Gönderen Konu: Resulü ve Mürşidi Taklid ve Mütâbeatın Üstünlüğü  (Okunma sayısı 3700 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı yurt2

  • aktif okur
  • **
  • İleti: 118

Tesavvuf büyüklerinin yolundan, hattâ islâm milleti ve şerî’atinden büyük pay alanlar, taklîd fıtratına ve mütâbe’at yaratılışlına sâhib olanlardır. Bu fıtrat ve yaratılış kimde dahâ çoksa, nasîbi de çokdur. Burada işin esâsı, taklîdde ve bu yerde esâs mes’ele, mütâbe’atdadır. Peygamberleri “aleyhimüssalevâtü vet-teslimât” taklîd, en yüksek derecelere ulaşdırır ve asfıyâya mütâbe’at, yüksek makâmlara erdirir. Ebû Bekr-i Sıddîkda “radıyAllahü anh” bu fıtrat ziyâde bulunduğundan, hiç duraklamadan, Resûlullahın peygamberliğini tasdîk etmek se’âdeti ile şereflendi ve bütün sıddîkların re’îsi oldu. Ebû Cehl mel’ûnunda, taklîd ve tâbi’ olma isti’dâdı az bulunduğundan, o büyük se’âdetle şereflenemedi ve la’netlenmişlerin önderi oldu.

Mürid kavuşduğu her kemâle, mürşidini taklîdle kavuşur. Mürşidin hatâsı müridin savabından [doğrusundan] iyidir. Bunun için Ebû Bekr-i Sıddîk  ”radıyAllahü anh”, Resûl-i Ekremin “sallAllahü aleyhi ve âlihi ve sellem” bir sehvi [yanılması] olmağı tercîh ediyor ve: (Âh, ne olaydı, Muhammedin “sallAllahü aleyhi ve âlihi ve sellem” bir sehvi [yanılması] olaydım) buyuruyor. Resûlullah Efendimiz “aleyhissalâtü ves-selâm”, (Bilâlin sini [S harfi], Allah katında şındir) buyurdu. Çünki hazret-i Bilâl-i Habeşî “radıyAllahü anh” arab değildi. Yabancı idi, ya’nî Habeşli idi ve ezân okurken eşhedü yerine eshedü derdi ve Allah katında onun eshedüsü, eşhedü olarak kabûl edilirdi. O hâlde Bilâl- i Habeşînin “radıyAllahü anh” hatâsı, başkalarının doğrusundan dahâ iyi ve makbûl olmakdadır.

Mısra’: Senin eşhedüne güler, Bilâlin eshedüsü.

Azîzlerden birinden işitdim. Dedi ki, meşâyıhdan nakledilen ba’zı düâlarda, her nasılsa ba’zı şeyhler hatâ etmişler ve aslına uygun okumamışlar. Ammâ eğer onlara tâbi’ olanlar, o düâları aslı üzere değil de, şeyhlerinin okuduğu gibi okurlarsa, yine te’sîri görülür. Eğer şeyhlerinin okuduğu gibi değil de, doğru okurlarsa, te’sîri görülmez. Allahü teâlâ Habîbinin hurmetine “aleyhi ve alâ cemi’il-enbiyâ-i vel-mürselîn ve alâ mütabi’ihim-üs-salevâtü vet-teslimât”
bizi peygamberlerini taklîd ve evliyâsına tâbi’ olmak üzere bulundursun!

İmam-ı Rabbani (K.S.) – Mebde’ ve Me’ad
Allâhü Teâlâ’nın takdîrine razı olmak, kalbi tedavi eder.
Hz. Ali (kv.)

Çevrimdışı yurt2

  • aktif okur
  • **
  • İleti: 118
İlmin şeref ve kıymeti - Mürşidin Hakkı
« Yanıtla #1 : 05 Mayıs 2013, 09:05:54 »
İlmin şeref ve kıymeti, âid olduğu şeyin şeref ve rütbesi mikdârıncadır. Âid olduğu ne kadar şerefli ise, onun ilmi, ya’nî o şeyi bildiren, tanıtan ilm de o kadar yüksekdir.

O hâlde tesavvuf ehline mahsûs bâtın [kalb ve rûh] ilmi, zâhir (Fıkıh) âlimlerinin sâhib oldukları zâhir ilminden dahâ şereflidir. Zâhir [fıkh] ilmi de, dokumacılık ve hacamat ilmlerinden şereflidir. Bunun için kalb ilmlerini aldığı mürşidine karşı edebleri, zâhir ilmini aldığı üstâdına karşı edeblerinden kat kat ziyâdedir. Zâhir ilmini aldığı üstâdına karşı edebleri de, dünyâ işlerinde meslek öğrendiği ustasına karşı edeblerinden kat kat çokdur. Aynı fark zâhir ilminin kolları arasında da geçerlidir. Kelâm ve fıkh hocası, nahv ve sarf hocasından önce, sarf ve nahv hocası, felsefî dersleri öğreten öğretmenden önde yer almakdadır. Şunu da söyliyelim ki, felsefî ilmler,  mu’teber [kıymetli] ilmlere dâhil değildirler. Çok konuları lüzûmsuzdur ve kişiye bir şey vermezler. İslâm kitâblarından aldıkları bir kaç konuyu da değişdirmişlerdir. Bunlarda da hâkim olan cehl-i mürekkeb olmakdır. Çünki aklın oralarda işi yokdur. Nübüvvet [Peygamberlik] hâli ve bilgileri, normal insanların aklının çok üstündedir.

Mürşidin hakkı [ve edebleri] diğer hak sâhiblerininkinden çokdur. Hattâ mukâyese edilemiyecek kadar fazladır. Mürşidin üstünde, ancak Allahü teâlânın ni’metleri ve Resûlünün “aleyhi ve alâ âlihissalevâtü vet-teslimât” ihsânları vardır. Hattâ deriz ki, herkesin hakîkî mürşidi Resûlullahdır “sallAllahü aleyhi ve alâ âlihi ve sellem”. Evet, maddî olarak dünyâya gelmek, ana ve baba vâsıtası ile olmakdadır, ammâ ma’nevî olarak doğmak, mürşid-i kâmille husûle gelmekdedir. Maddî olan doğumla ilgili olan hayât birkaç gün sürer, ammâ ma’nevî doğum, sonsuz hayâta sebeb olur. Mürîdin ma’nevî kirlerini ve pisliklerini, kalbi ve rûhu ile süpürücülük yapıp temizleyen, içini ve mi’desini zararlı şeylerden uzak tutan hep mürşid-i kâmildir. İrşâd edilecek ba’zı talebe, mürşidin, kendilerine yapmış olduğu teveccühlerle, kalb ve rûhlarındaki necâset pisliklerini temizlerken, bunların mürşidine de sıçradığını, böylece kalbini de bir nev’î kirletdiğini, bu kir ve bulanıklığın bir müddet devâm etdiğini, kendilerinin de hissetdiğini bildirmişdir.

Pîr [mürşid], kendisi ile Allahü teâlâya kavuşulan büyük velî ve sevgili kuldur. Bu ise, dünyevî ve uhrevî bütün se’âdetlerin fevkındedir. Pîr [mürşid] odur ki, yaratılışdan habîs ve aşağı olan nefs-i emmâre onun eliyle temiz ve pâk olur. Emmârelikden itminâna, cibillî küfrden hakîkî islâma kavuşur.

Mısra’: Açıklamağa kalksam, şerhinin sonu gelmez.

O hâlde kendi se’âdetini pîrin [mürşid-i kâmilin] kabûlünde, şekâvetini de onun reddinde bilmelidir. Bundan Allahü teâlâya sığınırız. Allahü teâlânın rızâsı, pîrin rızâ perdesinin arkasına konmuşdur. Açıkcası, mürid, mürşidinin rızâsını almadıkca, Allahü teâlânın rızâsına kavuşamaz. Müridin en büyük tehlükesi, mürşidin ondan incinmesindedir. Bundan başka her hatânın tedâriki  mümkündür, ammâ pîrin incinmesini hiç bir çâre düzeltemez. Pîrini incitmek, mürid için şekâvet tohumu ekmekdir. Allahü teâlâ bizi bundan korusun. İslâm akâidindeki bozukluk ve şerî’atin emr ve yasaklarına ri’âyetsizlik, hep onun netîcelerindendir. Kalbe âid hâllerden ve kendinden geçmelerden ne diyeyim. Mürşidini incitmekle berâber hâlâ kalb hâllerinden bir eser, alâmet kalmışsa, onu istidrâc bilmelidir ki, sonunda onu harâb edecek ve zarardan başka hiç bir netîce vermiyecekdir. Allah yolunda olanlara selâm olsun.

İmam-ı Rabbani (K.S.) - Mebde' ve Me'ad
Allâhü Teâlâ’nın takdîrine razı olmak, kalbi tedavi eder.
Hz. Ali (kv.)

Çevrimdışı yurt2

  • aktif okur
  • **
  • İleti: 118
Zâmanın Sâhibine Muhabbetin Lüzumu
« Yanıtla #2 : 06 Mayıs 2013, 11:56:55 »
Ferdiyyet kemâlâtını da kendinde bulunduran bir irşâd kutbunun vücûdu [varlığı] çok azîzdir. Bir çok asrlardan ve hesâbı zor zemânlardan sonra ancak böyle bir cevher zuhûr eder ve karanlık âlem onun nûrû zuhûruyla aydınlanır. Onun irşâd ve hidâyet nûru bütün âlemi içine alır. Arşın tepesinden dünyânın merkezine kadar, kimde rüşd, hidâyet, îmân ve mârifet hâsıl olursa, onun vâsıtasıyla olur ve ondan istifâde olunur.

Onun tavassutu olmadan hiç kimse bu devlet ve ni’metlere kavuşamaz. Onun hidâyet nûru dünyâyı kuşatan okyânus gibi, bütün âlemi içine almışdır. O deniz donmuş gibi olup, aslâ hareket etmez.

O büyüğe müteveccih olan bir şahs, ona ihlâsla bağlı ise, yâhud o büyük, bir tâlibin hâline teveccüh ederse, işte bu teveccüh esnâsında, tâlibin kalbinde sanki bir pencere açılır ve o yoldan, teveccüh ve ihlâsı mikdârınca, o deryâdan içer içer ve kanar. Bunun gibi, Allahü teâlânın zikrine müteveccih olan bir kimse, o azîze hiç teveccüh etmese, ammâ onu inkârından değil, tanımadığı için böyle yapsa, aynı istifâde onda da hâsıl olur. Lâkin birincisinde olan istifâde bundan dahâ fazladır.

Fekat bir kimse o azîzi inkâr etse, onun büyüklüğünü kabûllenmese, yâhud o büyük zât, ondan incinse, her ne kadar Allahü teâlânın zikri ile meşgûl olsa da, rüşd ve hidâyetin hakîkatinden mahrûmdur. Ona feyz gelmesine onun inkarı sed ve sebeb olmakdadır. Yoksa o azîz, onun istifâde etmemesini ve onun zarar görmesini istememekdedir. Hidâyetin hakîkati ondan uzaklaşmışdır. Eğer rüşd varsa, sûret ve şekldedir. Ma’nâsız sûretin ise fâidesi pek azdır.

O azîze karşı ihlâs ve muhabbet üzere olanlar, her ne kadar yukarıda bildirilen teveccüh ve zikr-i ilâhî ile meşgûl olmasalar da, sırf muhabbetleri sebebi ile, rüşd ve hidâyet nûruna kavuşurlar.

Hidâyet üzre olanlara selâm olsun!

İmam-ı Rabbani (K.S.) – Mebde’ ve Me’ad
Allâhü Teâlâ’nın takdîrine razı olmak, kalbi tedavi eder.
Hz. Ali (kv.)

mazhar

  • Ziyaretçi
Ynt: Resulü ve Mürşidi Taklid ve Mütâbeatın Üstünlüğü
« Yanıtla #3 : 06 Mayıs 2013, 21:12:18 »
Alıntı
O azîze karşı ihlâs ve muhabbet üzere olanlar, her ne kadar yukarıda bildirilen teveccüh ve zikr-i ilâhî ile meşgûl olmasalar da, sırf muhabbetleri sebebi ile, rüşd ve hidâyet nûruna kavuşurlar.

Halka da olanın da,halkanın dışındakinin de, halkanın içindekinin de faydalanacağının bir işaretidir.

Güzel açıklamaları bizimle paylaştığınız için teşekkürler.