Yaşımın tam olarak kaç olduğunu hatırlamıyorum. Ama oruçlar yaza denk geliyordu. Yani en uzun günlerde idi... İlk orucum olduğumu zannediyorum. O yıllarda bulunduğum köyde her şey çok bol değildi. Sadece evde yapılan makarna (erişte işte ismine ne derseniz) ve ayran ile sahurun yapıldığı, tarhana çorbası ile iftarın yapıldığı yıllardı. Çok iyi hatırlıyorum, rahmetli dedem ayranın içersine ev yapımı ekmeği doğrar onunla sahur yapardı. İşte bu günlerde ben de ilk orucumu tutmuştum. Annenim nereden bulduğunu şimdi hatırlayamdığım el kadar bir eti, közün içersinde acemice ızgara (?) yapmıştı. Yer sofrasının üzerine eti koymuş, balkona çıkarak ezanı beklemeye başlamıştım. Bizim köyün imamımın adetiydi. İftara 5 dakika kala minarenin ışıklarını yakardı. Bu ışıkların yanması demek, iftarın yaklaştığına alametti. İmamın ezanı okumasıyla eti yemek için içeriye heyecanla koştuğumu hatırlıyorum. Ancak mutfağa girdiğim zaman birde ne göreyim. Benim eti, kedinin birisi kapmış yiyor. O günkü üzüntümü aradan 25 seneye yakın bir zaman geçmesine rağmen asla unutamıyorum. Her Ramazanü'l-Mübarek geldiği zaman bunu hatırlar, biraz buruk biraz mütebessim bu hatıramı hatırlarım.