

H.Ş.
3220 - Abdurrahman İbnu'l-Kasım anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Benim (yokluğumdan hasıl olan) musibet, müslümanları musibetlerinde teselli etmelidir."
Muvatta, Cenaiz 41, (1, 236).

مَوْلاَيَ صَلِّ وَسَلِّمْ دَا ئِماً اَبَدَا * عَلَي حَبِيبِكَ خَيْرِ الْخَلْقِ كُلِّهِمِ Mahlukatının en hayırlısı olan Habibinin üzerinde selamını daim eyle Ey benim Allahım
هُوَالْحَبِيبُ الَّذِي تُرْجَي شَفَا عَتُهُ * لِكُلِّ هَوْلٍ مِنَ اْلاَهْوَالِ مُقْتَحَمِ"O öyle bir Peygamberki karşılaşılan her türlü tehlikeden ,korkulu hallerden ümit olunur şefeati."
سَرَيْتَ مِنْ حَرَمِ لَيْلاً اِلَي حَرَمِ * كَمَا سَرَي الْبَدْرُ فِي دَاجٍ مِنَ الْظُـُّلَمِ Sen Ey Enbiyanın hayırlısı , karanlık gecede dolunayın parladığı gibi Mescid-i Haramdan Mescid-i Aksaya gittin
أَمِنْ تذَكَرِ جِيرَنٍ بِذِي سَلَمِ * مَزَجْتَ دَمْعاً جَرَي مِنْ مُقْلَةِ بدَمِ Ey Âşık selem ağaçlarının oturduğu mevkÎde oturan komşularını hatırladığın içinmi kanlı göz yaşı döküyorsun .
أَمْ هَبّتٍ الِرِيحُ مِنْ تِلْقَاءِ كاَ ظِمَةِ * وَأَوْ مَضَ الْبَرْقُ فِي الظَّلْمَا ءِ مِنْ اِضَمٍ Yahut Kazime ( Medine-i Münevvere) tarafından bir rüzgarmı esti de veya karanlık bir gecede idam dağından bir şimşek mi çaktı da kanlı göz yaşı döküyorsun
فَمَا لِعَيْنَيْكَ اِنْ قُلْتَ اكْفُفَا هَمَتَا * وَ مَا لِقَلْبِكَ اِنْ قُلْتَ اسْتَفِقْ يَِهِمِ Gözlerine ne oluyorki artık akmayın dedikce yaş boşalıyor?
Kalbine ne oluyor ( yetiş huzur ) dedikce muhabbetinden coşmakta
اَيَحْسَبُ اَلصَّبُّ اَنَّ الْحُبَّ مُنْكَتِمٌ * مَا بَيْنَ مُنْسَجِمٍ مِنْهُ وَمُضْطَرِمٍ Bir tarafta akan gözyaşı bir tarafta yanan kalb varken âşık sevgisini gizli kalacağınımı sanır
لَوْلاَ الْهَوَا لَمْ تُرِقْ دَمْعاً عَلَي طَلَلٍ * وَلاَ اَرِقْتَ لِذِكْرِالْباَنِ وَالْعَلَمِ Eğer sende bu sevgi olmasaydı ne bu harabeye göz yaşı dökerdin , ne (Ban) denilen ağacı, (Alem) denilen dağı hatırlayıp uykusuz kalırdın
(İmamı Busiri~~Kaside'i Bürde)


GÜL, KOKUSUNU SİZDEN Mİ ALMIŞ BİLMEM
BİR ATEŞ ATTINIZ İÇİME SÖNMEZ YANAR HER DEM
BÜKÜLÜR BOYNUM, BİR GARİPLİK ÇÖKER,
DOYULMAZ GÜZELLİĞİNİZE HASRET KALDI BU GÖZLER!
EFENDİM, BENİM GÜZEL EFENDİM.. SULTANIM,BENİM GÜL SULTANIM..



Sen Gidince Efendim...
Sevgili!
Sen gitmiştin... Koyup bir başımıza, bırakıp pak ellerimizi, gurbetlerine salmıştın bizi.
Yetim kaldık, öksüz kaldık ve ellerimiz kirlendi yokluğunda...
Sen gitmiştin. Akşamlar iniyor dağlara ve hasretimiz yankılanıyor yamaçlarda.
Sevgili!
Nasıl iltica edelim sana; huzuruna nasıl varalım, yalvaralım?!..
Efendim, duyar mısın sesimizi...
Sen aşk ikliminde sultan, sen güzellik şahikasında dolunay, sen vefa göğünde hilal.
Biz bir bakışının dilencisi, biz dolunay tutkunları, biz bayramı gözleyen oruçlar.
Güzellik ordusunun hakanı sen, gam rüzigarında gedalar biz.
Sen özüsün varlığın ve biz varlık iddiasında küstah yoksullar.
Sen sabah yıldızlarının ışığı,biz gaflet uykusunda kervancı.
İtivermezsin elinin tersiyle bizi, değil mi efendim...
Sevgili!
Sen gitmiştin... Yokluğunda kaybettik önce varlığımızı, ve sonra yok eyledik aklımızı da.
Hasretinle akan zamanlarda cevherimiz özden, madenimiz mıknatıstan ayrıldı.
Sen gitmiştin... Çelik mermere çarptı, iradeye ateş düştü yokluğunda.
Hasretinden akıllar yitirildi efendim, gönüller gölgelere düştü.
Kucak kucağa güneşlerimiz söndü, dudak dudağa denizlerimiz kurudu,
ve sen gitmiştin efendim.
Sen gitmiştin... Seninle birlikte her şeylerimiz gitti.
Şehitlerimiz kefenlerinden sıyrıldı senden sonra; kanlarımız sahralar doldurdu.
Kelimelerimiz anlamlarını yitirdi.
Hiç bir şey kazanmadık ayrılığında, Efendim, hiç kâr elde edemedik.
Aldandık, hep aldandık. Dillerimizi yitirdik.
Dillerimiz dilim dilim edildi efendim.
Bize sevmeyi unutturdular ilkin; sonra sevginin ne olduğunu...
Kendi gönlüne ihanet edenlerimiz, gönlün kendisine ihanet ediyorlardı artık.
Vurgunlar yedik peş peşe efendim...
Ve sen gitmiştin.
Sevgili!
Sen gitmiştin... Biricik sığınağımız, varlığımızın övüncü, yüz akımızdın.
Hayırları söyleyip gitmiştin, biz şer işler olduk.
Uzun uzun emellere kapıldık, kapılanıp kaldık umutların kapısında.
Yolunda yürümek iken üzerimize düşen, baş kaldırdık önce
ve sonra yıkılışlar gördük hep efendim.
Ellerimiz vardı açıldıkça dolan, uzandıkça verilen; böğrümüzde kaldı ellerimiz.
Hanım idik halayık olduk; bay idik köle edildik.
Sen gitmiştin... Yanmış igsilerle kara bahtımıza kara resimler çizdiler.
Bölük bölük kadınlarımız, grup grup erlerimiz, demet demet çocuklarımız,
kimi güler, kimi ağlarken yitirdiler kendilerini.
Ve sen gitmiştin efendim.
Sevgili!
Derd ile ağlayandın; hem derde salandın!..
Gönül yurdunda çaresizlerin çaresi, hastaların merhemiydin.
Saadetle yasamış, saadet çağını yaşatmıştın.
Suretleri ve canları iman ile sen şekillendirmiştin.
Sen gidince, ey sevgililer sevgilisi, güvercinlerimiz tuzaklara esir düştü;
Hüdhüdlerimizin mil çekildi gözlerine.
Artık düşmanlarımız dostlar arasında; dostumuz düşman içinde.
Divanelere döndük, yaya kaldık yolunda.
Kendimizi unuttuk,seni bilmez olduk...
(İ. Pala-âyine) 
