Gönderen Konu: Tarih mi okuyoruz yoksa masal mı?  (Okunma sayısı 5147 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı ücharfbeşnokta

  • Tarih öğrenmek farzdır...
  • aktif okur
  • **
  • İleti: 180
  • Kabı ayrı olanın Tadıda ayrı olur
    • zat-ı muhterem
Tarih mi okuyoruz yoksa masal mı?
« : 04 Mayıs 2012, 12:59:18 »


Bir asırdan beri milletimize çeşitli masallar, efsaneler, hikâyeler, romanlar ve mühendislik eseri kurgular maalesef tarih diye okutturulmaktadır. Altı buçuk asırlık bir tarih, masallardan ibaret gibi gösterilmiş, hâlen de kısmen gösterilmeye devam edilmekte…
Bir okuyucumuz “Yedikıta Dergisi’ni ilk sayıdan beri takip ediyor ve okuyorum. Fakat, bu dergide yazılanlarla, başka kitaplarda yazılanlar arasında çok fark olduğunu görüyorum. Mesela, Tanzimat, Meşrutiyet, Mustafa Reşid Paşa, Mithat Paşa, İttihat ve Terakki, Enver Paşa, Talat Paşa, Cemal Paşa gibi kişi ve hadiselerin değerlendirilmesi bana çok farklı geliyor. Yine bunun yanında Osmanlı Devleti altı yüz yıl boyunca hiçbir şey yapmamış, savaş meydanlarından başka bir yerde işi olmamış, padişahların saray hayatları ise haremden başka bir yerde geçmemiş gibi ortaya konuluyor. Şunu da söyleyeyim ki, doğru gibi görünen bazı tarihçilerin eserlerinde de Osmanlı Devleti’nin mefkuresinden, inancından, itikadından eser bulunmuyor. Bu devlet adeta toprak kazanmak ve dünyayı işgal etmek için kurulmuş imajı veriliyor. Hangisi doğru bunu kestirmek mümkün olmuyor.
 Hangisi tarih, hangisi masal?” şeklinde bir soru sormuş.
Evet, okuyucumuz haklıdır. Çünkü bir asırdan beri milletimize çeşitli masallar, efsaneler, hikâyeler, romanlar ve mühendislik eseri kurgulamalar maalesef tarih diye okutturulmaktadır. Altı buçuk asırlık bir tarih, birkaç masaldan ibaret gibi gösterilmiş, hâlen de gösterilmeye devam edilmektedir.
Yedikıta Dergisi’nde Osmanlı tarihinin yayınlanmamış ve hatta yayınlansa bile yanlış aksettirilmiş vesikalarını yeniden ve ilk defa yayınladığımızdan, bugün bazı tarih kitaplarının masal olduğu ortaya çıkıyor.
Şu soruyu sormaya hakkımız vardır: “Niçin böyle bir yola başvuruluyor ve niçin bu milletin, en azından bu tarihi kendi tarihi kabul edenlerin tarihi bu kadar açık bir şekilde çarpıtılıyor?”


Kısaca fakat en başından başlayalım. Evvela bugün gelinen nokta, yani Osmanlı tarihinin bu kadar çarpık bir şekilde ortaya konması bir hesaplaşmanın neticesidir. Bu hesaplaşma, İslam medeniyetinin, dünyayı zulüm ve adaletsizlikle yöneten toplulukların elinden aldığı gün başlamış ve hâlen de devam etmekte olan büyük bir mücadelenin neticesidir. Bunun en muazzam sahnesi işte tartışması hâlâ bitmeyen altı yüz yıllık bir tarihe mührünü vurmuş Osmanlılar devrinde yaşanmıştır.
Yani Osmanlı Devleti bir medeniyeti temsil ediyordu ve onun karşısında bulunanlar da bu medeniyeti yıkmak için çalışıyordu. Osmanlı’nın kuruluşundan itibaren ilk üç yüz yıl bunu kaba kuvvetle ve savaş meydanlarında yaparak başarmak istediler. Fakat bu pek mümkün olmadı.
Çünkü davasına inanmış ve itikadı düzgün bir topluluğu yıkmak mümkün olmuyordu. Dıştan vurulan darbelere karşı devlet kendini bir şekilde koruyordu. Çareleri, düşman kabul ettiği bu topluluğu içten yıkmaktı. Onu da bir şekilde halletme yoluna gittiler ve bu yolları da keşfettiler.
Padişahlar niçin devletlerinde itikadı düzgün olmayanlara iş verdiler de devletin yıkılmasına sebep oldular, diyebilirsiniz. Bunun cevabı ise çok basittir. İlk önce bir devrin bitip bir devrin gelmesi mukadderattır. İkincisi ise itikadı bilinemeyen hatta kendini gizleyen, ismen ve sureten bu toprakların, fakat itikaden ve ruhen ithal malı olanları tespit etmek pek de kolay olmadı. Bu gibi kişileri tespit edinceye kadar bunlar, devlete verecekleri kadar zararı vermişlerdi zaten.
Osmanlı Devleti’nin temellerini çökertmeye ahdetmiş dış güçler, ilk olarak askerî ocakların içine fitne ve fesat erbabını sokarak bu işi başlattılar. Daha sonra bu projelerini devlet idaresinde yüksek rütbeli kadrolara kadar yükselttiler. Elde ettikleri bu kadrolara da devletin temel ve itikadıyla hiç alakası olmayan icraatlar yaptırdılar.
Bundan daha önemlisi Osmanlı Devleti’nin, ecnebî ülkelere daimî elçilikler kurmaya başlamasıyla bu ülkelerin fırsatın en âlâsını yakalaması olmuştur. Şöyle ki, bu ülkelere giden Osmanlı devlet adamları ve sefirler o ülkelerde muazzam bir iltifata mazhar oldular. Bu adamlar, kendilerine yapılan iltifatlar ve verilen rüşvetler sayesinde, zamanla kendilerine zerk edilen propagandaların ve fikirlerin de esiri oldular. Bir taraftan da İstanbul’da bulunan yabancı elçilikler vasıtasıyla Batı’nın hayat tarzı Osmanlı paşalarının modası haline getirildi.
Bu güzel yazının (Devamı YEDİKITA Dergisi’nde...)

( sadakat.net // Yedikıta/Mayıs // ücharfbeşnokta )

« Son Düzenleme: 05 Şubat 2016, 15:38:29 Gönderen: Mücteba »
İhmal ihanete eşittir...

Tarih yazılırken okunmaz, yazıldıktan sonra okunur...

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."