Değerli buqette,
Sanırım parantez içindeki arapça kelimeleri okumuşsunuzdur. Birincisinde "Aşk" ikincisinde ise "İman" yazmakta malumunuz.
İrfan; bilmek ve anlamak mânâlarında olmakla birlikte, eğitim ve öğretimle elde edilemeyen gerçeği, sezerek idrâk etme gücü demektir. Bu noktada Ömer Seyfettin'in öğretmen arkadaşlarıyla giriştiği âlim-ârif münâkaşasını hatırlamakta fayda var. Şöyle ki; Ömer Seyfettin İkinci Dünya Harbi yıllarında öğretmendir. Bir ara öğretmenler odasında otururken,
— Arkadaşlar, der, bu millet âlim değildir ama âriftir. Bu irfanı sayesinde pek çok şeyi okumuşlardan daha iyi sezer, farkeder ve bilir.
Arkadaşları itirazı basar:
— Olur mu öyle şey! İlmi olmayanın irfânı mı olurmuş, derler.
Harp yılları olduğu için de, iktisadî ve ticarî hayat durgun, yokluk ve sıkıntı had safhadadır. Şekersizlikten çaylar bile kuru üzümle, pekmezle içilmektedir. Bu durumu değerlendiren Ömer Seyfettin,
— Müjde arkadaşlar! der. Almanya'dan bilmem kaç ton şeker geliyormuş, çayları kuru üzümle içmekten kurtuluyoruz!
Bunu duyan öğretmenler, sevinçten yerlerinden fırlar ve bu haberi avuçlarını patlatırcasına alkışlarlar!..
Ama o da ne? Tam bu esnada kapı önünde bulunan hademede en ufak bir reaksiyon görülmemekte. Ömer Seyfettin bu defa hademeye döner ve;
— Sen niye sevinmiyorsun, şekere ihtiyacın yok mu? diye sorar.
Hademenin verdiği cevap ârifânedir:
— Boşversene Bey'im, der, kel merhemi bulsa kendi başına sürecek! Almanya harp ediyor, düşünsene... Şekeri nerden bulup da bize gönderecek!?
Bu cevap üzerine Ömer Seyfettin, irfandan mahrum olan arkadaşlarına dönerek,
— İşte der, beyler, âlimle ârifin, ilimle irfânın farkı...
****
Hikayede de belirtildiği üzere, "İrfan" idrak edebilmektir. İdrak ise, aşkın-isteğin ve bunlara bağlı olarak ilginin sonucudur. Bilmek ise başka safha. Bu idrak, Allah'ın zatı-sıfatı ve nimetleri, bunlara bağlı olarakta yaradılış gayesi üzerinde tecelli ederse, işte o zaman gerçek hüviyetine kavuşmuş olur. Selam ve sevgiler...