Gönderen Konu: Osmanlıda Kapı Dili  (Okunma sayısı 6047 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı allaame

  • Yeni üye
  • *
  • İleti: 18
  • Ahde Vefa
Osmanlıda Kapı Dili
« : 02 Nisan 2008, 19:58:15 »

Osmanlı medeniyeti; altı asrı üç kıtada kucaklayan, akl-ı selim, kalb-i selim, zevk-i selim sacayağı üzerine oturmuş bir denge, giyim, kuşam, yeme, içme, aile, mahalle ve şehir hayatıyla, insana saygı medeniyetidir.

Osmanlı'nın aile, mahalle ve şehir hayatı, hoş bir nostaljinin ötesinde, insana insan olmanın zevkini ve keyfini doyasıya yaşatan bir güzellikler hazinesidir. Osmanlı medeniyeti kelimeler üzerine bina edilmemiş, güzellikler, hayatın bütün safhalarına işlenmiş ve yaşanmıştır.

Evlerin kapı tokmakları, penceredeki çiçeklerin gösterdiği mânâdan geri değildi. Kapı tokmakları çift halkadan müteşekkildi. Bunlardan, aslan başı motifli ve büyük olanı kalın, çiçek motifli ve küçük olanı da ince ses çıkartırdı.

Eğer eve bir erkek misafir gelmiş ise, kalın sesli tokmağı tıklatır, içerdeki ev sahibi gelenin beyefendi olduğunu anlar, kapıyı evin beyi açar, bey yoksa mahremiyete uygun olarak kapı açılırdı. İnce sesli tokmağın sesi duyulmuş ise, gelenin bir hanım olduğu anlaşılır, kapıyı evin hanımı açardı ....

alıntı

« Son Düzenleme: 06 Mart 2010, 11:15:34 Gönderen: Tuğra »
Bahar gülde
Sevgi dilde
Aşk gönülde
Vefa dostta güzelmiş

Çevrimdışı Fatihan

  • Administrator
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 6994
  • Milimi milimine Ehli sünnet...
Ynt: Osmanlıda Kapı Dili
« Yanıtla #1 : 19 Mayıs 2009, 02:04:40 »
Osmanlı zerafeti ve inceliği...

Çevrimdışı gülçiçek

  • araştırmacı
  • ***
  • İleti: 391
Ynt: Osmanlıda Kapı Dili
« Yanıtla #2 : 06 Mart 2010, 11:04:57 »
mum  olmak kolay değildir, ışık saçmak için evvela yanmak gerek.

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Ynt: Osmanlıda Kapı Dili
« Yanıtla #3 : 21 Kasım 2010, 00:34:08 »
〰〰〰〰🐠

mazhar

  • Ziyaretçi
Kıblesiz evlerde “kıble yürekli insan” yetişmez
 

Osmanlı insanlarının çoğunun “kıble yürekli” olmasının hikmeti, belki de evlerini kıbleye dönük inşa etmeleriydi.
Her Osmanlı evinin cephesi mutlaka kıbleye dönük olurdu. Yabancı konuklar namaz öncesi kıble arama, sorma zah­me­tine katlanmadan evin geniş cephesine döner, “Durdum kıbleye, Allahü Ekber!” diye tekbir alırlardı.
Cephesi kıbleye dönük evlerde yaşayanların yürek pusulaları da kıbleyi gösterirdi. (Cephemiz karışınca kıblemiz tümden karışmasa bile kafalarımız iyice karıştı; kimliksizleştik)
Şimdiki evlerde her şey var, sadece Kıble yok!
Evde yaşayacak olanların her türlü ihtiyacı dikkate alınıyor, sadece kıble ihtiyacı göz ardı ediliyor.
Yani evler kıblesiz! Kıblesiz evlerde “Kıble yürekli insan” yetişmez.

Osmanlı evlerinin inşasında önce kıble tespiti yapılır, evler buna göre konumlanırdı. Giriş kapıları bile Osmanlı’nın başkalarını düşünen ve tanısın tanımasın, dara düşen herkese yardım ulaştırmayı amaçlayan “infak” (paylaşma, bölüşme) ahlâkının bir yansımasıydı.
“Yardım” aşkıyla giriş kapısının üstünü geniş bir çatı ile ka­patırlardı.
Bu çatı gerçekten de tamamen “yardım aşkıyla” yapılırdı. Çünkü bu çatı, ev sahiplerinden çok, yağmurdan ve güneşten korunmak isteyen yorgun insanlara hizmet verir, altına sığınıp dolu dizgin yağmurdan ya da yakıcı güneşten korunurlar, sonra da ev sahiplerine dualar ederek giderlerdi.
Bazen ev sahipleri, kendi saçaklarına sığınanları “Tanrı mi­safiri” sayar, içeri buyur eder, karnını da doyurduktan son­ra yoluna uğurlarlardı.
Tek cümle ile Osmanlı’da hayat “muavenet”, yani yardım­laşma idi.
Yaralı göçmen kuşlara evlerinin saçak altında “kuş evi” yap­mayı akıl eden yardım ahlâkı, elbette hayatın özü ve özeti olan insana karşı böylesine mehabetli, aşk yüklü, sevda dolu bir yaklaşım sergileyecekti.
Osmanlı kültüründe, insan hayatın merkeziydi ve Bediüz­za­man’ın deyişiyle, “her şey ona musahhar”dı.
Osmanlı kapılarının tokmakları bile başlı başına bir kültürdü ve Osmanlı insanının sosyal hayata bakışının bir simgesiydi.
Osmanlı insanı hayata “helâl” ve “haram” perspektifinden bakardı. Kapı tokmakları da bu hassasiyeti yansıtırdı.
Tokmaklar iç içe iki demir halkadan oluşurdu. Dış halka daha tok ses çıkardığından erkekler için, ondan daha ince ses çıkaran iç halka ise kadınlar içindi. Eve gelen erkek misafir dış halkayı, kadın misafir ise iç halkayı kullanarak ev sahiplerine cinsiyetleri konusunda bilgi verirlerdi.
Ev sahibi de tokmakların sesine göre kendisini ayarlar, gelen erkekse ona göre giyinip kapıya çıkardı.
Dış kapı bir avluya açılırdı. Avlular çocuklarla kadınların “özgürlük alanı”nı oluştururdu. Çocuklar, avlularda hoplayıp zıp­layarak enerji tüketirken; kadınlar güller, çiçekler ve mey­ve ağaçları arasında dolma doldurur, sarma sarar, sohbet e­der, onlar da kendi açılarından hayatın stresinden arınırlar­dı.

Önce avluya girilirdi. Bazı avluların bir kenarında pekmez yapılan şırahane, kilim veya bez dokuma atölyeleri yer alırdı.
Başka bir köşede ocak, çamaşır taşı, dibek taşı, fırın, çeşme veya kuyu vardı.
Avlu yeteri kadar genişse bir kıyısında sebze de yetiştirilir­di.
1835’te İstanbul’a gelen Miss Julia Pardoe, Osmanlı evleri­­nin avluları için, “Keşke Shakspeare, Romeo ve Juliet’in bah­­çe sahnesini yazmadan önce buraları görmüş olsaydı” de­miş­ti.
Ayrıca evler başkalarının avlularını göremeyecek şekilde konumlandırılırdı.
21 Ekim 2013 Pazartesi 08:06Yavuz Bahadıroğlu. Habervaktim.com