Gönderen Konu: Osmanlı sarığını Latin serpûşuna tercih ettiren adalet Nasıl  (Okunma sayısı 4485 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Fatihan

  • Administrator
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 6994
  • Milimi milimine Ehli sünnet...

İki papaz, yeryüzünde artık yaşamanın anlamının kalmadığını düşünerek kendilerini zindana hapsetmişlerdi. Genç Sultan, bakın onları nasıl ikna etti.
İstanbul’un fethi tamamlanır ve Bizans’ın hapsettiği tüm hükümlüler salıverilir. Ancak iki keşiş (papaz) zindandan çıkmak istemezler. Huzuruna getirilen keşişlere Fatih sorar: “Niçin zindandan çıkmak istemiyorsunuz?” Papazlar derler ki: “Biz İmparator Konstantin’e adil ve hakperest ol dediğimiz için zindana atıldık. Böyle bir haksızlık karşısında düşündük ki, bu dünyanın zindanı dışarısından daha iyidir. Onun için biz zindanda kalmaya razıyız.” Dünyaya küsen bu papazlara Fatih şöyle der: “Siz, benim memleketimde İslam adaletinin nasıl uygulandığını biliyor musunuz? Bunu öğrenmek için ülkemi gezip görünüz. Mahkemelere uğrayınız. Eğer bir zulüm görürseniz isterseniz zindana girersiniz.”

Teklifi kabul eden keşişler, aldıkları bir izin belgesiyle Osmanlı ülkesini gezip dolaşmak üzere İstanbul’dan yola çıkıp Bursa’ya gelirler ve bir mahkemeye uğrarlar. Bir Müslüman, diğer bir Müslüman’dan bir tarla satın alır. Bilahare bu tarlayı sürmeye başlar. Bu arada kara sabanın ucuna sert bir cisim değer. Biraz daha derin kazıldığında oradan bir küp çıkar. İçi de ağzına kadar altınla doludur. Çiftçi, hemen bulduğu bu bir küp dolusu altını, tarlanın eski sahibine getirir ve der ki:

“Ben bu tarlanın altını değil üstünü senden satın aldım. Şayet sen bu tarlada altın olduğunu bilseydin bana satmazdın. Dolayısıyla bu altınlar benim değil, senin hakkın.” Tarlanın eski sahibi ise: “Hayır. Ben bu tarlayı, her şeyiyle sana sattım. Onların hepsi senin nasibin.” der. Mesele mahkemeye intikal eder. Keşişler, verilecek kararı merakla beklemektedirler. Sonuçta kadı, her iki Müslüman’ı bu asil davranışlarından dolayı takdir eder ve altınların iki Müslüman arasında paylaşılması kararını verir. Ardından da birinin kızını diğerinin oğluna nişanlayıp mutlu olmaları için dua eder ve onları kucaklaştırıp dostluklarını pekiştirir. Papazlar hem bu insanların asil davranışlarına hem de kadının bu adilane kararına şaşırıp kalırlar. Hayretler içinde Bilecik’e geçerler. Bir müddet gezip dolaştıktan sonra bir mahkemeye uğrarlar.

Müslüman bir tüccar Venedikli Hıristiyan bir tüccardan mal satın almıştı. Yapılan anlaşma gereği, malları satan Venedikli tüccar, bu malları Venedik’ten gemiye yüklemiş ve Müslüman tüccara teslim edilmek üzere yola çıkarmıştı. Ancak yolda gemi batmış, mallar da kaybolmuştu. Müslüman tüccar, malların kendisine teslim edilmeden kaybolduğunu ileri sürerek, Venedikli tüccara borcunu ödemeyeceğini söylemekteydi. Venedikli tüccar ise yapılan anlaşma gereği malı Müslüman tüccara verilmek üzere gemiye yükleyip yola çıkardığını ifade ederek, bu malların bedelini istemekteydi. Papazlar böylesi karışık bir davada nasıl bir karar verileceğini merakla beklemekteydiler.

Tarafları büyük bir dikkatle dinleyen ve gerekli değerlendirmeyi yapan kadı, nihayet kararını açıkladı. Aralarında yaptıkları anlaşma gereği Venedikli tüccar tarafından Müslüman tüccara satılan malların gemiye yüklenmesiyle Venedikli tüccarın sorumluluğunun bittiğini ve malların Müslüman tüccar üzerine geçtiğini, bu sebeple Müslüman tüccarın borcunu Venedikli tüccara ödemesi gerektiğini söyler ve bu şekilde karar verir.

Papazlar bu karar karşısında birbirlerine şaşkın şaşkın bakarak böylesine yüce bir adaletin Osmanlı İslam mahkemelerinde din, dil, yerli ve yabancı ayrımı gözetilmeksizin hakkıyla uygulandığını hem gözleriyle görürler hem de kulaklarıyla işitirler. Hayretler içinde Konya’ya varırlar. Konya’da yine bir mahkemeye uğrayan keşişler orada görülen davalardan birini izlemeye koyulurlar.

Bir Yahudi, Müslüman birisine at satmıştı. Satarken de çok iyi bir cins at olduğunu ve hiçbir kusurunun bulunmadığını söylemişti. Ancak Müslüman satın aldığı atı getirip ahırına bağladığı ilk akşam, onun hasta olduğunu anlar. Sabah olur olmaz mahkemenin yolunu tutan Müslüman, uzun zaman beklemesine rağmen kadının gelmemesi üzerine şikayetini yapamadan ayrılır. At da ikinci gece ahırda ölür. Ertesi gün Müslüman yine mahkemeye gelerek şikayetini yapmış ve atı satan Yahudi de mahkemeye çağrılmıştı. Kadı, kararını şöyle açıklar: “Müslüman davacı ilk şikayete geldiği zaman, eğer ben makamımda olsaydım” Yahudi’nin sağlam diye sattığı atı geriye verdirir ve Müslüman’ın parasını iade ettirirdim. Mademki şimdi atın Müslüman’ın elinde ölmesine, benim vazife başında bulunmayışım sebep olmuştur. Müslüman’ın ata verdiği parayı ben ödeyeceğim.” der ve cebinden çıkarıp Müslüman’ın parasını nakit olarak öder.

Kadının böylesine ulvi bir sorumluluk içinde karar vermesi papazları yine hayretler içinde bırakır. “Fatih’in memleketinde gördüğümüz bu olaylar, bize yeter de artar. Başka bir yere gitmeye gerek yok.” diyerek İstanbul’a dönerler. Fatih’in huzuruna çıkan papazlar, izlenimlerini yüce Hakan’a anlatırlar:

Papazların bu itiraflarından sonra, Fatih:

-“Öyleyse şimdi verin kararınızı.” dedi. Papazlar da: ““Artık bu İslam adaletini gördükten sonra, Hıristiyan papazların da haksızlığa uğratılmayacağını anladık. Zindanda kalmamaya karar verdik.” dediler.
« Son Düzenleme: 21 Şubat 2010, 00:41:18 Gönderen: mystic »

Vuslat Yolcusu

  • Ziyaretçi
Osmanlı sarığını Latin serpûşuna tercih ettiren adalet Nasıl
« Yanıtla #1 : 29 Mayıs 2007, 17:28:55 »
Allah razi olsun ellerinize saglik

Çevrimdışı Kabristan

  • okur
  • *
  • İleti: 85
çok güzel misallerdi Allah razı olsun...
Kabristan etrafında kara taştan bir duvar.
Duvar dışında kalan mahpuslara haber var..

mazhar

  • Ziyaretçi
Ecdadımız Bahr-i Muhît-i Şarkî’den Bahr-i Muhît-i Garbî’ye kadar İslâm’ın kılıcını uzatarak, umum dinlere galip ve umum devletlere karşı muzaffer olmuştur.



     Bütün ilhamını Asr-ı Saadetten ve İlâhî değerlerden alarak secâyâ-i âliye ve mezaya-yi galiyesini dost ve düşmana tasdik ettirmiştir. Bu yüksek ulvî değerlerle mücehhez olan ecdadımız asırlarca, küre-i arzın devletlerini fütuhatıyla titretmiş ve adaleti ile zalimlere hadlerini bildirmiştir. Barika-ı hakikat olan İslâmiyeti berk-i süyuf korkusuyla değil, fıtrat-ı asliyesiyle kabullenip şehamet-i imaniyesini cihana kabul ettirmiştir. Kur’ân-ı hakimin barikasâ kılıcıyla vatan, millet, fazilet, fedakârlık, ruh ve mana ve insanlık sevgisi hususlarında gösterdiği eşsiz zaferlerle kalpleri ve akılları fethetti. Kur’ân’a bin yıllık şahadetiyle hadim olan atalarımız, İslâm’ın kılıcıyla küffarı kendilerine musahhar edip, sulh-u umumiyi kabul ettirmiş ve gayzlarını onlara yutkundurmuştur. Kemal-i merhamet ve şefkatinden milletinin huzur ve refahı için feda-yı can edip, teslim-i nefs etme fedakârlığını da göstermiştir.

     Daha dün Çanakkale’de “Allah Allah” diye savaşan imanlı kahraman Mehmetçik, devrin en güçlü donanmalarını boğazın derin sularına birer birer gömerek, ecdadımıza son darbeyi vurmak isteyenleri kazdıkları kuyuya düşürmemiş miydi? Böylece asil ecdadımız şehamet-i imanisiyle mübârek şehid kanlarıyla ve kılıçlarının uçlarıyla “Çanakkale geçilmez” destanını mefahir-i tarihiyesine yazdırmamış mıydı? Bu millette bu yüksek ruh ve özellikler varken, Müslümanlara karşı daima acımasız, adaletsiz ve medeniyet kisvesine bürünmüş tek dişi kalmış katil canavarlar asla bizi mağlûp edemeyeceklerdir.
Fazilet odur ki, düşmanın dahi takdir etsin. Ecdadımızı takdir etme faziletini gösteren yabancılardan Osmanlı’ya dair sözleri, gözlemleri ve tesbitleri okuyucuların nazar-ı dikkatine sunmak istiyorum. Şöyle ki:
“Bazı Protestan Fransızlar, Osmanlı Devletine sığınmayı istediler. Bu kararlarının birinci sebebi, Katolik Fransa’nın Protestan Fransızlara karşı devamlı zulmüdür. İkinci sebep ise, Türklerin bütün dinlere karşı cihanşümul ve değişmez müsamahası idi. Bu müsamaha, bugüne kadar, Osmanlı’nın hâkim olduğu topraklarda bütün dinlerin serbestçe yaşanmasını sağlamıştır. Protestan Fransızlar, bu yüzden İstanbul’a geldiler.” [Cenevizli Chenier]
“Viyana bozgunundan sonra Venedikliler geçici olarak Sakız ve Mora’yı işgal ettiler. O kadar zulüm yaptılar ki, Sakız ve sonra Mora’ya Türkler dönünce yerli Rumlar onları büyük sevinçle karşıladılar.” [Fransız Tarihçi Fernard Grenard]
“Osmanlı Türklerinin övülecek meziyetleri de, verdikleri söze genellikle sadık kalmaları, aldatmaktan ve emniyeti kötüye kullanmaktan, insanların saflığından yararlanmaya kalkışmaktan yahut onları istismar etmekten vicdan azabı duymalarıdır.” [Mourage d’Ohsson]
“Türklerin yalnız ağızlarında değil dillerinde de küfür kelimeleri yoktur. Onlar yalnız ‘vAllahi’ diye Allah’a yemin ederler.” [De Luir]
“İster vicdanî bir inançtan ister ceza korkusundan doğmuş olsun, o kadar dürüstlük gösterirler ki, insan çok defa Türklerin doğruluklarına hayran kalır.” [Conte de Bounneval]
“Tophane’nin büyük meydanıyla emsali yerlerde hangi tabakadan olursa olsun bir Müslüman Türk’ün diğer bir Müslüman Türk’e hiddetle baktığı nadir görülür. Fakat küfrettiği, yakasına yapıştığı ve dayak attığı hiç görülmez.” [Dr. A. Brayer]
“Düello ve intiharın ne olduğu ise hiç bilinmez. Avrupa’nın bazı başşehirlerinde çok büyük polis kuvvetleri bulunduğu hâlde cinayetleri önleyip canileri yakalamaya kâfi gelmemesine karşılık, İstanbul’da polisin hemen hemen hiçbir işi yok gibidir.” [Dr. A. Brayer]
“Ev kapılarının şöyle böyle kapandığı ve esnafın genel ahlâka itimat edip dükkânını açık bırakarak gittiği bu muazzam başşehirde her sene en fazla altı hırsızlık vak’ası olur. Bunların failleri de çoğunlukla Türk olmayanlardır.” [Dr. A. Brayer]
Bu asil millette şu yüksek ruh ve muallâ özelliklere sahip olduğu müddetçe, muasırlık ve medeniyet maskesi altında, Müslümanlara karşı her zaman acımasız, tek dişi kalmış katil canavarlar asla bizi mağlûp edemeyeceklerdir.
Atasının kim olduğunu, mazisini, medeniyetini ve kültürünü, doğru bir şekilde öğrenmesi her vatandaşın en önemli haklarından biridir.
Böyle yüksek ruhlu, adalet ve fazilet sahibi Müslüman Türk milletini ve Osmanlıyı, düşmanları bile ahlâk-ı ulviyelerini takdir ederlerken, millî tarih bilincine ve şuuruna sahip olmayan ve onu tanımayan; “Osmanlı tarihi mi, öff…, nerden çıktı şimdi bu, kapatın kitabı” diyen ve geçmişine şaşı bakanları çok gördük.
“İstanbul muhakkak fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, Onu fetheden asker ne güzel askerdir” sena-i Peygamberiyesine (asm) mazhar olan bu asil millet, dinine, imanına ve inancına kastedenlere karşı vatan ve mukaddesatı uğruna, feda-i can pahasına savaşarak, milyonlarca şehit vermiş, fakat imanını, vatanını ve hürriyetini vermemiştir.

23.02.2012 .Yeniasya.com.tr. Mehmet İşçan