Gönderen Konu: Osmanlı saray hazinesinden sıra dışı eserler  (Okunma sayısı 53885 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599

Topkapı Sarayı koleksiyonundaki eşsiz tutya eserleri saray müzesi hazine bölümü uzmanı Emine Bilirgen anlatıyor.  
 


Tutya Su Tası (Çamçak), 16. yüzyıl, Hint veya Osmanlı işi olduğu tahmin ediliyor, 22x11.5 cm, T.S.M. 2/2848.



Tutya Su Tası, 16. yüzyılın ilk yarısı, Hint, çap: 15.5 cm, yükseklik: 6.8 cm, T.S.M. 2/2847.  

İslam maden sanatında altın, gümüş gibi değerli madenlerin yanında demir, bakır, kurşun, nikel, kalay ve bunların alaşımları yüzyıllar boyunca kullanılagelmiştir. Eski çağlardan bu yana bilinen birçok maden işleme yönteminin, biçim ve bezeme üsluplarının izlerini erken İslam örneklerinde de görmekteyiz. Sonraları Selçuklu, Timurlu, Memluk, Osmanlı, Safevi, Mughal (Hind-Türk) vb. tarzlarda daha özgün eserler yaratılmıştır. Bu eserler biçimlerinden de anlaşıldığı gibi kullanım amaçlıdır. Bunlar arasında sade tasarımların yanında son derece farklı formlara ve zengin bezemeye sahip olanlarda da vardır.

İslam maden sanatı içinde Osmanlı örnekleri özellikle kuyumculuk ve bezeme repertuarları bakımından çok ayrı bir yere sahiptir. Osmanlı Saray Hazinesinden günümüze ulaşan koleksiyonlardaki altın, gümüş, tombak gibi madeni eşyanın yapım teknikleri, kuyum işleri, bezeme üslupları devirlere göre değişen beğenileri yansıtmakla birlikte ekonomik koşullarla da yakından ilişkilidir.

Osmanlı Saray atölyelerinde, 15. yüzyıl sonlarından itibaren pek çok yerli, doğulu ve batılı usta sanatçının birlikte çalıştığını kayıtlardan öğreniyoruz. Bu ustalar geçmişten gelen malzeme ve teknikleri kendilerinin yeni buluşlarıyla harmanlayıp Osmanlıya özgü, ulaşılması güç eserler vermişlerdir. 16. yüzyılda doruğa ulaşan Osmanlı gücünün etrafında toplanan olağanüstü yetenekli sanatçılar en güzel madeni eserleri de bu dönemde üretmişlerdir. Maddi kaygı ve malzeme sıkıntısı duymadan yarattıkları pek çok eserde, zıt renkteki metallerin kombinasyonları ve/veya mücevher kullanımı ile ana malzemenin önüne geçen coşkulu yüzey değerlendirmeleri görülür. Özellikle 17. yüzyılın ortalarından sonra ekonomik dar boğazların yaşandığı dönemlerde bazı altın, gümüş evaninin (kapkacağın) darphaneye gönderilip para basmak için eritildiği de ayrı bir gerçektir.  
 
Osmanlı maden eserlerinin yapım tekniklerini, kakma, kabartma (“repousse”), güherse (granüle), oyma (ajure), savat (“niello”), mine (“emaille”) mücevher gibi bezemeleri ve üslupları mevcut örnekler ışığında dönemleriyle saptamak mümkündür. Ancak birçok araştırmaya konu olmuş Osmanlı maden sanatı geneli içinde tutya (çinko) kaplar bugüne kadar pek dikkat çekmemiştir. Bu yazımızda Topkapı Sarayı Müzesi Hazine Bölümünde korunmakta olan tutya kaplar koleksiyonunu, seçtiğimiz örneklerle tanıtmaya çalışacağız.  



Gırgırlı Tutya Maşrapa, 16. yüzyılın ilk yarısı, İran-Safevi, çap: 15.5 cm, yükseklik: 18 cm, T.S.M. 2/2871.



Tutya Sürahi, 16. yüzyıl başları, İran-Safevi, çap: 22 cm, genişlik: 13 cm, y: 57.5 cm, T.S.M. 2/2875.



Tutya Maşrapa, 16. yüzyılın ilk çeyreği, İran, çap: 14.5 cm, y: 15 cm, T.S.M. 2/2854.

Koleksiyon 29 maşrapa, 3 sürahi, 5 tabak, ikisi kapaklı 9 tas, 2 gülabdan, 1 askı kandil ve 1’i sadece kapak olmak üzere 50 adet tutya kaptan oluşmaktadır. Söz konusu eser grubu biçim çeşitliliği, bezemelerindeki üslup zenginliği ile dünyadaki tek büyük tutya eser koleksiyonudur. Osmanlı Saray Hazinesi’nden günümüze ulaşan örneklerin ayrıntılı tanıtımına geçmeden önce, tutyanın metalürji tarihindeki yerine değinmek istiyoruz.

Metalürji tarihinde eski kaynaklarda “Tutiya” olarak geçen çinko cevheri (calamin) önceleri çinko ve bileşikleri için kullanılmış, daha sonra da saf çinkoyu tanımlayan sözcük olmuştur. Tutya-Tutiya, sözlüklerde Farsça ve Arapça olarak yer almaktadır. Karşılığı çinko, göze sürülen toz, elde edildiği taş olarak gösterilmektedir. Türkçe’ye, batı dillerine ve Çince’ye; tutya, tutie, tuzia, tutty ve t’ou-si gibi değişik şekillerde geçmiştir............................

(Antikalar.com)

 

« Son Düzenleme: 15 Şubat 2010, 20:49:23 Gönderen: mystic »
〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Osmanlı saray hazinesinden sıra dışı tutya eserler
« Yanıtla #1 : 18 Nisan 2009, 12:32:43 »
Calamin (çinko cevheri) yer kabuğunda yüzeye yakın “smithsonite” bileşiminde kristaller halinde veya çinko oksit ve bileşikleri olarak bulunmaktadır. “Calamin” sözcüğünün Arapça “kala-i”den geçtiği düşünülmektedir. İÖ 200’lerde Romalılar çinko oksit ve bakırdan pirinç elde ediyorlardı. İran’da 6. yüzyıldan sonra pirinç imalatı yaygınlaşmıştır.

İbn-al Fakih 900’lerde Kirman yöneticilerinin Demavend Dağları’ndaki maden ocaklarından elde edilen cevherlerle, pirinç eser üretimini denetlediklerini kaydeder. İbn Havkal (950) Sard ile Hindistan’dan,ve başka merkezlerden tutya geldiğini bildirir. Çinkonun redüklenmesi için yüksek ısı gerektiğinden ve cevherin kolay oksitlenmesinden dolayı metalik çinkonun cevherinden ayrıştırılması bakır, demir ve kurşundan daha geç olmuştur.



Kapaklı Tutya Kase, 16. yüzyıl ortaları, Osmanlı, çap: 17.8 cm, yükseklik: 14.6 cm, T.S.M. 2/2861.

Al-Dimeşki (1300) metalik çinkonun Çin’den geldiğini ve elde edilişinin gizli tutulduğunu, tok bir ses verdiğini, kolay oksitlenmediğini yazmaktadır. Söz konusu kayıtlardan saf çinkonun Çin’de 14. yüzyılın başlarında elde edildiğini anlıyoruz. Marco Polo (1254-1324) seyahatnamesinde Kirman’da, Cobinam’daki (Şah Dad) atölyelerde üretilen tutyaların Hindistan’a ihraç edildiklerini belirtmektedir.

Tutya/çinko kaplara pahalı malzemelerle zengin bezeme uygulamalarının 15. yüzyılda Batı Asya’da başladığını söyleyebiliriz. Timurlu döneminden kalan erken örnekler Çin’e yakın olan Herat’ta yapılmış maşrapaların formundadır. Tutya, İslam dünyasında o güne kadar bilinen madenlerden farklı bir malzeme olarak değerlendirilmiş, Timurlu, Safevi saraylarında pahalı madenlere uygulanan bezemelerde zengin parçalar yapılmıştır. 16. yüzyılın başından itibaren de Osmanlı Sarayı’nda benimsenmiştir.

En erken Osmanlı tutya eser kaydına Sultan II. Beyazıt (1481-1517) dönemine ait bir hazine defterinde rastlıyoruz. H. 910 (1505) tarihli defterde (T.S.M. Arş. D. 10026), varak 11a’da, “dört kıt’a ruh-i tutya1 maşrapa”, varak 14b’de ise, “bir kesede tutya parçaları” şeklinde ifadeler vardır. 
 


Tutya Tabak, 16. yüzyılın sonu, Osmanlı, çap: 21.9 cm, T.S.M. 2/2844. 
 
İslam dünyasında tutyanın yeni bir metal olarak değerlendirilmesinin yanında sağlıkla da ilişkilendirildiği görülür. Saray koleksiyonundaki bazı kapların üzerindeki yazılarda “Eğer ömründe bir ferahlık istersen Ruh maşrapasından hayat suyu iç” (2/2842). “Kim derdinden kurtulmak isterse Hayat Çeşmesine benzeyen bu tutya’dan içsin” (2/2863) gibi ifadeler yer alır. Bunlara, tutya kapların içlerine konan sıvıyı serin tuttukları görüşünü de ekleyebiliriz.

Tutiya veya tutya önceleri çinko bileşikleri için; saflaştırıldıktan sonra Arapça ve Farsça’daki gibi tutya veya ruh-i tutya şeklinde, Türkçe’de de çinko karşılığı olarak kullanılmıştır. Burada dikkat çeken olgu, İslam Dünyası içinde Orta Asya’dan yayılan, Osmanlı Sarayı’nda da değerli maden gibi kabul gören tutya kapların kısa sürede terk edilişidir.



Tutya Sürahi, 16. yüzyılın ilk yarısı, Osmanlı, çap: 15 cm, y: 25 cm, T.S.M. 2/2857.

Yeni metale karşı duyulan merakın birden azaldığı, geç dönemlere ait örneklerin yok denecek kadar az oluşundan anlaşılmaktadır. Buna karşın 1550’lere doğru Avrupa, Hint, Tibet metal eserlerinde görülen yüksek çinko oranları metalin bu tarihlerden itibaren daha kolay elde edildiğini göstermektedir. Avrupa’da 1600’lerden başlayarak artan talebi karşılamak için Hindistan ve Çin’den çinko ithal edilmiştir. Dolayısıyla çinko tarihinde Osmanlı Saray koleksiyonundaki tutya kaplar önemli bir halkayı oluşturmaktadır.



Kapaklı Tutya Maşrapa, 16. yüzyılın ilk yarısı, Osmanlı, çap: 11 cm, yükseklik: 12.6 cm, T.S.M. 2/2858.

Türk-İslam Eserleri Müzesi’nde ve Topkapı Sarayı Müzesi’nde korunan 15. yüzyıl Timurlu dönemine ait pirinç maşrapaların formları, oranları, ilk çinko (tutya) maşrapaların da Timurlu başkenti Herat’ta yapılmış olabileceği görüşünü kuvvetlendirir. Saray Koleksiyonundaki Tutya Kapların genel özellikleri şunlardır: Erken kapların yüzeyleri mücevhersiz ve figürsüzdür. 16. yüzyıl ortalarından itibaren Safevi örnekleri yoğun mücevher bezelidir.

İran yapımı olanlarında ayrıca Safevi sanatının genel bezeme repertuarına özgü insan, melek ve hayvan betimlemeleri de görülür. Koleksiyonun büyük çoğunluğunun dış yüzeyi siyah bir tabaka ile kaplıdır. Çinko-kalay alaşımlı 1-2 mm kalınlıktaki bu tabaka altınla zıt bir renk oluşturmakta, altın kakma işlemini kolaylaştırmaktadır. Grubunun büyük bölümünü oluşturan maşrapalar şişkin karınlı, düz boyunlu ve kısa ayaklıdır. Kulpları genellikle ağzı açık ejder başı figürüyle sonuçlanan “S” biçimindedir. Daha geç örneklerde ejder biçimli kulpların yerini çok sade olanlar almıştır.



Kapaklı Tutya Maşrapa, 16. yüzyılın ilk yarısı, Osmanlı, çap: 10.8 cm, yükseklik: 13 cm, T.S.M. 2/2859.
 
Maşrapalardan bazılarının boyunlarının içine ajurlu süzgeç (gırgır) yerleştirilmiştir. Dış yüzeyleri iki kademeli bezemeye sahip olanlar da vardır. Bazı maşrapa, tas ve sürahiler üzerinde altın kakma-kabartma ile Farsça yazılar yer alır. Tabaklar yuvarlak, derinliksiz, düze yakın biçimdedir. Dört sürahi, iki gülabdan ve alışılmışın dışında iki tas biçimleriyle ve bezemeleriyle dikkat çekerler....

(Antikalar.com)
〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı Fatihan

  • Administrator
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 6994
  • Milimi milimine Ehli sünnet...
Ynt: Osmanlı saray hazinesinden sıra dışı tutya eserler
« Yanıtla #2 : 18 Nisan 2009, 20:25:03 »
Teşekkürler.Osmanlı estetiği.

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Osmanlı saray hazinesinden sıra dışı tutya eserler
« Yanıtla #3 : 19 Nisan 2009, 12:17:30 »
Burada tutya kapları biçimsel ve teknik açıdan farklı gruplara ayırmak da mümkün. Ancak eserleri dönem sıralarına göre, değişik form ve bezeme üsluplarını belirterek, seçtiğimiz örneklerle tek tek açıklamayı uygun gördük. Bursa Arkeoloji Müzesinde korunan üç tutya sürahi ve bir maşrapaya konuyla ilgilerinden dolayı burada değinmek istiyoruz.

Doğal çinko rengindeki eserlerden özellikle B.A.M. 2422 no’lu sürahi armut biçimli gövdesi, uzun silindirik boynu ve gövde üzerindeki gümüş kakmalı stilize çiçekler ve geometrik bezemeleriyle 18-19. yüzyıl Hint “Bidri” eserlerini andırır. B.A.M. 764 no’lu tutya çinko maşrapa klasik Timurlu formundadır. Üzerindeki derin diyagonal kazıma olukları, eserlerin gümüş kakma bezemeler için hazırlandığını, fakat uygulanmadığını düşündürür.



Gırgırlı Tutya Maşrapa, 16. yüzyıl, Osmanlı, çap: 12.7 cm, yükseklik: 18 cm, T.S.M. 2/2856

“Bıdri” 16. yüzyıl sonlarından bu yana Hindistan’da uygulanan ve günümüzde de sürdürülen özel bir metal işleme tekniğidir. Dekkan bölgesinde Bidar kentinde yapılan ilk örneklerden dolayı tekniğe Bıdri adı verilmiştir. Stil olarak da Dekkan dekoratif elemanları ile yakından bağlantılıdır. Mughal etkisi bıdrilerde de açıkça görülür.

Bıdri yapımında yüksek oranda çinko içeren bakır ve kurşun alaşımı kullanılır. 16:1 oranındaki çinko-bakır alaşımı Bidar’dan elde edilen özel bir çamurla ovulduğu zaman siyah bir renk alır. Dış yüzeylere gümüş tel ve parçalar kakılarak bezeme yapılır. Nadir olarak altın kakmalar da uygulanır. Erken Hind kaynakları Zawar ve Rajasthan’da çinko yatakları olduğunu yazar. Ancak Dekkanlı ustalar Coromandel Limanı’ndan alınan Çin kökenli çinkoyu kullanmayı daha elverişli buluyorlardı.



Gırgırlı Tutya Maşrapa, 16. yüzyılın ilk yarısı, Osmanlı, çap: 15 cm, yükseklik: 16 cm, T.S.M. 2/2872.


Yeri gelmişken önemli bir noktayı belirtmek isteriz: Osmanlı tutyaları hemen hemen hiç tanınmamış olmalarına karşın, özellikle Hint tutyaları geniş araştırmalara konu olmuştur. Avrupa genelinde ve çoklukla İngiliz müzelerinde bulunan Hint örneklerine kolay ulaşılması bu konudaki yayınların en büyük kaynağını oluşturmaktadır. Yazımızın kapsamı içinde yer alan örneklerin Osmanlı Saray tutyaları hakkında daha geniş bir fikir oluşturacağını ümit ediyoruz. Topkapı Sarayı Hazinesi’ndeki bazı tutya eserler aşağıdadır.

Gümüş ve Tutya Tas (2/2869): Tasın dışı yer yer savatlı tutyadandır. Zemini altın kakma dal ve çiçeklerle süslüdür. Çiçeklerin göbeğinde küçük zümrüt ve firuzeler vardır. Ağız kenarında altın ajurlu yarım şemseler sıralanır. Şemselerin içine peri ve kuş tasvirleri dönüşümlü olarak işlenmiştir. Gövdede de aynı teknikte şemse ve kartuşlar sıralanır. İçlerinde hayvan tasvirlerinin yer aldığı kartuşların bazılarının zemininde mavi boya izleri görülür. Şemseler ise insan ve peri tasvirlidir. Ayak etrafındaki yarım şemselerde ise geyik tasvirleri yer alır. Tasın iç kısmı gümüştür. Ortasında bir, yanlarda beş adet altın ajurlu, üzerleri irili ufaklı firuze, yakutlarla bezeli şemseler vardır. Şemseler küçük çivilerle gümüş zemine tutturulmuştur. Son derece nadir olan bu eserin Hazine’deki 2/2875, 2/2876 ve 2/2877 no’lu sürahiler gibi 15. yüzyıl sonu-16. yüzyıl başlarında İran, Tebriz’de yapıldığı sanılmaktadır.



Kapaklı Büyük Tutya Kase, 16. yüzyıl, Osmanlı, çap: 25.5 cm, yükseklik: 14.5 cm, T.S.M. 2/2864.

Tutya Sürahi (2/2875): İnce uzun boyunlu, yuvarlak ve yassı gövdelidir. Kısa bir kaidesi vardır. Kapak, boyuna altın zincir ile bağlıdır. Altın kaplama kapak ve boyun zeminleri savatlı, ince kıvrım dalları, çiçekler ve rumilerle bezelidir, aralarına altın yuvalı yakut ve firuzeler yerleştirilmiştir. Gövdenin geniş yüzeylerine altın ajurlu birer şemse yerleştirilmiştir. Son derece sık kıvrımlı dallar ve rumilerden oluşan bu bezemenin üzerinde iri, kabaşon firuze ve yakutlar yer alır. Şemselerin alt ve üst kısmında, dar yüzlerde benzer bezemeye sahip kartuşlar vardır.

Gövdenin tutya zeminine kumlama yapılmış ve üzeri iki kat bezemeyle süslenmiştir. Altta göbekleri zümrüt, yakut ve firuzeli küçük çiçeklerin yer aldığı ince kıvrımlı dallar zemini kaplar. Bunun üzerine ayrıca kabartma tekniğinde altın kaplama kuşlar, aslan-geyik mücadelesi, simurg, ejder, tavşan, kurt gibi hayvan figürleri serpiştirilmiştir. 16. yüzyılın ilk çeyreğine ait İran yapımı eserin Safevi Sarayından Osmanlı Hazinesine girdiği tahmin edilmektedir.

Tutya Maşrapa (2/2854): Klasik Timuri formunda olmakla birlikte 2/2856 no’lu maşrapada olduğu gibi boynu yüksekçedir. Sonradan değiştirilmiş gibi görünen sade kulpun alt kısmı palmel biçimindedir. Kulpun üzerindeki delikten daha önce kapaklı olduğu anlaşılır. Boyun kısmında altın kakma yatay kartuşlar ve şemseler dönüşümlü olarak sıralanır. Ortalarında yakut ve firuzeler yer alır. Gövde üzerindeki altın ajurlu yarım ve tam oval şemselerde bitkisel motifler ve kanatlı periler, geyikler tasvir edilmiştir. Perilerden birisinin elindeki müzik aleti dikkat çeker. Şemselerin dışında kalan boşluklar boyundaki benzer işçilikle süslüdür. Maşrapanın dibi de altın kakma, dal, yaprak, göbekleri firuze, yakutlu çiçek bezemelidir. Özellikle aplike şemselerdeki titiz ajur ve savat işçiliği eseri benzersiz kılar. 16. yüzyılın ilk çeyreğinde İran’da veya İranlı bir usta tarafından Osmanlı sarayında yapılmış olduğu düşünülmektedir.

Gırgırlı Tutya Maşrapa (2/2871): Şişkin gövdesi, düz boynu ve kısa kaidesi ile Timuri maşrapa formunu tekrarlar. Hafif kıvrımlı, düz gümüş sapının üzerinde tırnaklı altın yuvalarda firuzeler sıralanır. Maşrapanın iç kısmı ve kaidesi altın yaldızlı gümüştür. Boynun içine altta gümüş, altın ajurlu bitkisel motifli iki kademeli bir gırgır yerleştirilmiştir. Altın ajurların üzeri yakut, firuze ve incilerle bezelidir. Ağız kısmında ve omuzda altın ajurlu ince kıvrım dallar ve rumilerden oluşan bir bordür dolaşır. Omuzda altın zemine savatlı yarım şemseler ve aralarında ajurlu paftalar yer alır....

(antikalar.com)
〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Osmanlı saray hazinesinden sıra dışı tutya eserler
« Yanıtla #4 : 20 Nisan 2009, 17:50:25 »
Gövde ve boyun üzeri üç kademe halinde son derece zengin bir bezemeye sahiptir. En altta küçük motiflerden oluşan altın kakma ince dalla, çiçekler vardır. Kabartma olan ikinci kademe yine kıvrımlı dallar ve hatayi formunda çeşitli altın çiçeklerle bezelidir. Dalların kesişme yerlerine inciler yerleştirilmiştir. Üçüncü kademede ise altın ajur tekniğinde yapılmış, etrafı dilimli, içleri ince kıvrımlı dallar ve rumilerden oluşan şemseler ve kartuşlar sıralanır. Bunların da üzerleri iri yakutlar, firuzeler ve incilerle süslüdür. Altın ajurlu tüm motiflerin yüzeyleri kazıma ile değerlendirilmiştir. Bu maşrapa, biçimi ve bezeme üslubu, tekniği ile erken Safevi sürahi örnekleriyle benzeşir.

Kapaklı Tutya Maşrapa (2/2863): Şişkin gövdeli, düz kısa boyunlu, klasik Timuri maşrapa formundadır. “S” şeklindeki kulpun ağızla birleştiği yer ejder başı figürlüdür. Ejderin gözleri birer yakutla belirlenmiştir. Tepesi yakutlu kapak tutamağı ve zinciri altındır. Gövdenin bütün yüzeyi ve hafif bombeli kapak kumlama zemine kabartma altın dallar ve rumilerle bezeli, dalların birleşme yerlerine firuze ve yakutlar yerleştirilmiştir. Rumilerin üzeri kazıma-kabartma ile desenlendirilmiş, boyun kısmı iki yazı kuşağı ve dönüşümlü firuze ve yakutlardan oluşan bir sıra ile üçe ayrılmıştır. Altın kakma ile nesih hatta yazılmış Farsça satırların anlamı: “Kim derdinden kurtulmak isterse, Hayat çeşmesine benzeyen bu tutyadan içsin. Hüseyin’in işi”. Eserin 16. yüzyılın ilk yarısında Kanuni Sultan Süleyman (1520-1566) döneminde yaşamış Hüseyin adlı bir usta tarafından yapıldığı tahmin edilmektedir.



Tutya Gülabdan, 17. yüzyılın sonu-18. yüzyılın başı, Osmanlı, çap: 9.8 cm, yükseklik: 19.5 cm, T.S.M. 2/2838.

Kapaklı Tutya Maşrapa (2/2858): Klasik Timuri maşrapa formundadır. S şeklinde ejder başlı kulbun sonu kıvrık ve ajurludur. Çok hafif bombeli kapak altın kakma tekniğinde dilimli oval şemsiyeler ve kartuşlarla, kartuş içleri ise yüzeysel altın kakma çiçek ve dallarla bezelidir. Şemse içleri rumi tarzında kakma desenlidir.Gövdede haç biçiminde kartuşlar ve oval şemseler dönüşümlü olarak sıralanır. Kumlama zeminli boyunda aynı tarz bezemeler yer alır. Belli bir simetri ve düzen şemasında bezenmiş eser 16. yüzyılın ilk yarısına tarihlenmektedir.

Kapaklı Tutya Maşrapa (2/2859): Klasik Timuri maşrapa formundadır. Ejder biçimli kulpunun muhtemelen rumi formunda olan ucu kopmuştur. Altın kapak tutamağında bir yakutu vardır. Ağız ve omuz kısmındaki torna izleri altın kakma tellerin olduğunu gösterir. Bütün yüzeyler kumlama zemine altın kabartma ile kıvrım dallar, bulut biçimli rumi bağlar ve gülçelerle bezelidir. Yoğun ve girift bezemesi ve dengeli bir geometriye dayanan kompozisyonu ile klasik Osmanlı zevkini yansıtır. 16. yüzyılın ilk yarısına ait eserlerdendir. Aynı yüzyıla ait gümüş benzerleri de mevcuttur.

Tutya Sürahi (2/2857): Gövdesi armut biçimli sürahinin üzerindeki izlerden daha önce kulplu ve emzikli olduğu anlaşılmaktadır. Gövde üzerinde ayrıca boyutları karnın şişkinliğine göre değişen şemse ve kartuşlar dönüşümlü olarak sıralanır. İçleri altın dal ve rumiler ile ortaları yakut, firuze ve sadece orta şerittekilerde olmak üzere zümrütlü altın çiçek bezemelidir. Şemse ve pafta zeminleri kumlamadır. (Bu sürahiden alınan örneğin kimyasal analizinde kaplardaki patina’nın-tabakanın-çinko ve kalaylı olduğu anlaşılmıştır.)

Tutya Su Tası (2/2847): Ağız kısmı ve gövdesi 9 dilimli iç bükey yüzeyden oluşur. Bu yüzeyler tasın dip kısmında daha küçük 9 dilimle birleşir. Yüzeylerin üzeri altın kakma ile içleri rumili, salbekli şemseler ve alt sırada ise rumilerle biçimlendirilmiş taç motifleriyle bezelidir. Kısa kaidesi kendindendir. Üzeri altın kakmalı, küçük bir kulpu vardır. Eser, form açısından Horasan metal işçiliğinde görülen bazı eserlere benzer. Ancak rumi üslubu ve tekniği daha sonraki bir döneme, 16. yüzyılın ilk yarısına işaret eder. 17. yüzyılda Mughal (Hint-Türk) yeşim ve necef benzerleri vardır.



Kapaklı Tutya Maşrapa, 17. yüzyıl Osmanlı, çap: 11 cm, yükseklik: 15.6 cm, T.S.M. 2/2853.

Tutya Su Tası-Çamçak-(2/2848): Kısa çaplı, oval, dilimli yaprak biçimindedir. Ana formu oluşturan yaprağın ucu kıvrıktır. Bu uç noktada ve tasın içindeki düz yaprağın alt kısmında altın benekler vardır. İç kısmında ortada altın yuvalı bir yakut yer alır. Kendisinden ve tutya olan sapın ucu yivli bir kıvrımla son bulur. Sapın ortasına iki başı palmet biçiminde oymalı altın bir plaka yerleştirilmiştir. Palmetlerin arasında birer kabaşon yakut yer alır.

Eserin, Hazine’de 16. yüzyıl Osmanlı kuyumculuğunun karakteristik özelliklerini yansıtan aynı boyut ve biçimde neceften yapılmış bir örneği daha vardır (2/30). Hint kökenli olabileceği ileri sürülen bu formun Osmanlı Sarayı’nda da uygulandığını kanıtlayan necef çamçağın varlığı, bu tutya çamçağın da Osmanlı saray ustaları tarafından yapılmış olabileceğini düşündürür.

Gırgırlı Tutya Maşrapa (2/2872): Klasik Timuri formunda ve kapaksızdır. Boyun ve gövdenin dışı tümüyle iki kademeli ve iki ayrı tarzda bezemelidir. Hafif kıvrımlı sapında firuze ve yakutlar sıralanır. Boynun iç yüzeyi altın plaka ile kaplanmıştır. Sapın karşısına gelen kısımda “Ya Halim, Ya Alim” yazısı kazınmıştır. Ajurlu altın gırgırı (süzgeci) bitkisel motifli ve üzeri firuze, yakut ve zümrütlüdür.

Birinci kademeyi oluşturan alt kısım siyah savatlı zemine altın kakma ile ince spiral dallar, küçük yapraklar ve gülçelerle süslüdür. Gülçelerin göbekleri yakut ve firuzelidir. İkinci kademede daha geniş kıvrımlar yapan altın yaldızlı kabartma dallar ve üzerlerinde iri yakutlar, firuzeler yer alır. Dalların birleştikleri yerler birer elmasla belirtilmiştir. Eserin formu ve kullanılan teknikler 16. yüzyılın ilk yarısında Osmanlı saray atölyelerinde yapılmış olduğunu gösterir.



Kapaklı Tutya Maşrapa, 16. yüzyılın ikinci yarısı, Osmanlı, çap: 11 cm, yükseklik: 12 cm, T.S.M. 2/2868

Kapaklı Tutya Büyük Kase (2/2864): Kısa basık gövdeli, yuvarlak tencere formundadır. Sade fakat özenle bezenmiştir. Kapak ve gövde üzerindeki bezemeler benzer tasarımdadır. Çiçek biçimindeki tutya kapak tutamağının içi balmumuna benzer bir madde ile doldurulmuştur. Altın yaldız izleri, üzerinde daha önce ikinci bir parçanın olduğunu akla getirir. Ağız çevresinde ve kapak üzerinde dolaşan altın kakma nesih yazılarda:

“Dostun parlak kalbi cam-ı cihannuma gibidir.
Orada ihtiyacını belirtmeye ne hacet var?
Felek kadehimi baş aşağı tut, zira içinde işret şarabı yok.
Ters dönmüş kadehten şarap aramak aptallık alametidir.
Kadehi usulünce tut, çünkü onun aslı,
Cemşid, Behmen ve Kubad’ın kelleleridir.”
anlamında Farsça beyitler vardır. Kapağın ağız kısmında yer alan dizelerde ise:
“Dünyanın muradınca olsun, felek arkadaşın,
Cihanı yaradan seni korusun...”
gibi dileklerle devam eden sekiz satırlık bir dua yazılıdır. Gövde ve kapaktaki içleri kumlama zemine rumi desenli yarımşar şemseler de altın kakmalıdır. Eser 16. yüzyıl Osmanlı üslubunu yansıtmaktadır.

Tutya-Gümüş Tas (2/2870): İçi gümüş kaplamadır. Ağız kenarında, altın yaldızlı rumi bezemenin üzerinde altın kabartma talik hatla Farsça beyitler yer alır. Yazıların arasındaki dikdörtgen altın paftalar savatlı rumi desenleri, firuzeler ve yakutlarla süslüdür. Tasın gövdesinde iki kademeli bir bezeme vardır. Alt kademe altın yaldız kıvrım dallar, rumiler, ikinci kademe ise altın kabartma dallar ve rumilerle bezelidir. Bu bezemelerin arasında altın yuvalı firuze, yakut ve zümrütler görülür. Eserin üzerinde ayrıca içleri altın ajurla rumili şemseler yer alır. Aralarına altın yuvalı yakut, firuze ve inciler yerleştirilmiştir.

Tasın ortasına dış yüzdeki şemselerin benzeri işçiliğe sahip, kumlama zemine yuvarlak bir plaka monte edilmiştir. 16. yüzyıl Osmanlı üslubunun seçkin örneklerinden birisidir.

Gırgırlı Tutya Maşrapa (2/2856): Klasik formdadır. Kapağının kenarları düz, ortası bombelidir, altın yaldızlı bir zincirle kulba tutturulmuştur. Kulbun üzeri savatlıdır. Diğer tüm yüzeyler kumlama zemine altın kakma dallar, rumiler ve ortaları firuzeli, yakutlu gülçelerle süslüdür. Tam ve yarım şemseler oluşturan kompozisyonların içinde iri yakut ve firuzeler, sadece gövde üzerindekilerde olmak üzere ortalarında birer elmas vardır. Ağzının iç kısmına altın ajurlu, benzer bezemeye sahip bir gırgır yerleştirilmiştir. 16. yy ortalarına doğru Kanuni Sultan Süleyman döneminde saray sanatçılarından biri tarafından yapılmış olmalıdır.

Kapaklı Tutya Kase (2/2861): Yuvarlak ve kase kaidelidir. Bombeli kapağının ve tasın bezemesi bir bütün olarak tasarlanmıştır. Çok köşeli altın kapak tutamağı yakutlarla süslüdür. Tutamağın etrafını, kapak kenarını ve tasın ağzını altın kakma nestalik hatla yazılmış satırlar çevirir. Kabartma ve altın kaplama tam ve yarım şemselerin içlerinde yüksek yuvalı yakut ve zümrütler yer alır. Şemselerin dışında kalan yüzeylerde altın kakma dal, yaprak, gülçeler ve bunların arasında aslan, geyik, kuş betimlemeri görülür. Kasenin kapağının tepesinde, “Nasrun min Allah ve fethün karib ve beşşirin el-Müminin”, kenarında: “Dünyadan gitmeden ve kafatasın kürek gibi kullanılmadan önce/ Kal ve altın kaseden şarap dök...” anlamında devam eden Hafız’dan bir dörtlük yer alır. Gövdenin ağız kısmında nesih hatla: “Ey adalet kulesi, ey alemi aydınlatan güneş!/ Kadehinde daima saf şarap olsun...” ile başlayıp devam eden Farsça dizeler vardır. Kasenin kuyum işçiliği ve bezeme üslubu 16. yüzyılın ortalarına ait özellikler gösterir. Özellikle dikdörtgen yuvalı ve düz kesimli zümrütler, alt uçları dilimli gül biçimindeki yüksek yakut yuvaları bu dönem kuyumculuğunun sevilen tarzıdır.

Kapaklı Tutya Maşrapa (2/2868): Timuri formdaki maşrapanın kulbu yuvarlak sade bir hat oluşturur. Ejder başlı biçim terk edilmiştir. Bombesiz kapağın ortasındaki altın tutamakta iri bir firuze yer alır. Maşrapanın bütün yüzeylerinde siyah tabakanın çok ince olduğu, griye çalan özgün patinası ile kendini gösterir. Kapaktaki oval ve yarım şemseler, boyun ve gövdede yer alan kartuşlar kumlama zeminlidir.

Ana zemin altın kakma ile dal, yaprak ve üzerleri firuze, yakutlu altın çiçeklerle süslüdür. Boyun ve gövdede yer alan altın ajurlu, aplike ovam şemselerin zemini pembe, yeşil kumaşla kaplıdır. Şemselerin üzerine altın yuvalı, yakut, firuze ve birer elmas yerleştirilmiştir. 16. yüzyılın ortalarından itibaren altın işçiliği ve süsleme şemasının değiştiğini gösteren eserlerden biridir. İkili kademeli bezeme üslubu daha sonraki pek çok eserde görülecektir.

Tutya Tabak (2/2844): Tüm bezemeleri altın kakmalı olan eserin kenarları hafif pahlıdır. Ağzını çevreleyen bordürde “S” ve üç benek motifleri sıralanır. Tabağın ortası boş bırakılmış ve merkez bir yakutla belirtilmiştir. Yanlarda lale, sümbül, karanfillerden oluşan demetler ve oval şemseler dönüşümlü olarak yer alır. Şemselerin içleri hafif kabartma-kakma ile kıvrım dal, yaprak ve gülçelerle bezelidir, merkezlerine birer zümrüt veya yakut yerleştirilmiştir.

Eserin bezeme üslup ve kompozisyonu 2/2836 envanter no’lu tutya maşrapanın altlığı olarak yapılmış olabileceğini akla getirmekte ve 16. yüzyıl sonu Osmanlı beğenisini yansıtmaktadır.

Kapaklı Tutya Maşrapa (2/2835): Timurlu maşrapa formundan geliştirilen klasik Osmanlı biçimindedir. Hafif kıvrım yapan kulbunun ağızla birleştiği yer stilize ejder başını andırır. Yüksek bombeli kapağın üzerinde altın kakma karanfiller ve göbeklerde firuze ve yakutlu altın gülçeleri vardır.

Boyun ve gövdede dönüşümlü olarak altın kakma lale-karanfil motifleriyle içleri yakut, firuze, altın, dal yapraklarla bezeli şemseler yer alır. Maşrapa formu ve bezeme kompozisyonu ile klasik Osmanlı zevkini yansıtır. Muhtemelen 16. yüzyıl sonları veya 17. yüzyılın ilk yarısında saray atölyelerinde yapılmıştır. Daha seyrek ve naturalist bir yüzey bezemesine sahiptir.

Kapaklı Tutya Maşrapa (2/2853): Timuri maşrapa formunun tekrarlandığı eserin kulbu sade biçimdedir. Yüksek bombeli kapağın tutamağı pirinçtendir. Altın kakma tekniğindeki kıvrımlı dalların üzeri, konturları belirlenmiş dilimli şemselerin içleri yine altın kakma gülçelerle değerlendirilmiştir. Aralarda altın benekler yer alır. Formunun klasik olmasına karşın bezemesindeki oldukça katı üslubu, mücevher kullanılması ile 17. yüzyılda klasik Osmanlı zevkinin sona erdiği dönemin bir uygulamasıdır.

Tutya Gülabdan (2/2838): Gövdesi ve kaidesi yuvarlak, ince silindirik boyunludur. Kubbe biçimli kapağı vidalıdır. Gövdede kenarları dilimli salbekli şemseler ve üzeri narlı serviler dönüşümlü olarak sıralanmıştır. Ana motiflerin içleri kazıma tekniğinde stilize çiçek ve yapraklarla bezelidir. Zeminin kazınması ile elde edilen motifler kabarık bırakılmış ve tamamen altın varak kaplanmıştır. Boyun ve kapakta aynı teknikte tam ve yarım şemseler yer alır. 17. yüzyıl sonu ile 18. yüzyıl başı Osmanlı üslubunu yansıtır.*

SONNOTLAR:
1) Buradaki ruh-i tutya sözcüğü, saf tutya anlamında kullanılmış olmalı.
* Saray Hazinesindeki tutyaların tümünün özel bir sergiyle tanıtılması planlanmıştı. Ancak gerçekleşmedi. Bu fikrin sahibi Sn Dr. Filiz Çağman’a değerli görüşlerini bizimle paylaşan Dr. Esin Atıl’a Prof. Dr. Tarcan Yılmaz’a burada teşekkür etmek istiyoruz. Bazı örneklerin laboratuar analizlerini sağlayan Prof. Dr. Ali Fuat Çakır’a ve Farsça yazıların çevirisi için Sn. Aras Neftçi’ye de minnettarız.

KAYNAKÇA:
1.Allan, James and Raby, Julian. “Metalwoork” Tulip, Ardbesques and Turbans: Decorative Arts from the Ottoman Empire. (Ed) Yanni Petsopoulos, pp. 17-73. 1982, London.
2.Allan, James. Metelwork Treasures from the Islamie Courts. 2022, London
3.Atıl, Esin – W.T. Chase and Paul Jett. Islamic Metallwork in the Freer Gallery of Art 1985, Washington D.C.
4.Bilirgen, Emine – Süheyla Murat. Topkapı Sarayı Hazine-i Hümayun 2001 İstanbul
5.Çağman, Filiz. Anadolu Medeniyetleri. Selçuklu/ Osmanlı Sanatı III.1983 İstanbul
6.Çağman, Filiz. “Serzergeran Mehmed Usta ve Eserleri” Kemal Çığ’a Armağan pp. 51-88 1984, İstanbul
7.Kütükoğlu, Mubahat. 1640 tarihli Narh Defteri. 1983, İstanbul
8.Komaroff, Linda. The Golden Disk of Heaven. Metalwork of Timurid Iran. 1992 Costa Mesa, California.
9.Melikian – Chirvani, A.S. Islamic Metalwork from the Iranian World, 8th-18th centuries. Victoria and Albert Museum. 1982, London.
10.Pakalın, M.Z. Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü. III, s.535. 1983, İstanbul
11. T.S.M. Arşivi. Defter: 10026
12. Yener, K.A; H.Özbal; A.Minzoni-Deroche; B.Aksoy (Autor) “Bolkardağ: Archaeometallurgy Surveys in the Taurus Mountains, Turkey” Nat. Geogr. Research Vol.5. No.4 PP.477-94.. 1989.

Antikalar.com / Emine Bilirgen
〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Topkapı Sarayı'nın İmarı Porselenleri
« Yanıtla #5 : 09 Mayıs 2009, 10:09:26 »
Farklı renk ve desenlerde süslenen İmari porselenlerinin tarihçesini ve günümüze ulaşan eşsiz örneklerini Topkapı Sarayı Müzesi Çin ve Japon porselen seksiyonu sorumlusu Ayşe Erdoğdu kaleme aldı. 
 
1715-1730 yıllarına tarihlenen, klasik mimari renkleri ile krizantem ve sarı zambak desenli, Qing Hanedanlığı’na ait Çin İmarisi tabak ve kapaklı kase

1700-1730 yıllarına tarihlenen, şakayık, bambu ve erik ağacı desenli Japon İmarisi kase.  İmari, Japonya’da Hizen yarımadasının kuzeyinde, Çin Denizi kıyısında bulunan bir liman kentidir. Yakınında zengin kömür madenleri ve kaolin yatakları bulunan bu kent, ihraç ettiği porselenlere kendi adını vermiştir. 16.yüzyıl sonlarında Koreli seramikçilerin Japonya’ya gelerek üretmeye başladıkları ilk porselenler, Sometsuke adı verilen mavi-beyaz porselenlerdir. Genellikle Çin porselenleri taklit edilerek üretilen bu porselenler, İmari limanından gemilere yüklendiği için İmari olarak adlandırılmışlardır. Arita Sometsike üretimi 17.yüzyıla kadar devam etmiştir.

Japonya’da Edo devrinde (1603-1868) seramik sanatındaki en önemli gelişme İmari seramiğinin ortaya çıkmasıdır. 1643 yılında Kakiemon seramikçileri tarafından tanıtılan sır üstü emaye işinin Arita seramikçileri tarafından anlaşılmasından sonra, sır üstü emaye işlerine rağbet mavi-beyazları geçmiştir. Japonya’da Kyusu adasının kuzeyinde bulunan Arita kasabasında 17.yüzyıl ortalarında çok renkli ve desenli porselenler imal edilmeye başlanmıştır. Hollanda’nın Doğu Hindistan Şirketi’nin ticari gemileri ile İmari limanından Avrupa’ya ihraç edilen bu porselenler, Avrupa’da “İmari Seramiği” olarak tanınmakta ve çok beğenilmekteydi.



1700-1730 yıllarına tarihlenen, şakayık, bambu ve erik ağacı desenli Japon İmarisi kase.

Hollanda, İngiltere ve Fransa’daki seramik sanatlarına da etki eden İmari seramiği, bu ülkelerde taklit edilerek üretilmeye başlanmıştır. Bu tür çok renkli ve desenli porselenin imal tekniği Japonya’nın her bölgesinde yaygındı. Ko-imari porselen imalatı Genroku döneminde (1688-1703) zirveye ulaşmış, Kyoho dönemi (1716-1736) sonları doğru giderek azalmıştır. İhracattaki azalma ile birlikte Ko-imari kalitesi de düşmüş, stilize, tekdüze ve kalıplaşmış desenler üretilmeye başlanmıştır. İmari stilinde karakteristik renkler mavi ve kırmızıdır ve bu renkler bol miktarda altın yaldızla süslenmiştir. Geç dönem imarilerde renk sayısı artar. Aslında göz alıcı biçimde renklendirilmiş bir emaye işçiliği söz konusudur.



1715-1730 yıllarına tarihlenen, klasik mimari renkleri ile krizantem ve sarı zambak desenli, Qing Hanedanlığı’na ait Çin İmarisi tabak ve kapaklı kase
 
Japon porselenlerinden Nabeşima sadece imparatorluk ailesi, Ko-imari, Kutani ve Kakiemon daha çok Avrupa İhraç pazarları için üretilmekteydi. Avrupa koleksiyonlarında İmari örnekleri çok sayıdadır. Ancak bu dönemde çok sayıda İmari porseleninin Osmanlının başkenti İstanbul’a kadar gelmiş olmasına karşılık, Osmanlı seramiklerinde belirgin bir İmari etkisi bulunmamaktadır. 

Japon İmari Porselenleri

Topkapı Sarayı Müzesi Japon Porselenleri koleksiyonunda altı yüzden fazla eser bulunmaktadır. Ancak koleksiyonun çok önemli bir bölümünü mavi-beyaz ve bilinen klasik renklerde çok renkli İmari porselenleri oluşturur. Aslında Japon porselenleri Topkapı Sarayı’nda kullanılmımıştır. Daha çok Yıldız Sarayı’nda kullanılan Japon porselenleri, Sultan II.Abdülhamid’in 1909 yılında tahttan indirilmesinden sonra, ikamet ettiği Yıldız Sarayı’ndaki Yıldız Müzesi’nden alınmış, sayı ve tarifleri yapılarak Topkapı Sarayı’na taşınmıştır.

Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde bulunan Hicri 1327 tarihli üç sayfalık bir belgede (Y.EE...37/98), Hazine-i Hümayın’da bulunan ve antika sayılan Çin ve Japon imalatı eşyaların açıklamalı listesi bulunmaktadır. Belgenin birinci sayfasında 1468 numarada kayıtlı bir çift küp kayıtlıdır. Bu küplerle birlikte Ko-imari porselenler hakkında şu bilgiler yer alır: “Halis Japonya imali bir çift küp vardır ki Japonya’da Ko-imari, yani eski İmari tabir edilen meşhur fabrikanın ilk üretiminden, yani 500 sene önce imal olunmuştur.



1670-1690 yıllarına tarihlenen, mavi-beyaz renklerde, kayalıklar, göl manzarası ve amblemlerle süslenmiş Japon İmarisi tabak.

Bugün pek makbul ve gayet nadir bulunur bir antika olup, eğer kapaklarının üzerinde bulunan imparator suretlerinin başları kırılmamış olsaydı, kıymetlerinin takdiri ve tayini mümkün olmazdı. Bu küpler içlerine çay saklamak üzere imparator saraylarına mahsus olup, eski zamanda kayda geçirmek mümkün olmadığından, hangi imparatorun zamanı ise o imparatorun veya imparatoriçenin suretlerinin kapakların üzerinde bulundurulması adet hükmündeymiş.” Yine aynı belgede “Birinci hanenin dördüncü dolabında bulunan, 300 sene önce Ko-imari yani eski İmari adlı fabrikanın imalatı olduğu anlaşılan, kapakları ve ağızları Avrupa’da imal edilmiş yazı hokkalarından” söz edilmektedir.



1700-1740 yıllarına tarihlenen, ortasında vazo içinde çiçekler, kenarında beyaz zeminli dilimli üç pafta içinde kuşlar ve bitkiler ile süslenmiş Japon İmarisi tabak.

Belgede konu edilen küplerden Saray koleksiyonunda çok miktarda bulunmaktadır. Genroku döneminde bol miktarda üretilerek ihraç edilen yuvarlak gövdeli, sekiz köşeli kavanozlar ile diğer kavanoz ve küpler, Osmanlılarda yiyecek ve baharat depolamak için kullanılmıştır.



1710-1730 yıllarına tarihlenen, krizantem betimlemeli Çin İmarisi maşrapa.

Ancak koleksiyondaki kapakların çoğu kavanoz ve küplere tam olarak uymamaktadır. Küp ve kavanozların kapaklarının üzerine yapılan kimono giymiş kız figürü, ihracat için yapılan örneklerde bulunmaktadır. Saray koleksiyonunda bulunan figürlü kapakların özellikle insan figürlü olanların başları kırılarak yok edilmiştir. Bunun İslamiyette belli bir dönemde uygulanan tasvir yasağı ile ilgili olduğu düşünülmektedir.

Koleksiyondaki büyük boyutlu İmari tabakların ortak özelliği, kobalt mavisi ve kırmızının yanı sıra zengin renkler kullanılarak yapılan çiçek ve bitkisel süslemelerdir. Tabakların diplerinde fırınların içerisindeki parçaların istiflenmesinde kullanılan sarkıtmalardan dolayı oluşan bir sürü küçük iz bulunur. Meoto (mahmuz izleri) adı verilen bu minik çıkıntılar, Japon İmarileri ve Çin İmarileri’ni ayırıcı önemli bir özellik olarak karşımıza çıkmaktadır.



1710-1730 yıllarına tarihlenen, Qing Hanedanlığına ait, şakayık, krizantem ve anka kuşu betimlemeli Çin İmarisi kavanoz.


Saray koleksiyonundaki bazı Japon İmari kaplarında metal aksamlar görülmektedir. Bunların büyük bölümü Osmanlılar tarafından yapılmakla birlikte, sergilenmekte olan kapalı tencerede olduğu gibi, Avrupa’da yapılanları da vardır. Genel olarak kap formlarına bakıldığında, İslam ülkeleri ve Osmanlı beğenisine uygun porselenler dikkati çekmekte, ancak Avrupa etkisi de hissedilmektedir. Bunlar Hollanda, Ortadoğu ve Asya pazarlarında büyük talep görmekteydi. Ama biçim ve bezeme açısından her ülkenin isteğine göre farklı üretim yapılıyordu.

Çin İmari Porselenleri

Çin’deki siyasi açıdan karışık ortamdan yararlanan Japonlar, yeni ürettikleri çok renkli emaye porselen kaplarla ihracattaki Pazar payların artırarak özellikle Avrupa ve Orta Doğu pazarlarını ele geçirmişlerdir.



1700-1730 yıllarına tarihlenen, ortasında vazo içinde çiçekler, çam, erik, bambu ve şakayık desenli Japon İmarisi tabak.

Bir süre sonra rekabet ortamına geri dönen Çinliler hiçbir şeyin bıraktıkları gibi olmadığını, Japonların yarattığı İmari adı verilen yeni stilin Avrupa’yı ele geçirdiğini görmüşler ve 18.yüzyılın başlarından itibaren İmariyi taklit etmişlerdir. Kobalt mavisi, demir kırmızısı ve altından oluşan bu tür, Çinliler tarafından büyük bir başarıyla uygulanmış ve geliştirilmiştir.



Saray koleksiyonunda bulunan Japon İmarisi bir tabağın dış yüzü. Dibindeki mahmuz izleri adı verilen fırınlama izleri. Çin porselenlerinde görülmediği için ayırıcı bir özelliktir.

Topkapı Sarayı Müzesi’nin Çin Porselenleri koleksiyonunda 673 parça İmari stili porselen eşya bulunmaktadır. Hemen hemen tümü 18.yüzyılın başından ilk yarısına kadar tarihlenmektedir. Belirgin kap formları yemek kültürüyle ilgili tabak ve kaselerdir. Ayrıca leğen ve ibrikler, gülabdanlar, maşrapalar, kavanoz ve küpler, çiçeklikler, bardak ve fincanlarda da bu formlar arasındadır.

Çin İmari porselenlerini Japon İmarileri’nden ayıran önemli bir fark renkleridir. Japon İmarileri’ne göre daha parlak renklere sahip olan Çin İmarileri’nin desenleri de Çin karakterini yansıtmaktadır. Dikkatlice bakındığında hamuru ve diplerindeki fırın izleri ile kolayca ayrılmaları mümkün olabilmektedir.
 
SON NOTLAR
1-Hwee Lie Blehaut, “Yakın ve Orta Doğu’ya İhraç Edilen Çin Seramikleri”, İstanbul’daki Çin Hazinesi, İstanbul 2001, s 16-39
2-John Ayers, “Chinese Imari-Style Wares, c.1700-1745”, Chinese Ceramics in the Topkapı Saray Museum, İstanbul. A complete Cataloque III, Qing Dynastie Porcelain, London, 1986, s.1197-1198
3-Koji Ohashi, “Oriental Ceramics and the Vicissitudes of the Ottoman Turkish Empire”, Topkapı Palace, Treasures from Topkapı Palace- the Ceramics the Sultans loved, Japonya 1995, s. 123-128
4-Regina Krahl, Chinese Ceramics in the Topkapı Saray Museum, İstanbul, A complete Cataloque III, Qing Dynastie Porcelain, London 1986
5-Şosuke Idemitsu, “Japon Sanat Tarihine Genel Bir Bakış”, Japonya Sanat Sergisi, Idemitsu Koleksiyonu, Japonya 186, s 13-19

Ayşe Erdoğdu/Antikalar.com

〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı aydeniz

  • yazar
  • ****
  • İleti: 560
  • Hakka kul olmak
Ynt: Osmanlı saray hazinesinden sıra dışı tutya eserler
« Yanıtla #6 : 09 Mayıs 2009, 11:19:40 »
birde günümüzün eserlerine bakalım ruhsuz ve estetiksiz..teşekkürler

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Topkapı Sarayı Hazinesinde Necef Eserler
« Yanıtla #7 : 17 Mayıs 2009, 14:36:06 »
Osmanlı Saray Hazinesi’ndeki necef koleksiyonundan bazı örnekleri tanıtmadan önce necef taşı hakkında genel bir bilgi vermek uygun olacaktır. Gemolojide (değerli taşlar bilimi) kaya kristali olarak adlandırılan doğal kristal (necef), kuvars grubundan yarı değerli bir taştır. Osmanlı kayıtlarında billur olarak da geçen taşa necef denmesinin nedeni o dönemde Irak’ta Kule yakınlarındaki Necef kentinden getiriliyor olmasıdır. Necefin yer aldığı kuvars grubu taşlar çok güçlü bir kristal iskelet yapısına sahiptir. Bu yapı onları son derece sert ve dayanıklı kılar, yarılmalarını önler.



Mücevherli Necefli Hançer, 17.yy sonu, Mughal. Çelik, altın, necef, yakut, zümrüt. Uzunluk: 35 cm. TSM 2/166.

Kuvarsın sert yapısı aynı zamanda değerli taşların düşmanı olan aşındırıcı bir unsurdur. Dolayısıyla mücevher taşlarının sertlikleri kuvarstan daha fazla veya daha az olmak üzere ikiye ayrılabilir. Mohs ölçeğine göre, kuvarsın sertlik derecesi 7, elmasınki ise 10’dur. Taşın oldukça sert olduğu düşünülürse necef işletmeciliğinin üstün bir yetenek ve tecrübe gerektirdiği açıkça anlaşılır.



Necef Şekerlik, 17.yy, Avrupa yapımı, Necef, gümüş, altın, yakut, mine. 13x26x21 cm. T.S.M. 2/11

Kuvars oldukça saf bir mineraldir. Ancak binde bir oranından daha az miktarda değişik bir element içermesi bile renk oluşumunu etkiler. Bazı türlerinde ısı ve röntgen ışınları da rengi değiştirebilir. Mücevher olarak kullanılan necef, ametist, yeşil kuvars, sitrin, morion, dumanlı kuvars ve pembe kuvars başlıca kuvars çeşitleri arasında yer almaktadırlar. 
 
Kuvars, yarı değerli taşlar arasında erken çağlardan buyana en fazla sevilmiş malzemelerden biri olmuştur. Renkli çeşitlerinin yanında özellikle renksiz, necef türü berrak kuvars, saydam görünüşü ile insanları etkilemiştir. Erken dönemlerden bu yana insanlar çoğunlukla boncuk, mühür veya tılsım olarak kullandıkları neceften daha sonraları çeşitli kaplar, heykelcikler gibi eşyalar yapmışlardır. Düzgün kristal yapısından gelen olağanüstü saydamlığı taşa birçok gizemli anlamlar yüklemiştir. İlkçağlarda necef kürelerden geleceği okumaya çalışan falcıların devamını günümüzde de görmekteyiz.

Necef objelerin en erken bazı örnekleri İsviçre, Fransa ve İspanya’da tarih öncesi diğer kalıntılarla birlikte bulunmuştur. Mısır’da bulunan bir grup silindir mühür ve bezemeli bir necef tılsım taşı MÖ 4000 yıllarına tarihlenmektedir. Anadolu’daki erken örneklerden ikisi ise Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde korunan1 ve MÖ 3000 yılının ikini yarısına tarihlenen necefli kolye ile Tarsus’ta bulunup Adana Müzesi’nde korunmakta olan ve MÖ 14-15.yüzyıllara tarihlenen heykelciliğidir.



Necef Yazı Kutusu, 16.yy ikinci yarısı, Osmanlı. Yakut, elmas, zümrüt, kağıt. 28x10x8 cm. T.S.M. 2/22 (Hazine-i Hümayun kitabı, s42).

Antik Yunan ve Roma’da yaygın biçimde mücevher olarak kullanılan necefe Yunanlılar “buz” anlamında “krystallos” adını vermişlerdir. Antik Yunan inancına göre tanrılar suyu dondurup sonsuza kadar buz halinde kalsın diye krystallosu yaratmışlardı.

Erken 16.yüzyıl İslami kaynaklardan el yazma bir kitapta birçok mücevherin oluşumları, uğur ve faydaları hakkında ilginç görüşler yer alır. Necef (billur) oluşumu “......her şeffaf cevherin maddesi bir safi su olur ki yumuşak toprak zerreleri ile karışık olup billur ve la’l ve zümürrüd ve yakut gibi ve bazı akikler...” biçiminde açıklanmaktadır.3

Necef dünyanın değişik bölgelerinden çıkarılmaktadır. En zengin yataklara İsviçre ve Fransa Alpleri’nde, Brezilya’da, Minas Gerais’de, Madagaskar’da, yukarı Burma ve A.B.D Arkansas’tadır. Türkiye’de daha çok Çatalca, Kazdağı ve Karacadağ’da necef yatakları bulunmaktadır. Günümüze ulaşan önemli örneklerden özellikle Fatimiler döneminde (909-1171) Mısır ve Irak topraklarında zengin necef yatakları işletildiği anlaşılmaktadır.

Dünyanın birçok önemli müzesinde, katedral hazinelerinde Ortaçağ ve Rönesans döneminden üstün nitelikli necef eserler yer alır. Bu koleksiyonlarda Avrupa’da işlenmiş kase, vazo, kadeh, maşrapa, çekmece gibi neceflerin yanında özellikle Fatimi yapımı necef eserler de bulunmaktadır. Mısırlı tarihçi Al Makrizi (1364-1442)’nin kaydettiği 36 bin parçadan oluşan Fatimi necef koleksiyonundan günümüze sadece birkaç yüz parça örnek ulaşmıştır. 1060’tan sonra dağıtılmış olan Kahire’deki hazinenin en önemli necef örnekleri daha kaydedilir. 1204’te İstanbul’un Latinler tarafından işgalinden sonraki yıllarda da önemli birçok necef eserin Avrupa’ya ulaşmış olduğu tahmin edilmektedir.



Sakal-ı Şerif Mahfazası, 18.yy sonu. Mughal (Hint-Türk). Necef, altın, yakut, zümrüt. Çap: 7 cm. TSM 2/481
 
Dünyanın birçok önemli müzesinde, katedral hazinelerinde Ortaçağ ve Rönesans döneminden üstün nitelikli necef eserler yer alır. Bu koleksiyonlarda Avrupa’da işlenmiş kase, vazo, kadeh, maşrapa, çekmece gibi neceflerin yanında özellikle Fatimi yapımı necef eserler de bulunmaktadır. Mısırlı tarihçi Al Makrizi (1364-1442)’nin kaydettiği 36 bin parçadan oluşan Fatimi necef koleksiyonundan günümüze sadece birkaç yüz parça örnek ulaşmıştır. 1060’tan sonra dağıtılmış olan Kahire’deki hazinenin en önemli necef örnekleri daha kaydedilir. 1204’te İstanbul’un Latinler tarafından işgalinden sonraki yıllarda da önemli birçok necef eserin Avrupa’ya ulaşmış olduğu tahmin edilmektedir.



Necef Gotik Maşrapa, 15.yy ikinci yarısı, Burgun. Necef, altın yaldızlı gümüş. Yükseklik: 23 cm, çap: 13.5 cm. T.S.M. 2/471

Necef işleme sanatı Yakındoğu ve Avrupa’da Yunan, Miken, Roma Uygarlıklarından İslamiyet’in ilk dönemlerine ve Ortaçağ Avrupa Gotik stili ve Osmanlı saray kuyumculuğunun zengin örneklerine kadar kesintisiz izlenir. Ayrıca 16.yüzyıldan itibaren Mughal Hindistan’da necef işletmeciliği diğer kuyumculuk işleriyle birlikte üstün eserler vermeye başlar.



Necef Gotik Kase, 15 yy.sonları, Alman, Necef yaldızlı gümüş, zümrüt. Yükseklik: 22.5 cm çap: 16 cm. T.S.M. 2/470

1046-1050 yılları arasında Kahire’yi ziyaret eden İranlı gezgin Nasır-ı Hüsrev (1003-1061) daha önceleri Kuzey Afrika’daki Qulzüm’den getirilen üstün kalitedeki neceflerin işlenişini kaydeder. İran ve Mezopotamya’da kaya kristali işleme Mısır’a göre daha zayıftır. Ancak mineraloji konusunda kitap yazan El Biruni (973-1051) Basra’nın da önemli bir merkez olduğunu belirtir. Ayrıca Çinliler ve Japonlar da yüzyıllar boyunca necefi büyük bir ustalıkla işlemişlerdir.



Necef Sürahi, 18.yy sonu-19.yy başı, Avrupa. Necef ve gümüş. Yükseklik: 30.5 cm, çap: 9.5 cm T.S.M. 2/12

Özellikle Japonlar, saflığın, uzay sonsuzluğunun, azim ve sabrın sembolü olarak necefe büyük değer vermişlerdir. Hindistan’da diğer birçok değerli taşla birlikte necefin de Buda’nın vücudunun bir parçası olduğuna inanılırdı. Yeni Dünya’nın keşfinden sonra ele geçen işlenmiş neceflerden İnka, Maya, Aztek Öncesi e Aztek uygarlıklarında da necefin önemli yer tuttuğu görülür. Birbirinden çok uzak coğrafyalarda, Burma ve Kuzey Amerika’daki yerli halkların vücutlarını zinde tutsun diye necefi toz haline getirip yuttukları bilinmektedir. Haçlılar tarafından Ortadoğu’dan Avrupa’ya götürülen necef küreler sihirli güce sahip oldukları inancıyla aşıra bir itibar görmüşlerdir. Geçen yüzyılın sona kadar necef küreler İrlanda ve İskoçya’da sığır hastalıklarının tedavisinde kullanılmaktaydı.......................

antikalar.com


〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Topkapı Sarayı Hazinesinde Necef Eserler
« Yanıtla #8 : 18 Mayıs 2009, 21:44:12 »
Binlerce yıldır evrensel boyutta itibar görmüş necefin Osmanlı kuyumculuğunda da ayrı bir yeri vardır. 16.yüzyıl başlarından itibaren Osmanlı kaynaklarında billurdan (neceften) yapılmış veya billurla süslenmiş eser adlarına rastlanmaktadır.

Necefle ilgili bazı Osmanlı kayıtları:
TSM Arşiv, Defter 10026 yaprak 16a, Hicri 910 (1505) tarihli belge:
.....Ve bir kıt’a büyük dürr-ü necef
.....Ve bir kıt’a küçük dürr-ü necef
TSM Arşiv, Defter 5.yaprak 2a, Hicri 919 (1514) tarihli belge:
Billur kapaklı gümüş sürahi ve bardak
Gümüşlü billur kaşık
TSM Arşiv, Defter 3/2 yaprak 8a, 1514-1515’den sonraya tarihlenen belge:
Gülabdan an billur ma bend-i zer (Billurdan gülabdan altın şeritli)
TSM Arşiv, Defter 12 A-B. 1090 (1680) tarihli belge:
Yaprak 19b
Tepesi ve dibi billur üzeri yakut ve zümrüt ile murassa çubuklu buhurdan.
Karşısındaki notta: “Saadetlü Fatma Sultan’ın cihazları için verilmiştir. Sene 1121” yazılıdır. Daha sonraki dönemlerde bu defter üzerinden yapılan Hazine’i Hümayun sayımlarımda benzer notlar görülmektedir. Fatma Sultan, Sultan İbrahim (1640-1648)’in kızı ve Vezir-i Azam İbşir Paşa’nın karısıdır.
Aynı defterde yaprak 25b:
Sim üzere altun kaplama yakut ve zümrüt ile murassa billur alem. –Taht-ı Şerifin kubbesinde- Osmanlı sedef ve bağa işçiliği’nin başyapıtı olan, Sultan I. Ahmed (1603-1617)’in baldakenli bu tahtı günümüzde Hazine Bölümü I.Salonda teşhirdedir. Her yanı sayısız mücevherle bezeli tahtın kubbesindeki dört adet köşe babaları (topuzları) neceften yapılmıştır ve üzerleri zümrütlüdür. Sözkonusu eser Arife Tahtı olarak da bilinir.
Yaprak 68a:
Necef bardak ma kapak Adet 1.Kapağında bir zümrütü vardır. Bi hatt-ı Hümayun Harem-i Şerife teslim edildi. (Padişah’ın yazılı izniyle Harem’e verildi.)
 


Necef Çekmece, 18.yy sonu-19.yy başı, Avrupa yapımı. Necef ve altın. 44x42.5x32 cm. TSM2/38

Özellikle 1090 (1680) tarihli defterde bazen billur, bazen de necef olarak geçen örnekleri çoğaltmak mümkündür. Bu arada billur ve necef terimlerinin dışında; örneğin yaprak 58a’da: “Etrafı billur tahtalı (kesimli?) sim bendli ve müşebbek (ajurlu, kafesli) fener Adet 1. Bir beyaz sandık içinde sağır kıt’a elvan (çok renkli) cam zarfları ile memlu (süslü) zarf adet 7.”şeklinde billur (necef) ve cam eşyanın ayrı ayrı belirtildiği görülmektedir. Daha erken tarihli hazine defterlerinde de cam ve billur deyimleri ayrı eşyalar için kullanılmıştır. Buradan billur veya necef olarak kaydedilmiş malzemenin necefi anlattığı cam eşyayı içermediği sonucu çıkmaktadır. Tarihli necef örneklerden Yavuz Sultan Selim’in necef saplı hançeri ile Sultan I.Ahmed (1603-1617) kitabeli tahtın kubbe köşelerindeki necef topuz ve alemi sayılabilir.



Necef Maşrapa, 15 yy, Gotik tarzı Burgon. Necef, altın, zümrüt, yakut, necef üzerinde 16.yüzyılın ikinci yarısı Osmanlı kuyumculuğu. Yükseklik: 20 cm, çap: 10,4 cm. T.S.M. 2/4 (Hazine-i Hümayun kitabı, s. 130

Buraya kadar Osmanlı belgelerindeki pek çok necef billur kaydından sadece birkaçına dikkat çektik. Özellikle 1680 tarihli Sultan IV. Mehmed (1648-1687)in düzenlettiği defterde eşyalar erken hazine kayıtlarına göre daha ayrıntılıdır. Necef eserlerin günümüze ulaşanlarını bu kayıtlardaki bilgilerle karşılaştırıp bazı değerlendirmeler yapmak mümkün olmaktadır.



Necef Maşrapa, 16.yy ilk yarısı, Osmanlı Necef ve metal. Yükseklik: 14 cm, çap: 13.2 cm. T.S.M. 2/467

Hazine-i Hümayun, büyük bir imparatorluğun hazinesi olarak Osmanlı’da üretilmiş eserler yanında dışarıdan gelmiş eşyaları da içeriyordu. Hazine kayıtlarında Hindkari, Arabi, Acemkari (İran işi), Engürüskari (Macar işi) gibi deyimlerle sıkça karşılaşılır. Bazen bu deyimler yerli veya yabancı kökenli ustaların genellikle saray atölyelerinde ürettikleri farklı üsluptaki eserleri tarif etmek için kullanılmıştır. Bu durum, necefler için de geçerlidir. Günümüzde Topkapı Sarayı Müzesi, Hazine Bölümü Koleksiyonu’nda bulunan necef eserlerin çoğunluğu Osmanlı işi olmakla birlikte az sayıda Avrupa ve Mughal (Türk-Hind) yapımı olanlar da bulunmaktadır.



Mücevherli Necef Matara, 16.yy sonu-17.yüzyılın başı, Osmanlı. Necef, altın, zümrüt, yakut, elmas. Yükseklik: 30 cm, çap: 15 cm. T.S.M. 2/484. (Hazine-i Hümayun kitabı, s.43).

Osmanlı necef eserleri, diğer kuyumculuk örneklerinde olduğu gibi 16.yüzyılın başlarına kadar, Yavuz Sultan Selim’in hançerinde görüldüğü gibi daha sade, ana malzemeyi öne çıkaran bir beğeni ile yapılmışlardır. 16.yüzyılın ikinci yarısında doruğa ulaşan Osmanlı kuyumculuğu, necef eserler konusunda da en göz alıcı örneklerini üretmiştir Ancak 17.yüzyılın ortalarına doğru gerek metal eşyada gerekse diğer malzemelerden yapılan eserlerde önceki dönemlere ait örneklere göre daha sade bir üslup izlenir. 18.yüzyıldan başlayarak Batı beğenilerinin giderek artan etkisi hissedilir. Bu dönemde Mughal tarzı daha yakından tanınır ve belli ölçüde kabul görür. Ancak bütün bu akımlar içinde Osmanlı’nın geçmişten gelen kendine özgü estetik anlayışı hemen her eserde göze çarpar.

Hazinede yer alan, ele alacağımız örneklerden ilki necef Gotik maşrapadır. Tek parça neceften oyulmuş gövde ve kapağı dikey hatlarda hafif fasetalı maşrapanın boyun kısmını çeviren kabartma bordürler ve köşeli kulbu 15.yüzyıl Gotik eserlerin karakteristik özelliklerindendir. Ejder biçiminde emziği, ağız ve kapak çemberleri ile ayağı gümüş üzerinde altın yaldızlıdır. Ayak daha geç dönemde eklenmiş görünmektedir. Burgun (Güney Fransa) işi olan eserin hazineye ne zaman geldiği bilinmemektedir. (resim 2)

Gövde, ayak ve kulbu tamamen neceften yapılmış olan Barok stildeki necef sürahinin Batılılar tarafından Osmanlı Sarayı’na sunulduğu tahmin edilmektedir. Ek yerleri, gümüş granüledir. Necef yüzeyler kulbun dışında kazıma dal, yaprak desenlidir. Gövdeye göre orantısız biçimdeki kıvrımlıkulpun üzeri yivlidir. Ayak çapı ve kulpun ağırlığı sürahiye dengesiz bir görünüm verir.



Sakal-ı Şerif Mahfazası, 16.yy ikinci yarısı, Osmanlı. Necef, altın, yakut, zümrüt. Yükseklik: 8 cm, çap: 4.5 cm. T.S.M. 2/4735

17.yüzyıl Geç Rönesans kuyumculuğu ve özellikle gövde üst bölümünde Rokoko stilini anıran yüzey süslemesi ile ilginç bir eser olan necef şekerlik İtalyan ve Fransız yapımıdır. Şekerliğin sekiz dilimli gövdesi, ayağı ve iki kulbu neceftendir. Gövdenin dış yüzeyi oyma ile üstte akantus yaprakları, ejder-kuş, motifleriyle yoğun biçimde desenlendirilmiştir. Dibinde ince tarama hatlarıyla dalgalar arasında kanatlı deniz canavarları betimlenmiştir.

Ejder biçiminde sonlanan iki kulbun ekyerleri ile ayak çemberi altın yaldızlı gümüştür ve üzerlerinde mineli, düz kesim yakutlu altın paftalar sıralanır. Bu şekerliğin 1600 civarına tarihlenen Çekoslavak yapımı tek kulpu bir benzeri Paris Museum National d' Histoire Naturelle'de 7.58 numara ile kayıtlıdır.......

Antikalar.com
〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Gemi Tasvirli İznik Seramikleri
« Yanıtla #9 : 12 Haziran 2009, 12:07:41 »
Ondördüncü yüzyıldan onsekizinci yüzyıla kadar İznik, Osmanlı İmparatorluğu’nun en önemli çini yapım merkezi olarak önem kazanmıştır. İznik’te seramik sanatı da çiniciliğe paralel olarak üstün bir estetik vasfa ulaşır.



Mavi-Beyaz Düz Tabak yaklaşık 1535-45, çapı 32.6 cm'dir. (Victoria&Albert Müzesi, Londra.)

Uygulamada da kompozisyonlar ve motifler çiniye oranla bazı ayrılıklar gösterir. Seramiklerin süslemesinde genellikle doğadan bitkisel motifler; lale, sümbül, menekşe, gül, şakayık gibi çeşitli çiçekler, bahar dalları gibi etkili motifler bulunmakla beraber, duvar çinisinde görülmeyen sembolik tasvirler, çeşitli hayvan ve kuş tasvirleri, çeşitli desenler ve aynı zamanda gemi tasvirleri; çeşitli yelkenliler, kayıklar, kadırgalar, kalyonlar stilize edilerek kullanılmıştır. Bu örnekler çok üstün bir düş gücünün ürünü olarak görülmektedir.



İznik Tabak yaklaşık 1585, çapı 30 cm (Louvre Müzesi, Paris).

Geleneksel Türk el sanatlarının hemen her şubesinde olduğu gibi seramik sanatında da Türkler gemi tasvirini severek kullanmışlar, süslemede seçkin örnekler meydana getirmişlerdir.

Seramik süslemeciliği Osmanlı sanatının en yaratıcı olduğu alanlardan biridir. Olağanüstü güzel çiçek stilizasyonunun Geleneksel Türk El Sanatlarımızdan çini ve seramik sanatında üstün bir başarı ile geliştiği bilinmektedir. Emsalsiz çini, seramik örnekleri yapılmıştır.

İznik çini sanatı ve seramiklerinde süsleme; sanatkarın düş gücüne, yaratıcı yeteneğine dayanan bağımsız bir yönde gelişme göstermiş, en güzel örneklerini vermiştir.

Bu eserlerin bazılarının dünya sanat çevrelerinde “Milet işi”, “Rodos işi”, “Şam işi” olarak isimlendirildiğini ve çeşitlik kültürlere mal edildiğini görmekteyiz. Bazı İznik seramik örneklerinin Haliç kıyılarında bulunmaları nedeniyle “Haliç işi” olarak isimlendirildiğini de biliyoruz. 




İznik Maşrapa yaklaşık 1575-85, yüksekliği 21 cm.

Sıraltı tekniğinde yapılmış, silindirik formlu, kulplu maşrapa zemini birbirine paralel, üç sıra haline yelkenli gemi tasviri ile süslenmiştir. Gemilerin tekneleri siyah renk, yelkenleri eflatundur. Aralarında kale ve bulut motifleriyle birlikte kompoze edilmiş olup, renk uyumu mükemmeldir. Maşrapanın ağız kenarını ve alt kısmını, aralarında kırmızı noktalar bulunan siyah çapraz yaprak motiflerinden meydana gelmiş bir bordür çevrelemektedir (Freer Gallery of Art, Washington).


İznik Maşrapa, 16.yy.

Sıraltı tekniğinde yapılmış, yukarıya doğru daralan, silindirik formlu, kulplu maşrapanın yüksekliği 19,5 cm, ağız çapı 11,5 cm’dir. Açık mavi zemin, birbirine paralel üç sıra halinde yelkenli gemi motifleriyle süslüdür. Gemiler siyah renk tekneli, beyaz yelkenlidir. Aralarında kırmızı kabartma bulut motifleri bulunmaktadır. Maşrapanın ağız ve alt kısım kenarını kırmızı göbekli, beyaz yarım çiçeklerden oluşan bir bordür çevrelemektedir. Maşrapa dibinde siyah renkli (HAS) yazısı üretimin en kaliteli örneği olduğunu belirtmek üzere yazılmış olmalıdır (Özel Koleksiyon, Türkiye.)
 
14.yüzyıl ortalarında üretilen ilk İznik seramikleri kırmızı hamurdan yapılmıştır. Süsleme sır altındadır. Bu seramiklerin Selçuklu etkisi altında olduğu görülür.

“Milet işi” olarak adlandırılan seramikler, 14.yüzyılın sonlarından 16.yüzyılın başlarına kadar İznik atölyelerinde üretilen seramiklerdir. Bu seramiklerde iri taneli kilden, kırmızı hamur kullanılmış, kapların içi tamamen, dışı yarıya kadar kirli beyaz astarla kaplanmıştır. Renksiz, şeffaf kurşun sıraltına uygulanan süsleme, kobalt, mavi, lacivert, firuze, mor ve az da olsa yeşil renkle boyanmıştır. Çeşitli bitkisel motifler, rozet ve yıldızlar, değişik figürlerle serbest bir tasarım içinde kombine edilmiş olarak görülür. İstanbul, “Saraçhane” kazılarında bulunan örnekler, kırmızı hamurlu İznik seramiklerinin 15.yüzyıl sonuna ve daha sonra 1520’lere kadar üretildiğini göstermiştir. 

İznik’te 15.yüzyılın sonuyal 16.yüzyılın başlarında üretilen seramiklerde ince kilden elde edilen temiz ve sert beyaz hamur kullanıldığı görülür. Daha önce kullanılan iri taneli, kaba kırmızı hamur terkedilmiş, yerini daha önce çinide kullanılan hamur almıştır. Astar daha durudur. Fırınlamada renksiz, parlak ve şeffaf sır kullanılmıştır. Bu seramiklerde mavi rengin çeşitli tonlarının kullanıldığı görülür. Mavi-Beyaz seramiklerin üretimi 17.yüzyılın ortalarına kadar sürmekle beraber, bu zaman içinde form ve üslub değişiklikleri de görülür.

Süslemede, saray nakışhanelerinde üslublaştırılmış motifler, rumi, hatayi, çintemani, çin bulutları, eşsiz çiçek motifleri, çeşitli bordür motifleri bir bütün olarak değişik kompozisyonlar içindedir.

Bu sürede seramiklerin formlarında da pek çok denemeler yapılmıştır.

Tabakların kenar bordürlerinde görülen stilize edilmiş dalga bordürleri, bilhassa gemi tasvirli çeşitli tabakların kenar bordürlerinde değişik kompozisyonlar içinde belirgin olarak yer almıştır.



Gemi Tasvirli Gülabdan yaklaşık 1570-75, Yüksekliği 38,5 cm (Duca die Martina Müzesi, Napoli).
 
“Haliç işi” seramik ürünleri ise, yaklaşık 1520-1550 yılları arasında İznik seramik atölyelerinde, üretimde görülen bir süsleme tipidir. Beyaz zemin üzerine mavi renk küçük çiçekler ve küçük çengel yapraklar, yapraklı sarmal dalların oluşturduğu iri yuvarlak madalyonlardan oluşan süslemede, madalyonların birleşme yerleri, rumi motifli kompozisyonlarla süslenmiştir. Yaprak desenli bordürler değişik tip kaplarda kompozisyonu tamamlar. Son yıllarda yapılan kazılar bu ürünlerin de İznik seramik atölyelerinde üretildiğini kanıtlamıştır.

“Şam işi” 16.yüzyıl ortalarına doğru İznik seramik atölyelerinde üretilen sert beyaz hamurlu, süslemede kobalt mavisi, firuze rengi yanında, yeşilin değişik tonlarıyla, mor ve eflatun renginin de kullanıldığı seramiklerdir. Bu seramiklere yanlışlıkla “Şam işi” denmiş, Şam’da imal edilen ürünlerle karıştırılmıştır.

1963-64 yıllarında başlayan İznik kazılarında bu seramiklerin İznik’te yapıldıkları ortaya çıkmıştır.

16.yüzyılın ikinci yarısı Türk sanatının olduğu gibi, geleneksel el sanatlarımızın bir dalı olan çini, seramik sanatının da en yüksek seviyede olduğu dönemdir.

Çok renkli seramikler 16.yüzyılın ortalarından 17.yüzyılın sonuna kadar İznik atölyelerinde üretilen; renk, desen, üslub bakımından en başarılı seramik örnekleridir. Bu yeni üslubda ilk defa sır altında kabarık kırmızı renk kullanılmıştır.

 

İznik Maşrapa, 16.yy.

Sıraltı tekniğinde yapılmış, silindirik formlu, kulplu maşrapanın yüksekliği 22,5 cm, ağız çapı 11,5 cm’dir. Maşrapanın beyaz renk zemini, birbirine paralel üç sıra yelkenli gemi tasvirleriyle süslüdür. Yelkenlilerin tekneleri siyah, köşkleri kırmızı, yelkenleri mavi renktir. Aralarda bulunan mavi renk bulut motifleriyle kompoze edilmişlerdir. Yurtdışında bulunan maşrapanın alt kısım kenarını bir bordür çevrelemektedir.


İznik Sürahi, 16.yy.

Sürahinin yüksekliği 24,5 cm olup, kulpludur. Sıraltı tekniğinde yapılmıştır. Ağız kısmı dar, gövde kısmı birbirine paralel iki sıra yelkenli gemi tasvirleriyle süslüdür. Tekneler siyah renk, yelkenleri beyaz zemin üzerine mavi çizgilidir. Sürahinin boyun bölümünde de aynı motif bulunmakta, ağız kısmının kenarını kırmızı-siyah renklerde zencerek bordür çevrelemektedir. Aralarda bulunan bulut motifleri kırmızı ve yeşil renkte kabartma tekniği ile yapılmış olup kompozisyonu tamamlamaktadır. 16.yüzyıl Türk seramik sanatının ender örneklerinden olan sürahi yurtdışında bulunmaktadır.


Tezyinatta çiçek motiflerinde gül, sümbül, lale, karanfil gibi çiçeklerle, bahar dallarının da kompozisyonları görülür. Sert ve kaliteli beyaz hamur, renksiz, şeffaf, sır; pürüzsüz beyaz zemin, sıraltına uygulanan mercan kırmızısı renginin yanında, zümrüt yeşili, kobalt mavisi, firuze rengi ve siyah renk, dönemin seramiklerinin karakteristiği olmuştur.

17.yüzyıldan itibaren İznik’te kalitenin bozulduğu görülür. 18.yüzyılda üretim son bulur. Kütahya çini ve seramikleri geleneği sürdürür.

İznik seramik sanatında gemi tasvirlerinin seçkin örneklerini; çeşitli tip çukur ve yassı, ayaklı ve ayaksız, kenarlı ve kenarsız tabaklarda, çeşitli kaseler, kavanoz ve vazolarda, kadeh, ibrik ve sürahilerde, maşrapalarda, gülabdan ve çeşitli bardaklarda ve benzeri eşya üzerinde uyumlu stilizasyonlar içinde görüyoruz.

Tarihi saltanat kadırga ve kayıklarının da hünkar köşklerinin iç ve dış süslemelerinde İznik yapımı çini ve seramik ürünlerin kullanıldığı bilinmektedir. Bunlar genellikle hat kompozisyonlarıyla bezenmiş çeşitli panolar, levhalar ve kabaralardır. Lacivert ve firuze renkli yıldız ve muhtelif formlarda şekillendirilmiş olan seramik kabaralar, tezniyatta bağa zemin üzerinde sedef süsleme, değerli taşlar ve gümüş çiçek motiflerini kapsayan çivilerle birlikte kompoze edilmişlerdir.

 

İznik Sürahi yaklaşık 1580-90, yüksekliği 43,2 cm

Sıraltı tekniğinde yapılmış, boyun kısmı ince ve uzun, ortada boğumlu, kulpsuz bir sürahidir. Boyun kısmının üst bölümü ve gövde kısmı birbirine paralel üç sıra yelkenli gemi tasviri ile süslüdür. Gemilerin tekneleri siyah, yelkenleri beyaz renklidir. Aralarda renkli bulut ve çiçek motifleri bulunmaktadır. Sürahinin ağız kenarını ve gövde bonunu siyah-beyaz zencerek bordür çevrelemektedir. (Victoria&Albert Müzesi, Londra.)


İznik Tabak, 16.yy.

Sıraltı tekniğinde yahılmış tabağın zemini beyaz, ortasında iki direkli, iki yelkenli bir tekne tasviri ile bu tasvirin altında iki adet küçük yelkenli tasviri etrafında daha küçük tasvirler yer almakta. Ortadaki yelkenlinin teknesi siyah, yelkenleri mavi renkte. Teknenin arka kısmında stilize edilmiş bir fener motifi görülmekte. Kırmızı renk bulut motifleri aralara serpiştirilmiş, ustaca bir kompozisyon ve renk uyumu sağlanmış. (Victoria&Albert Müzesi, Londra.)


Osmanlı çini sanatında, çeşitli devirlerde, çini-seramik merkezlerinde İznik, Kütahya ve Çanakkale seramiklerinde emsalsiz gemi tasvirleri, değişik aşamalarda devam ederek kullanılmıştır. Bu gemi tasvirleri devirlerine göre en güzel kompozisyonlar ve renk uyumları içinde sanatkarlarının üstün yaratıcı güçleriyle yapılmıştır.

Gemi tasvirli İznik seramikleri bugün, milli ve özel müzelerimizde teşhir edilmekte, şahısların özel koleksiyonlarında, pek çoğu da yurtdışındaki müzelerde ve özel koleksiyonlarda bulunmaktadır.



İznik Sürahi, 16.yy.

17.4.1974 yılında Bursa Türk ve İslam Eserleri Müzesi yetkilileri tarafından Yenişehir’de müsadere edilen arkeolojik ve etnografik eserler arasında çok miktarda Bizans ve Osmanlı seramiği ele geçirilmiştir. Bunların çoğu İznik seramikleri olup, bir kısmı formlarına tamamlanabilen ve tamamlanamayan parçalardır.

14.yüzyıldan 16.yüzyıla kadar İznik Türk Çini seramik sanatının tekniklerin belirten bu seramikler, Bursa Türk ve İslam Eserleri Müzesi’ne değerli bir seramik seksiyonu kazandırmıştır. Bu parçalar arasında 16.yüzyıla ait İznik yapımı bir sürahi gövde parçası üzerinde yelkenli bir gemi tasviri bulunmaktadır. Gövde parçası daha sonra orijinal formuna tamamlanan sürahi, bugün yurdumuzda bulunan gemi tasvirli mavi-beyaz İznik Türk çini sanatının en güzel örneklerinden biridir. Beyaz zemin üzerine mavi renkli yelkenli tasviri, bulut motifleriyle ender bir kompozisyon içinde sürahinin gövde bölümünü süslemektedir. Sürahinin gövdesi ile boyun kısmının birleştiği yeri mavi zemin üzerine beyaz renk zikzak motifli bir bordür, gövde bölümünün altını ise beyaz zemin üzerine mavi renk bir bordür çevrelemektedir.


KAYNAKÇA
Atasoy, Nurhan-Juan Raby, İznik The Pottery of Ottoman, Turkey, 1989.
Atıl, Esin, The Age of Sultan Suleyman The Magnificent, National Gallery of Art, Washington D.C. 1987.
Çorum, Bengi, “1974 Yılında Bursa Müzesi tarafından müsadere edilen İznik seramikleri”, İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Sanat Tarihi Yıllığı, Sayı VI, s. 279, Edebiyat Fakültesi Matbaası, İstanbul, 1976.
Pasinli , Alpay-Saliha Balaman, Türk Çini ve Seramikleri, Çinili Köşk, İstanbul, 1991.

Engin Özdeniz M.S.Ü. Güzel Sanatlar Fakültesi Öğretim Görevlisi/Antikalar.com
〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Yıldız Çini Fabrika-i Hümayyunu Ve 110 Yıllık porselen Koleksiyon
« Yanıtla #10 : 14 Eylül 2009, 13:30:02 »
“Yıldız Çini Fabrika-i Hümayunu”, Yıldız Sarayı’nın Boğaziçi’ne bakan yeşillikler içindeki küçük bir düzlükte saklı, çok önemli bir fabrikadır.1

1892 yılından bu yana, Türk çini ve porselen sanatının yakın tarihlerdeki gelişimine önemli katkılarda bulunan bu bina, dış görünüşüyle bir fabrikadan daha çok, saraya ait özenli bir yapı gibidir. Bu fabrikanın iki önemli rolü olmuştur. Birincisi, 19.yüzyıl’da Avrupa’daki porselen sanayiinin ülkeye getirilmesi, ikincisi ise Osmanlı çiniciliğinin yeniden canlandırılmasıydı.



Yıldız porselen vazo. H.1312 sene 3 imalat damgalı (1897).(Antik A.Ş. Arşivi)

Yıldız Sarayı bahçesinde kurulmuş olan bu fabrika, önce Avrupa teknolojisiyle çalışmaya başlamıştı. Ama kısa bir zaman içinde, gerilemekte olan Türk çini ve porselen geleneğinin yeniden geliştirilmesi yönünde çok önemli bir görevi yerine getirmişti.  

Çin’de bir saray geleneği olan porselen endüstrisi, Avrupa’da, 18. Yüzyıl’da özellikle de sarayların ihtiyaçlarını karşılayabilmek için yeni gelişiyordu. Aslında, porselen üretiminin, teknik açıdan birçok zorluğu vardır. Ayrıca o günlerde Doğudaki porselen ustalığının yüzyıllar boyunca “saklı tutulmuş olan bilgilerinin” gün ışığına çıkarılmasına için uğraşılıyordu. Avrupa’daki “Saraylar”, bu özel tekniği elde etmek ve kendi ürünlerini geliştirmek için uğraşıyor, bu alandaki teknikle çalışan sanatçıları destekliyordu.



Yıldız porselen vazo. Kaide kısmında eski türkçe ile sene 3-1313 ayyıldız soğuk damgası bulunuyor. Gövde üzerinde bulunan çeşitli renklerdeki gül ve leylak desenleri Fransız usta A. Nicot tarafından resmedilmiş. (Antik A.Ş. Arşivi)

Kısacası 19. Yüzyılda Doğu’nun bu “soylu sanatı”nı, Batı’da öncelikle “Saraylar için”, ama sadece “sarayların kalın duvarları içinde” üretmenin yarışı yaşanıyordu.

“Yıldız Çini Fabrika-i Hümayunu”da hiç kuşkusuz böyle bir düşünceyle ilişkili olarak kurulmuştu. İlk kurulduğu yıllardan başlayarak, “Yıldız Çini Fabrika-i Hümayunu”nun öncelikle Saray ve çevresinin çini ve porselen ihtiyacını karşılamak amacıyla kurulduğu söylenir. Oysa fabrikanın 110 yılı aşan süre içindeki ürünlerine bakınca çok daha önemli açılardan da Türk sanatı üzerinde etkileri olduğu görülür.


 
Yıldız porselen vazo. Sultan II. Abdülhamid’in kızı Naile Sultan’a düğün hediyesi olarak verdiği vazo daha sonra Sıdıka ve Vehbi Bilimer tarafından 1955 yılında Naile Sultan köşkünde düzenlenen bir müzayededen satın alınmış. Üzerindeki resimleri Mardinos usta tarafından yapılan vazonun çifti de bulunuyor.

Yıldız porselen vazo H. 1312 sene 2 imalat damgalı (1896) (Antik A.Ş. Arşivi)

Yıldız porselen vazo. H. 1312 sene 2 imalat damgalı (1896). Gövdesinde Fransız usta A.Nicot tarafından yapılmış peyzaj yer alıyor. (Antik A.Ş. Arşivi)

SARAY FABRİKALARI ARASINDAKİ PORSELEN YARIŞI
Anadolu’nun yüzlerce yıldan bu yana yaşatageldiği geleneksel sanayi ve sanatları arasında, çini ve seramik üretiminin büyük önemi vardır. Ancak, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki çini ve seramik geleneklerinin gerilemeye başladığı günlerde, Çin’den elde edilen bilgilerle Avrupa’da porselen üretimi gelişiyordu. Üstelik de Avrupa’daki porselen fabrikaları, Osmanlı İmparatorluğu’nun geleneklerine uygun özel ürünlerini ihraç ediyordu. İnsan resmi yasak olduğu için de üzerlerine “çiçek demetleri, gül desteleri” işleniyordu.

Sonuçta, özellikle 19. Yüzyıl’da Avrupa porselen fabrikaları arasında belli başlı birkaç büyük fabrikanın ürünleri Osmanlı İmparatorluğu’nda da çok tanınmış ve yaygınlaşmıştı. İşte hem bu Avrupa fabrikalarının ürünlerini çoğalması, hem de o günlerde ülkede iyi porselen isteği, Yıldız Sarayı bahçesinde bir porselen fabrikasının kuruluşunu gerektiren etkenlerdi.



Yıldız porselen tabak H. 1312 imalat damgalı. Arkasında “Ser Mücellid-i Hazret-i Şehriyar-i Ali Ragıp” yazılı. Ortasında altın yaldız konturlu, mor renkte yıldız üzerine altın yaldızla çalışılmış Sultan II. Abdülhamid tuğrası bulunuyor. (Antik A.Ş. arşivi)

Yıldız Sarayı’nda “Çini Fabrika-i Hümayunu” adı altında böyle bir fabrikanın kuruluşu hakkında bilinenlerden birisi şöyledir: Fransa elçisi, bir toplantıda II. Abdülhamid’in yanındayken masanın üzerinde duran bir bardağı çok beğendiğini söyler. Bunun üzerine elçi de hemen “... Öyleyse Sevr’deki fabrika gibi bir tane de burada kuralım...” der. Bu olayın ne kadar gerçek olduğu bilinmiyor. Ancak böylesine üst düzeydeki iki kişi arasında ortaya atılan böyle bir öneri, gerçekten de etkili bir başlangıç olabilirdi.4

“Yıldız Çini Fabrika-i Humayunu”nun kuruluşunun diğer yorumu ise şöyleydi: Fabrika doğrudan doğruya Büyükelçi Paul Cambon’un “koruduğu bir kişiye” iş alanı sağlamak için önerisiyle kurulmuştu. Bu yüzden Padişahla yaptığı bir görüşmede bir çini fabrikası kurmayı önermiş ve böylece çalışmalar başlamıştı.5

Bütün bunların yanısıra o yıllarda Prusya Kralı, Avusturya-Macaristan İmparatoru, Fransa Kralı, İngiltere Kralı ve Rus Çarı’nın saraylarının porselen fabrikalarında saraya ve yakın çevresi için çok özel ve ünlü porselenler üretiliyordu. İşte belki de bu düşünceyle II. Abdülhamid de saraya bağlı olarak özel üretim yapabilecek bir porselen fabrikasının kurulmasını istiyordu.

Ama böyle önemli bir fabrikanın kurulması, acaba bu kadar “anlık” bir kararın sonucu olabilir miydi? Bu fabrikanın II. Abdülhamid döneminde ve böyükü bir hızla kurulmuş olması, kendisinin sanata olan ilgisi ve yakınlığını da akla getiriyor. Unutmamak gerekir ki, II. Abdülhamid, 1867 yılında Abdülaziz’in resmi gezisine katılarak başka Paris, Londra olmak üzere büyük şehirleri görmüş, Dünya Sergisi’nde bulunmuş, müzeleri gezmiş, bu konulardaki özenli ürünlerle yakından ilgilenmişti. Nitekim 1873 Viyana Dünya Sergisi’nde Osman Hamdi Bey”’in komiserliğinde düzenlenen Osmanlı Pavyonu’nda gerçek üretim yapan geleneksel bir çini atölyesi de kurulmuştur. Ayrıca marangozluk konusundaki kişisel yetenekleri bilinen böyle birisi için sanatla, çiniyle ve porselenle ilgilenmek ve bunların sarayda üretilmesi konusunda öncülük etmek kararı daha kolay alınmış olmalıydı.

“Saray”lar, En Pahalı Teknolojilerle Üretilen “Sıcak Sanatlar”ı Niçin Destekliyordu?
Sıcak sanatlar için kullanılan “seramik, çini, fayans, yumuşak porselen, sert porselen gibi” tanımlamalar aslında teknik özelliklerdir. Bu teknikler, biçim açısından çeşitli özellikler taşır, ama üretildikleri dönemin teknik sınırlarının üst düzeyile de sınırlıdır. Genel tanımıyla “Pişmiş” olan malzeme, gerçekte tek bir gruptur. Ama, gerek teknik özellikleri, gerek ham malzeme kompozisyonu ve gereksi üretimin organizasyonu açısından çok geniş bir yelpaze oluştururlar.

Bunlar arasında, porselen teknolojisi, en zor ve karmaşık olanıdır. Çok zor teknik soruları aşmak gerektiği için, “en pahalı” olanıdır. Bu yüzden de porselen üretimi daima “Saray”lar tarafından desteklenmiştir. Ama bu zorluğuna karşılık çok uzun ömürlü etkili ürünler ortaya çıkıyordu. İşte bu özellikleri, porselen sanatının, daima saray desteğine dayalı olarak gelişen ileri bir teknolojiyle el ele gitmesinin nedeni olmuştur.6

Acaba “Yıldız Çini Fabrika-i Hümayunu” bu yelpaze içinde nerede yer alıyordu? O günlerin Sarayı içinde kurulan bir fabrika, hiç kuşkusuz dönemin en ileri tekniklerine sahip olmalıydı. Çünkü bu yeni fabrikada yapılan ürünler, Fransız porselen endüstrisinin ünlü ürünleriyle eş olmalıydı.

Diğer yandan, “Yıldız Çini Fabrika-i Hümayunu”, Anadolu’nun geleneksel çinicilik sanatının yeniden canlandırılması için yapılan çok önemli bir teknoloji geliştirme merkezi olmuştu. Birçok ünlü sanatçının bu fabrikayla ilişkileri olmuştu. Nitekim “Yıldız” için çalışan sanatçıların çoğu, o günlerin ünlü kişileriydi. Hatta belki de bu fabrikanın kaderi “Sanayi-i Nefise Mektebi” ile birlikte kurulmuştu.

devam edecek..

antikalar.com

〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Yıldız Çini Fabrika-i Hümayyunu Ve 110 Yıllık porselen Koleksiyon
« Yanıtla #11 : 16 Eylül 2009, 01:51:26 »
“YILDIZ ÇİNİ FABRİKA-İ HUMAYUNU” VE DÖNEMİN SANATÇILARI Yeni Bir “Ehl-i Hıref” mi?
Topkapı Sarayı’nın üstadları yüzyıllar boyunca çinicilik alanında önemli ürünler tasarlamışlardı. Bu kez de Yıldız Sarayı’nın usta sanatçıları, hem son yüzyılın Osmanlı porselen ve çini sanatının genel kimliğini belirlemişti. Ayrıca da Avrupa teknolojisi ile Anadolu geleneğinin yeni yorumlarını yaratmışlardı...

Yukarıda sıralanan nedenle, Yıldız’ın ve sanatçıları ile Topkapı Sarayı’nda 16.yüzyıldan 19. Yüzyıl’a kadar çalışmış ünlü tasarım düzeni “Ehli Hıref” arasında büyük benzerlikler vardır. Böylece 500 yıl önce Topkapı Sarayı’ndaki “Ehl-i Hıref” üstadlarına karşılık 1890’lı yıllarda bu kez Yıldız Sarayı’da “Yıldız Çini Fabrika-i Hümayunu” ile yeni bir yaratıcılık ortamı oluşturulmuştu.

“Yıldız”ın en önemli özelliklerinden birisi, kurulduğu günden başlayarak, sanatçılar için yeni bir ortam olmasıydı. İstanbul’da resim ve sanat üzerine kamuoyu yeni oluşuyordu. “Sanayi-i Nefise Mektebi” yeni açılmıştı ama “Yıldız Çini Fabrika- i Hümayunu’nda ancak özel eğitilmiş ressamlarla yeni bir çini ve porselen sanatı gelişebilecekti. Yeni bir teknik olan porselenin hem biçimlendirilmesi, hem de bunların üzerinin resimlendirilmesi gerekiyordu.

Kısacası tasarlama, biçimlendirme, kalıp hazırlama, pişirme ve sır kimyası ve teknolojisini iyi bilen, yeni sanatçılar gerekiyordu.





“Yıldız Fabrika-i Hümayunu”nun kurulduğu yıllardaki durumu. (Çizim Önder Küçükerman)

“Yıldız Fabrika-i Hümayunu”nun kurulduğu yıllardaki görünümü. Kulenin üzerindeki Osmanlı Arması henüz yerinde durmaktadır. (Önder Küçükerman arşivi)


“Yıldız Çini Fabrika-i Hümayunu”nun İlk Günleri

“Yıldız Çini Fabrika-i Hümayunu” saray mimarı Raimondo d’Aranco tarafından tasarlanmıştı. Yapımı hızla tamamlanarak 1892 yılında çalıştırılmaya başlanan fabrika, 1894 depreminde zarar görmüş, gerekli onarımlar hemen yapılarak yeniden üretime geçilmişti.

“Yıldız”ın ilk müdürü bir Fransız’dı ve ilk günlerde “Sevres”den ustalar getirilmişti. Her türlü ham malzeme ve kalıpların da, “Limoges” ve “Sevres” fabrikalarından getirildiği söylenmektedir. Ama fabrikanın ilk ustaları arasında birçok Osmanlı da vardı. Ayrıca birçok kalıbın fabrikadaki ustalar tarafından yapılmış olduğu da biliniyor. Çünkü, o günlerde herşeyin dışarıdan getirilmesi, çevrede tepki oluşturmuştu. Nitekim daha sonraları da bu konuda şöyle yazılarla karşılaşılmıştı.

“...Sanki memlekette bulunmayan bir şeymiş gibi kaolin ve feldspatın da Fransa’dan getirildiği maalesef bir hakikattir...”.

“Yıldız Çini Fabrika-i Hümayunu” bu düşünceler ışığında çalışmaya başlamıştı.

“YILDIZ”IN YENİ “EHL-İ HIREF”İ ARASINDAKİ SEKİZ ÜNLÜ SANATÇI
“Yıldız Çini Fabrika-i Hümayunu”nun sanatçılarının bir kısmı, Türk resim sanatının çok tanınmış kişileridir. Çoğunlukla ressam olarak tanınan bu sanatçılar, “Yıldız” için de çok önemli çalışmalar yapmışlardı. Böylece “....teknoloji ile geleneksel sanatların birleşmesi ve Batılılaşma...” arasındaki çok hassas ilişkinin de oluşturulmasına katılmışlardı. Unutmamak gerekir ki, bu fabrikanın kuruluş günlerinde Osmanlı İmparatorluğu’nda “Sanayi”için şiirler yazılıyor, kampanyalar açılıyordu. O günlerin amaçlarından birisi de geleneksel ürünleri yeni teknolojilerle destekleyerek geliştirmekti.

Bu açıdan o günlerin genel görünüşü, bu ünlü sanatçıların hayat hikayelerinin özeti gibidir. Askeri okullarda, “Sanayi-i Nefise Mektebi”nde yetişen bu ressamların bir kesimi Yıldız Sarayı bahçesindeki bu yeni sanat ortamının ilk kadrosunu oluşturmuştu.

İşte fabrikanın çok özenli binası, bu nedenle Yıldız Sarayı’nınbahçesi içinde kurulmuştu. Zaten, Saray mimarı Raimondo d’Aranco’nun tasarladığı binaya bakılınca, bunun bir fabrika olduğu bile kolay kolay anlaşılmaz. Neredeyse Batı ve Doğu mimari kimliğini birleştiren ve pişmiş toprak malzemenin çarpıcı yorumlarını ve görüntülerini bir araya getiren, çok özel bir okul binası gibidir.

Bütün bu nedenlerle, “Sanayi-i Nefise”li ve “Askeri Okul”lardan mezun olmuş sekiz ünlü isim, “Yıldız Çini Fabrika-i Hümayunu”nun, bugün müze ve koleksiyonlardaki ürünlerin yaratılmasındaki en önemli rolleri oynamışlardı.

Osman Hamdi Bey: Osman Hamdi Bey, II. Abdülhamid’in tahttan indirilmesiyle, 1907 yılında desteksiz kalan ve eleştirilere uğrayan “Yıldız Çini Fabrika-i Hümayunu”nun 1908 yılında yeniden çalıştırılması için çok uğraşmıştı. En sonunda 1909 yılında, bu konu bir “Sanayi-i Nefise Mektebi”nin ilgi alanı olarak kabul edilmiş ve Osman Hamdi Bey’in müdürü olduğu “Müze-i Hümayun”a bağlanmıştı.

Osman Nuri Paşa: 1839 yılında İstanbul’da doğmuş, 1894 yılında “Harbiye”den, “Ressam Piyade” sınıfından mezun olmuştu. 1892’de Askeri İdadi’de resim hocası, 1892 yılında Mekteb-i İdadi-i Şahane’de resim hocası olmuştu. Nuri Paşa 1898’de Kuleli’de resim öğretmeni olarak görev yapıyordu.

Mesrur İzzet: “Sanayi-i Nefise Mektebi”nde okumuştu ve Eskişehir taşı ile dekoratif ürünler tasarlıyordu.

Şeker Ahmet Paşa: 1841 yılında Üsküdar’da doğmuş, Tıbbiye’de öğrenci iken yeteneği II. Abdülaziz’in dikkatini çekmiş ve 1862 yılında resim öğrenimi görmesi için Paris’e “Mekteb-i Osmani”ye gönderilmişti. Ancak, 1870yılında bu okul kapandığı için, Paris’te sekiz yıllık bir çalışmadan sonra yurda dönerek askerlik hizmetine başlamıştı. “Sanayi-i Nefise Mektebi” jüri üyesiydi.

İsa Behzat Bey: 1875’te Üsküdar’da doğmuş, orta öğrenimini “Toptaşı Rüşdiyesi”nde görmüş, 1893’te “Sanayi-i Nefise-i Mektebi”ne girmiş, Oskan Efendi’nin öğrencisi olmuş ve 1898’de Heykel Bölümü’nü bitirmiştir. 1913’te Kavala’da resim öğretmenliği yaptıktan sonra “Yıldız Çini Fabrika-i Hümayunu” müdürlüğüne getirilmişti.

Halit Naci: 1875 yılında İstanbul’da doğmuş, “Bahriye Mektebi”ne devam etmişti. Öğrenciliğindeki resim çalışmaları okul komutanı tarafından da destek görmüştü. Halit Naci bu konuda eğitim görmesi ve dönüşte fabrikanın baş ressamlık görevine getirilmesi için Padişah tarafından Fransa’ya, “Sevres”, çini fabrikasına gönderilmişti. Orada “çini ressamlığı” eğitim görmüş, İstanbul’a döndüğünde, yapımı tamamlanan “Yıldız Çini Fabrika-i Hümayunu”nda baş ressam görevine başlamıştı. Halit Naci, bu fabrikada uzun süre, resim ve süsleme işlerini yönetmiştir. Hem Batı, hem de Doğu tekniği ile hazırladığı birçok büyük vazo, duvar çinileri, yemek takımları gibi eserleri vardır.

“YILDIZ ÇİNİ FABRİKA-İ HÜMAYUNU” KOLEKSİYONU’NUN DÖNEMLERİ

BİRİNCİ DÖNEM (1892-1909)
II. Abdülhamid Döneminin “Saraylar Arası Sanat Yarışına Katılan” Ürünleri

“Yıldız Çini Fabrika-i Hümayunu”, kurulduğu 1892 yılından 1908 yılına kadar düzenli bir çalışma sürdürmüştür. Bu süre içinde “resimhane”de Fransızlar ve Osmanlılar birlikte çalışmışlardı. Burada tasarlanıp üretilmiş olan ilk porselenler bugün müze ve özel koleksiyonlardadır. Bunlar, çok özenli ve özel ürünlerdir. Üzeri resimli çeşitli boylarda vazolar, padişah portreleri bulunan fincan takımları, çeşitli duvar tabakları gibi porselenlerdi. Bunların üzerine, genellikle İstanbul’daki saraylar ve köşkler ve önemli mimari yapılar işlenmişti.

“Yıldız”da Osmanlı İmparatorluğu için özel olarak üretilmiş olan “Viyana” ve “Saks” porselenlerine karşılık, Osmanlı kimliğini yaratacak yeni tasarımlar yapılıyordu. Bununla birlikte o dönemde “Yıldız”da üretilen porselenler gövde biçimleri bakımından, hala “Sevres” porselenlerinin üzerindeki resimlere karşılık, bu kez fonda Büyükdere manzaraları, Sultanahmet Meydanı gibi konular işleniyordu. Ama yine de o dönemdeki deyişle, “.... Bunlar artık birer kopya değil, yeni ürünlerdi...”



Yıldız imalat damgalı porselen yemek takımı. Takım oniki adet yemek tabağı, iki adet mezelik, bir adet sosier ve üç adet servis tabağından oluşuyor. (Antik A.Ş. Arşivi)

“Yıldız Çini Fabrika-i Hümayunu” bu yönüyle Osmanlı İmparatorluğu’nda resim sanatının gelişimi açısından çok ilgi çekici bir rol oynamıştı. Gerçekten de kibrit kutularının üzerlerindeki resimlerin kazınmadan cepte taşınamadığı bir dönemde, bu kadar bile olsa “resim yapabilmek” çok önemli bir yenilikti. “Yıldız” porselenlerinde az da olsa insan ve diğer canlıların resimleri yapılmıştı. Ancak bunların çoğunluğu II. Abdülhamid için özel olarak yapılmış olan ürünlerin üzerine işlenmişti.

“Yıldız Fabrika-i Hümayunu”nun İlk Dönemindeki Ürünlerin Türleri

“Yıldız”ın ilk dönemindeki ürün dizisine bakılınca, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki değişim görülebilir. Çünkü artık iskemlede oturuluyor, masa üzerindeki yemek kültürünün geliştirilmesine çalışılıyordu. Saray, köşk, kasır ve konakların öncülüğünde yeni mimari mekânlarda yeni düzenlemeler yapılıyor, duvarlara resim çerçeveleri yer yer asılıyordu. Evlerde masa üstü için yeni şeyler gerekiroyr, yeni bürolarda kalemlik gibi yeni araçlar kullanılıyordu. Bütün bunlar arasında porselenin de önemli bir yeri vardı.

Yukarıda belirtilenlerin ışığında, II. Abdülhamid döneminde üretilmiş olan porselenler genel şu ürün dizisi içinde sıralanabilirler:

Mekan donatımı ve dekorasyon takımları: Büyük vazo, kupa takımı, çiçeklik, duvar tabağı, çini levha, vb.

Yemek takımları: Sofra takımı, servis tabağı, çorba kasesi, yemek tabağı, çay tabağı, salata tabağı, pilavlık, salçalık, yemek sahanı, sahan, yemişlik, yoğurt kasesi, ekmeklik, sürahi, su şişesi vb.



Yıldız porselen tabak. H.1312 imalat damgalı (1894). Tabağın üzerindeki yelkenli tasviri Mardinos usta tarafından hazırlanmış. (Antik A.Ş. arşivi)

Kahvaltı takımları: Kahvaltı takımı, kahvaltı tabağı, servis tabağı, ekmeklik vb..

Kahve takımları: Kahve fincanı takımı, şekerlik vb...

El yıkama takımları: Leğen ve ibrikten oluşan “lavmana” takımı, vb..

Çalışma masası takımları: Yazı takımı, kalemlik, kartvizit tabağı, kutu vb.

Resim çerçeveleri: Duvar için resim çerçevesi, masa üstü resim çerçevesi, vb..

Duvar tabakları: Çeşitli boyda resimli duvar tabakları.



Yıldız porselen iftariyelik, H.1320 tarihli.

Bu ürünlerin hemen hemen tümünde: “... En büyük, en etkili, en iyi çizim, en iyi renk, en zor üretim, en küçük, en büyük...” gibi özellikler vardır. Bu porselenlerin çok sayıdaki en güzel örnekleri de bugün Topkapı Sarayı Müzesi ile, TBMM Milli Saraylar Koleksiyonu’nda korunmaktadır. Ayrıca bu tür özel ürünler az sayıdaki özel müze ve koleksiyonlarda da yer almaktadır.

antikalar.com
〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Yıldız Çini Fabrika-i Hümayunu”
« Yanıtla #12 : 04 Ekim 2009, 20:37:22 »


Yıldız porselen vazo. H.1312 sene 14 imalat damgalı (1910). Mısır pazarı için özel imalat. Ön yüzündeki madalyonda “Çoban ve İnekler” konulu oryantal resim çalışması bulunuyor. (Antik A.Ş. Arşivi)



Yıldız porselen vazo. H.1312 sene 14 imalat damgalı (1908). Gövdesinde Fransız usta A. Nicot tarafından yapılmış peyzaj yer alıyor. (Antik A.Ş. Arşivi)



Yıldız porselen vazo. 19.yy.başı

antikalar.com
〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Topkapı Sarayındaki zümrütler
« Yanıtla #13 : 27 Ocak 2010, 01:27:49 »
Saray koleksiyonundaki nadide zümrütler ve zümrütlü eserleri, saray hazine bölümü uzmanı Emine Bilirgen kaleme aldı.

Osmanlı Saray Hazinesi’nde yer alan eserlerden hemen hepsinin yapımında altın, gümüş, yeşim, necef, sandal ağacı, abanoz, fildişi, boynuz, boğa ve sedef gibi, oldukça pahalı malzemeler kullanılmıştır. Bezemelerde kullanılan mücevherlerin 16. yüzyıl başlarından itibaren giderek çoğaldığı görülür. Eserlerin görkemini arttıran kuyum işlerinde, elmas, yakut, zümrüt, safir, topaz, lâl gibi taşların yanı sıra, firuze, mercan, inci, lapis lazuli, ayn-ül hür (kedi gözü), akik, necef, zebercet, yeşim ve daha pek çok değerli taş çeşidine yer verilmiştir.

Bu mücevherler içinde, elmastan sonra en pahalı taş olan zümrütten yapılmış veya zümrütle bezeli olan eserler çok önemli bir yere sahiptir. Osmanlı Saray Hazinesi’ndeki bazı seçkin zümrütlü örneklerin tanıtımına geçmeden önce bu değerli taş hakkında bazı genel bilgiler vermek istiyoruz: Zümrüt, gemolojide (değerli taşlar bilimi) Beril grubunda yer alır. Grubun diğer üyeleri akuamarin, morganit, heliodor, yeşil beril, kırmızı beril (bixbite) ve gosenittir. Beril grubunun temel maddeleri alüminyum ve berilyum silikattır.

Taşın kimyasal formülü “Be3Al2Si6O18”dir. Kristal simetrisi altıgen prizmadır. Ayrışması yoktur. Özgül ağırlığı 2.63-2.91 arasında değişir. Sert derecesi 7,5-8 (Mohs). Işık kırılma oranı (1.5661.602) ve ışık saçılımı düşüktür. 
 
Zümrütlerin bünyesinde ince çatlaklar veya bazı madde katılımları görülür. Gömülü olan bu yabancı mikroskobik materyaller taşın milyonlarca yıl geriye giden oluşum hikayesini açıklar. Günümüz teknolojisinde elektrospektrometre ile taşların sahteleri gerçeklerinden ayrılabilmekte; aynı zamanda bünyelerindeki yabancı maddeler yardımıyla hangi coğrafyadan çıkarılmış oldukları tahmin edilebilmektedir. Saydam veya yarı saydam olabilen zümrüt, cam parlaklığındadır. Zümrüde yeşil rengini veren krom veya “vanadium”dur. 
 


Sorguç, Osmanlı, 18. yüzyıl, altın, elmas, zümrüt, yakut, inci; yükseklik: 19.5 cm, genişlik: 28 cm. Ortada yer alan büyük zümrüt 4x5 cm ölçülerinde ve yaklaşık 162 karattır. (T.S.M. 2/313)

          

Taht Askısı, Sultan I. Ahmed (1608-1617) dönemi, altın, zümrüt, elmas, yakut, inci, mine; yükseklik: 7.5 cm, çap: 4.7 cm. (T.S.M. 2/7622)

Taht Askısı, Osmanlı, 18. yüzyılın ikinci yarısı, altın, zümrüt, elmas, inci; uzunluk: 19 cm, genişlik: 17 cm, toplam uzunluk: 43 cm. (T.S.M. 2/7617)

Zümrüt Küpe, Osmanlı, 18-19. yüzyıl, altın, zümrüt, mine; yükseklik: 2 cm. (T. S.M. 2/7530)

Doğu zümrüdü saf alüminden, yeşil renkli bir korindon çeşididir; elmastan sonra en sert mineraldir. Zümrüt sözcüğü Pers kökenli olup daha sonra Yunanca’da kullanılmaya başlanarak “smaragdos” ve “smaragdus” haline gelmiştir. Günümüzde batı dillerinde “emerald”, “emeraud”, “esmeraldo” gibi değişik biçimlerde söylenmektedir. Eski dünyada ilk zümrüt madenlerinin Ptolemler Döneminde (İÖ 332-30) Mısır’da elde edildiği sanılıyordu. Ancak Kızıldeniz kıyısı yakınlarındaki Assuan’ın doğusunda, Cebel-i Sukeyt ve Cebel-i Zebare’deki tünellerde bulunan aletler bu madenlerin işletildiği tarihleri II. Ramses’e (yaklaşık İÖ 1300) kadar geriye götürmektedir.

Yunanlı madencilerin, Büyük İskender zamanında buradaki zümrüt yataklarını işlettikleri biliniyor. Kleopatra da ünlü zümrütlerini aynı kaynaktan elde etmiştir. 1817’de söz konusu madenlerde çalışıldığına dair kesin kanıtlar bulunmuştur. 1500’lü yıllara kadar Batılıların zümrüt ihtiyacını karşılayan ana kaynak Mısır’daki madenler olmuştur. Ayrıca Avusturya Habatchal’da (bugünkü Salzburg) Keltlerin ve Romalıların zümrüt madenleri vardı. Ortaçağda Salzburg’un başpiskoposları bu madenleri kendi hesaplarına çalıştırıyordu.

Yeni dünyanın 1492’de keşfinden sonra İspanyollar 16. yüzyılın başlarından itibaren Güney Amerika’nın bütün doğal kaynakları gibi zümrüt madenlerini de yağmaladılar. Kumandan Pizzaro 1533 yılında sadece bir seferde dört büyük sandık dolusu zümrütü İspanya’ya gönderdi. Kolombiya’da Muzo ve Chivor zümrüt yataklarını keşfeden İspanyolların Avrupa’ya getirdikleri zümrütler, o güne kadar eski dünyanın tanıdığı zümrütlerden çok daha büyük ve kaliteliydi. Ayrıca Avrupa’nın birçok bölgesinde, Batı Pakistan ve Hindistan’ın bazı bölgelerinde, Rodezya, Brezilya ve Urallarda zümrüt madenleri bulunmaktadır.Osmanlılar ve Mughallar da özellikle 17. yüzyıl başlarından itibaren Avrupalılardan Kolombiya kökenli zümrütler ithal etmişlerdir.

   

Sultan IV. Mehmet’in Hançeri, Osmanlı, 1664 civarı, çelik, altın, zümrüt, elmas, mine; uzunluk: 32 cm. (T:S:M: 2/152)

Taht Tezyinatı Paftaları, Mughal, 17. yüzyıl, altın, zümrüt; yıldız biçimli paftaların çapı: 3.2 cm, tek taşlı yaprak formunda paftaların çapı: 1.5 cm. (T.S.M. 2/6914)

İlginç bulduğumuz ve Rusya’da yaşanmış bir zümrüt öyküsüne değinmek istiyoruz: 1830’larda bir Rus köylüsü Yekaterinburg’un (bugünkü Sverdlosk) kuzeyinde yeşil bir taş bulur ve mücevher işleme fabrikasına götürür. Fabrikada görevli gemologlardan Jakov I. Kokovin taşın zümrüt olduğunu tespit eder. Daha sonraki yıllarda Kokovin’in ofisinde bir araştırma yapılır, 2228 gr ağırlığında bir zümrüt bulunur. Kokovin hapse atılır ve hapisteyken intihar eder. Adı geçen zümrüt günümüzde Moskova Bilimler Akademisi Mineroloji Müzesi’nde bulunmaktadır.

Çağlar boyu, zümrüde birçok gizemli özellik atfedilmiştir. Takıldığında insanları sara hastalığına karşı koruduğu, dizanteriyi iyileştirdiği, kadınların kolay doğum yapmasını sağladığı, kötü ruhları kovduğu, taşıyanın iffetini korumasına yardım ettiği...gibi. Yeşil renginin gözlere iyi geldiği kabul edilmiştir. Diğer bir inanışa göre de üzerinde zümrüt taşıyan kişi cinayet işlerse bu taş kendiliğinden parçalanır. Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’nde bulunan “Yakut fi Cevheri’l-Cevahiri’l Maâdin” isimli kitapta (H.S. No. 64) mücevher taşlarının özellikleri belirtilirken sayfa 29b’de zümrütle ilgili olarak, üzerinde zümrüt bulunduran kişilerin zehirli ve yırtıcı hayvanlara karşı korunduğu yazılıdır. Adı geçen kitap H. 917 (M. 1515) yılında Şehzade Korkut adına Farsça iki farklı kitaptan çevrilmiştir.

Zümrüt çok pahalı olduğu için eski çağlardan beri yapay olarak elde edilmeye çalışılmıştır. Roma döneminde cam taklitleri üretilmiştir. Yapay zümrüt denemeleri ancak II. Dünya Savaşının hemen öncesinde başarıya ulaşmış ve Almanya’da zümrüt sentezine ilişkin bir patent alınmıştır. 1946’da Amerika Birleşik Devletleri’nde sulu çözeltiden yüksek basınç ve sıcaklık koşullarında oldukça kaliteli zümrütler üretilmiştir. Bu koşullarda gelişen kristaller doğal örneklere çok benzemekte, onların rengine, görünümüne oldukça yaklaşmaktadır. Yapay zümrüt mor ötesi ışık altında koyu kırmızı renkli flor ışıma özelliği gösterir. Doğal zümrüdün ise böyle bir özelliği yoktur.

   

At Sorgucu Yuvaları, Osmanlı, geç 18.-erken 19.yüzyıl, altın yaldızlı gümüş, elmas, zümrüt; 17x11 cm (T.S.M. 2/3932, 34)

At Sorgucu Yuvaları, Osmanlı, geç 18.-erken 19.yüzyıl, altın yaldızlı gümüş, elmas, zümrüt; 16x12 cm (T.S.M. 2/3932, 34)

Kuran Mahfazası, Osmanlı, erken 19. yüzyıl, altın, elmas, zümrüt: 18x12.5x5 cm.( T.S.M 2/3369)

Ustaca yapılmış bir kesim, zümrüdün kusurlarının görünmesini en aza indirir ve taşın rengini en iyi şekilde ortaya çıkarır. Hemen hemen bütün dünyada yaygın olan kesim basamaklı-step-cut veya trap-cut denilen-kesimdir. Daha sonradan bu tarz kesimli diğer taşlara da zümrüt kesim (emerald-cut) adı verilmiştir. Karışık (mixed-cut) veya pırlanta kesimler de zaman zaman moda olmakla birlikte, taşa camsı bir görünüm verdiği için yüksek kalitedeki zümrütlerde tercih edilmezler. Düşük kaliteli zümrütlerde kabaşon kesim daha yaygındır...

antikalar.com
〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı İsra

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 7482
Ynt: Osmanlı saray hazinesinden sıra dışı tutya eserler
« Yanıtla #14 : 27 Ocak 2010, 03:09:57 »
Teşekkürler Tuğra