Gönderen Konu: Peygamberimiz'i Öven Herkese İtiraz  (Okunma sayısı 3407 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Peygamberimiz'i Öven Herkese İtiraz
« : 06 Mayıs 2013, 17:36:53 »

Peygamberimiz'i Öven Herkese İtiraz

Değerli okuyucu! Önceki sahifelerden beri, yazar Mustafa İslamoğlu’nun çoğunu bile bile yaptığı yanlışlarından ve yanıltmalardan bahsediyoruz ya, bu tavrımızı köşe yazarlığı yaptığımız gazetede de sürdürmüştük.

Bazıları bu tavrımızdan rahatsız durumdalar. Çareyi bendenizi telefonla taciz etmekte buluyorlar. Telefon ediyor ama itirazlarının arkasında da duramıyorlar, birkaç cümleden sonra cevapsız kalıp kapatıyorlar.
Dedikleri ezcümle şu:

Bizim derdimiz neymiş?…

Mustafa İslamoğlu’ndan ne istiyormuşuz?…

Yoksa bizim rantımıza engel olmuş da onun için mi aleyhinde yazıyormuşuz?…

Uğraşacak başka kimse kalmadı mı da onunla uğraşıyormuşuz? Vesâire…
Ben de kendilerine şöyle diyorum:

1- Biz ondan bir şey istemiyoruz. Ama kendisine, “İslam itikadından ve İslam fıkhından ne istiyorsun?” diye soruyoruz.
2- Rant peşinde değiliz, esasen İslamoğlu ile bizim aramızda bir rant meselesi de olamaz.
3- Bize ”Uğraşacak başka kimse kalmadı mı da onunla uğraşıyorsunuz?” diyeceğinize ona da “Uğraşacak başka bir şey kalmadı mı ki İslam akâidiyle ve İslam fıkhıyla uğraşıyorsun?” deyiniz, diyorduk…

Bu zatları telefonu kapatmaya mecbur bırakan esas sözüm ise şu oluyordu:
Yazdıklarımın hepsi İslamoğlu’nun eserlerindeki yanlışları tenkittir. Kendi kitabından, sahife numarası vererek onun kendi yazdıklarını birebir aktarıyorum. Mustafa İslamoğlu ile ilgili yazılarımda herhangi bir iftira varsa söyleyin. Veya hangi tenkidim yersiz veya hangi cümlem yanlış veya iftira ise onu söyleyin.

İşte buna cevap veremeyip telefonu kapatmak mecburiyetinde kalıyorlar.
Onlara buradan tekrar sesleniyorum:

Bendenizi yine taciz edecekseniz, lütfen içinizden biraz ilim sahibi olanlar, İslam akâidini ve İslam fıkhını bilenler telefon etsinler. Etsinler ki verdiğimiz cevaba değsin…

Onlar rahatsız oladursunlar, biz insafla okunması ümidiyle yazacaklarımızı yazmaya devam edelim.

MÜSLÜMAN YAZARIN MES’ÛLİYETİ…

Müslüman, İslam inancına sahip olan kimse, Müslüman yazarlığa soyunan kimse de yazılarıyla insanlara İslâmî cihetten yön veren, yön vermeye çalışan, en azından bu iddiada olan kimse demektir. Onun için Müslüman yazarın işi zor, mes’ûliyeti büyüktür.

Meselelere İslamî açıdan çözümler getirmek iddiasıyla meydana atılan kimsede, en başta İslâmî ilimlere vâkıf olma şartı aranır. Aksi takdirde o kimsenin müslümanca yazılar yazıp eserler vermesi imkansızdır. Çünkü kişi bilmediği şeyi anlatamaz.

Müslüman için aslolan, her şeyden önce düzgün ve sağlam bir itikada sahip olacak kadar ilim/bilgi edinip bu doğru bilginin gereği gibi inanmaktır. Bu husustaki yanlış bilgi ve yanlış inanç, insanı felakete götürdüğü gibi, böyle bir insanın yazdığına ve söylediğine inanıp onun peşinden gidenler de onunla beraber felâkete sürüklenirler.

İslamın inanç ve itikâd maddelerinden biri de Hazreti İsa meselesidir. Bizim inancımıza göre Hazreti İsa çarmıha gerilmemiş, ölmemiş ve öldürülmemiş, göğe kaldırılmıştır. Âhırzamanda, dünyanın son zamanlarında yani kıyâmetten önce yeryüzüne inecek, peygamber sıfatıyla değil, Peygamberimiz’in bir ümmeti olarak yaşayacak ve onun şeriatı üzere ibâdet edecektir.

Hiçbir kimse ebedî bir hayata sahip olmadığı gibi o da ebedî olmayıp sonunda vefat edecektir.

Bu hususta kitaplarımızda okuduğumuz bilgi böyle.
Şimdi birisi çıkar da bunun aksini söyler veya yazarsa, kesinkes İslama zıt bir şey ortaya atmış olur.

Bunu yapan kimse bilmeden yapıyorsa câhil, bile bile yapıyorsa artniyetlidir.
İyi ama bu kimse ya Kur’an’a mânâ vermek iddiasıyla ilim meydanına atılan biriyse ne diyeceğiz?

Onun cevabını siz okuyuculara bırakıp ben söyleyeceğime geçeyim.

HAZRETİ İSA’NIN KABRİ(!)..

Elimdeki kitabın bir bölümünde İncillerden bahsediliyor. Yazar, Matta incilinden bahsederken şöyle diyor:

“Elde mevcut en eski metin, Hz. İsa’nın vefatından en az bir-bir buçuk asır sonrasına aittir.”

(Mustafa İslamoğlu, ÜÇ MUHAMMED, sahife: 49)

Gördünüz mü mânevî felâketi, gördünüz mü vehameti!!!
Yazar, Hıristiyanları ve elde mevcut muharref İncilleri tenkit eder görünürken, İslam inancının bir maddesini tenkil ediyor.

Değerli okuyucu!

Hazreti İsa hakkındaki İslam inancı yukarıda yazdığımız gibidir. Yani İsa Aleyhisselam ölmemiş göğe yükseltilmiştir. Dolayısıyla, yeryüzünde kabri yoktur.

İslam âlimlerinin ortak görüşü budur. Onun için bu meseleyi esasen uzun uzun münakaşaya da lüzum yok. Yazara biz sadece şu soruyu soralım:
Hazreti İsa’nın vefat ettiğini söylüyorsun. Vefat ettiyse, kabri nerede?..
Biz bu soruyu sorsak da sormasak da, sayın yazar Hazreti İsa’nın ölmüş olduğunda ve yerini söyleyemese de bir kabrinin bulunduğunda israrlı. Nitekim Hıristiyanları tenkit sadedinde şöyle diyor:

“Bugün, tüm kalbimle iddia edebilirim ki, eğer Hazreti İsa kabrinden çıkıp gelse ona en büyük düşmanlık gösterecek olan, onun mitolojik imajını pazarlayarak geçinen kiliseler ve ruhban sınıfı olurdu.” (aynı eser, sa: 62)
Ben de bütün kalbimle iddia edebilirim ki, yeryüzünde Hazreti İsa’nın kabri yoktur. Onun için, “Hazreti İsa kabrinden çıkıp gelse…” şeklindeki bir söz ya cehâletten veya Müslümanların Hazreti İsa hakkındaki inancını sarsmak düşüncesinden ileri gelmektedir…

***

Hırıstiyanlar, her doğan çocuğun günahkâr olarak doğduğuna inanırlar. Onun için doğan her çocuğu vaftiz ederler. Çünkü vaftiz suyuyla yıkadıkları çocukların günahtan temizlendiğine inanıyorlar.
Bay İslamoğlu güya bu konuda Hıristiyanlığı tenkit ediyor. Bunu yaparken de devirmedik çam bırakmıyor.
Diyor ki:

“Kur’an’a göre insan doğuştan günahkâr değil, doğuştan sorumluluk sahibidir.” (Aynı eser, sa: 57)

Gördünüz mü büyük âlimimizin ilminin derinliğini(!)? Tomruk devirmek, çam devirmek dediğimiz budur işte.

Buna sadece câhillik demek de eksik kalır. Denilse denilse cehl-i mürekkeb, katmerli câhillik demek lâzım.

Bay İslamoğlu, “insan doğuştan sorumluluk sahibidir” diyerek, henüz ıngaa ıngaa diye ağlayan ve daha konuşmayı bile bilmeyen bebekleri bile sorumluluk sahibi sayıyor.

İslam dini hakkında, Lâ ilâhe illAllah Muhammedün Resûlüllah demekten başka bir şey bilmeyen bir Müslümanlar bile bilir ki, büyüyüp konuşabilecek seviyeye gelmiş olsalar bile, büluğ çağına gelmemiş olan sabiler asla sorumluluk sahibi değillerdir.

En bilgisiz bir Müslüman bile bunu bilir, ama sayın yazar bilmiyor ve “insan doğuştan sorumluluk sahibidir” diyor…

İnsan doğuştan itibaren sorumlu olsa, büluğ çağından önce vefat eden çocukların, hatta bebeklerin bile ibâdet yapmadıkları için günahkâr olmaları icap ederdi. Ama İslam dini onlara böyle bir sorumluluk yüklemiyor.
Bu basit bilgiyi, yakınlarından birisi Allah rızası için sevabına İslamoğlu’na öğretiversin…

TAHLİL…

Gelelim meselenin tahliline…
Hıristiyanları tenkit sadedinde, “Kur’an’a göre insan doğuştan günahkâr değil” diyen Bay İslamoğlu’nun sözünün bu kısmı doğru. Ancak, “İnsan doğuştan sorumluluk sahibidir” derken yanılıyor. Yanılmaktan da öte büyük bir tenakuza düşüyor ve bu sözüyle, tenkit ettiği Hıristiyanların söylediklerine çok yaklaşmış oluyor. Şöyle ki:

Hıristiyanlar doğan her çocuğu günahkâr kabul ederken, İslamoğlu doğan her çocuğu sorumlu sayıyor.

Yeni doğan bebekler nelerden ve hangi şeyden sorumlu olacaklardır ve bu sorumluluklarını nasıl yerine getireceklerdir? Hiçbir sorumluluğu yerine getiremeyeceklerine göre, doğar doğmaz günah işlemeye mi başlayacaklardır?
Haaa! Ne olmuş oluyor? Hıristiyanlar herkesi doğuştan günahkâr sayarken, Bay İslamoğlu insanların doğduktan sonra günah işlemeye başladıklarını kabul etmiş oluyor.

Şimdi hıristiyânî görüş ile bu görüş birbirine iyice yaklaşmış olmuyor mu?
Öyleyse nerede kaldı Bay Yazar’ın Hıristiyanları tenkidi???


YALAN DESEK AĞIR OLACAK; ACABA NE DESEK?..

Bakara sûresi 253. âyet-i kerimenin meâli şöyle:
“İşte biz bu peygamberlerin bazısını bazısından üstün kıldık.”

Âyetin meâlinde de açıkça görüldüğü gibi, peygamberlerin bazılarının bazılarından üstün olduğu beyan buyuruluyor.

İslamoğlu’nun Üç Muhammed isimli eserinde ise, bu âyet-i kerime hakkında şöyle deniliyor:

“Kurtubî bu âyetin ‘Hz. Peygamber diğer peygamberlerden üstündür’ demeye dahi cevaz vermediği görüşündedir.” (Aynı eser, sa: 66)

Hayret! İslamoğlu’nun yazdığına göre, Kurtubî tefsiri, âyetin açıkça beyan buyurmuş olduğu bir meseleye karşı çıkıyormuş. Oysa Kurtubî tefsiri güvenilir tefsirlerden. Orada böyle bir şeyin yazılması ne mümkün!.

Biz Bay İslamoğlu’nun huyunu eskiden beri biliriz. Kendi düşüncesini kabul ettirebilmek için, bir eserde olmayan bir şeyi varmış gibi yazıp o zatın da kendisiyle aynı kanaatta olduğunu düşündürtmek ister. Böylece o zata iftira da etmiş olur. Burada da böyle yapmış olmasın diye düşündük…

Meğer düşüncemizde yanılmamışız. Çünkü Kurtubî tefsiri, İslamoğlu’nun söylediği gibi yazmıyor. Yani onun söylediği gibi, âyete ters bir şey söylemiyor, zaten söylemez de. İslamoğlu’nun yazdığının aksine sadece âyette ifade edilen gerçeği izah ediyor…

Özet: “Hazreti Peygamberin diğer peygamberlerden üstün olduğunu” söylemeye cevaz vermeyen, Kurtubî tefsiri değil, Mustafa İslamoğlu’nun kendisi…

KİMİN HATIRINA ŞÜPHELENMEK GELİR?..

Değerli okuyucu!

Bir eserde, “Falan tefsirde şöyle şöyle yazıyor” diye bir cümle okusanız inanmaz mısınız? “Acaba gerçekten o tefsirde öyle yazıyor mu?” diye gidip o tefsire bakmak aklınıza gelir mi?..

Hangi okuyucu, bir yazarın böyle bir yalana tenezzül edileceğini düşünür?
Ama siz siz olun, Mustafa İslamoğlu hakkında böyle düşünmekten vaz geçmeyin. O eğer, “Falan kitapta şöyle şöyle yazıyor” diyorsa, ismini verdiği o kitaba muhakkak bakıp kontrol edin.

Bu zat ÜÇ MUHAMMED isimli eserinde, Peygamberimiz’in diğer peygamberlerden üstün olmadığını isbat etmeye çalışıp duruyor. Bu inancına okuyucuyu inandırmak için de Kurtubî tefsirine iftira ediyor…

Oysa Kurtubî tefsiri, İbni Abbas (r.a.) Hazretleri’nin şu sözünü aktarıyor:
“Muhakkak ki Allah (c.c.) Muhammed Aleyhisselam’ı peygamberlere ve gök ehline üstün kılmıştır.”

Bu sözü aktaran bir tefsirin, “Hz. Peygamber’in diğer peygamberlerden üstün olduğunu söylemeye cevaz vermediğini” söylemek hangi insaf ölçüsüne sığar değerli okuyucu?

Öyleyse, Sayın İslamoğlu, Peygamberimiz’in diğer peygamberlerden üstün olmadığını ispata çalışarak ne yapmak istiyor?..

***

Kurtubî tefsiri, “Allahü Teâla diğer peygamberleri kendi kavimlerine gönderdiği halde Peygamberimiz’i bütün insanlığa peygamber olarak göndermiştir” diyor. Buna delil olarak da şu âyeti kerimeyi zikrediyor:
“Biz seni ancak bütün insanlar için gönderdik.” (Sebe sûresi, âyet: 28)
Kurtubî, “Ashabı kiramın hepsi sahabîdir ama aralarında üstünlük vardır” diyerek, peygamberlerin aralarında da işte böyle üstünlük olduğunu izah ediyor.

Böyle söyleyen bir tefsir hakkında sen kalk, “Bu tefsir Hz. Peygamber’in diğer peygamberlerden üstün olduğunu söylemeye izin vermiyor” de…
Neredesin ey insaf, ey ilim dürüstlüğü!..

Bu üstünlük konusu için Tefsir-i Kebir’e de baktık. Fahreddin Râzî Hazretleri, aynı âyetin tefsirinde Peygamberimiz’in diğer peygamberlerden üstün olduğuna dair yirminin üzerinde delil getiriyor…

Mesele bu kadar açıkken, hâlâ daha aksini iddia etmek, bile bile ve inatçı bir iddia olmaz mı?..

PEYGAMBERİMİZ’İN ÜSTÜNLÜĞÜNDEN BAHSEDEN HERKESE İTİRAZ…

İmam Süyûtî, El-Hasâis-i Kübrâ isimli eserinde, “Peygamberimiz’in, Hazreti Ömer, Hazreti Osman ve Hazreti Ali’nin öldürüleceklerini” haber veriyor diyor. Peygamberimiz’in üstünlüklerini anlatan bu esere zaten çok bozulan İslamoğlu ise, eserdeki bu habere de itiraz ederek şöyle diyor:
“Eğer Hz. Peygamber önceden haber vermişse, Hz. Ömer, Osman ve Ali’nin katli “kader” idi ve kaçınılmazdı. O zaman kimseyi suçlamaya gerek yoktu.” (Sa: 69)

Bi kere böyle bir söz, ilim adına çok ayıp… İnsana gülerler… Bir kimsenin böyle bir şey yazması için ilimden bî behre olması ve ömründe kaderle ilgili hiç bir şey okumamış olması lâzım…

Adamcağız, kaderle ilgili meselelerin sorumluluk getirmeyeceğini zannediyor. Oysa kaderin dışında hiçbir şey olamaz ki. Her şey kadere bağlıdır. Ama, bu, sorumluluğu ortadan kaldırmaz. Çünkü, kader insanları iyi-kötü hiçbir şeye zorlamıyor. Bay İslamoğlu hiç olmazsa bu kadarcığını bari bilmeliydi…

Bu kadarcığını dahi olsun bilmiyor ama, öte taraftan Müslümanların, “Allah’ı cisimler dünyasına indirdiğini” söylemekten de çekinmiyor. (Sa: 70)
Öte taraftan, Müslümanlar Peygamberimiz’in insanüstü bir varlık olduğuna inanıyorlarmış gibi, daha hâlâ müslümanları suçluyarak, “Oysa ki Kur’an Hz. Peygamber’in beşerliği (insan olduğu) üzerinde israrla duruyor” diyor. (Sa: 71)
Allahınızı severseniz söyler misiniz, Peygamberimiz’in insan olduğunu kabul etmeyen bir Müslüman var mı?

Değerli oıkuyucu! İslamoğlu, bütün yaratılmışların efendisi olan Peygamberimiz’in, bütün ilimleri bilmiş olacağını da kabul edemiyor. (Sa: 71)
Peygamberimiz öğrendiği her şeyi mûcize olarak Allah’tan öğrendiği halde, harfleri insanlardan öğrendiğini, bunun mûcizelik tarafının olmadığını söylüyor. (Sa: 71)

İKİ İSLAM BÜYÜĞÜNÜ TENKİT…

Bir türlü hızını alamayan İslamoğlu, verdikleri değerli bilgilerin âlimlerimizin kitaplarında yer aldığı ve her iki de İslam büyüğü olan Ka’bu’l- Ahbar ve Vehb bin Münebbih’i ağır bir şekilde suçlamaktan çekinmiyor. Ka’bu’l- Ahbar Müslüman olunca, güya Yahudi kültürünü, Vehb bin Mühebbih de güya hıristiyanlık kültürünü İslama taşımışlar. (Sa: 77)

Bu satırları yazan İslamoğlu’nun, bu konuda da samimiyet sahibi olmadığını görüyoruz.

İslamoğlu eğer Yahudilik kültürünün İslama taşınmasını istemiyorsa, Yahudi kültürünü tefsirine taşıyan yahudi asıllı Muhammed Esed’in tefsirine karşı olması lâzımdı. Ama hiç de karşı değil, üstelik onu yere göğe sığdıramıyor. Onun, Kur’an Mesaji isimli sözümona meal tefsirini övüyor da övüyor. Kendisinin Hayat Kitabı Kur’an ismiyle kaleme aldığı eser de Muhammed Esed’in eserinin kötü bir kopyası…

İslamoğlu’nun Hayat Kitabı isimli eserinde o kadar fazla yanlış var ki, hakkında yazılan tenkitler kitabın aslından daha kalın. Tek ciltlik bir kitaba bu kadar yanlışı sığdırabilmek de bir beceriklilik olsa gerek. Onun için, Yanlışlar Ansiklopedisi okumak isteyenlere, İslamoğlu’nun Hayat Kitabı Kur’an isimli eserini tavsiye ederiz..

İslamoğlu, “Yahudileşme temayülü Yahudi olmaktan da kötü” diyordu!
Muhammed Esed’in, âyetleri istediği şekilde sündürerek günümüzdeki Yahudiliğin de geçerli olduğunu usturuplu bir şekilde işlediğini görmedi mi, bilmiyor mu acaba?

Bizim gibi her halde İslamoğlu da görüyor ve biliyor. Ama nedense ona hiç ses çıkarmıyor. Bununla da kalmayıp, Muhammed Esed’e karşı çıkanlara karşı çıkıyor???

Yahudi kültürüne karşı olan bir insan böyle yapar mı hiç?

Peygamberimiz’in vefatından sonra Müslüman olan Ka’bul Ahbar’ı, “Nûr-u Muhammedî teorisinin mûcidi olmakla” suçlayarak şöyle diyor:

“Yahudi avam kültürü çoğunlukla ondan gelen rivâyetlerle İslam kültürüne girdi. Özellikle tefsir ve hadis rivâyetleri bunların başında gelir. İbni Ömer, Ebû Hüreyre, Abdullah ibn Amr gibi ilk kuşağa mensup isimlerin ondan gelen rivâyetleri nakletmiş olmaları, onun rivâyetlerinin yaygınlaşması ve tutunmasında önemli bir rol oynadı.”

İsimlerini saydığı İbni Ömer, Ebû Hüreyre, Abdullah ibn Amr radıyallâhü anhüm gibi zatlar, seçkin sahabilerdendir. Onlar Ka’bul Ahbar’a itibar etkilerine göre İslamoğlu’nun bu hususta dilini tutması lâzımdı. Ama öyle yapmıyor, üstüne üstlük Ka’bul Ahbar’ın söylediklerini yaydılar diye o güzide sahabîleri de suçluyor, onlara da kızıyor ve içten içe onları da kötülüyor.
Öyle ya canım, bir kimse yanlış şeyler söyler, bazıları da bu yanlışları alıp Müslümanlara yayarsa, onlar da suçlu olmazlar mı?

Bu durumda o sahabiler de suçlu(!).Onlar da suçluysa ya doğru olan kim?
Tek doğru olan ise İslamoğlu…

HEP SUÇLAMA, HEP SUÇLAMA…

Kahramanımız, sadece yukarıda ismini verdiğim iki zatı (Ka’bu’l- Ahbar ve Vehb bin Münebbih’i) değil, asr-ı saâdette bâtıl dinlerini bırakıp Müslüman olan diğer zatları da şöyle suçluyor:

“ Müslüman olan kitap ehli, son vahyi ve onun taşıyıcısı olan Hz. Peygamberi de kendi kitap ve peygamber tasavvurlarıyla okuyorlardı.”

Dikkat ederseniz hiç bir istisna yapmadan toptan, hepsini suçluyor.
İslamoğlu’na göre, Müslüman olan bu zatlara İslamın hiç tesiri olmamış ve kabul ettikleri yeni dini, eski dinlerinin görüşleriyle değerlendiriyorlarmış.
Bu suçlamayı yaparken hiçbir İslâmî eseri referans olarak gösteremiyor.
Peki delili ne? Hiç mi delili yok?

Var… Sadece kendi düşünce ve kanaatı.

Ama durun durun! Bir delili bir referansı var galiba…

Hani yukarıda, İslamoğlu’nun Ka’bul Ahbar’ı “Nûr-u Muhammedî teorisinin mûcidi olmakla” suçladığını söylemiştik ya. İslamoğlu, bu konuda İbn-i Teymiyye’nin bir sözünü delil getirerek şöyle diyor:
“İbni Teymiyye, bu tür uçuk iddiaları, ‘Derecesi ve kıymeti ne olursa olsun hiçbir beşer (insan) nurdan yaratılmamıştır’ sözleriyle reddediyor.”

Aman Allahım!

İslamoğlu’na göre “Nûr-u Muhammedî” uçuk bir iddia oluyor. Ve bu iddiayı çürütmek için müracaat ettiği şahıs ise Vehhâbîliğin fikir babası olan İbni Teymiyye…

Ama dikkat!

İbni Teymiyye, “Derecesi ve kıymeti ne olursa olsun hiçbir beşer (insan) nurdan yaratılmamıştır” derken kimi kastediyor acaba?
Tabii ki Sevgili Peygamberimiz’i…


Ali EREN | 04 Mayıs 2013 12:34 | www.haberkita.com