

Hakikat ehli olan Allah dostlarına bu durumlar gizli kalmaz. Cenâb-ı Hakk’ın lütuf ve ihsanıyla sahip oldukları ilahî ölçü, basiret ve feraset nuru ile bu ahlâka sarılanları bilirler ve hemen ortaya çıkarırlar. Bu kötü ahlaktan kurtulmanın ilacı ve sırrı onların yanındadır. Söz dinleyip sadâkatle onlara bağlı olanlar benlik hastalığından kurtulurlar.

Doktordan kaçan hastanın iyi olma şansı olmadığı gibi, mürşit huzurundan kaçan ve itiraz illetine tutulanın da bu hastalıktan kurtulması mümkün değildir. Seyr-i sülûkla tanıştığı halde nefs-i emmaresinin zebûnu olan ve güzel ahlaktan yoksun kalmış bir adam görürseniz, bilin ki o, mürşidinden kaçmış ve manevi terbiyesini tamamlamamış bir kaçaktır.

İnsan benlik duvarını yıkacak bir ustaya varmalı. Hak çizgide kendisini tutacak bir kuvvetten medet ummalı. Varlığını Hak yolunda yok edip Hak ile varlık bulmalı. Benliğini öldürmeli ki, Hayy olan Allah ile ebedî diri olabilsin. Dostun kapısında varlık kula yakışmaz. Dost, dostun yolunda fânî olmazsa, bu dostluk, dostluk olmaz.

Çalışmak, gayret etmek lâzımdır. Allah’a dost olmak isteyenler, O’nun emirlerini ve yasaklarını gözetirler, O’nun hatırını her şeyden üstün tutarlar. Sadakatle ve O’nun yolunda sebat göstererek, O’nun yolunda her sıkıntıya göğüs gererler. Çünkü yol Dost’a gidiyor, yol sevgiliye gidiyor. O’nun uğrunda çekilen her çile mukaddestir, gönlümüzdeki ilahî aşkın sermayesidir.
Hz. Mevlana, Mesnevî-i Şerifi’nde şu kıssaya yer vermektedir:

Adamın biri gelip yârin kapısını çaldı. Yâri içeriden: “Ey kendisine itimat edilen kimsin?” diye sordu.

Kapıyı çalan: “Benim“ deyince, O yâr: “Git! Senin için içeri girme zamanın değildir. Böyle bir manevi nimetler sofrasından ham ervaha yer yoktur,” cevabını verdi.
Pişmemiş yani kemâle ermemiş olanı hicran ve firâk ateşinden başka hangi vasıta olgunlaştırır ve onu manevî nifaktan kurtarabilir.

O zavallı adam, kapıdan döndü ve bir sene seferde bulunup yarîn firâk ve iştiyâkı kıvılcımlarıyla tutuşdu yandı. O gönlü yanık âşık olgunlaştı ve geri döndü tekrar yârin hanesi tarafına geldi.

Dudağından terbiyesizce bir söz fırlamasın diye korku ve edep ile kapının halkasını vurdu. Yâr: “Kapıda olan kimdir?” diye sorunca: “Ey gönlümü almış olan kapıdaki de (sen)sin!” cevabını verdi.

O yâr: “Mâdem ki, şimdi benim gibisin, ey benden ibaret olan içeri gir. Ev içine iki ben sığışmaz” dedi. (Tahirü’l-Mevlevî, Şerh i Mesnevî, V / 1426)

Burada yârdan maksat Allah Teâlâ’dır. Âşıktan maksat ise Allah’a yakınlık yoluna seyr ü sülûk eden sâliktir. Sâlikin gönlündeki ilahî aşk benliğini ve varlığını yakıp yok etmedikçe Hakk’ın katındaki Vahdet sofrasından nasibi yoktur. Mücahedeler neticesinde kendisindeki benlikten geçip Hakk’ta fâni olanlara ise Vahdet sofrasına oturma müsaadesi verilir. Bu öyle bir sofradır ki, gönlünde Hakk sevgisinden başka bir şey bulunmayanların yeri ve nasibidir..

Allah (c.c.), has ve seçilmiş kullarına bu sofrayı açar ve türlü manevî nimetlerle lütuf ve ikramda bulunur. Bu sofranın sahibi Hazret-i Allah’tır. Misafirleri ise kendi yolunda mücahede edip nefislerindeki kötü ahlâkları terk edip Allah’ın ve Rasûlullah (s.a.v.)’in ahlâkıyla ahlâklanan nazlı kullardır. Bu kulların gıdaları Allah’ı zikir, zenginlikleri ise Allah’a yakınlıktır. Bu şekildeki bir zenginliğin misli ve benzeri hiçbir şeyle kıyası mümkün değildir.

İnsanoğlu kendisini bu sofraya götürecek bir Allah dostunun eteğinden tutmalı. Hakk yolunda onun gösterdiği istikâmet üzere hareket etmeli ve Allah’a giden yolların engelleri aşma hususunda oradan himmet almalı. Gönlünü, Allah’ın ve Rasûlullah (s.a.v.)’in aşkıyla nakşedecek ricâlullaha sımsıkı sarılmalı.

Yâ Rabbi! Bizi benliğin esiri olmaktan muhafaza eyle. Sevdiğin salih kullardan bizi ayırma. Dünyada ve ahirette râzı olduğun kullarından eyle. Hata ve kusurlarımızı bağışla. Âmin.

Mehmet YALÇIN

« Son Düzenleme: 26 Mart 2011, 12:15:40 Gönderen: Tuğra »