Gönderen Konu: * Şaban-ı Veli ve Kerametleri *  (Okunma sayısı 8328 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı _313_

  • aktif okur
  • **
  • İleti: 106
    • http://www.hidayet.forumup.com/
* Şaban-ı Veli ve Kerametleri *
« : 21 Şubat 2006, 21:05:54 »

Şaban-ı Veli ve Kerametleri

Talebelerinden Muhyiddîn Usta anlattı: Bir gün hocamız Şa'bân-ı Velî
hazretlerinin huzûrunda idik. Ilgaz yolundan bir kimse geldi ve
hocamızın elini öptükten sonra; “Efendim! Yol üzerinde bir değirmenimiz
vardı. Bir arkadaşımla değirmenin taşını değiştirecektik. Yeni taşı
kaldırdık, tam koyacakken derenin dibine yuvarlandı. Dereden tekrar
çıkarıp yerine koymamız mümkün değildi. Çünkü taş çok ağırdı. Ne
yapacağımızı düşünüp dururken, hatırımıza siz geldiniz ve; “Yetiş ey
Şa'bân-ı Velî hazretleri!..” diye imdâd istedik. O anda bir el, değirmenin
taşını aşağıdan aldığı gibi, getirip yerine koydu. İşte, orada gördüğüm el
ile bu öptüğüm el, aynı eldir.” dedi.

Talebelerinden Mehmed Efendi anlattı: “Şa'bân-ı Velî hazretlerinin
talebesi olmakla şereflendiğim sıralarda, onun pekçok kerâmetlerini
gördüm, hâllerine şâhid oldum. Horasan evliyâsından biri, talebelerinden
hâl ehli olan birkaçına; “Anadolu’da derecesi yüksek, pek kıymetli bir
velî yetişti. Arzu ettiği an melekler âlemini seyretmektedir. Siz de
ziyâretine gidiniz. Onun feyz ve bereketine, teveccühlerine kavuşunuz.”
buyurdu. O talebeler de Anadolu’ya doğru yola çıkıp Kastamonu’ya
yaklaştılar. Bu sırada Şa'bân-ı Velî, iki talebesine bir ayna
verip; “Horasan dervişlerinden üçü ziyâretimize gelmektedir. Aynayı bu
gelenlere veriniz.” buyurdu. Aynayı alan iki talebe, Horasanlı dervişleri
karşılamaya çıktılar. Yolda karşılaştıklarında, emânet olan aynayı
gelenlere verdiler. Horasanlı dervişler aynaya baktıklarında, içinde
Şa'bân-ı Velî’nin tebessüm ederek kendilerine baktığını gördüler. Bu hâle
hayret ettiler ve; “Bize bu kâfidir. Göreceğimizi gördük, Şa'bân-ı Velî’nin
teveccühlerine kavuştuk.” diyerek Horasan’a döndüler.”

Şa'bân-ı Velî’ye bir gün fakir bir kimse gelerek; “Efendim! Fakirim. Bir
merkebim vardı, o da öldü. Şimdi ne ile çocuklarımın geçimini temin
edeceğim? Ne olur duâ buyurun da, cenâb-ı Hak beni nâmerde muhtâc
etmesin.” dedi. Şa'bân-ı Velî de, ellerini açarak bu fakir için Allahü
teâlâya yalvardı. O sırada bir atlı, yedeğinde bir katır ile Şa'bân-ı Velî
hazretlerinin huzûruna varıp; “Efendim! Bu katırı size hediye etmek
niyetiyle tâ memleketimden geldim. Lütfen kabûl buyurunuz.” dedi.
Şa'bân-ı Velî, yanında duran fakîre dönerek; “Ey fakîr! Allahü teâlânın
sevdiklerine olan bağlılığın ve muhabbetin sebebiyle, cenâb-ı Hak sana,
merkebin yerine daha güçlü bir katır ihsân etti. Nîmetinin şükrünü bil ki,
daha da çoğaltsın.” buyurdu ve katırı fakîre teslim etti. Katırı getiren
kimse, bu işe şaşırıp kaldı ve hayretinden; “SübhânAllah” deyince,
etraftakiler; “Niçin hayret ediyorsun?” diye sordular. O kimse de; “Bu
katırı yarın getirecektim. Lâkin içime, hayırlı işi geciktirme, diye bir
düşünce geldi. Bunda bir hikmet var diyerek acele ettim.” dedi.

Kürekçi Mustafa isminde, Şa'bân-ı Velî’yi çok seven biri anlattı: “Birisine
bin iki yüz akçe borcum vardı. Onu ödemek için çok çalıştığım hâlde bir
türlü para biriktirip veremedim. O kimse de, zaman zaman gelip parasını
istiyordu. Ben her defâsında; “Biraz daha mühlet ver.” diyordum. Bu
durumun böyle devâm etmeyeceğini anlayınca, bir velînin kabrine
giderek; “Yâ Rabbî! Enbiyân ve bu evliyân hürmeti için, bana borcum
kadar dünyâlık ihsân eyle!” diye duâ eyledim. Oradan ayrıldıktan sonra,
aklıma Şa'bân-ı Velî hazretleri geldi. Huzûr-i şerîflerine vardığımda
yanında kimse yoktu. Beni görünce, oturduğu minderin altını işâret
ederek; “Bunun altındakileri al!” buyurdu. Elimi uzatıp, bir miktârını
aldım. Hepsini almadığımı görünce, bana; “Hepsini al. Hak teâlâ
oradakilerin hepsini senin için gönderdi.” buyurdu. Bunun üzerine hepsini
aldım. Sonra benim için el kaldırıp; “Yâ Rabbî! Bunu darda koyma.” diye
duâ etti. Huzûrundan ayrıldım. Tenhâ bir yere vardığımda paraları
saydım, tam borcum kadardı. Çok sevindim. Hemen gidip borcumu
verdim. O günden beri hiç kimseye borçlanmadım, elhamdülillah.”

Murâd Halîfe ismindeki imâm, bir gün Şa'bân-ı Velî’yi ziyârete geldi. O
sırada Şa'bân-ı Velî câminin bahçesinde talebeleriyle oturmuş sohbet
ediyordu. Murâd Halîfe, bir müddet onların yanına oturup sohbeti
dinlemeye başladı. Dinledikçe, Şa'bân-ı Velî hazretlerinin büyüklüğünü
anlıyordu. Bir ara Şa'bân-ı Velî’nin mübârek başını câminin kubbesi
yüksekliğinde gördü. Hemen varıp, Şa'bân-ı Velî’nin dizinin dibine oturdu
ve elini öpmeğe başladı. Talebelerden biri yavaşca; “Bu adam ne
yapıyor? Durup dururken hocamızın elini öpüyor.” deyince, yanındaki
kalb gözü açılmış olan talebe de; “Eğer hocamızın mübârek başının Arş-ı
âlâya değdiğini görse, zevkten helâk olurdu.” dedi.

Kaynak: http://www.biriz.biz/evliyalar/