Gönderen Konu: Yazı Masasından Ramazan Sofrasına: İki Muharririn İftar Hazırlığı  (Okunma sayısı 2795 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."

Yazı Masasından Ramazan Sofrasına: İki Muharririn İftar Hazırlığı



Ahmet Mithat Efendi, 1878’de çıkardığı ve yayın hayatını 1921’e kadar sürdürmüş, Tercüman-ı Hakikat gazetesi ile Osmanlı basın tarihine damga vurmuş muharrirlerdendi. 1880 yılında Beykoz’a yerleşti. Ancak Bab-ı Ali’ye buradan gidip gelmeye devam etti. Kızı Mediha Hanım, akşamüstleri at sırtında Beykoz’a inerek babası Ahmed Midhat’ı, matbaa dönüşünde Hünkâr İskelesi’nde karşılardı. Baba arabada ve kızı süvari onun yanında böylece çiftliğe dönülürdü. Ahmet Mithat, 1884’te büyük kızı Mediha’yı, Türk Edebiyatı’nın usta kalemlerinden Muallim Naci ile evlendirdi.

İyi yemeyi, iyi yaşamayı ve yüzlerce insana birden ikram etmeyi, esasen pek seven Ahmed Midhat, kendisine Muallim Naci gibi bir damat, böyle emsalsiz bir can yoldaşı bulunca çiftliğindeki hayat bir efsane şekline girmişti. Türk Edebiyatı’nın bu iki usta kaleminin iftar sofraları, eserlerindeki üslup kadar rekaket ve letafet taşırdı. Muallim Naci’nin 1850’de doğup 35 yaşlarında evlendiği 1893’te vefat ettiği düşünülürse bu iftar sofraları 1885-93 yılları arasına İkinci Abdülhamid Han devrine tekabül eder. Hikmet Feridun Es, bu iki edebiyatçının ramazan heyecanını Akşam gazetesinde 1945 yılında tasvir eder ki, gayet etraflı bir tahkiyedir.

İki yüz kişilik iftar sofrası hazırlanırdı

Bab-ı Ali’den gazeteden çıkıp, Beykoz’a dönen kayınpeder ve damat, iki muharrir iftar hazırlığına koyulurlar. Bir ramazan günü çiftlik, bir kışla mutfağını andıran yemek pişirme yerine dönmüştür.

“O akşam çiftlikte iki yüz kişiye iftar yemeği verilecektir. Bütün Beykoz, bütün Akbaba, bütün Dereseki halkı -her isteyen- bu iftara dâvetlidir.

Ahmed Midhat Efendi’nin bu dâveti yapmak, misafir çağırmak için sade ve gayetle demokrat bir usulü vardır: Etraftaki ve köylerdeki bütün kahvelere, iftar gününü bildirmek, bilâistisna herkesi dâvet etmek… Kahveye çıkmayanların da evlerine haber göndermek…

Ayrıca köylere, Akbaba’ya, Dereseki’ye adamlar çıkarılır, meşhur tâbiri ile “eli oklava tutan kadınlar”

Efendi’nin çiftliğine seferber edilirdi. Zira o günü akılları durduracak miktarda yufkalar açılır, lokmalar dökülür ve bilhassa sigara böreği yapılırdı.

Yapılacak hamur işi, sarılacak elif börekleri o kadar çok olurdu ki “eli oklava tutan bilumum köylü kadınları” çiftliğin mutfağında çalıştıkları hâlde her şeyi çok evvelden yetiştirmek, hazırlamak maksadıyla aile halkından hiç ümit edilmeyen kimseler de yardıma koşarlardı. İşte o zamanlar hamur tahtalarının birinin başında memleketin iki büyük başını görüyoruz. Ahmed Midhat Efendi bir tarafta, Muallim Naci bir tarafta önlerine konulan yufkaları yuvarlayıp yuvarlayıp, hem de büyük bir maharetle elif böreği sarıyorlar.”

Edebi neşe ile börekler sarılırdı

Bilhassa Muallim Naci, son derece büyük bir dikkatle, intizamla, maydanozları ve peynirleri
yufkanın içine pek tertipli bir tarzda yerleştirerek börekleri hazırlamaktadır. İki büyük şöhret, o her zaman kütleler üzerinde büyük akisler yapan yazılarını yazdıkları parmaklarıyla sigara böreği hazırlıyorlar. Ve belki de şu anda iki fikir ve sanat adamının sardıkları bu börekler akşama Beykozlu bir köylünün midesine nasip olacaktır. Muallim Naci’nin kızı, Fatma Nigâr büyük bir nezaketle bu sahneyi şöyle anlatıyor:

Börek olacak yufkalar o kadar çoktu ki ekseriya “Efendiler” de börek sarmaya inerlerdi. Karşılıklı sararlardı. Ve bu işe ellerinin pek ziyade yakıştığını da annemden işitirdim!

Muallim Naci, bir yandan börek sararken bir taraftan da güzel fıkralar anlatır, o edebî neşesiyle “kik kik” ve tatlı tatlı gülermiş!

Kazan kazan lokma dökülürdü

Bu kabil ziyafetlerde Beykoz’daki çiftlikte lokmaya da son derece ehemmiyet verildiğini görüyoruz. Efendi’nin çiftliğinde lokma dökülüşü hakikaten görülecek bir şeydi. Limon iskelesinden, Hasır iskelesinden hiç kullanılmamış, tamamıyla yeni hasırlar alınırdı. Bunlar sabunlarla, köpürtüle köpürtüle liflerle yıkanırdı. O derecedeki hasırlar meşhur tâbiri ile kehribar sarısı bir renge girerdi. Bundan sonra yıkanmış hasırlar yer yer yayılırdı. Dökülen lokmalar bu hasırların üstüne küçük küçük tepeler şeklinde yığılırdı. Böyle hareket edilmesinin sebebi de dökülecek lokmaların pek fazla çokluğu idi. Hasırlardan alınan kuru lokmalar, kazanların içinde kaynayan şerbetlere atılırdı.

Bu esnada sofra tertibatı da dışarıda büyük bir hararetle devam ederdi. Avlu boyunca kalaslar konulur, mektep sıraları gibi sofralar dizilirdi.

Yukarı kat bahçede set set sıralar… Bunlara örtü makamında, toplarla patiska, bütün olarak, hiç kesilmeden yalnız yanları bastırılarak sofralara yayılırdı. Her ziyafet için ayrıca alınan “bir Yahudi dükkânına sermaye olacak kadar” çok tabak, çanak göze çarpardı.

Renk renk şerbet ve seccadeler

Yukarıdan, çiftlik binasının penceresinden baktığımız zaman, misafirlerin önlerinde, ikişer bardak içinde, ikişer türlü ve ikişer renkte şerbetler görünürdü. Bu dâvetlilerin önündeki bu iki şerbetten biri beyaz, öteki kıpkırmızı olurdu.

Bu âlemleri gözüyle gören Ahmed Midhat Efendi’nin küçük yeğeni ve vaktiyle birçok sağlık teşkilâtının başında bulunmuş olan kıymetli Doktor Mustafa Talat’ın refikası Behice Hanım şunları anlatıyor:

—Bu şerbetlerden beyazı o zamanlar hümmas şekeri denilen bir maddeden yapılırdı. Pek lezzetli ve güzel manzaralı olurdu. Bunun limonlusu ve portakallısı bulunurdu. Misafirlerin önündeki kırmızı şerbet ise ekseriya vişneden, bazen de gülden yapılırdı. Ve yüksek bir pencereden baktığınız zaman bu üç yüz dâvetlinin önündeki biri kırmızı, biri beyaz renkteki şerbet bardakları gayet nefis bir manzara teşkil ederdi. Sofralar santim santim ölçülür, kimsenin sıkışmasına, rahatsız olmasına meydan verilmezdi.

Yemekten sonra duvarları örtülerle ve yerleri tamamıyla nâdide, temiz seccadelerle kaplanmış, bir kenarına bir kürsü konularak cami hâline getirilmiş olan büyük salona çıkılır, cemaatle namaz kılınırdı.

Kaynaklar:

1- Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, Nihat Sami Banarlı, M.E.B, İstanbul , 1971;
2- Tanımadığımız Meşhurlar, Hikmet Feridun Es ; Hazırlayan: Selçuk Karakılıç, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2009;
3-19’uncu Asır Türk Edebiyatı Tarihi, Ahmet Hamdi Tanpınar,Çağlayan Kitabevi, İstanbul,1976


Yavuz Selim UYSAL | 01 Haziran 2015 | http://insanvehayat.com/yazi-masasindan-ramazan-sofrasina-iki-muharririn-iftar-hazirligi/