Gönderen Konu: Öykünenler  (Okunma sayısı 2810 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Öykünenler
« : 14 Kasım 2014, 17:39:50 »

Öykünenler



Göksu Nehri’nin gürül gürül su taşıdığı Silifke ovasında buğday hasadı çok bereketli geçermiş. Tabi o zamanlar her yerde beton binalar ve boydan boya uzanan seralar yokmuş. Yaz sıcağında alınteriyle toplanan başaklardan arta kalan yiyecekler hayvanlara, hususiyetle de biz kınalı kekliklere nimet oluyormuş. Kekliğin ovada gezdiği yıllardan kalma ata mirası ‘Karganın öykünme hikayesi’ kulaktan kulağa bu yıllarda anlatılıp ben kınalı kekliğin de diline düşmüştü.

İşte bu zamanlarda yeni yetme bir alaca karga varmış. Kekliklerin yanına gelir akşama kadar onlara hayran hayran bakarmış. Hadise kınalı kekliklerin en fazla meşhur olduğu yer Silifke’de cereyan etmiş. Diğer kekliklerden farklı olarak, kınalı ayaklar ve gagaları ile külrenginde tüyler, beyaz bir gerdan, gerdanı çevreleyen dar bir kolye, kanat yanlarındaki siyah, beyaz, kahverengi şeritler, zarif bir endamla güneşin altında buğday sarısı gibi parlarmış. Bu kadar güzel olmanın zorluğu da var elbet. Her neyse alaca karga sonraki yıl da gelmiş kekliklerin yanına, ama bu defa tekmiş. Evden kaçarken kendini keklik rengine boyasa da yağmurlar rengini dökmüş. Artık ben özgürüm, diyerek yeni hayatlar keşfetmek üzere keklik gibi yürümeye, şakırdamaya kendisini şartlandırmış.

Her ne kadar alim, ulema, arif ve zarif kargalar “Yapma, etme, onlar keklik, bizden farklılar, biz onlar gibi olamayız onlar da bizim gibi olamaz. Fıtrata aykırı.” deseler de. O da “ Onların ne güzel görüntüsü var, kınalı ayaklarıyla çok güzel yürüyorlar, ötüşü de bizim gibi ‘gak, gak’ diye değil. Öttüler mi biz bile işi gücü bırakıp dinlemiyor muyuz. Sonra da bu ötüşü insanlar ‘Ne güzel takıladı’ diye taltif etmiyorlar mı? Biz gak deyince uğursuzluk gibi bir hurafeye bile muhatap oluyoruz.”

Kısacası yeni yetme alaca karga, kekliklere külliyen öykünmeye karar vermiş. Öykünmenin, taklit etmek, taklit etmeye çalışmak, imtisal etmek, özenmek gibi manalara geldiğini de bilmiyormuş. Gençlik işte. Alaca karga yaz mevsimi boyunca keklik gibi yürümeye onlar gibi ötmeye çalışmış, ancak ne yürüyebilmiş ne de ötebilmiş. Aksine daha evvel nasıl yürüdüğünü ve öttüğünü de hatırlayamaz olmuş. Yerinde kalakalmış.

Bizim kafilenin tecrübe görmüş anaç kekliği meseleyi baştan beri takip ediyormuş. Almış alaca kargayı karşısına o güzel tok şakırdamasıyla nasihat etmiş. “Bak biz kınalı keklikler, sesiyle endamıyla yürüyüşü ile Hazreti Allah’ın bizleri ne güzel yarattığının farkındayız. Sen bilmiyorsun ki yeni bir icat yapmışlar. ‘Delikli demir icat edildi, mertlik bozuldu’ diyorlar o icat için. Duyduk ki Torosların yamaçlarında yaşayan aynı familyadan kaya kekliklerini bir bir vuruyorlarmış bununla, adı da silah imiş.

Bilmez misin avcılar arasında av kuşu, av etlerinin en makbulu sayılıyoruz. Hem evden de kaçmışsın. Madem bize öykünüyorsun, bizim kınalı yavrularımız büyüyünce anne-babalarını terk etmezler. Hem siz kargalar iki yüz yıl anne ve babalarınızla yaşayabiliyorsunuz. Biz bazen kalleş bir kurşunla ya da güme denen pusularda genç yaşta av oluyoruz. Şunu da bil ki Kabil kardeşi Habil’i öldürdüğünde onu toprağa gömmeyi kargaya bakarak akıl etmemiş miydi?”

Velhasılı kelam, anne-baba kargaya haber salınmış. Onlar da gelmiş, alaca kargaya bir iki
provadan sonra karga gibi yürümeyi öğretmişler. Tabi keklik gibi şakırdamaya çalıştığı için kendi arkadaşlarının ne dediğini de anlamaz olmuş, işaret dili ile anlaşmaya çalışıyorlarmış.

Bu kadar hikâye anlattım ‘Ders bunun neresinde?’ der gibisiniz. Kınalı ayaklarımı serin toprağa koyup, o güzel tok şakırdamam ile sizin kulağınızın pasını sileyim:

Böyle ‘hikaye’ anlatıyorsunuz ya, ona bazısı mesela Nurullah Ataç ‘öykü’ diyormuş. Hikaye’nin Türkçe ve bize ait olmadığını dilden atılması lazım geldiğini gaflet-i lisandan olsa gerek öyle söyleyivermiş. Peyami Safa öykü, soyu sopu belirsiz kelime diyerek mesele iyice girift bir hal almış. Faruk Timurtaş ise hikaye kelimesini herkes bilirken tekrar bir kelime aramanın türetmenin dil sapıklığı olduğunu söyleyerek mevzuya noktayı koymuş.

Meseleyi karga hikayesinden tahlil ederseniz, karganın yaptığı şey öykü olmaz. Taklitçilik, öykünme ile ifade edilir ki, eskiden insanlar “Birini öykünmeyin, ayıptır.” diye başkası üzerinden mizah yapan şaklabanları ikaz ederlermiş.

Kargayı böyle, fıtratına tezat olan öykünmesini fazla ayıplamayın. Öykünmenin iyi tarafları da var. Mesela fıkıhta mukallit, mezhep imamlarından birini taklit etmek kurtuluşa vesile imiş, yoksa mezhepsizlik cereyanında çarpılırmış insan. Ancak son zamanlarda kendini müctehit addedip ictihat kapısını kırmaya çalışanlar görülüyormuş, ahir zamanda herkes mukallitmiş.

Mukallitliği kabul etmeyenler, batıya meyilli sevdalılar, her şey de Frenk mukallitliğine öykünüvermişler. Özünden uzaklaşma manasındaki öykünme, karga misali dereke dereke taklitçiliğe, benzemeye, başkalaşmaya ya da hiçliğe götürürmüş. işte bu karganın öykünme hikâyesi, bütün öykünenlere emsal olsun.


Ümit YÜKSEL | 03 Kasım 2014 | http://insanvehayat.com/oykunenler/