Gönderen Konu: Osmanlıca (Eski Türkçe) Kelime Hazinemizi Geliştirelim.  (Okunma sayısı 159731 defa)

0 Üye ve 2 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı tarihman

  • magnealkIZ
  • yazar
  • ****
  • İleti: 751

Bir forumda gördüğüm bu başlık oldukça hoşuma gitmişti. Burada kendimiz cümleler kurarak, hatta bir birimize cevaplar vererek, eskiden konuluşup, şu anda unutulmaya yüz tutmuş kelime ve terkipleri gün yüzüne çıkarebiliriz. İlk olarak ben, internet ortamında dolaşan "dest-i izdivac" yazısına ekleme ve çıkarmalar yaparak, yeni oluşturduğum "Dest-i İzdivac-ı Cedid" yazısını aktarıyorum. Umarım İlgi görür ve devam gelir.

Erkek der ki:

Afitab-cemalinizi ru’yet eylediğimden beru dil-efgar olub, divane gibi dağlarda, gah ovalarda geştügüzar eylerim. An-samim-i kalb tebyin iderim ki, labis-i  libas-ı hayat oldukça sizi nisyana takatim yoktur. Gayem dahi acizane zat-ı alinizi taciz etmek değildir. Bilakis efkar-ı umumiyede muhabbet hasıl edüb, teehhül eylemektir. Cevab-ı müsbetiniz dil-dade olmuş kalb-i harabımın tamir-i temini ideceğini tahayyül ediyorum. Ol sebeble dest-i izdivacınıza talibim.

Kız cevap verir:

Bre densiz. Bu ne vekahattır. Çehre-i kabihinize bir sille-i Osmani nakşedersem, sekte-i kalb ile terk-i hayat idersiniz.

« Son Düzenleme: 25 Şubat 2010, 17:46:02 Gönderen: Tuğra »

Çevrimdışı tarihman

  • magnealkIZ
  • yazar
  • ****
  • İleti: 751
Ynt: Osmanlıca (Eski Türkçe) Kelime Hazinemizi Geliştirelim.
« Yanıtla #1 : 02 Aralık 2008, 16:33:06 »
Afitab-cemal: Günüş gibi yüzü olan
Ru'yet eylemek: Görmek
Dil-efgar: Aşık
An-samim-i kalb: Sami kalp ile
labis-i libas-ı hayat: Hayat elbisesesini giymek (Hayatta olmak)
Nisyan: Unutma
Efkar-ı Umumiye: Kamu oyu
Teehhül etmek: Evlenmek
Dil-dade: gönlünü kaptırmış
Dest-i izdivac: Evlenme

Çevrimdışı tarihman

  • magnealkIZ
  • yazar
  • ****
  • İleti: 751
Ynt: Matematik Terimlerinin Osmanlıcaları
« Yanıtla #2 : 07 Aralık 2008, 20:44:18 »
Bu’ud: Boyut
Kaide: Taban
Seviye: Düzey
Mukavves: Eğri
Satıh: Yüzey
Şâkulî: Düşey
Hat: Çizgi
Kutur: Çap
Ufki: Yatay
Amûd: Dikey
Faraziye: Varsayı
Nısf-I Kutur: Yarıçap
Va’zîyet: Konum
Mahrut :Koni
Kavis: Yay
Mustatîl: Dikdörtgen
Müsavi: Eşit
Muhit-İ Daire: Teğet
Muhammes: Beşgen
Müştak: Türev
Mecmû: Toplam
Mesâha-İ Sathiye: Alan
Zâviye: Açı
Nisbet: Oran
Tenasüb: Orantı
Re’sen Mütekabil Zâviyeler: Ters Açılar
Zâviyetân-I Mütevâfıkatân: Yöndeş Açılar
Kaim Zaviyeli Müselles: Dikey Üçgen
Şibh-İ Münharif: Yamuk
Müselles-İ Mütesâviyü’l-Adlâ’: Eşkenar Üçgen
Müselles-İ Mütesâviyü’ssâkeyn: İkizkenar Üçgen
Hattı Munassıf: Açıortay
Murabba: Kare
Muhit-i Daire: Çember

Çevrimdışı zeberced

  • aktif okur
  • **
  • İleti: 193
Ynt: Osmanlıca (Eski Türkçe) Kelime Hazinemizi Geliştirelim.
« Yanıtla #3 : 07 Aralık 2008, 20:52:30 »


Kız cevap verir:
Bre densiz. Bu ne vekahattır. Çehre-i kabihinize bir sille-i Osmani nakşedersem, sekte-i kalb ile terk-i hayat idersiniz.


Kizin cevabi cok komikmis  sükran

Çevrimdışı ankebut-57

  • aktif yazar
  • *****
  • İleti: 908
Ynt: Osmanlıca (Eski Türkçe) Kelime Hazinemizi Geliştirelim.
« Yanıtla #4 : 15 Aralık 2008, 12:01:41 »



BİR HOCANIN SORUŞU BAŞKA OLUR

Osmanlı zamanında, Diyarbakır köylerinden bir delikanlıyı ailesi okusun adam olsun niyetiyle İstanbul’a tahsile yollamış. Delikanlı, o zamanki adı Mekteb-i Kuzat olan Hukuk fakültesine girmiş ve oradan mezun olmuş. Köyüne dönecek, tek vasıta var; at veya eşşek. Bir eşek satın alıp yola koyulmuş. Günlerce yol aldıktan sonra bir gün iyice yorulunca bir ağacın gölgesine sığınmış. Birkaç saat uykudan sonra bakmış ki, hayvanı yok.

Derken karşıdan bir çoban çıkagelmiş. Çobandan hayvanı soracak ama şu kadar tahsilden, terbiyeden sonra “Hemşerim, eşeğimi şu ağaca bağlamıştım. Ben uyurken yularını çözüp kaçmış, onu gördün mü?” diye soramaz ya. Kendine yakışır bir dille başlamış derdini anlatmaya “Şu karşıda görünen enacir (incir) ağacının zil-i kebirine (büyük gölgeliğine) kayd-u bent eylediğim (bağladığım) dabbe (hayvan), nevmim galebe edip hâbe erdikte (uykuya dalınca) cezmü bağın çözüp hâl-i firarı irtikap eylemiştir (ipinden kurtulup kaçmıştır). Hangi bende azimet eylediğinin lütfen ihbarı (hangi tarafa gittiğini lütfen bildiriniz).

Zavallı çoban hiçbir şey anlamamış, Arapça dua zannetmiş ve; “Hudeşte râzı be beyim. Duavi pür bâşa. Serinim bine figi” (Beyim Allâh razı olsun. Duan çok iyidir. Başıma üfür) demiş.
Âlimleri irfan sahib eden, üç harf ile beş noktadır.(عشقْ)
Mü'minleri duhûlü cennet eyleyen, beş harf ile üç noktadır. (ايمان)

www.ayasofya.org

Çevrimdışı tarihman

  • magnealkIZ
  • yazar
  • ****
  • İleti: 751
Ynt: Osmanlıca (Eski Türkçe) Kelime Hazinemizi Geliştirelim.
« Yanıtla #5 : 15 Aralık 2008, 14:44:49 »



BİR HOCANIN SORUŞU BAŞKA OLUR

Osmanlı zamanında, Diyarbakır köylerinden bir delikanlıyı ailesi okusun adam olsun niyetiyle İstanbul’a tahsile yollamış. Delikanlı, o zamanki adı Mekteb-i Kuzat olan Hukuk fakültesine girmiş ve oradan mezun olmuş. Köyüne dönecek, tek vasıta var; at veya eşşek. Bir eşek satın alıp yola koyulmuş. Günlerce yol aldıktan sonra bir gün iyice yorulunca bir ağacın gölgesine sığınmış. Birkaç saat uykudan sonra bakmış ki, hayvanı yok.

Derken karşıdan bir çoban çıkagelmiş. Çobandan hayvanı soracak ama şu kadar tahsilden, terbiyeden sonra “Hemşerim, eşeğimi şu ağaca bağlamıştım. Ben uyurken yularını çözüp kaçmış, onu gördün mü?” diye soramaz ya. Kendine yakışır bir dille başlamış derdini anlatmaya “Şu karşıda görünen enacir (incir) ağacının zil-i kebirine (büyük gölgeliğine) kayd-u bent eylediğim (bağladığım) dabbe (hayvan), nevmim galebe edip hâbe erdikte (uykuya dalınca) cezmü bağın çözüp hâl-i firarı irtikap eylemiştir (ipinden kurtulup kaçmıştır). Hangi bende azimet eylediğinin lütfen ihbarı (hangi tarafa gittiğini lütfen bildiriniz).

Zavallı çoban hiçbir şey anlamamış, Arapça dua zannetmiş ve; “Hudeşte râzı be beyim. Duavi pür bâşa. Serinim bine figi” (Beyim Allâh razı olsun. Duan çok iyidir. Başıma üfür) demiş.

Bir başka versiyonu ben şu şekilde duymuştum.

"Şecere-i tıynin tahtında nevm ü gaflette iken, hımar-ı vahşi sırra kadem bastı ru'yetin var mı?"

Çevrimdışı tarihman

  • magnealkIZ
  • yazar
  • ****
  • İleti: 751
Ynt: Osmanlıca (Eski Türkçe) Kelime Hazinemizi Geliştirelim.
« Yanıtla #6 : 15 Aralık 2008, 14:49:02 »
NASILDA GÜRÜL GÜRÜL OKUYOR ...


Bir köylü çocuğu medrese tahsili yapmak üzere şehre gitmiş. Bir ara köyünü ziyarete gelince artık Türkçesini küçük görüp, hep Arapça kelimelerle ve tecvid ahengiyle konuşmaya başlamış. Şimdiki kolej öğrencilerinin yabancı dilden kelimeleri aksan ile telaffuz etmeleri gibi bir şey... Bir gün oturduğu odaya bir köpeğin girip kenarda duran hamuru yutmaya koyulduğunu görünce yerinden kalkmayı ilim azametine yediremeyerek anasına uzaktan birkaç kez seslenmiş:

– Ya ümmî! Vahid kelben dâhilen derûnen ekleyleyor hammuri!

Anası sanmış ki oğlu ders okuyor, kulak asmamış. Oğlan da köpeği kovalasın diye perde perde sesini yükseltip bağırmaya başladıkça kadıncağız içinden şöyle geçirmekteymiş:


– Rabbim kem gözden esirgesin; hele bakın gürül gürül nasıl da okuyor!

Çevrimdışı zeberced

  • aktif okur
  • **
  • İleti: 193
Ynt: Osmanlıca (Eski Türkçe) Kelime Hazinemizi Geliştirelim.
« Yanıtla #7 : 15 Aralık 2008, 22:57:34 »
Hepsi cok hostu tesekkürler

baya bir güldüm
 :hihi :hihi :hihi

Allahda sizi güdürsün

Çevrimdışı zeberced

  • aktif okur
  • **
  • İleti: 193
Ynt: Osmanlıca (Eski Türkçe) Kelime Hazinemizi Geliştirelim.
« Yanıtla #8 : 16 Aralık 2008, 01:56:13 »
osmanlica degil, ama eski medreselerde olan bir imtihan...


Talebeler imtihan olurlar.
talebenin biri  iceri girer ve imtihan hey´eti sorar

- Evladim ! Vel-asrideki VAV ne VAVidir ?

Talebe hic tereddüdsüz
-Atif vavidir,Efendim
Hey-etteki Hocaefendi notu verir
-ALIYYÜL-ALA

Talebenin hocasi dayanamaz sorar
-Aman Efendim Vel-asrideki vav atif vavi olurmu ?
Kasem vavidir. deyince

Hey´etteki Hocaefendi cevab verir
-Vaktiyle bu Talebenin babasinida imtihan etmistik, ayni soruyu onada sormustuk.
O cevab olarak
- Orada VAV varmi demisti.
Oglu hic olmazsa vavi inkar etmedi diye cevab verir.

 

Sür-cülisan olduysa mazur görüle

Çevrimdışı tarihman

  • magnealkIZ
  • yazar
  • ****
  • İleti: 751
Ynt: Osmanlıca (Eski Türkçe) Kelime Hazinemizi Geliştirelim.
« Yanıtla #9 : 16 Aralık 2008, 15:07:41 »
Tebrik-i Iyd-i Said-i Ezha

Heft-i sabıkda şeref-i idrakiyle mübahi olduğumuz ıyd-i mübarek-i ezhayı mevlay-ı mütaal hazretleri cümle müslimin ve müslimat hakkında ve bi’l-hassa müdavim-i sadakat.net’i müşahede-i emsal-i kesiresiyle vayedar-ı sürur-u na-ma’dud buyursun.

Çevrimdışı Emir-ül Bahr

  • aktif okur
  • **
  • İleti: 231
Ynt: Osmanlıca (Eski Türkçe) Kelime Hazinemizi Geliştirelim.
« Yanıtla #10 : 16 Aralık 2008, 18:29:25 »
Kız cevap verir:
Bre densiz. Bu ne vekahattır. Çehre-i kabihinize bir sille-i Osmani nakşedersem, sekte-i kalb ile terk-i hayat idersiniz.

=)))

çok güzel düşünülmüş bir konu bende uygun olursa bazı terimlerin anlamlarını paylaşayım yanlarına Türkçe anlamlarını yazmaya çalıştım.

Aşk-ı Kimyevi

Osmanlıcaya Farsçadan Girmiştir


Meyil ve alâka. Kimyevî unsurlar arasında birbirlerine karşı olan cazibe ve birleşme meyelanları (gönül verme arzuları)  ki; birer İlâhi emir ve kanunlardır.

Sani-i Hakîm (Hikmet sahibi olan yaratıcı. Allah (C.C.) , havada iki unsur halk etmiştir (yaratmıştır). Biri azot, biri müvellid-ül humuza (oksijen). Müvellid-ül humuza ise: Nefes içinde kana temas ettiği vakit, kanı telvis eden (kirleten) karbon unsur-u kesifini (yoğun elementini) kehribar (elektrik) gibi kendine çeker. İkisi imtizaç eder (Uyuşur, karışır, iyi geçinir). Buharî hâmız-ı (buhar halindeki asit’i) karbon denilen ( semli havâi ) (zehirli ve nefsanî) bir maddeye inkılâb ettirir (dönüştürür, alt üst eder)
Hem hararet-i gariziyeyi tem’in eder ( vücudun normal hararetini sağlar) , hem kanı tasfiye eder (yani saflaştırır, temizler). Çünkü: Sani-i Hakîm ( hikmet sahibi olan yaratıcı. Allah (C.C.), fenn-i kimyada (kimya iliminde) , aşk-ı kimyevî tabir edilen bir münasebet-i şedideyi (çok sıkı ilişkiyi), müvellid-ül humuza (oksijen) ile karbona vermiş ki: O iki unsur, birbirine yakın olduğu vakit, o kanun-u İlâhî (Allah’ın koyduğu kanunlar) ile, o iki unsur imtizaç ederler (birleşirler, karışırlar). Fennen (Bilimsel olarak) sabittir ki: İmtizacdan hararet hâsıl olur(Birleşmeden sıcaklık meydana gelir). Çünkü imtizaç, bir nevi ihtiraktır.( çünkü birleşme, bir nevi yanmaktır) Şu sırrın hikmeti şudur ki: O iki unsurun, her birisinin zerrelerinin ayrı ayrı hareketleri var. İmtizaç vaktinde her iki zerre, yani onun zerresi, bunun zerresiyle imtizaç eder, bir tek hareketle hareket eder. Bir hareket muallâk kalır.(asılı kalır, boşta kalır) Çünkü: İmtizacdan evvel iki hareket idi. Şimdi iki zerre, bir oldu. Her iki zerre, bir zerre hükmünde bir hareket aldı. Diğer hareket, Sani-i Hakîm'in (Allah’ın (c.c.) bir kanunu ile hararete inkılâb eder (sıcaklığa dönüşür). Zaten "Hareket, harareti tevlid eder" (hareket, sıcaklığı doğurur) bu bir kanun-u mukarreredir (yerleşmiş kanundur). İşte bu sırra binaen (dayanarak) beden-i insanî’deki (insan vücudunda ki) hararet-i gariziye (doğal ısı, vücut ısısı) , bu imtizaç-ı kimyeviyle (kimyasal birleşimle) temin edildiği gibi, kandaki karbon alındığı için kan dahi sâfi olur (temizlenir, saf olur). İşte nefes dâhile girdiği vakit (nefes içeriye girdiği vakit), vücudun hem âb-ı hayatını temizliyor (kanı, ebedi hayata sebep olan hayat suyu temizleniyor). Hem nâr-ı hayatı iş'al ediyor. (hayat ateşini tutuşturuyor) Çıktığı vakit, ağızda, mu'cizât-ı kudret-i İlâhiye (Allah’ın kudret mucizeleri) olan kelime meyvelerini veriyor .

« Son Düzenleme: 16 Aralık 2008, 18:33:18 Gönderen: Emir-ül Bahr »
Gönlünün idrakını duyacaksın
Gönlünü şiirlere, sazlara söyleteceksin
Bütün bunlara söyletemeyecek sırların varsa
Susacaksın...

Hz. Mevlana

Çevrimdışı zeberced

  • aktif okur
  • **
  • İleti: 193
Ynt: Osmanlıca (Eski Türkçe) Kelime Hazinemizi Geliştirelim.
« Yanıtla #11 : 16 Aralık 2008, 20:37:52 »
Tebrik-i Iyd-i Said-i Ezha

Heft-i sabıkda şeref-i idrakiyle mübahi olduğumuz ıyd-i mübarek-i ezhayı mevlay-ı mütaal hazretleri cümle müslimin ve müslimat hakkında ve bi’l-hassa müdavim-i sadakat.net’i müşahede-i emsal-i kesiresiyle vayedar-ı sürur-u na-ma’dud buyursun.


Bu sadakat nete özel bayram tebrigi

güzeldi

Çevrimdışı Emir-ül Bahr

  • aktif okur
  • **
  • İleti: 231
Ynt: Osmanlıca (Eski Türkçe) Kelime Hazinemizi Geliştirelim.
« Yanıtla #12 : 16 Aralık 2008, 21:33:33 »
Akl-ı Küllî

Tasavvuf düşüncesinde, kendisini yaratanı kavramayı başarmış olan akıldır. Sufizm'de akıl üçe ayrılır: Akl-ı Maaş, sadece yeme-içme aklıdır. Nefsin hüküm sürdüğü hayvani akıl olarak da nitelenebilir. Akl-ı Maad, korku duyan ve duyduğu korkunun neticesinde dinin emir ve yasaklarına boyun eğmiş akıldır. İlkine yeğlense de bu akıl da insanı kemale erdirmez. Akl-ı Küllî, kamil akıldır. Kendi yaradılış gayesini kavramış ve buna uygun hareket eden, Allah'ın yeryüzündeki halifesi olan kamil insanın aklıdır.
Gönlünün idrakını duyacaksın
Gönlünü şiirlere, sazlara söyleteceksin
Bütün bunlara söyletemeyecek sırların varsa
Susacaksın...

Hz. Mevlana

Çevrimdışı Günbatımı

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 2490
  • Görelim Mevlâ'm neyler, neylerse güzel eyler...
Ynt: Osmanlıca (Eski Türkçe) Kelime Hazinemizi Geliştirelim.
« Yanıtla #13 : 02 Ocak 2009, 10:13:54 »
Hepsi çok güzel arkadaşlar... Ama Osmanlıca bilmediğim için, ardarda gelen bazı cümleleri okuyunca "Hı???" şeklinde bir hal alıyor yüzüm... :hihi   Mesela Tarihman'ın yazdığı bayram tebriğini çözememiştim. Arada yeni Türkçe kelimeler olunca yine biraz anlaşılıyor ama, hepsi eski olunca... :)

***********************************

Hallk Dili

Zamanın birinde bir medrese varmış. Bu medresede avâm (halk) lisânı ile konuşmak yasakmış, konuşanlara ceza verirlermiş.

Bir gün talebeler, hocaları ile birlikte bir mesîre yerine teferrüce (pikniğe) gitmişler. Hoca talebelerden birisinin 'su içtim' dediğini işitmiş. Talebeye kızgın bir şekilde:

- Size kaç defâ lisân-ı avâm ile ifâde-i merâm eylemeyeceksünüz dedüm. İmdi şöyle demelüydün; 'Bir kadeh-i lebrîz-i hoş-güvârı nûş ile, teskîn-i âteş-i dil-figâr ve iktisâb-ı ferâh-ı bî-şümâr eyledim.'

Talebeyi bir güzel fırçalayan hoca bir daha böyle konuşması durumunda cezasının falaka olacağını da ifade etmiş.

Bir müddet sonra hoca, geçmiş mangalın başına. Bu esnada bir kıvılcım sıçramış hocanın kavuğuna. Biraz önce haşlanan talebe görmüş vaziyeti. Koşmuş hocanın yanına telaş içinde, söyleyememiş 'kavuk yanıyor!' diye, başlamış söze havas lisânı ile:

- Ey hâce-i bî-misâl ve ey üstâd-ı zî-kemâl bu şâkird-i pür-kelâl size şu vech ile arz-ı hâl eyler ki; bir şerâre-i cevvâl, bî hikmet'il-müteâl, nâr-ı mangaldan pür-tâb ile ser-i âlînizdeki kavuğu iş'âl eylemiştir!.. demiş. Lâkin deyinceye kadar da kavuk yanmıştır.
« Son Düzenleme: 02 Ocak 2009, 11:35:19 Gönderen: Nefer »
Dua'sız üşürmüş yürekler!
Sana bir dua eden olsun, senin de bir dua ettiğin...
Bilmezsin hangi kırık gönlün duasıdır karanlıklarını aydınlatan,
Sana ummadık kapılar açan.
Bilmezsin kimin için ettiğin duadır, seni böyle ayakta tutan...


Hz. Mevlana 

Çevrimdışı zeberced

  • aktif okur
  • **
  • İleti: 193
Ynt: Osmanlıca (Eski Türkçe) Kelime Hazinemizi Geliştirelim.
« Yanıtla #14 : 02 Ocak 2009, 15:50:30 »
Günbatimi cok hostu  &) &)
uzun vakit güldükten sonra , simdi yazabiliyorum

Tesekkürler

Halk dili oldu ama kusura bakmayin  :hihi