Gönderen Konu: Sabuna ihanet etmeyin!  (Okunma sayısı 2926 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Sabuna ihanet etmeyin!
« : 16 Ekim 2011, 02:24:46 »

Sabuna ihanet etmeyin!

Gün geçmiyor ki doğal; insan dostu bir gıdanın veya malzemenin bambaşka bir hale geldiğine şahit olmayalım! Sabun da bunlardan biri...
 
Sabunu seven ona hayran olan ve her kullandıkça önemini daha iyi anlayan biriyim. Uzun zamandır da sabun konusunda “tarifsiz acılar” içindeyim… Sabun, hele de “doğal sabun” değişti, bozuldu bu değerin içi boşaltıldı. Doğallık hesabına sığınacak birkaç dalı kalmış olan bizleri resmen ve fiilen aldatıyorlar. Geleneksel yolla sabunlaştırılmamış, kimyasal çorbaları sabun diye önümüze koyuyorlar.

Hele hele son günlerde zeytinyağının önemi ortaya çıkınca, içine kattıkları birkaç damla zeytinyağı ile bu kimyasal çorbalar “zeytinyağlı doğal sabun” oldu. Bir de cildin dostu “defne”nin birkaç damlası ile elde edilen “defneli sabun”lar piyasayı doldurdu. Bütün bunlara ilaveten, sabun yapımını uzaktan yakından hiç bilmeyen imalatçıların cahilce hazırladıkları “ev sabunu” cildi de yürekleri de yakıyor…
 
Sabunun eski Osmanlı tıbbında çok önemli bir yeri var. Temizlik denince akla sabun gelir. Yüz ve vücut, çamaşırlar ve bulaşıklar bu “mucize temizleyici” ile yıkanır. Bu sebepten Osmanlı’da sabun imalatı çok gelişmiş, kalitesi yükseltilmişti. Devlet hesabına sabunun kontrolünü yapanların yanı sıra, alıp satanlar ve tüketiciler bu kaliteyi test edebilecek düzeyde idiler. Bu sebepten, kaliteli sabunlar yüksek fiyata satılabiliyordu.
 
Sabunun ilk ortaya çıkması hikâyesinde hep aynı şey anlatılır; Roma imparatorluğu döneminde, tapınakların yakınındaki nehirlerde çamaşır yıkayan kadınlar, tapınaklarda kurban edilen hayvanların yağları ve odun küllerinin sabunlaşarak çamaşırları tertemiz yapması ile sabunu fark etmişler.
Hâlbuki yazılı kaynaklar, sabunu, ilk kez Sümerlerin MÖ 4000 yıllarında kullanmaya başladıklarını;

Mezopotamya’da iyice gelişmiş olan dokumacılık sanatında iplik ve kumaşların yıkanması için sabun, potas ve şap kullanıldığını belirtir. MÖ 2500 yıllarında Sümerlere ait kil levhalar üzerindeki yazılarda sabun yapılması ile ilgili yazılara rastlanılmıştır.

Sıvı yağlarla sabun yapımı hakkındaki bilgileri de Antik Mısır’da buluyoruz.  Orta Asya kökenli olan ve ham yünden üretilen keçenin üretim aşamasında sabunlu suyun kullanılması, Orta Asya ile de bir bağlantısı olduğunu gösteriyor. Bütün bu bilgiler, bize sabunun tarihinin çok eski olduğunu, 6.000 yıldır insanların çeşitli maddeleri kullanarak sabun ürettiklerini gösteriyor.
 
Bu “yağı yağla yıkamak” formülündeki mucizevî temizleyici,  insanın hayatına en güzel şeklide girmiş ve insanlar tarafından en güzel şekle getirilmişti. Eski sabun imalatçıları, imalathanelerinde, ellerinde bulunan hayvanın iç yağlarını veya zeytinlerin sıkılmasıyla çıkarılan zeytinyağından geri kalan tortulu yağlı kısmı kullanırdı.

Bu yağlar, içinde alkali madde olan bitkilerin külleri, potas, şap, bor, borit veya sodyum hidroksit ihtiva eden doğal minerallerle kazanlarda kaynatılarak sabunlaşması sağlanırdı. 

Zamanla sabunlaşmayı sağlayacak sodyum hidroksit (kostik) ayrıştırılarak elde edildi. Sabun elde edilirken, bu madde çok dikkatle, sadece sabunlaştıracak kadar konulur ve sabunlaşma bittikten sonra deriyi tahriş edecek kostik kalmasın diye sabun defalarca su ile yıkanırdı.

Sabun imalatçısı elde ettiği sabunun içinde tahriş edecek bir kalıntı kalıp kalmadığını diliyle yalayarak test ederdi. Sonuçta “yenebilecek!” saflıkta sabun tüketiciye sunulurdu.
 
Bugünkü sabunlara gelince; sanayileşen sabun için üreticinin düşündüğü tek şey vardı: “Ucuza mal etmek.” Bunun için de, hayvan iç yağları, artık sabun imali için kullanılan tek madde haline geldi. Yemeklerde kullanılan zeytinyağını, sabun imalinde kullanmayı hiç düşünmediler.

İkinci olarak devreye giren “rekabet”, daha çok köpüren sabunu esas aldı. Bu köpürtücü maddelerin sabuna ilavesi demekti. Daha şeffaf, daha hoş kokulu, daha köpüren… Derken, sabun kişiliğini kaybedip, bir kimyasal madde haline geldi.
 
Saf sabunun ise bir tek amacı vardı “ temizlemek”.  Basit formülüyle bunu başarıyordu ama piyasada yarışan sabunlara ilave edilen koruyucu maddeler, renk maddeleri, sentetik kokular, sabun isminde ve görünüşünde “deterjanları” doğurdu. Ülkemizde de bu “asrî” leşen sabunlar, saf sabunmuş gibi sorgusuz sualsiz kullanılıyor...
 
Son senelerde, sabunda “doğallık” modası ön plana geçti.  İnsanımız yediği, içtiği ve kullandığı kimyasalların hayati tehlikesini öğrendi. Bir de batı dünyasından doğallık rüzgârları esmeye başlayınca, bu konuda çalışmalar hızlandı.

Bize sunulan, fabrikasyon sabunların sabun gibi kokması için, sentetik koku imal edenlere çok iş düştü. Sabun gibi kokan ve görünen, çok ucuza alabildiğimiz kimyasal karışımlar piyasayı doldurdu.
 
Anadolu’da yüzyıllardır uygulanan sabunculuk geleneği devam edemedi. Bu sabunlara talep kalmadı. Bu sanatla uğraşanlar başka işlere yöneldiler.  Her şeye rağmen bazı bölgelerimizde bu sanat devam edebildi ise de bu doğal sabunlar batı dünyasının dikkatini çektiğinden tamamı ihraç ediliyor. Eski geleneği devam ettiren kaliteli sabunlar bize ulaşamıyor.
 
Doğal sabun tekrar para getiren bir ürün olmaya başladığından beri bu sanatı yeterince bilmeyenler ufak imalathanelerde yağları ölçüsüz ve kontrolsüz kostikle sabunlaştırıp tahriş eden sabunlar imal ediyorlar.

Başka bir imalat şekli de “soğuk sabun” denen tamamen mikserle karıştırarak imal edilen kimyasal çorbalar. Bence en kötüsü sabun sanayinin bu modayı kullanmasıdır. 

Kimyasal olarak hazırlanan sabunlara birkaç damla zeytinyağı veya defne yağı ilave edip büyük reklamlarla zeytinyağlı sabun diye satışa sunuluyor.

Bu sabunların içindekiler kısmına bir bakın lütfen. En masum görünen sabunlar bile zeytinyağı ile güzelce sabunlaştırma yapılmayıp hazır sabun bazı,  sodyum Tallowate’la hazırlanıyor.

Sodyum Tallowate denilen baz, hayvan iç yağlarının kostikle sabunlaştırılması ile elde edilen sabun ana maddesidir. Burada kullanılan maddenin hayvan iç yağı olması sorun değil. Bu yağlar tabii maddeler ve cilde zararı yok.

Fakat hangi hayvansal yağlar, hangi şartlarda ve nasıl sabunlaştırılıyor bunları bilmiyoruz. Yığınla köpürücü, renklendirici, koku verici madde, parafin türevleri, gıdalarda yasaklanmış koruyucu maddeler ilave ediliyor.  Bunları o “saf! doğal!” sabunların etiketlerinde okuyabiliyorsunuz.

Böyle sabunlara ilave edilen “otlar, kökler ve doğala özdeş parfümler!”le zenginleştirilen; pasta şeklinde, karpuz, çilek türlü tropik meyveler şeklinde şeffaf, yenecek kadar iştah kabartan sabunlara ne demeli? Sabun kimliğinden utanmış olmalı! O mütevazı bir mucizedir. Amacı da sadece temizlemektir...
 
Artık cildimizi doğal sabuna emanet ederken o gönül çelen reklamlara değil, sabunun etiketindeki içindekiler kısmına bakalım! Bu bilgiler, bize sabun gibi sabunu gösterecektir…
 
Prof. Dr. Ayten Altıntaş
〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı korean

  • Yeni üye
  • *
  • İleti: 13
Su Ve Sabunun Cilde Etkilerinden Korunun
« Yanıtla #1 : 01 Nisan 2013, 15:03:42 »
Su ve yıkayıcılar cildin nemini kaybetmesine neden oluyor.
 
Uzmanlar, soğuk hava dolayısıyla cilt kuruluğuna yakalanan bireylerin su ve sabunla aşırı temastan kaçınmaları gerektiğini belirterek, fazla duş almamaları konusunda da uyarıda bulunuyor.
 
Kafkas Üniversitesi (KAÜ) Tıp Fakültesi Deri ve Zührevi Hastalıkları Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Emine Derviş, AA muhabirine yaptığı açıklamada, deri kuruluğunun en çok dış şartlara bağlı meydana gelen bir hastalık olduğunu söyledi.
 
Soğuk ve rüzgarlı bir yer olduğu için bu duruma en çok Kars bölgesinde rastlandığına dikkati çeken Derviş, “Bunun dışında yaşlılık önemli bir deri kuruluğu sebebidir. Bazen kalıtsal hastalıklar, deri hastalıkları, sedef gibi bazı egzamalar da deri kuruluğu sebebi olabilir” dedi.
 
Yaygın bir deri kuruluğu olan kişinin mutlaka önce bir hekime başvurması gerektiğini ifade eden Derviş, bölgede sert sudan kaynaklanan deri kuruluğu hastalığına yaygın olarak rastlandığını kaydetti.

Prof. Dr. Derviş, soğuk havanın cildi olumsuz etkilediğini dile getirerek, şunları kaydetti: “Bunlardan dolayı, bu bölgede gördüğümüz deri kuruluğunu dış şartlara bağlıyoruz. Cilt kuruluğunu anlamak için deriye bakıyoruz. Bu tür durumda derinin küçük kepeklerle örtülü olduğunu, üstünün hafif beyaz gri bir renkte olduğunu görürüz.”
 
Sürtünmesi fazla olan giysiler giymeyin
 
Cilt kuruluğunun tedavisinin 2 kısımda incelenmesi gerektiğini anlatan Derviş, cilt kuruluğunu artıran sebeplerden kaçınılması gerektiğini belirterek, bunun önlenmesi için bir takım yardımcı önlemlerin alınması gerektiğini bildirdi.
 
Derviş, cilt kuruluğu olan kişilerin çok su ve sabun temasından kaçınması gerektiğini anlatarak, sözlerini şu şekilde sürdürdü  ”Kişinin derisi ne kadar suya sabuna temas ediyorsa, o oranda kuruluk artacaktır çünkü su ve yıkayıcılar deri üzerindeki yağ tabakasını uzaklaştırıp derinin nemini kaybetmesine sebep olur.

O yüzden bu kişilerin daha az banyo yapmaları, ellerini az yıkamaları ve az sabun kullanmaları önerilmelidir. Kullanılan temizleyicilerin olabildiği kadar sabun özelliği az olanlardan tercih edilmesi önerilir.

Gliserinli sabunların tercih edilmesi önerilmelidir, yine de az kullanmak kaydıyla. Kuru derisi olan insanların giysilerine de dikkat etmesi lazım. Zaten deride bir kuruluk var.

Sürtünmesi çok fazla olan giysiler giyilirse yani, sıkı pantolonlar, sıkı çoraplar gibi bu bölgeler, sürtünme nedeniyle daha da kuru kepekli hale gelecektir.”
 
Derviş, deri kuruluğu olan hastaların, banyo sonrasında cilt daha ıslaklığını kaybetmeden cilt üzerine nemlendirici sürmesi gerektiğini ifade ederek, “Piyasada çok fazla nemlendirici var. Vücut nemlendiricileri, banyo yağları kullanılabilir” diye konuştu.

sglk.net