Gönderen Konu: özürlü bir çocuğa kim sahip olmak ister ?  (Okunma sayısı 4282 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı seval_1985

  • aktif okur
  • **
  • İleti: 169
özürlü bir çocuğa kim sahip olmak ister ?
« : 08 Haziran 2006, 16:21:43 »

Bir aile için özürlü bir bireye sahip olmak, yaşamlarının en zorlu deneyimi olsa gerek. Özürlü bir çocuğa sahip olduğunda anne babalar ilk olarak hayal kırıklığı yaşarlar. Nedenler ve niçinler birbirini izler. Olmaması gereken bir şey olmuştur. Çocuklarına ne olduğunu bilemediklerinden büyük endişe içindedirler. Özellikle anne, ne yapacağını bilememenin vermiş olduğu tedirginlikle geçirir ilk aylarını. Daha sonra ise kendilerini, eş ve yakınlarını ya da sağlık ekibini suçlarlar. Çocuklarına tam teşhis konulduğunda da kaybolmaz bu duygu. Çocukların durumunun ne olduğunu kabul etme, birkaç ay veya yılları alabilir.
Birçok aile ise çocuklarının özürlü olmasını kabul etmezler. Bununla birlikte gelen çocuğu reddetme, ondan utanç duyma, nefret etme, aşağılama ve bir birey olarak yok sayma eğilimleri kendini göstermektedir. Zaten özürlü olan çocuk ise, bu gibi durumlar karşısında iyice kendine yönelmekte, içe kapanık bir ruh hâliyle yaşamını sürdürmeye başlamaktadır. Böyle bir yaşam sürecindeki çocuk, gelişim seyrindeki basamakları düzenli bir şekilde tamamlayamadığından yaşıtlarına göre geri kalacak ve bu düzensizlikler birbirini takip edecektir:
Beslenmesinden, tuvaletine;
Konuşmasından, iletişimine;
Temizliğinden, giyimine;
Okuma–yazma gibi temel bilişsel becerilerinden, her türlü öz bakım becerilerine ve toplumsal alandaki diğer tüm becerilerine kadar problemler kendini gösterecektir.
Genelde aileler, çocuklarının özrünün kısa zamanda değişme ve gelişme göstermesini istemekte, bundan sonuç alamayıp bu tedavinin çok uzun zaman ve sabır gerektirdiği gerçeği ile karşılaşınca da hayal kırıklığına uğramaları sonucu bu, çocuklarının tedavi ve rehabilitasyonunda olumsuz etki yapmaktadır. Bu nedenle de birçok özürlü çocuk ailesi, çocuklarını Rehabilitasyon Merkezlerine getirmek istememektedirler.

ÖZÜRLÜ ÇOCUKLAR HAKKINDA

GEREKLİ BİLGİNİZ VAR MI?
Özürlü çocuğa sahip olan ailelerin, önemli kısmı, çocuğunun özrü hakkında yeterli bilgiye sahip değildir. Bunun yanı sıra maalesef çocuklarının eğitimleriyle de ilgilenmemektedirler. Onu iyileştirmek için en azından olduğundan daha iyi bir konuma getirmek için çaba sarf etmemektedirler. Rehabilite olmalarına fırsat tanımamaktadırlar. Rahatsızlığının nedenlerini ve nasıl iyileşebileceğini bilmemektedirler. Bilmedikleri gibi profesyonel ve uzman kişi ve kurumlardan da destek almamaktadırlar.
Özürlü bir çocuğa sahip olmayı bir türlü kabullenemeyen ve kendine yediremeyen aileleri de buna eklediğimizde bunun faturasını o çocuklar ödemektedir. Öz bakım becerileri gibi temel becerilerden bile yoksun olarak büyüyen bu çocuklar eğitilmedikleri için sadece ailesine ve yakın çevresine değil topluma da uyum sağlayamamaktadırlar.

ÖZÜRLÜ ÇOCUKLARIN EĞİTİMİ
Özürlü çocukların eğitiminde ilk sırayı onun temel gereksinimlerini karşılayabilecek bir yeterliliğe sahip olması alır. Özürlü çocuklar, beslenme, tuvalet, konuşma, temizlik, giyim, iletişim ve benlik algısı gibi ilk sırada gelen eğitimlere ihtiyaç duymaktadır.
Özürlü çocuklar, günlük yaşama, kent yaşamına ve toplum yaşamına sınırlı ölçüde katılabilmektedirler. Eğitimden sağlığa, iş ve meslekî rehabilitasyondan kültür ve sanata, spor ve kent standardının iyileştirilmesine, ulaşımdan psikolojik desteğe, bireysel ve aile danışmanlığı hizmetlerinden, gerektiğinde sürekli bakımına kadar çok ciddi ve çözüm bekleyen sorunları bulunmaktadır özürlü çocukların.
Özürlü bireye günlük yaşam sürecinde gerekli olan iletişim ve bağımsız yaşam becerilerinin kazandırılması özürlü eğitiminin temel amacıdır. Bağımsız yaşam becerileri, öz bakım becerilerinden basit ev işlerine, alışveriş yapma becerilerinden basit yemek hazırlama becerilerine, boş vakit değerlendirme becerilerinden bağımsız yolculuk becerilerine kadar uzanan geniş bir yelpaze içinde ele alınmaktadır. Bu becerilerin kazandırılması, özürlü bireylerin toplum içinde çevresindeki bireylere en az bağımlı veya bağımsız olarak yaşamlarını, aynı zamanda en az sınırlandırılmış ortamda, olabildiğince üretken olmalarını sağlayacaktır.
Aile, çocuğunu ne kadar hızlı kabullenirse çocuğu için ne yapması gerektiğine de o kadar çabuk karar verir. Özürlü çocuğun topluma kazandırılmasında zaman önemli bir faktördür.
Özürlü çocukların, eğitim merkezlerinde kazandıkları becerilerin ev ortamında aile ile işbirliği yapılarak ya da çocuğun evde öğrendiği bir davranışı Rehabilitasyon Merkezinde Çocuk Gelişimci, Psikolog, Özel Eğitim Öğretmeni ve fizyoterapist ile işbirliği yapılarak pekiştirilmesi, eğitimin sürekliliği ve yaygınlaştırılması açısından gereklidir.
 

ÖZÜR NASIL BAŞLAR?
ÇOCUKTA GÖRÜLEN ANORMALLİKLERİN SEBEPLERİ
1. Doğum öncesi etkenler:
Özellikle gebeliğin ilk üç ayında annenin nezle olması, kızamıkçık geçirmesi, kabakulak ve enfeksiyonlu hastalıklara yakalanması,
Gebe annenin radyoaktif bileşiklerin, x ışınlarının veya ilaçların etkisinde kalması (bu ilaçların bilinçsizce kullanılması),
Alkol, uyuşturucu ve sigara gibi zehirli maddelerin kullanımı,
Kaza geçirmesi,
Yetersiz zayıf ve dengesiz beslenmesi,
Akraba evlilikleri,
Ve de en önemlisi gebe annenin ruh sağlığının bozuk olması gibi etkenler çocuk doğmadan onun özürlü olarak dünyaya gelmesine neden olabilmektedir.

2. Doğum anındaki etkenler:
Doğumun zor geçmesi ve uzaması,
Kanamanın durmaması,
Oksijen yetersizliği,
Forsepsinin hatalı kullanılması,
Anestezinin çok kullanılması gibi faktörler çocuğun özür nedeni olabilmektedir. O nedenle doğumun uzman doktorlar tarafından yaptırılması ve hijyen kaidelerine uyulması gerekmektedir.

3. Doğumdan sonraki etkenler:
Çocuk dünyaya sağlıklı bir şekilde gelmiş olsa da, doğumdan sonra görülen ateşli hastalıklar, menenjit, beyin kanaması, ansefalit, kızamık, cüzam, zehirlenmeler, çocuk felci gibi hastalıklar nedeniyle beyin zedelenmekte ve çocuk özürlü olabilmektedir.
Çocuk sağlıklı bir şekilde doğduğunda tedbiri elden bırakmamak için bulaşıcı hastalıklara karşı aşısı yapılmalı, ilaçlardan, kesici ve sivri uçlu eşyalardan, havagazı ocağından uzak tutulmalıdır.
Doğumun isteksiz gerçekleşmesi olarak adlandırdığımız bir durum daha vardır ki, günümüzün sözde çağdaş ve modern hayatında evlilik dışı doğan bu çocuklar doğum öncesinden doğum anına ve sonrasına kadar yukarıda saymış olduğumuz her bir maddeyi yaşadıklarından dolayı özürlü olabilmektedirler. Son yıllarda bu tür özürlü çocukların sayılarındaki artış ise durumumuzun ne kadar içler acısı olduğunu göstermektedir. Bunlara ek olarak bu çocuklar istenilmeden dünyaya geldiği için anne tarafından reddedilen, sevilmeyen, itilen hatta en ağır işkencelere tâbi tutulan çocuklardır bunlar…

TOPLUMUN ÖZRÜ
İnsanlarımızın toplumsal sorunlara yaklaşımlarının inandıkları değer ve görüşlerle çok yakından ilgili olduğunu görmekteyiz. Bunu her ne kadar üzülerek belirtsek de durumumuz ortadadır. İnsanlarımız benimsedikleri değer ve inançlara göre, ister bireysel olsun isterse toplumsal, olayları yorumlarlar ve buna göre de belli bir tavır belirlerler.
Örneğin, bir akraba evliliğiyle doğan çocukta meydana gelen herhangi bir özürlülüğü, çocuğun anne ve babası, benimsedikleri değer ve inanışlara göre takdir–i ilâhî olarak yorumlayabilir. Bir başka anne ve baba ise çocuğundaki özürlülüğün nedenini "nazar", "göz değmesi" veya "kınama" ile değerlendirebilmektedir.
Sahip olunan bu görüşler doğrultusunda da çözümler değişebilmektedir. Buna göre kimi zaman özürlü çocuğa bir muska takılmasında ya da türbeye götürülmesinde aranmaktadır çözümler. Maalesef ülkemiz genelinde toplumun özürlülüğe bakışı kökleşmiş, gelenekselleşmiş, inancımızda olmayan bâtıl inanç ve görüşlerle yorumlanmaktadır. Böyle olunca da aile çocuğun özürlü niteliğini bir günah sonucu, talihsizlik ya da kader durumu olarak algılamaktadır. Özürlü olarak dünyaya gelen ya da doğumdan sonraki herhangi bir hastalık sonucu özürlü olan çocuklar ise kendi kaderleri ile baş başa bırakılmaktadırlar. Hatta çoğu zaman özürlülük utanılacak bir durum olarak ele alınmakta, özürlü toplumdan saklanarak soyutlanmakta ve dışlanmaktadır. Bazen de özürlü, toplumca zavallı, acınası bir kişi olarak görülmekte, bu da hem özürlü bireyi hem de toplumsal ahlâk ve saygınlığı zedelemektedir.
Böyle bir durumda yapılması gereken çalışmalar ve alınması gereken önlemler nelerdir?
Toplum olarak suçu başkasına yüklemeyi, bir "günah keçisi" çıkarmayı gayet iyi beceriyoruz. Lakin bu bir çözüm değildir. Aksine sorunu iyice içinden çıkılmaz bir hâle sokmaktadır.
Çözümü "Devlet"ten de bekleyemeyiz. Devletin öncülüğünde birçok şey başarılabilir; ama sonuna kadar devlete yaslayamayız sırtımızı. Tüm sorumluluğu bir yerlere yükleyerek işin içinden sıyrılmaktan vazgeçmeliyiz. Her birimiz birer insan olarak üzerimize düşen tüm sorumluluklarımızı hakkıyla yaptığımızda sadece yukarıda bahsetmiş olduğum özürlü insanlara bakış açımız değil; her alanda olumlu değişimler kendiliğinden gerçekleşecektir. O nedenle sorumluluk yine bizlere düşmektedir.
Bu sorumluluğu bireyden toplumun her kesimine taşıyabilmek için gerekli eğitimler, konferanslar ve seminerlerle toplum, bilinçlendirilmeli, kendi yaşadığı sorunun farkına varabilmesi sağlanmalı, sorunun çözümünde toplumsal destek ve güç alınarak hareket edilmelidir.
Değerli anne ve babalar! Şunu unutmayalım ki özürlü bir çocuğa sahip olmak her şeyin sonu değildir. Ülkemizde ve dünyada hayatlarını normal bir şekilde sürdüren ve iş güç sahibi olmuş pek çok özürlü kişi vardır.
Çocuğunuzun durumunu ne kadar erken kabul ederseniz, sizin ve çocuğunuzun durumu daha iyi olacaktır. Bu tutum, sizi daha mutlu kılacak, çocuğunuzun özelliklerine ve yapabileceklerine göre eğitim verilmesini sağlayarak, gelişimine katkıda bulunacaktır. Özürlü çocuğun erken teşhisi, rehabilitasyonu, çocuğunuzun daha hızlı gelişmesini sağlayacaktır.

 

Özürlü çocukların ailelerinde
GÖRÜLEN PSİKOLOJİK SORUNLAR

özürlü çocukların ailelerinde görülen psikolojik sorunların geneli çocuk ekseninde ve çocuğun rahatsızlığının boyutuna göre değişmektedir.
Ağır derecede zeka geriliği olan bir çocuk ile, öğrenme güçlüğü çeken normal zekalı bir çocuğun ailesi elbette aynı sorunları yaşamayacaktır. Buna bağlı olarak da psikolojik sorunlar artacak ya da azalabilecektir. Lakin ailenin beklenti düzeyi, yaşam koşulları, toplumsal ve kültürel değerleri, inanç düzeyleri gibi daha bir çok faktörler de bu etkiyi olumlu veya olumsuz olarak değiştirebilmektedir.
Allah'ın takdirine rıza gösterip bunun bir imtihan olduğunu düşünerek özürlü çocuğunu bağrına basan bir aile ile onu reddeden, kabullenmeyen bir ailenin karşılaştıkları sorunlar arasında çok büyük farklılıklar görülmektedir.
Çocuğunun özrünü kabul etmede zorluk çeken ailelerdeki sinir bozuklukları, gerginlikler, devamlı birilerini suçlamalar ve bazı psikosomatik rahatsızlıklar görülmektedir. Allah'ın takdirine rıza gösterip onu kabul eden ailelerde ise bu tür rahatsızlıklar çok az görülmektedir.
Özürlü çocuğa sahip olan aileler, özürlü çocuğundan dolayı sağlık sorunları da yaşamaktadır.
Özürlü çocuk annesi bütün ilgisini, enerjisini ve yoğunluğunu ona tükettiği için ailenin diğer fertleri bu durumdan olumsuz etkilenmektedirler.
Özürlü çocuğa sahip ailelerin, özürlü çocuklarının yeterli eğitim ve sağlık programları uygulandığında iyileşeceğine inanmaktadırlar. Ayrıca tıptaki yeni gelişmelerle iyileşeceğini umut etmektedirler. Lakin bu iyileşmenin geç veya yavaş olması durumunda aile ne yapacağını, nasıl devam edeceğini bilememenin getirmiş olduğu çaresizlik duygusuyla kendi içinde çelişkiler yaşamaya başlamaktadır.
Özürlü çocuğa sahip aileler, sürekli olarak özürlü çocuğunun geleceğini merak etmektedir. Beyninde binlerce "Acaba ne olacak?" vardır. Çocuğunun kendi kendine yeterli olmasını, iyi bir eğitim alarak yeterli duruma gelmesini arzu etmektedir. Lakin bu beklentisinin gerçekleşmemesi hâlinde durumun ne olacağını düşünmekten kendini alamaz. Düşündükçe de içinden çıkamaz ve olmadık senaryolar üretir. Sonu hiç de iyi olmayan senaryolar…