Gönderen Konu: Papalık, Atatürk, Hilafet, Müslümanlar | Salgın Hastalık  (Okunma sayısı 2574 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."

Papalık, Atatürk, Hilafet, Müslümanlar

Papalık yeni kurulan önce IŞİD, daha sonra İslam Devleti ismini alan, başındaki zata halife unvanını veren kuruluş aleyhinde bildiri yayınlamış… Bildiride Atatürk edebiyatı da yapılmış... “Atatürk’ün kaldırdığı Hilafet” denmiş…

Doğrusu Papalığın Hilafet aleyhtarlığını çok yadırgadım.

Katoliklerin Papası oluyor da Müslümanların niçin bir halifesi olmayacakmış?

Hristiyanlık âleminde bir Atatürk çıksa Vatikan devletini kaldırsa, Papalık müessesesini yıksa Katoliklerin hâli ne olur? Tabir hafif kaçacak ama duman olur.

Katolik dini (evet, bağımsız bir dindir) Hz. Muhammed’i (salat ve selam olsun ona) hak peygamber, İslam’ı hak din, Kur’anı Kelamullah kabul etmez. Etmez ama haysiyetli bir Katolik, Müslümanların kendi papasına paralel bir halifesi olmasını tabii görür.

1956’da başlayıp 1962’de sona eren Cezayir Kurtuluş Savaşı esnasında Fransa’da iki ünlü Katolik, Müslüman mücahitlerin haklarını savunmuşlardı. Bunlardan biri Louis Massignon, diğeri François Mauriac idi. Hatta o tarihlerde milliyetçi bir Fransız “Yazık ki Fransızların bir Massignon’u, bir Mauriac’ı yok” demişti.

1924’te hilafetin kaldırılması din ve inanç hürriyetine, evrensel insan haklarına, adil hukuka, Türkiye’nin âli menfaatlerine, akl-ı selime aykırı zalimane bir iştir.

Böyle bir konu referandum yapılarak halka sorulmalıydı. Hatta böyle bir referandum bile yersiz bir şey olurdu.

İngiltere’de Anglikan Kilisesi’nin ruhani lideri Canterbury başpiskoposluğunun lağvı ve ilgası düşünülebilir mi?

Sürgünde de olsa Tibetlilerin Dalai Lama’sı var.

Her dinin, her mezhebin, her cemaatin, her hizbin, her fırkanın, her topluluğun bir reisi, lideri oluyor da Müslümanların niçin olmayacakmış? Yeni kurulan İslam Devleti’nin başındaki zat gerçek halife midir? Bunu tartışabiliriz ama hilafetin, halifenin lüzumunu, zaruretini asla tartışamayız.

Ehl-i Sünnet İslam’ında adına Halife denilsin, Emirü’l-Müminîn denilsin, İmamü’l-Müslimîn denilsin, mutlaka en büyük lider kavramı vardır.

İslam’da din ve dünya ayrımı olmadığı için bu zat Müslümanların hem din, hem dünya başkanıdır.

Din imamlarımız, büyük fakihlerimiz bu konuda değerli eserler yazmışlardır. Bunlardan biri İmam Maverdi’nin el-Ahkâmü’s-Sultaniyye’sidir.

Türkiye’mizde hâlâ derin devlet vardır ve bu derin devlet Müslümanların parçalanmasını, Ehl-i Sünnet’in yıkılıp yerine kaotik bir İslam Protestanlığı getirilmesini istemektedir. Hilafetten bahsedilmesinden bile hoşlanmamaktadır. Müslüman halk yığınları maalesef derin Türkiye devletinin bu tuzağına düşmüşlerdir. İktidar-Cemaat kavgası konusunda dedikodu gayyalarına düşenler, hilafet-i uzma-i İslamiye’yi tek cümle ile gündeme getirmiyorlar.

Çocukluğumdaki ve gençliğimdeki yaşlı ve orta yaşlı Müslümanlar halife görmüşlerdi, halife kavramını biliyorlardı, bugünkü Müslümanlar bunlara sahip değiller.

Halife hiçbir zaman demokratik usulle seçilmez çünkü demokraside riyasete talip olmak ve seçim propagandası vardır. Müslümanların halifesi olacak zat ne başkanlığa talip olabilir, ne de halka “Aman Allah aşkına beni seçin!” propagandası yapabilir.

Halife râşid, âdil, âbid, muhlis=ihlaslı, muslih=ıslah edici, müdebbir, muktedir, kiyaset ve feraset sahibi, duhattan bir zat olacaktır… Hiç böyle yüksek bir kimse “Ne olur beni halife yapın, ne olur beni seçin!” der mi?

Kadrolara sızan ve Ehl-i Sünnet’i yıkmaya azmeden Fazlurrahmancılar hilafetten nefret ederler.

Taraftarı kalmamışken Türkiye’de hortlatılan Mu’tezile mezhebi kriptoları hilafetten nefret ederler.

Protestan İslamcıların işine hiç gelmez halife ve hilafet.

İslam’a muhlisen lillah hizmet eden gerçek hizmetkârları tenzih ederek söylüyorum; din sömürücüsü baronlar halifeden, hilafetten nefret ederler. Halife ve hilafet olmadan birlik olmaz… Müminlerin kardeşliği gerçekleşmez… Fitne fesat yangınları söndürülmez… Tesanüt ve vifak olmaz… Müslümanlar aziz, hür ve muktedir olmaz…

Hilafet-i Osmaniye’nin en zayıf zamanlarında bile Filistin Arapları kendi vatanlarında hür yaşadılar. Belki Avrupadaki ve Amerikadaki kadar konforlu bir hayat sürmediler ama Müslüman bir Filistin vardı, Müslüman bir Filistin halkı vardı. Hilafet gidince ne oldu? Ne Filistin kaldı, ne Filistinliler… Gazze’ye sıkışmış Müslüman halkın tepesine şimdi ateş yağıyor.

Hilafet gidince ateş yağar, taş yağar, bomba yağar…

Birtakım Müslümanların (hepsinin kastetmiyorum) başka büyük dertleri ve işleri var:

Sabahın köründe camiye beş on kişiden fazla kişinin gelmeyeceğini bildikleri halde hoparlörü 130 desibel bağırtmak ve bunu dindarlık sanmak…

Kandillerde, bayramlarda cami kapısında Osmanlı şerbeti ikram etmek… Sıcaklarda ibadet mekânlarını klimalarla ve vantilatörlerle serinletmek; kışın yerden ısıtmalı kaloriferlerle akıllarınca hizmet ve hayır yapmak… Cami kapılarında ayakkabı poşetleri…

Eskimemiş halıları atıp yenilerini döşemek… Fırsat bulursa her yıl lüks, muhteşem, israflı, gösterişli, reklamlı turistik umre seyahati yapmak…

Halife, hilafet… O da neymiş…

 

(İkinci yazı)

Salgın Hastalık


AFRİKADA ilacı, tedavisi bilinmeyen korkunç bir hastalık çıktı. Almanya, bu hastalığın çıktığı ülkelerde yaşayan, iş yapan vatandaşlarının dönmesini istedi.

THY ile Nijeryadan İstanbula gelen bir kadının bu hastalığa yakalandığından şüphe edildi. Çok şükür değilmiş.

Devlet bu hastalıkla ilgili olarak alınması gereken bütün tedbirleri alır mı, kesin bir şey söyleyemem. İnşaAllah alır… İnşAllah bir zarar olmaz.

Benim sözüm okuyucularımadır.

Böyle felaket ve afetlere karşı manevî tedbirler alınmalıdır.

Allah rızası için ihlasla sadaka vermek… Hayır hasenat yapmak… Dua etmek…

Felaket ve afetlere karşı okunacak tesirli dualar vardır. Bunlar öğrenilmeli ve okunmalıdır.

Azan toplumların üzerine afetler, azaplar iner.

Müslüman bir toplum azınca zelzeleler olur… Su baskınları olur… Eskiden olmayan fırtınalar hortumlar olur…

Bundan on beş sene önce, zelzele Allahtandır, azgınlık yüzünden zelzele oldu demek suçtu. Yeni Asya gazetesi sahibi böyle bir yazı yayınladığı için mahkum edilip hapse atılmıştı. Bugün artık bu konuda zulm edilmiyor ama gaflet genel ve yoğun olduğu için halk yığınları uyarıları okumuyor, kabul etmiyor.

Türkiyede günah, azgınlık, isyan, tuğyan, fısk fücur, fuhşiyyat yok, sen de çok abartıyorsun diyenler varsa, onları muhatap bile kabul etmem.

Cenab-ı Hak bizleri tevbe edenlerden, günahlarına pişman olanlardan, sadaka verenlerden, emr-i mâruf ve nehy-i münker yapanlardan eylesin, felaketlerden ve afetlerden korusun.


Mehmed Şevket EYGİ | 20 Ağustos 2014 Çarşamba 00:38


mazhar

  • Ziyaretçi
Ynt: Papalık, Atatürk, Hilafet, Müslümanlar | Salgın Hastalık
« Yanıtla #1 : 29 Kasım 2014, 08:25:01 »
Gelsin gelsin papa gelsin


Gelsin gelsin papa gelsin


Şaşırmayın, sabrınızı taşırmayın. Samimiyim bu başlıkta.
O, İslam?a göre küfür olsa da, kendi ?amentü?sünü dillendirdi.
Papa?nın bu İslam?a ve İslamî olan herşeye karşı olmayı esas alan ?amentü?sü 14 asırdır hiç değişti mi? Değişmedi.
Peki Papa?ya kızan bunca ?dini bütün zevat? aşağıda bir kısmını ancak sıralayabileceğim olaylara ve bu olayların mimarlarına kızıp küstüler mi?

Mesela;
17 Nisan 2000 P.tesi tarihli Zaman?da, ?Ehl?i Kitap?la amentü?de ittifakımız var? başlıklı yazı kaleme alan Ahmet Şahin?e de ?hoca sen ne demek istiyorsun? deyip kızdılar mı? Hayır. Tam aksine bunu sorgulayanlara (bizlere) kızdılar, hatta hakaret ettiler.
Sahi bizim amentümüz ile papanın amentüsü aynı mı?
Mesela;
Papa kendisinden yaklaşık sekiz asır önce yaşamış Bizans İmparatoru II. Manuel Palelogos?tan alıntı yapıyor. Ve aradan 8 asır geçmiş olmasın rağmen, ?özür dilemeyerek? ayni kanaatleri paylaştığını ?anlayana? ilan ediyor. Ne diyordu II. Emanule Palelegos?: ?Bana Muhammed?in getiridiği yenilikleri gösterin. Sadece tebliğ ettiği dinin kılıç gücüyle yayılması emrini vermesi gibi kötü ve insanlık dışı şeyler bulursunuz.?
Peki, Papa Benedikt  14. yüzyılda yaşamış Palelegos ile aynı düşünceleri taşırken, Vatikan?ın Türkiye temsilcisi Georgi Marovistch?in başındaki ?tanrı vekili? kişiye muhalefet etmesi mümkün mü? Siz onu taşradan merkeze muhalefet eden bir AKP ilçe başkanı mı sandınız.

Peki, bu Marovistch?i cebinden çıkardığı ?Cevşen?le? Müslüman ilan edenlere bir şey dediğiniz oldu mu? Yoksa siz de mi, Müslüman olmak için ?kelime?i şehadet getirmek? yerine, hiçbir Sunnî kaynakta yer almayan ?Cevşen? taşımayı yeterli görenlerden misiniz? Hangi eserde geçiyor Cevşen?e referans gösterilen olay, ya da ?Cevşen? kelimesi? İlginç değil mi, Farsça kalkan anlamına gelen ?Cevşen? kendisine Arapça vahiy inen bir Peygambere geliyor, geliyor ama kaynaklarda bulunmuyor.
Şu satırlara bir bakar mısınız?
?Bunların başında , İstanbul?un Vatikan Temsilcisi Mr. Monsenyör George Marovitch gelmektedir. Kendileri yapmış oldukları bir mülakatta (Yeni Asya, 31.032005) , Allah?ın üç değil bir olduğunu , Hz.İsa?(AS) mın bir oğul değil , peygamber olduğunu , ve Hz.Muhammed?in peygamberliğini kabul ettiklerini Vatikan pratikteki bir yaklaşımı olmasına rağmen şimdilik bunu ilan edemediklerini belirtmiş olması, Dinlerarası Diyalog faaliyetlerinin ne kadar doğru bir çizgide seyrettiğini tescil etmektedir.?
Marovistch Papa?ya inat Müslüman olmuş, hatta tüm Vatikan Müslüman olmuş, ama dünya bilmiyor, bizim şakirtler müstesna.

Mesela;
Papa?yı Türkiye?ye ilk olarak kim davet etti? Bunu biliyor musunuz?
Biliyorsunuz ama ben yine de bilmeyenler için söyleyeyim; ?Hocaefendi? F. Gülen. Evet dönemin papası II. John?ü Türkiye?ye Demirel?e ?vekaleten? Gülen davet etmiş. Hangi sıfatla bu daveti yapmıştı Gülen? Hala öğrenemedik.
İsterseniz, önce F. Gülen?in Vatikan?a yaptığı ziyareti Aksiyon Dergisi 167. sayısında Mehmet Kamış tarafından dillendirilişini önce okuyun.

Heyet içeri girdiğinde Sayın Papa oturduğu yerden kalkıyor, ellerini kaldırarak karşılıyor. Türkiye Katolik Ruhani Reisler Genel Sekreteri Monsinyör Georges Marovitch öne çıkıyor ve Fethullah Gülen Hocaefendi?yi takdim ediyor.
Dikkatle dinleyen Papa, Hocaefendi?nin ellerini tutuyor ve bırakmıyor. Marovitch her konu başlığı yaptığında başını kaldırıp Hocaefendi?ye bakıyor.
Marovitch?e göre bu tavır çok önemli ?Bazen laflar ifade etmez herşeyi, diyor, tavırlar çok önemlidir. Papa?nın Fethullah Gülen Hocaefendi?nin elini sımsıkı tutup öyle poz vermesi bence çok önemli bir olay. Herkese bunu yapmıyor. Heyetler halinde çok kimseyle görüşmeler yapıyor ancak, başbaşa görüşmeyi kabul etmesi ona verdiği önemi gösteriyor.

Görüşmeler çok sıcak bir atmosfer içinde geçiyor. Misafirlerini karşıladığı geniş salonda Papa ve Gülen Hocaefendi, bir masanın etrafında oturarak sohbet etmeye başlıyorlar. Papa dinler arası diyaloğun önemini anlatıyor,
...
Fethullah Gülen Hocaefendi yazdığı dört mektuptan üçünü Zaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Abdullah Aymaz ve Roma Temsilcisi Mesut Erişen aracılığı ile Viyana Kardinali?ne, Dalay Lama?ya ve Müslümanlara sempati ile bakan Avusturya?daki Melekler Harekatı mensuplarına gönderiyor. Dördüncü mektup ise Papa?ya gönderiliyor. Bu mektup 19 Mart 1997 tarihinde bütün dünyadan toplanan seçkin katoliklerin katıldığı yortuda, Abdullah Aymaz tarafından, Dinler Arası Diyalog Bakanı Kardinal Francis Arinze aracılığıyla Papa?ya sunuluyor ve Vatikan çevrelerinde büyük sempatiyle karşılanıyor.
...
Fethullah Gülen Hocaefendi?yi Roma Havaalanı?nda Vatikan Büyükelçimiz Altan Güven karşılıyor ve onuruna yemek veriyor. Büyükelçinin verdiği yemek çok sıcak bir ortamda geçiyor... (Aksıyon, Mehmet Kamış, 167. sayı)
Ve Gülen dönemin papasını Türkiye?ye bakın hangi gerekçelerle davet ediyor.
?Yeni fikirlerimiz varmış iddiasında bulunmuyoruz. Yine müsamahanıza sığınarak, bu misyonun (Dinlerarsı Diyalog misyonunun m.k.) hedeflerine yakından hizmet etmek için üstlenmek istediğimiz birkaç teklifte bulunmayı arzu ediyoruz. Hıristiyanlığın üçüncü bin yılına girişi münasebetiyle yapılacak kutlamalar vesilesiyle Ortadoğu?daki Antakya, Tarsus, Efes ve Kudüs gibi bazı kutsal yerlere müşterek ziyaretleri içeren birçok etkinlikler önermek istiyoruz. Bunu Sayın Cumhurbaşkanımız Demirel?in, cenaplarının ülkemizi ziyaretine ve mezkur kutsal mekanları göstermeye davetini tekrarlamak için bir fırsat addediyoruz. Anadolu halkı size misafirperverliğini göstermeyi ve şevkle selamlamayı hararetle beklemektedir? (F. Gülen?in mektubundan).

Eğer siz o papayla bu papa aynı değil diyorsanız söyleyecek sözüm yok.
Ancak şunu derim, siz Vatikan?ın ne olduğunu bilmiyorsunuz. Önce onu öğrenerek işe başlayın.
Ama o papa ile bu papa aynı diyenlere şunu derim, F. Gülen, Demirel?i temsilen papayı ülkemize davet ederken niye, bir şey demeyenlerden oldunuz da, şimdi birşeyler der gibi yapıyorsunuz?
Şu son olsun.
Papa topyekun Hıristiyan dünyanın inancını ve düşüncesini dillendirdi. Temelini papanın inancı oluşturan AB kulübü de papayla aynı düşüncededir.
Adı sıksık bazı olaylarla gündeme gelen Danimarka (bu isim aslı ?deni markadan?dır) ülkenin yetkilileri buna en canlı misaldir.
Peki, bir yandan papaya kızıp, diğer yandan AB üyeliğini ?Allah?ın büyük lütfü? ilan etmek kaç yüzlülüktür sizce?

Ve ?Millî Görüş.?
Hani şu, Avrupa?yı Müslüman ederek işe başlayacak olan Millî görüş.
Elimizdeki dokümanlardan, olaylara bizzat şahit olan arkadaşlarımızın anlattıklarına kadar. Papazları ve hahamları mihraplara dikip minberlere çıkartıp ?diyalog? faaliyetlerinde fiili olarak yer alan Millî Görüş.
Dom Kilisesi?nden Ravzay?ı Mutahhara?ya köprü kuran Millî Görüş.
Kandilleri kiliselerde kutlayan Millî Görüş.
O da Papa Türkiye?ye gelmesin diyor.
Bu misalleri çoğaltmak mümkün.
Bunca iki yüzlülüğün var olduğu ülkeye bir de Papa gelsin.
O, hiç olsun iki yüzlülük yapmadan kendi inancını ve idealini dobra dobra dillendirdi. ~|~



Müslim Karabacak.Yeni Mesaj.com.tr. 26-Kasım-2006
« Son Düzenleme: 29 Kasım 2014, 08:29:55 Gönderen: mazhar »

mazhar

  • Ziyaretçi
Papa Hilafet Sınırlarında !
« Yanıtla #2 : 30 Kasım 2014, 11:47:28 »

Papa Ankara ve İstanbul’da dolaşıyordu ama kulağı kirişte idi. Yahut Musul veya Rakka’da. Mustafa Kemal’in mozelesine çelenk koydu, ziyaretine öyle başladı. Papa’nın ziyaretine ilginç bir görüntü eşlik etti. Ziyaretine hilafeti kaldıran Mustafa Kemal’in mozelesine çelenk koyarak başlayan Papa’nın kulağı ise Musul ve Rakka’da yani nevzuhur hilafet topraklarında idi (The Pope’s journey to the edge of the Caliphate). Kimilerine göre, Papa’nın gezisi hilafet topraklarının sınırında gerçekleşiyordu. Ziyaretinin amacını IŞİD karşıtlığı olarak belirlemişti. IŞİD’in hilafet iddiası çakma bile olsa Batı’nın ve Vatikan’ın bu iddia karşısında alarma geçtiğini görüyoruz.


    Meseleyi bir Mevlana hikayesi üzerinden daha iyi anlayabiliriz. Yalancının birisi kayıp Şems’in yerinin malum olduğuna dair bir yalanla ortaya atılır, bu yolla Mevlana’nın gönlünü almak ister. Mevlana ona hırkasını verir. Bunun üzerine çevresi adamın yalancının teki olduğunu söylerler. Mevlana’nın cevabı şöyledir: Yalanına hırkamı gerçeğine de ne vermezdim! Batı çakması karşısında bile pür dikkat kesiliyor. Gardını alıyor. Belki de hilafet üzerinden teyakkuza geçerek Batı’yı zinde ve canlı tutmanın yollarını arıyorlar. Bunun üzerinden Papa’ya misyon biçiyorlar. Demek ki Papa kendisini hilafetin karşısına konumlandırıyor. Bu noktada Papa Francis, Obama ve Cheney gibilerin hilafetle ilgili uyarılarının dini akislerini temsil ediyor. Sübyancılık altında kalan imajını korumak için çakma halifelerden medet umuyor. 28 Şubat tabiriyle IŞİD ile alakalı olarak durumdan vazife çıkarıyor.





Francis, 29 Kasım (2014) tarihine denk gelen bu ziyaretiyle birlikte, yarım yüzyıl içinde papaların dördüncü Türkiye ziyaretine imza atmış oluyor. 1967 yılında VI. Paul geliyor. Ardından Mehmet Ali Ağca suikastıyla anılan II. John Paul 1979 yılında Türkiye’ye damlıyor. Ardından da Regensburg’daki skandal konuşmasıyla gündeme gelen 16’ıncı Benediktus üçüncü ziyareti gerçekleştiriyor. Dördüncüsü ise Papa Francis damgasını taşıyor. Francis’in Ortadoğu denklemine bakışı çarpık. Ortadoğu’yu çarpık bir vaziyette Yezidiler (seküler Kürtlerin kullandığı şekilde Ezidi değil) ile Hıristiyanların üzerinden okuyor, onların penceresinden bakıyor. Bu nedenle de Suriye’nin Pol Pot’u olan Esat’ı kınamazken Esat’ın yanında sadece çömez olarak kalabilecek olan Ebubekir Bağdadi ve grubunu telin ediyor. Hem de kaçıncı defa! Sakar Papa bir türlü gerçeklere agah olamıyor. Esat’ı kınamayan Papa IŞİD’i kınamaktan dili yorulacak. Tezat burada. Papa IŞİD’i kınadığı gibi başta İslam dünyası olmak üzere bütün dünyadan da IŞİD’i kınamasını istiyor, bekliyor. Bu çağrıları vaktiyle Esat hakkında da yapmış olsaydı belki de Suriye halkı şimdiye kadar Esat’ın pençesinden kurtulmuş olurdu. Ama Putin gibi mafya tarzı bir iktidarı temsil eden Esat rejimi Papa tarafından şefkatle bağrına basılmaktadır. Bu da gösteriyor ki Papa, Ebubekir Bağdadi’nin panzehiri olmayıp bilakis madalyonun öteki yüzüdür.





Esat modeli hakkında hiçbir şey söylemeyen, hiçbir tanımlama getirmeyen Papa Francis Batı’nın siyasi liderleri gibi kafasını fanatizm ve fundemantalizme takmış vaziyette. İslam fanatizmini ve fundemantalizmini kınamaya ilaveten Irak ve Suriye’deki Hıristiyan azınlıklara kol kanat germeye gelmiş. Halbuki, bu ülkelerde çoğunluk olan Sünniler azınlıklar tarafından kıyıma uğratılmaktadır. Nuseyriler azınlık olmasına rağmen dünyadan aldıkları destekle çoğunluğu katliam yapmaktadır. Papa ise sorunu çoğunlukla azınlık arasında görmektedir. Sanki Suriye’de Hıristiyanlar çoğunluk tarafından ezilmektedir. Şiiler de kutsal eşikler konusunda aynı siyaseti izlemektedir. Halbuki tahrip olan çoğunluğun camileri ve mabetleri, öldürülenler de mensuplarıdır. Demek ki çoğunluğu öldürmek serbest. Papa verdiği mesajda fundementalizm ve terörizmin dini istismar ettiğini ileri sürmektedir. Fundamentalizm siyasi İslam anlamına da geldiğine göre, demek ki Papa Mısır’da Sisi tarafından Müslüman Kardeşlere karşı yapılanları bir nevi onaylamaktadır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın gözlerinin içine bakarak Sisi’yi Vatikan’da ağırladığını hatırlatması da bu yönde bir imadır. Lakin Papa’dan utanma arlanma beklemek beyhude. Utanacak olsa zaten bunları yapmaz. Türkiye’deki Ak Saray fobicileri de Papa’yı Ak Saray’ı boykot yerine Sisi’yi boykot etmeye çağırsalardı daha iyi ederlerdi. Papa bildiğini okuyor.Myanmar’da Müslümanların kitle göçü veya tehciri karşısında kimse kılını kıpırdatmazken Batı basını Papa’nın ziyareti münasebetiyle Hıristiyanların bölgede kitle göçünden bahsediyor (exodus). Halbuki Hıristiyanlar arasında göçenlerin sayısından ziyade jenositten geçirilen Sünni Müslümanlardan bahsetmek daha mantıklı, anlamlı ve gerçekçidir. Papa herhalde exodus ile jenosit arasında bir mukayese yapamıyor ve orantı kuramıyor. Ya vicdanı duyarsız ya da matematik bilmiyor. Exodus vesilesiyle azınlık Hıristiyanlar Batı aleminde sıcak bir karşılama ve yuva bulabiliyorlar. Lakin Müslümanlar hem bundan mahrumlar hem de ölenlerin geri gelmesi mümkün değil. Papa’nın Ürdün ve Arnavutluk’tan sonra üçüncü İslam ülkesi olarak Türkiye’yi seçmesinin ardında yatan nedenlerden birisi de tarihi bölünmeyi tamir etmek. Patrikhane ile Vatikan arasında (Şark ve Garp kiliseleri) muvasala hattını temin ve tamir etmek. 1054 yılında açılan yarayı tamir etmeye, tefrikayı gidermeye (healing schism) çalışıyor.


 Dini anlayışta ahlaki ayak sekiyorsa orada samimiyet değil nifak aramak gerekir.


Mustafa Özcan.Haber vaktim.com