Gönderen Konu: Ölüm ve Düşündürdükleri  (Okunma sayısı 7937 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı ah_suf

  • Yeni üye
  • *
  • İleti: 2
Ölüm ve Düşündürdükleri
« : 29 Temmuz 2007, 21:03:33 »

Garib,Şam'da ve Yemen'de olan değil lahıd ve kefende olandır,denilmiş. Fahr-i Kainat(SAV) Efendimiz ' Size iki vaiz bırakıyorum:Biri konuşucu,diğeri süküt edici...Kur'an-ı Kerim ve ölüm.'buyurarak ölümün nasıl vaiz olduğu hususuna dikkatlerimizi çekmiştir. Evet ölüm bir vaizdir,ancak ibretle bakan ondan istifade edecek ve ders alabilecektir. İbrahim b. Edhem Hazretlerine neden dualarının kabul olunmadığını soran cemaat 10 maddelik cevap almışlardır ki bir tanesi şudur: 'Sizler ölüm haktır diyorsunuz ama hiç hazırlık yapmıyorsunuz, ölenlerinizi görüyor ama ibret almıyorsunuz.' Peki ölümden ve ölüden nasıl ders alınacaktır? Meyyit o haliyle bize sanki şöyle hitab etmektedir:'Ey filan,sendeki el,ayak,göz,kulak vs. bende de mevcut olmasına rağmen ben ne tutabiliyor,ne yürüyebiliyor,ne görebiliyor ne de duyabiliyorum;zira ruhum kabzolundu.Halbuki yapacak nice işlerim,alacak ve vereceklerim,planlarım,hesaplarım vardı.Bitmez dediğim işler ben ölünce bak nasıl bitti.Biraz daha yaşasaydım içerisinde bulunduğum günah ve haram bataklığından çıkacak,tevbe edecek,namaz niyaza başlayacaktım.Haklarını kasbettiklerimden helallik alacak,kapıma gelip te hayır hasenat isteyenleri kovmayacak,yüzümü ekşitmeden alnımı kırıştırmadan fazlasıyla verecektim. Heyhat ki hiç düşünmediğim,hazırlık yapmadığım ölüm ansızın geldi çattı. Sen de benim bu halime düşmeden aklını başına al da perişan olma.' Bir mezar taşında ne güzel ifade edilmiş:'Ey yolcu ne gezersin benim gibi?! Ben de gezerdim senin gibi. Ben olamam senin gibi. Ama bir gün sen olursun benim gibi.' Öyleyse azığımızı tedarik edelim. Üç beş günlük seyahat için para,elbise vs. ne lazımsa almadan yola çıkmayan bizler acaba ebedi aleme yapacağımız o kaçınılmaz yolculuk için lazım olanı hazırlayabildik mi? Yüce Rabbimize alnımızın akıyla kavuşmanın arzu ve heyecanını duyabiliyor muyuz? Unutulmamalı ki yaşadığımız gibi ölürüz,öldüğümüz gibi de diriltiliriz. Diğer bir ifadeyle nasıl bir ölüm arzu ediyorsak öyle bir hayat yaşamalıyız. 83 yıllık ömrünü Allah(CC) ve Rasülünün(SAV) rızasını kazanmak,ahırette en az pişmanlık duymak için bedeniyle,ilmiyle,malıyla çalışanlar ve son yolculuğunda onbinlerin iştiraki,milyonların duası ile uğurlananlar gibi olmak da elimizde,85 yılını isyan,tuğyan ve inkar bataklığında geçirip helak olanlar gibi de olmak elimizde...Nitekim Allah-ü Teala 'hidayeti isteyene' vermektedir. Ve son olarak;'Ölüm güzel şeydir,budur perde ardından haber. Hiç güzel olmasaydı ölür müydü Peygamber?' İmzaDava büyük biz küçüğüz
ava büyük biz küçüğüz

Çevrimdışı müteallim

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 4785
  • gizli mahzenlerde kalan tarihin yeni adresi
    • www.Libv- kamp-lintfort.de
Ölüm ve Düşündürdükleri
« Yanıtla #1 : 01 Ağustos 2007, 01:37:07 »
tesekkürler
  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik

Çevrimdışı Fatihan

  • Administrator
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 6994
  • Milimi milimine Ehli sünnet...
Ölüm ve Düşündürdükleri
« Yanıtla #2 : 07 Ağustos 2007, 19:42:52 »
Alıntı

Hiç güzel olmasaydı ölür müydü Peygamber?'

 :x

Okunu attı mı ölüm, siperler boşuna;
O şatafatlar, altınlar, gümüşler boşuna;
Gördük bütün insan işlerinin iç yüzünü;
Tek güzel şey iyilik, başka düşler boşuna

Ömer HAYYAM

Elinize sağlık hocam...

Çevrimdışı keyhan

  • Yeni üye
  • *
  • İleti: 25
Ölüm ve Düşündürdükleri
« Yanıtla #3 : 07 Ağustos 2007, 23:16:09 »
Teşekkurler Ölüm güzel şey tabi hazırlık varsa
Hiç bi edeb vasılı hûda olamaz

mazhar

  • Ziyaretçi
Ynt: Ölüm ve Düşündürdükleri
« Yanıtla #4 : 08 Ekim 2011, 22:23:59 »
Konu Ölüm.. ; “Ölüm üzerinde izahatta bulunan bir çok kimseler, onun tarifinde değişik ifadeler kullanmışlardır. Bu farklılık şahısların inanç, meslek, meşrep ve menşe-i itibariyle değişik sahanın ricali oluşu ve meseleye değişik açıdan bakmalarından ileri gelmektedir..
Bunların hepsi bu dünyadan âhirete göç etmeyi ifade etmek istemiş oluyorlarsa da rivayetleri muhtelif, beyanları farklı düşmüştür. Şairin dediği gibi…
Cümlenin maksudu bir amma, rivayat muhtelif”
İnancı bütün bir mü’min ölümü “İlahî bir vuslata nâil olmaktır” diye bahseder.
Münkir insan ona “Yok olup gitmek” adını verir.
Bir şairin,
“Muhakkak bilirken ben de bir hiçim.
Yok olmak fikrini almıyor içim” beyti, inançsızlığı ile ölümü ifadede değişik beyanın açık bir belgesini vermiştir.
Dinimiz ölüm’ü,”Allah’ın yarattığı bir oluş ve bu âlemden uful ederken ebedi âleme doğuş” olarak açıklamıştır..
Her canlının ölümü tadacağı, Kur’anı kerimin açık beyanıdır..

Ondan kaçıp kurtulmak ne mümkün!.
İnsan en yüce dağlara sığınsa da, yerin derinliklerine gizlenmiş olsa da, ölümden kurtulamaz…
Mühim olan ölmeden evvel ölüme hazırlanmak, âhiret yolculuğunun azığını hazırlamak ve “Mûtû kable en temûtû” sırrına ulaşmaktır..
İslamın potasında erimiş ve sîret-i Muhammedî ile şekillenmiş ârifler, İmam-ı Rabbânî yolundakiler için ölüm, câvidânî bir hayata erişmektir. ”Allah yolunda ölenlere ölüler demeyin” ihtarı onların hayatı câvidânîye erişmeleri sebebiyledir.
Şeyh Sadık, bir beytinde ne güzel ifade etmektedir:
Hayat-ı cavidanı şeyh-i kamilden süal ettim.
Ölümden evvel ölmektir deyince intikal ettim..
Kaynak,http://www.kurecibeldesi.com/ahmet-oruc/kurecide-bir-seyyah-20-ahbab-hoca.html

Çevrimdışı lalegül

  • yazar
  • ****
  • İleti: 513
    • Sidre.net
Ynt: Ölüm ve Düşündürdükleri
« Yanıtla #5 : 09 Ekim 2011, 15:57:27 »
Kapı kapı, yolun son kapısı ölümse;
 Her kapıda ağlayıp o kapıda gülümse!
 O demdeki,perdeler kalkar,perdeler iner,
 Azraile hoşgeldin,diyebilmekte hüner...

Necip Fazıl Kısakürek
Şu rahmete bakın ki,
insanlar bütün azalarıyla günah işlerken,
sadece diliyle yaptığı tövbeyle affolunuyor.

Aziz Mahmud Hüdai (k.s)

mazhar

  • Ziyaretçi
Ynt: Ölüm ve Düşündürdükleri
« Yanıtla #6 : 04 Şubat 2012, 00:49:24 »
Canlar nasıl alınır?
 
Sual: Dünyanın çeşitli yerlerinde, binlerce, hatta milyonlarca insan, trafik kazası, deprem, savaş gibi sebeplerle aynı anda ölüyor. Ölüm meleği bir anda bunların canını nasıl alır?
 CEVAP
 Azrail aleyhisselamın kudretinden şüphe etmek, Allahü teâlânın kudretinden şüphe etmeye kadar gidebilir. Allahü teâlânın kudretinin büyüklüğünü bilen kimse, sebebini bilmese de, İslam`a teslim olup, Allah`ın her şeye gücü yetebileceğine inanması gerekir.
 
Bugün bir düğme ile bir veya birkaç şehrin bütün elektrikleri aynı anda söndürülebilmektedir. Ölüm meleği de ruhları bundan daha tez almaktadır.
 
İbrahim aleyhisselam, ölüm meleğine sual etti ki:
 - Ey ölüm meleği, eceli gelen insanların bir kısmı doğuda, bir kısmı batıda olsa, yahut kuzeyde ve güneyde aynı anda zelzele olup ölseler, yahut da dünyanın çeşitli yerlerinde savaş olsa, aynı anda binlerce, milyonlarca insan ölse, aynı anda bunların hepsinin ruhlarını nasıl alıyorsun?
 Ölüm meleği cevap verdi:
 - Allah`ın izniyle onların ruhlarını çağırırım, derhal avucumun içinde oluverirler.
 
Süleyman aleyhisselam, ölüm meleğine sual etti:
 - İnsanların ruhlarını kimini genç yaşta, kimini bebekken, kimini ihtiyarlayınca alıyorsun. Ruhları almada ölçün nedir?
 Ölüm meleği dedi ki:
 - Bana eceli gelenlerin listesi verilir. Ben verilen listeyi tatbik ederim. Başka işe karışmam.
 
Ölüm meleği gelip, Süleyman aleyhisselamın yanında oturan bir kimseye dikkatli bakmaya başladı. Sonra çıkıp gitti. O zat, Süleyman aleyhisselama sual etti:
 - Kimdi o bana öyle can alacak gibi bakan?
 - Ölüm meleğiydi.
 – Beni onun pençesinden kurtar! Rüzgara emret, beni Hindistan`a götürsün!
 
O zatın bu isteği derhal yerine getirildi. Ölüm meleği ikinci defa Süleyman aleyhisselamın yanına gelince, Hazret-i Süleyman sual etti:
 - Geçen gelişinde yanımdaki zata niçin öyle bakmıştın?
 - Şimdi onun ruhunu alıp geldim. Bana onun ruhunu Hindistan`da almam emredilmişti. Ömrü biterken, hâlâ burada bulunduğu için öyle bakmıştım.

(Mesnevi)
Ölüm Büyük Bir Belâ Ve Öğüttür
 
Ve (iyi) bil ki ölüm, en büyük musîbet ve en büyük belâdır.
 
Ölümden daha büyük olan belâ ve musîbet ise, ölümden habersiz ve gaflet içinde olmak, ölümü anmaktan yüzçevirmek ve ölüm üzerine az tefekkür etmek ve ölüm için ameli terketmektir.
 
Sadece ölüm bile, ibret alacaklar için, ibretler ve tefekkür edecek olanlar için büyük bir düşünme kaynağıdır.
 
Vaiz olarak ölüm yeter,” denildiği gibi. Kim ölümü hakîkî olarak zikrederse, dünya arzularından el ve etek çeker. Kişiyi gelecekte ölümü temenni etmekten alıkoyar. İnsanı dünyada olan bütün şeylerde zâhid kılar. Lakin gafil olan kalbler ise, hep vaizlerin uzun uzadıya anlatmalarına süslü kelimelerle meseleyi aktarmalarına muhtaçtırlar. Yoksa, Allahü Teâlâ Hazretleri’nin: Her canlı ölümü tadacaktır.[1] Âyeti kerimesiyle Efendimiz (s.a.v.) Hazretleri’nin;
 
Lezzetleri yok edeni çokça zikredin, yani ölümü anın[2] hadîs-i şerifleri bir kişinin gaflet uykusundan uyanmaları için yeterli olurdu. Bu âyeti kerime ve hadîs-i şerifleri dinleyen kişi, onlara bakar, kendine çekidüzen verir ve onunla meşgul olurdu. Akıllı kişiye gereken şey, zoraki ölüm gelip çatmadan önce kendi isteğiyle ölümden sonrası için çalışması ve nefsini ahlâkın rezalet ve sefaletinden kurtarması gerekir.
 
Sadî (k.s.) buyurdu:
 
Ey kardeşi Âkibet topraktır.
 
Önü toprak olan şeylerin, iyi bilki sonu da topraktır.
 
Allahim bizlere yolu kolaylaştır. [3]
 
Kaynak : Rûhu’l-Beyan Tefsiri Tercümesi- İsmail Hakkı Bursevi Hazretleri
 

--------------------------------------------------------------------------------


[1] ÂMİmrân: 3/185
 

[2] Tlrmizl, Mevsûâtü’l-hadîs-i şerif no: 2229
 

[3] İsmail Hakkı Bursevi, Rûhu’l-Beyan Tefsiri, Fatih Yayınevi: 1/685-686.
Göynem/Beyşehir.Yukarıkayalar

mazhar

  • Ziyaretçi
Ynt: Ölüm ve Düşündürdükleri
« Yanıtla #7 : 31 Mart 2012, 18:02:15 »
Bildiğimiz ölüm, bedenimizin ölümüdür. Bu ölümle rûhumuzda ölüm olmaz.
 
Ruh hâdistir; ancak bedenden çıkmakla ölmez, bakidir-dâimidir. Onun için ölüm yoktur. Sadece cesetten-bedenden alakasını-bağını-ilgisini kesmek vardır. (1)
 
Bu alakayı kesmek de, bedenin hissî hayatı yani canlılık duyuları bakımındandır. (2)
 
Yoksa Berzah’ta üzüntü ve ıztırapları, nimetleri (sevinç ve mutlulukları) mânevi bir idrâk ile duyacak-hissedecek olan vücutla birlikte olacak alaka kesilmesi değildir.
***
 
Berzah nedir?

Berzah, Arapça bir isimdir. İfade ettiği manalara gelince;

a. Engel, engel olan perde.

b. İki coğrafyayı birbirine bağlayan ince-uzun kara parçası ve iki denizi birbirinden ayıran dar dil, veya kanal-geçit-boğaz.

c. s. Can sıkıcı yer.

d. s. Zor, güç.

e. İslâm akaidine göre, ölülerin ruhlarının kıyamete kadar bulunacakları mânâ âlemiyle madde âlemi arasındaki yer ve o vakte kadar geçen zaman, köprü âlem. Bu yer ve zaman için “Berzah âlemi” tabiri kullanılır. Bu âlem, ahiret hayatının başlangıcını oluşturur. Ruh, cesetten ayrıldıktan sonra ya azap görmek yahut nimete kavuşmak üzere öyle kalır.

Eski dilimizde bu kavramla birlikte kullanılan “berzah-ı belâ” tabiri de, içinden çıkılmaz bela anlamındadır.
 
Velhasıl berzah; farklı iki vasat (ortam) arasında yer alan ve bu iki ortama tamamiyle benzemediği gibi tam olarak onlardan farklı da olmayan ara ortam... İki şeyi yekdiğerinden ayıran üçüncü şey… Ara bölge’dir. Bir diğer ifadeyle, ölümle başlayıp kıyamete kadar süren zaman, bu zaman içinde ruhların bulunduğu mekân ve âlem, dünya ile ahiret arasındaki âlem. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de “engel, engel olan perde ve ölümden kıyamete kadar kabirde geçen süre” manalarında geçmektedir: “Nihayet onlardan (müşriklerden) birine ölüm gelip çattığında, ‘Rabbim, der, beni geri gönder. Ta ki boşa geçirdiğim dünyada salih amel (iyi iş ve güzel hareketler) yapayım.’ Hayır! Onun bu sözü (boş) laftan ibarettir. Onların gerisinde ise yeniden dirilecekleri güne kadar (süren) bir berzah (ölümle başlayıp yeniden dirilmeye kadar süren bir engel) vardır. (3) “İki denizi birbirine kavuşmak üzere salıvermiştir. Aralarında bir berzah (engel) vardır, birbirine geçip karışmazlar. O halde (ey insanlar ve cinler) Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?” (4)

Ölüm suretiyle dünyadan ayrılan ruhlar berzah âlemine gittikleri gibi, uyku halinde bedenden ayrılan ruhlar da o âleme giderler. İki hâl, iki sıfat, iki mertebe ve iki âlem arasında bulunan bu ara hâle, sıfata, mertebeye ve âleme de berzah denir. Mesela hayâl, varlıkla yokluk arasında yer alan bir berzah’tır; ne vardır ne de yok, ne malumdur ne de meçhul, ne müsbettir ne de menfi veya hem vardır hem yoktur. İnsanın hakikati ve mahiyeti de bir berzah’tır. Hak ile halk arasında bulunur. Bir yönüyle Hakk’a, diğer yönüyle halka dönüktür… Veya insan bir yönden ruhlar âlemine, diğer yönden beden ve madde âlemine bağlıdır. Mülk ile melekût, şehâdet ile gayb âlemleri arasında bulunur. Hem o, hem bu âlemin bazı özelliklerine sahip olduğu halde mutlak olarak ne o ne de bu âlemdendir. Bütün berzahların aslı olan ilk taayyüne ve hazret-i vâhidiyete berzah-ı câmi’, berzah-ı evvel, berzah-ı a’zam gibi isimler verilir. Vahidiyet, mutlak birlikle çokluk arasındaki bir berzahtır. (5)
***
 
Rûhun bekâsı/dâimiliği mutlak(kayıtsız-şartsız-sınırsız) değildir. Mutlak beka ancak Allah’ın zâtı ve sıfâtıdır. Vücûd-i mutlak, Zât-ı mutlak tabirleri sadece Cenab-ı Hak için kullanılabilir. Yani hiçbir an faniliğin-yokluğun ârız olmaması, sürekli var olma hali sadece Allah’ın zatına ve sıfatlarına mahsustur. Zira Kıyamet-i Kübra’da (büyük kıyamet) bütün âlem külliyat ve cüz’iyatıyla (âlemin tamamı, zerreden küreye büyük küçük ne varsa) helak olacaktır.
***
 
Kıyamet ikidir:

1.İnsanların ölmesiyle meydana gelen kendi kıyametleri ki buna, “kıyamet-i suğra: küçük kıyamet” denir…

2. Dört büyük melekten İsrafil aleyhisselâmın ilk sûr’a üflemesiyle meydana gelecek olan topyekûn kâinatın yok olma hadisesine de “kıyamet-i kübra: büyük kıyamet” denmektedir.
 
Kâinatın bu imha ve helaki, yok olma safhasına Kur’an-ı Kerim’de “malum zaman: bilinen vakit” denilmiştir. Bu safha şiddetli korku ve sarsılma, düşüp bayılma, helak olma safhasıdır. Bunun nasıl olacağını Rabbimiz bize şöyle haber vermektedir:

“Her şeyi alt üst eden o büyük felaket geldiği vakit…” (6) “Güneş katlanıp dürüldüğünde, Yıldızlar bulandığında, Dağlar yürütüldüğünde, Kıyılmaz mallar bırakıldığında, Vahşi hayvanlar bir araya toplandığında, Denizler ateşlendiğinde (suları çekilip, volkanlar halinde ateş püskürdüğünde), Nefisler eşleştirildiğinde (iyiler iyilerle, kötüler kötülerle bir araya toplandığında), Diri diri toprağa gömülen kıza sorulduğunda, ‘Hangi günahtan dolayı öldürüldü?’ diye. Amel defterleri açıldığında, Gök sıyrılıp açıldığında,…” (7)

Kıyamet aynı zamanda Kur’an-ı Kerim’in 75. suresinin ismidir. Ve bu ismi, ilk ayette geçen “kıyamet” kelimesinden almıştır. Bu sûre kuvvetli bir yeminle şöyle başlayıp devam etmektedir:

“Hayır, yemin ederim o kıyamet gününe. Yine hayır, yemin ederim o sürekli kendini kınayan nefse. İnsan, kendisinin kemiklerini bir araya toplayamayacağımızı mı sanıyor? Evet, bizim onun parmak uçlarını bile aynen eski haline getirmeye gücümüz yeter. Fakat insan günahı devam ettirmek ister. O kıyamet günü ne zaman? diye sorar. Ne zaman ki o göz şimşek çakar, Ay tutulur, Güneş ve ay toplanır,...” (8)

Kısacası, büyük kıyamette Allah’tan başka her şey Onun emriyle helak olacaktır. Bu durumu Kur’an-ı Kerim bize, “… O’ndan başka ilah yoktur. O’nun zatından gayri her şey yok olacaktır…” (9) diyerek haber vermektedir.
***
 
Bu helake tabiatıyla ruhlar da dâhildir. Fakat ruhların yokluk acısını tatması, saflığı-dürüstlüğü, halinin düzgünlüğü ve marifetullah’a olan yakınlık derecesi ile mütenasip/uygun olarak devam edecektir.

Bütün peygamberlerin imamı Efendimiz (s.a.v.), melekler, mukarrabîn, ülû’l-azm peygamberler, Arş, Kürsî, Levh, Kalem, Cennet, Cehennem gibi yüce varlıkların ölümü ve helakı, yokluğu tatmaları İlahi iradenin bir icabı, anlatılan dereceler münasebetiyle/dolayısıyla az bir zamana, belki de pek az bir âna mahsus, kısacık bir süreyle sınırlıdır. Kur’an-ı Kerim ve hadis-i şerifler buna işaret etmektedir.

Bu meselede en doğru olan budur… Bununla birlikte şu cevabı hiçbir eserde bulamayacaksınız. En iyi bilen Allah Teala’dır. (10)


DİPNOTLAR
 
(1) Beka ve Bakî kavramlarından sıkça söz edince, ünlü dîvan şairimiz Bâkî’den (1527 – 1599) bahsetmeden geçmek olmaz. Bakî’nin asıl adı Abdülbâki Mahmud, babasının adı ise Mehmed’dir. İstanbul’da doğmuştur. Kanuni Sultan Süleyman’dan himaye görmüş ve Melikü’ş-şuarâ, Sultânü’ş-şuarâ (Şairlerin padişahı) gibi ünvanlar kazanmıştır. Meşhur dîvanından başka Mevâhib-i Ledûniyye Tercemesi vardır… Buna Meâlimü’l-Yakîn fî Siyreti Seyyidi’l-Mürselîn adını vermiştir. el-Âlâm fî Ahvâli Beldeti’l-Harâm tercemesi ile Fezâil-i Cihâd’ı da vardır. Bunu da Meşâiru’l-Eşvâk ile Mesâriu’l-Uşşâk’tan terceme etmiştir.
 
(2) Hayat, bilindiği üzere canlılık, his de hissetmek, duymak... Hayat’ın cem’isi (çoğulu): Hayatiyyat, yani Biyoloji: Canlılar ilmi, canlıların hayat safhalarını inceleyen ilim dalı. Mesela; hayat-ı alîl (hastalıklı hayat, hasta ömür), hayat-ı askeriye (askerlik hayatı), hayat-ı câvidâni (daimi hayat), hayat-ı hususiye (özel hayat), hayat-ı insani (insana ait hayat), hayat-ı ma’sumâne-i tıflâne (çocuğa yakışacak masumlukta bir hayat, bir ömür). İslâm Hukuku lisanında “hayat-ı takdîriyye”; hamlin, yani rahimde bulunan çocuğun hayatı demektir. Bu cihetle hamil ölüm zamanında anası rahminde olmak ve sağ doğmak şartıyla vâris olur.
 
(3) el-Mü’minûn, 23/99-100.
 

(4) er-Rahmân sûresi, 54/19-21.
 
(5) Kâşânî, Abdurrazzak, Istılâhâtu’s-Sûfiyye, Kahire, 1981.
 
(6) en-Nâziât, 79/34.

(7) et-Tekvîr sûresi, 1-11.
 
(8 Kıyamet sûresi, 1-9.
 
(9) el-Kasas sûresi, 88.
 
(10) Kaynak metin: Salâhuddin ibn Mevlâna Sirâcüddin, Mektuplar ve mesail-i mühime, s. 35.
Halis Ece.com.halisece.com.

mazhar

  • Ziyaretçi
Ynt: Ölüm ve Düşündürdükleri
« Yanıtla #8 : 19 Ocak 2013, 09:11:41 »
Ölüm gerçeği karşısında insanın çaresizliği

19 Ocak 2013 Cumartesi 00:04

Yaşayanları sınırsız övgüye zorlayan şey, sanırım, insanın ölüm karşısında duyduğu derin çaresizlikle ölüye sağken çektirdiklerinin bedelini ödeme arzusudur…
 
Bir nevi helâlleşme…

Çok büyüktü…
Çok başarılıydı…
Çok müthişti…
Çok çalışkandı…
Çok kararlıydı…
Çok istikrarlıydı…
Çok cesurdu…
Çok muhteşemdi…
Çok becerikliydi…
Çok güzeldi…
Çok yakışıklıydı…
Çok neşeliydi…
 

 
Dikkat edin, hepsi “di” ve “dı…
Yani bitti…
Yani öldü!
 

 
İnsan ölünce, dünyadaki makam ve mevkiler gibi, sıfatlar da biter…
Dünyevi olan her şey geride kalır…
Değerlendirme kriterleri de doğal olarak farklılaşır…
Meselâ, “iyi insan mıydı?” diye sorgulanır.
Ama bir insanın gerçek anlamda “iyi” mi, “kötü” mü olduğuna, öteki insanlar karar veremez.
Bu kararı ancak ve sadece Allah verir: Allah’ın belirlemesi ise, kendi buyruğunun gereği olarak, dünyevi kriterlere göre değildir…
Yani ne kadar başarılı, ne kadar becerikli, ne kadar istikrarlı, ne kadar ihtişamlı olduğuna bakmaz…
Hükümlerine göre yaşayıp yaşamadığına bakar.
Hükümler belli: En başta “Amentü”nün içinde ne varsa sorgusuz-sualsiz iman…
Bunları tasdik anlamında da “Kelime-i şahadet…”
Sonra namaz…
Oruç…
Hac…
Zekât…
Bir gün bile namaz kılmayan, bir gün bile oruç tutmayan biri şayet “iyi biri” olarak ilân ediliyorsa, bilin ki, kullanılan ölçüler ahrette hiçbir geçerliliği olmayan dünyevi ölçülerdir. Ne yaşayanlara, ne de ölene bir katkı sağlar.
Oysa ölüm en büyük ibrettir! İbret alabilmek açısından, ölçüyü kaçırmamak lâzım…
Övgü yerine “Fatiha” okumanın daha geçerli olduğu bir noktada bulunulduğunu da hatırlamak gerekiyor.
 
Ölen meşhurları yere-göğe sığdıramamak âdet oldu…
Bir tarafıyla bu yaklaşım güzeldir: Çünkü ölülerimizi iyi sözlerle hatırlamak, Peygamber-i Âlişan’ın tavsiyesidir…
Ayrıca da son derece insancıl bir yaklaşımdır.
İnsanın kıymeti sağken bilinmeli ve kıymetinin bilindiği o insana yansıtılmalıdır.
Bence doğru yaklaşım budur.
Ancak bunu da abarttık: Sağken yüzüne bakmadığımız ya da yüreğine defalarca bastığımız insanlar, ölünce birden “kıymet” haline geliyor…
“Kör ölür, şehlâ gözlü olur” sözünü hatırlatacak değilim, bunun yerine “ölüm gerçeği”ni hatırlatmakla yetineceğim…
Zira bu gerçekle iç içe yaşamak, hatalarımızı bir nebze azaltabilir.
Yavuz Bahadıroğlu
Haber Vaktim.com.

***************************


Ölüm bir anda gelir...

19 Ocak 2013 Cumartesi 00:01

Meşhur gazeteci Mehmet Ali Birand’ın ‘ani’ ölümü medyanın gündemine yerleşti. Perşembe günü öğle saatlerinde Birand’ın ‘beyin ölümü’nün gerçekleştiği duyuldu. Hemen ardından bu haberin doğru olmadığı, Birand’ın ‘yoğun bakım’da ve durumunun kritik olduğu duyuruldu.

Ölüm haberinin duyulup yalanlanması arasında geçen kısa sürede medya kötü bir imtihan verdi. “Haberi en önce ben vereyim” yarışının sebep olduğu yanlışlar, Birand’dan önce medya ahlâkının ölmesine sebep oldu. Sanal âlemde herkes “tweet” atarken biz de “Her canlı ölümü tadacaktır. Allah sonumuzu hayr eylesin” notunu düştük. Daha sonra Birand’ın (o saat itibarıyla) ölmediği ve yoğun bakımda olduğu anlaşıldı. Bir ‘takipçi’ arkadaşımız, “Ölmemiş:)” notu düşerek bizi ikaz etti. Biz de “Bugün değilse yarın, bir gün mutlaka ölmeyecek miyiz?” dedik ve aradan saatler geçince Mehmet Ali Birand’ın ölüm haberi “resmî” olarak ilân edildi.
Mehmet Ali Birand’ı şahitlik edecek kadar tanıyan biri değiliz. Bir iki ‘basın toplantısı’nda bulunmuşluğumuz vardır. Zaten yazdıkları ve eserleriyle kamuoyunun önünde olan bir isimdi. Bu noktada söz hakkı, onu yakından tanıyan çalışma arkadaşlarındadır.
Ancak asıl konuşmamız gereken şey “ölüm hakikati”dir. Birand’ın ölüm haberini bu şekilde değerlendirmek, hepimizin sevk olacağımız yer olan “ahiret hayatı”nı merak etmek gerekmez mi? Bakın, Birand da bir anda öldü. Neticede ölüm, bir anda gelir kapımıza. Kimin nerede ve ne zaman öleceğini hiçbirimiz bilemeyiz. Ama öleceğimizi hepimiz biliriz. Biliriz, ama bilmezden geliriz. Peki buna rağmen “ölmeyecekmiş gibi” dünyaya dalmak, hayatın gerçeklerinden uzak durmaya çalışmak niçin?
Halimiz, avcıyı görüp de kaçamayan “deve kuşu” misâli gibidir. Malûm, deve kuşu avcıyı görür, uçamaz, kaçamaz; çare olarak başını kuma gömer... O avcıyı görmeyince, avcının da onu görmediğini düşünür. Ne kadar temelsiz bir düşünce değil mi? Ölüm hakikati karşısında, ama başımızı “dünya meşgalesi, geçim derdi” kumuna sokmuş vaziyetteyiz. Güya dünya işleriyle meşgul olunca, ölümü düşünmeyince; ölüm de bizi görmeyecek, bizi avlamayacak! Ne kadar temelsiz bir sığınak, değil mi?
Birand’ın ölümü sonrasında özel programlar yapan ‘mesai arkadaşları’nın konuşmalarında ve gündemlerinde böyle bir konu görmedik. Ölüm gerçeğini sadece hatıralar anlatarak görmezden gelebilir miyiz? Bu ve benzeri ‘meşhur’ların ölümleri ölüm gerçeğini gündeme taşıması bakımından uyarıcı olmalı.
Nedense bizdeki meşhurlar ekseriyetle ölümü önceden düşünmek, konuşmak ve tartışmaktan uzak durmayı tercih eder. Konu açıldığında, “Şimdi bunun sırası değil, moralimizi bozma” demeyi tercih ederler. Bunun en çarpıcı örneğini İstanbul, Zincirlikuyu Mezarlığı girişinde yazan âyet-i kerime mealine gösterilen tepkide görmüştük. Mezarlık girişinde “Her canlı ölümü tadacaktır” yazıyordu ve bu durum bir anda medyanın gündemine yerleşmişti. Sebebi ise çok bilindikti: “Sabahları işe giderken bu yazıyı okuyunca moralimiz bozuluyor, ölümü hatırlamak çalışma şevkimizi bozuyor!”
Medya, bir süre “Ölümü hatırlamak ve hatırlatmak insanın moralini bozar mı? Mezarlığın önünden geçmek çalışma verimini düşürür mü?” sorusunu tartıştı. Neticede “uzman”lar çıkıp mezarlığın girişinde yazan yazının bir âyet-i kerime meâli olduğunu izah etti de ancak itiraz sahipleri sakinleşti.
Evet, ölümü hatırlamak ve hatırlatmak “boş emel”lerle uğraşan insanı uyandırır ve ikaz eder. Hatırlanacağı üzere Hz. Ömer (ra), sırf ölümü hatırlatması için birini ücreti karşılığı görevlendirmiş. Ne zamana kadar? Başındaki kıllar beyazlayıncaya kadar. “Artık hatırlatmaya gerek yok, çünkü başımdaki beyaz kıllar bana her gün ölümü hatırlatıyor” demiş.
Ölümü hatırlamak ve hatırlatmaktan korkmayalım. Meşhurların ölümleri de öldürülmesi mümkün olmayan ölüm hakikatini görmek için fırsat olsun. Hepimiz için geçerli olan soru şu: Ölüme hazır mıyız?

Faruk Çakır.Habervaktim.com.YeniAsya

mazhar

  • Ziyaretçi
Ynt: Ölüm ve Düşündürdükleri
« Yanıtla #9 : 16 Mayıs 2014, 23:59:26 »
Çocukları Vefat Ettiğinde Selefin Sözleri
Çocuğu veya yakın akrabalarından biri ölen kimseye gereken şudur; o ölenin vatanları olan memlekete kendisinden önce vardığını düşünmelidir. Böylece kişinin üzüntüsü büyümez. Çünkü yakında ona iltihak edeceğini bilir. İkisinin arasında sadece bir gecikme vardır.

İşte ölüm de böyledir. Onun mânâsı vatana daha önce varmaktır. Geriden gelen kendisine daha sonra iltihak eder. Kişi böyle inandığında üzüntüsü azalır. Hele evladın ölümüne sabreden hakkında öyle sevaplar vârid olmuştur ki her musibetzede onunla teselli bulur.

Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
 Eğer düşük (zayi olmuş) bir evladı ahirete gönderirsem arkamda her biri Allah yolunda savaşan yüz süvari bırakmaktan daha sevimli gelir bana!105

Hz. Peygamber, burada Düşük mânâsına gelen Saki kelimesini, en az ile en yükseğe dikkati çekmek için kullanmıştır. Aksi takdirde sevap, ölen evladın kalpteki kıymetine göredir.
 Zeyd b. Eslem der ki: Davud'un (a.s) bir oğlu vefat edince çok üzüldü. Ona 'Ölen çocuğunun dengi senin nezdinde nedir?5 deni-lince, cevap olarak dedi ki: Yeryüzü dolusu altındır'. Kendisine denildi ki: İşte âhirette senin için bunun benzeri sevap vardır'.

Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
 Müslümanlardan birinin üç evladı öldüğünde, onları Allah nezdinde zahire olarak sayarsa, onlar onun için ateşten koruyucu kalkanlar olur.

Hz. Peygamberin bu hadîsini işiten bir kadın Hz. Peygamber'e İki evlat da böyle midir?' diye sordu. Hz. Peygamber Veya iki' diye ilave etti.106

Baba çocuğuna ölüm anında dua etmelidir. Çünkü babanın en ümitli ve icabete en yakın duası bu duadır.

Muhammed b. Süleyman çocuğunun mezarı başında durup şöyle dedi: 'Yârab! Senin (rahmetini) onun için ümit ettiğim ve onun hakkında senden korktuğum halde sabahladım. Bu bakımdan onun hakkındaki ümidimi gerçekleştir. Korkumu bertaraf et!'

Ebû Sinan, oğlunun mezarı başında durup şöyle dua etti: Tarab! Benim ondaki hakkımı ben affettim. Senin ondaki hakkını da sen affet. Çünkü sen daha cömert, daha kerem sahibisin!'
 Bir bedevî oğlunun mezarı başında durdu ve şöyle dua etti: 'Yârab! Bana karşı yapılması gereken vazifesinde yapmış olduğu kusurunu ben hibe ettim. Senin hakkında yapmış olduğu kusuru da sen hibe et!'

Zer b. Ömer b. Zer öldüğünde, babası Ömer b. Zer, onu kabre koyduktan sonra şöyle dedi: 'Ey Zer! Senin için üzülmemiz senin hakkında üzülmekten bizi meşgul etti. Keşke ne dediğini ve sana ne sorulduğunu bilseydim!' Sonra şu duayı yaptı: 'Yârab! Şu oğlum Zer'dir. İstediğin zamana kadar beni bununla lezzetlendirdin. Ecelini, rızkını tam verdin ve ona zulmetmedin. Yârab! Onu sana ve bana itaat etmeye mecbur etmiştin. Yârab! Ondan ötürü musibetim hakkında bana va'd ettiğin ecri ona hibe ettim. Sen de onun azabını bana hibe et ve onu cezalandırma!

Böylece orada hazır bulunanları ağlattı. Sonra gideceği zaman şöyle dedi: 'Ey Zer! Senden sonra bizim için bir ihtiyaç yok! Allah ile beraber hiçbir insana ihtiyacımız yok! Muhakkak ki biz gittik ve seni terkettik. Kabrin başında dursak da sana fayda veremeyiz!'
 Bir kişi Basra'da bir kadına bakarak 'Böyle bir güzellik görmedim. Bu da az üzüldüğünden ileri geliyor!' dedi. Bunun üzerine kadın 'Ey Allah'ın kulu! Ben öyle bir üzüntü içindeyim ki o üzüntüde hiç kimse bana ortak değildir!' dedi. Kişi 'Nasıl?' dedi. Kadın

"Kocam kurban bayramında bir koyun kesti. Benim güzel minicik iki yavrum vardı. Büyüğü küçüğüne 'Babamın koyun kesişini sana göstereyim mi? dedi. Küçüğü 'Evet! Göster!' deyince büyük onu tutup kesti. Bizim ancak, çocuk kanlar içerisinde tepinerek bağırdığında haberimiz oldu. Bağırması yükselince büyük oğlan kaçtı ve bir dağa sığındı. Onu kurt kapıp yedi. Babası onu aramaya çıktı. O da susuzluktan çölde öldü. İşte (gördüğün gibi) beni yalnız bıraktı!" dedi.

Bu musibetlerin benzerlerini çocukların ölümü anında hatırlamak uygundur ki bununla üzüntünün şiddetinden kurtulmuş olsun. Hiçbir musibet yoktur ki ondan daha büyüğü tasavvvur edilmesin. Allah Teâlâ'nın defettiği, defetmediğinden daha fazladır.

105) Ebû Ubeyde, Garib', Beyhâkî , Şuab'ul-İman
 106) Müslim, İbn Hibban
ihya.info

Çevrimdışı ChicRoR

  • Yeni üye
  • *
  • İleti: 7
  • Sadakat Forum
    • Her gün en az 5 paylaşım
Ynt: Ölüm ve Düşündürdükleri
« Yanıtla #10 : 28 Mayıs 2014, 08:28:04 »
cok uzucu bir hikaye
Her gün en az 5 paylaşım. Takip edin: http://melinamina.blogspot.com/