Gönderen Konu: Sağlık Bilgileri  (Okunma sayısı 276607 defa)

0 Üye ve 2 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Sağlık efsaneleri yalan çıktı
« Yanıtla #105 : 20 Aralık 2008, 22:57:15 »

Bildiğiniz tüm sağlık efsanelerini çöpe atın...

Çocuklarınızın kilosu aşırıya kaçmaya başladıysa suçu şekere atmayın, vücudunuzdaki fazlalıkların sorumlusu olarak da gece geç saatte yenen yemekleri göstermeyi unutun. ABD, Indiana Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden Rachel Vreeman ve Aaron Carroll’ın British Medical Journal’da yayımlanan çalışması, sağlık konusunda mitleşen ama arkasında bilimsel gerçekler olmayan yanlış bilgilere dikkat çekiyor. İşte bu medikal mitler ve doğruları...

Şeker çocukları hiperaktif yapar: Çoğu anne-baba, bir şişe koladan sonra çocuklarında normalden fazla bir enerji gördüğünü düşünür ama çocuk doktorları Vreeman ve Carroll, şekerin, çocukların kontrolden çıkması konusunda suçlanamayacağı kanısında. Bu konuda yapılan 12 ayrı deneyde de çocukların şekeri fazla tükettikleri zamanla aksi durumdaki davranışları arasında belirgin bir fark görülmedi. İki uzman, şeker yedikten sonraki çocukla yemeden önceki çocuk arasındaki farkın sadece anne-babaların zihninde olduğunu söylüyor.

İnsanın en çok başı üşür: Yaygın kanı, kış soğuğunda sıcak kalmanın en etkili yolunun başa bir şapka geçirmek olduğudur. ABD ordusunda kullanılan bir el kitapçığında da belirtildiği gibi, insanın, vücut ısısının yüzde 40-45’ini başı üşürse kaybettiği düşünülür. Ancak uzmanlara göre bu bilgi de hatalı. Aslında insanların baş bölgeleri aracılığıyla kaybettikleri miktar, vücut ısılarının yüzde 10’u kadar. Hava soğukken bir şapka takmak faydalı olsa da, vücut ısısını koruma konusunda çok büyük bir etki söz konusu değil.

Gece yemekleri kilo aldırır: Gece geç saatte yemek yemekten kaçınmanın kilo vermeye yardımcı olduğu söylenir. İsveç’te yapılmış bir araştırmaya göreyse obez kadınlar zayıf hemcinslerinden daha geç yemek yeseler de kilolu olmalarının asıl sebebi, yedikleri miktarın daha fazla ve yemeğe ayırdıkları sürenin de daha uzun oluşu. Özetle uzmanlara göre mühim olan, yemeğin yendiği saat değil, ne kadar yendiği...

Soğuk hava-intihar ilişkisi: Dr. Vreeman, “Uyumsuz ailelerin, yalnızlığın ve karanlık, soğuk kış aylarında daha çok depresyona girilmesinin intiharların sayısını artırdığı düşünülür” diyor. Ancak kış ayları bazıları için zor geçse de intihar oranlarının artığına dair bir kanıt yok. Ayrıca araştırmacılara göre, insanların karanlık kış aylarında intihar ettikleri yanlış bir bilgi çünkü verilere göre dünya genelinde intiharlar en çok ılıman aylarda tırmanışa geçiyor.

Haber3
〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı Fatihan

  • Administrator
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 6994
  • Milimi milimine Ehli sünnet...
Ynt: Sağlık Bilgileri
« Yanıtla #106 : 20 Aralık 2008, 23:06:40 »
insanlar hangi birisine inanacağını şaşırmış durumda zaten.....

Bilim dünyası (!) bir gün ak dediğine öbür gün kara diyor.

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Sigaranın Ağıza verdiği Zarar
« Yanıtla #107 : 23 Aralık 2008, 01:50:02 »

Sigaranın, vücuda giriş yeri olan ağız boşluğunda yaptığı zararlı etkilerin azımsanmayacak ölçüde olduğunu dile getiren Diş Hekimi Hakan Erdoğan...

Diş Hekimi Hakan Erdoğan, Online Sağlık'a (www.onlinesaglik.com) yaptığı açıklamada, dünyada 1.1 milyar kişinin, Türkiye'de de yetişkin nüfusun yaklaşık yarısının sigara içtiğini, ülkede her yıl 100 bin kişinin sigaraya bağlı hastalıklar nedeniyle hayatını kaybettiğini söyledi.

Kullananların yarısında akciğer, yemek borusu gibi pek çok kanser türüne neden olan sigaranın, kalp krizi, bronşit gibi hastalıkların nedenleri arasında da ilk sırada yer aldığını kaydeden Erdoğan, şöyle konuştu:

"Sigaranın, vücuda giriş yeri olan ağız boşluğunda yaptığı zararlı etkiler de azımsanmayacak ölçüdedir. Öncelikle sigara tiryakileri her zaman kötü ağız kokusuyla yaşamak zorundalar. Sigaranın diş ve diş etlerinde yaptığı renklenme de estetik açıdan iç açıcı değildir. Diş hekiminin yaptığı polisaj işlemiyle temizlenen dişler, sigara içilmeye devam edildiği sürece lekelerle kaplanmaya mahkumdur.

Sigara kullanan bireyler hiçbir zaman ışıl ışıl, temiz dişlerle gülümseyemezler. Sigara içenlerde diş eti problemleri, tat duyusunda azalma ve bağışıklığın azalmasıyla da ağızda iltihabi oluşumlar görülür."

Erdoğan, sigaranın ağız kanserleri açısından da önemli bir risk faktörü olduğuna dikkati çekerek, bu kanserlerin en önemli belirtilerinin ağızda ağrısız şişlik oluşumu, ilerlemiş durumlarda geçmeyen ağrılar, uyuşukluk, ağız içinde beyaz ve kırmızı odaklar, yutkunma ve konuşma zorluğu, ağız içinde kanama, çeneyi açmada güçlük olduğunu vurguladı.

Ağız ve yüz bölgesinde alışılmışın dışında gelişmeler fark eden sigara tiryakilerinin, mutlaka bir diş hekimine muayene olmaları gerektiğini anlatan Hakan Erdoğan, "Merakla başlanıp, sonradan kişiyi kendisine esir alan sigaranın, genel sağlığa ve ağız diş sağlığına verdiği zararların yanında kişiye verdiği ekonomik zarar da yadsınamaz. Sigarayı bıraktığımızda sağlıklı bir vücut ve ferah bir nefese kavuşacağımızı bilmeliyiz" dedi.

H.A.
〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Sürekli Öksürüyorsanız Okuyun
« Yanıtla #108 : 23 Aralık 2008, 23:56:20 »
Kış olunca durmadan öksürenler, öksürmekten boğazı tahriş olanlar için doğal formül.
 
Kışın öksürüğün yaygın görüldüğünün altını çizen uzmanlar, 1 bardak süte 1 tatlı kaşığı bal katılarak içilmesinin öksürüğe çok iyi geldiğini belirttiler.

Yatmadan önce içilen ılık ballı sütün öksürüğü kestiği gibi daha iyi uyumayı sağlayacağı ifade ediliyor..
 
aktif haber
〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı İsra

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 7482
Çocuğun saçlarının uzun olması büyümeyi engellemiyor
« Yanıtla #109 : 24 Aralık 2008, 06:17:26 »
Ergenlik genini bulan Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Endokrinoloji ve Metabolizma Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kemal Topaloğlu, çocuklarda "büyümeyi engelleyeceği'' gerekçesiyle saçların kesilmesinin hiçbir bilimsel dayanağının bulunmadığını söyledi.

Topaloğlu, düzenli beslenme, iyi bir sosyal ortam, sağlıklı bir ruh hali ve sevginin, çocuğun gelişimindeki en önemli etkenler olduğunu, bunun dışında halk arasında çocuk gelişimiyle ilgili anlatılan çoğu bilginin doğru olmadığını belirtti. Topaloğlu, kız ya da erkek olsun çocukların bebeklik döneminden itibaren saçlarının sürekli kısa kesilmesinin vücut gelişimine hiçbir katkısının olmadığını ifade etti.

aa


Çevrimdışı Devri Âlem

  • araştırmacı
  • ***
  • İleti: 429
Ağrı kesiciler kadınlarda daha az etkili
« Yanıtla #110 : 24 Aralık 2008, 18:11:00 »
Morfin bazlı ağrı kesicilerin kadınlarda erkeklere göre daha az etkili olduğu ortaya çıkarıldı.

Amerikalı araştırmacılar, afyona benzeyen maddenin etkisini değiştiren beyin farklılıklarının neden kaynaklandığını buldu. Nörobilim Dergisi'nde yer alan çalışmada, doktorlar inatçı ağrıları hafifletmek için kullanılan en yaygın ilaçlardan biri olan morfinin bile kadınlarda çok işe yaramadığını fark etti.

Georgia Eyalet Üniversitesi'nde yapılan araştırmaya göre, araştırmacılar beynin ağrı sinyallerinin tercüme edildiği alan olan ve periakuaduktal gri bölge (PAG) diye isimlendirilen küçük bir noktasını yakından incelediler. Bu bölgede birçok nöronun, afyona benzeyen ilaçlarda bulunan molekülleri alarak üzerinde kilitlenen reseptörlere sahip olduğu belirtildi. Bu reseptörler afyona benzer ilaçlar üzerinde kilitlendikleri zaman, beyine ağrı sinyallerini kesmesini ya da azaltmasını söyleyen mesaj gönderiyor. Araştırma grubu, farelerin beyninde bunu buldular, ancak dişi farelerin beyninde daha az seviyede reseptör olduğunu gördüler. Bu nedenle dişi farelerde morfinin daha az etki ettiğini söylediler.


Zaman Online
اَلْعِلْمُ يَرْفَع بُيوتًا لاَعِمَادًا لَهَا وَالْجِهلُ يَهْدِم بِيُوتَ اْلعِزَّ وَلْكَرَمِ

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Her Hapşıran Grip Değildir.
« Yanıtla #111 : 24 Aralık 2008, 23:42:46 »
Teşekkürler İsra ve Devri Alem :),

Her hapşırma grip hastalığının belirtisi değildir. Üst solunum enfeksiyonuyla grip karıştırılmamalı.

Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Araştırma ve Uygulama Hastanesi Başhekim Yardımcısı ve Enfeksiyon Hastalıkları Anabilim Dalı Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Alper Şener, AA muhabirine yaptığı açıklamada, hapşırığın adeta vücudun verdiği bir alarm olduğunu belirtti.

Özellikle Helenistik dönemde hapşırığın tanrıların uyarısı olarak algılandığını, Uzakdoğu medeniyetinde de hapşırmanın, birinin hakkınızda konuştuğu şeklinde yorumlandığını anlatan Şener, Avrupa'da ise özellikle 14. yüzyılda veba salgını sırasında papanın emriyle her hapşırana, ''God bless you (Tanrı seni kutsasın)'' denilmeye başlandığını söyledi.

Şener, her hapşırığın hastalık belirtisi olmadığını ifade ederek, refleks olarak yutak, yüz, göğüs ve karın kaslarının kasılması ile oluşan hapşırıkta, uyaranların daha çok keskin koku, toz ve ani ısı değişimleri olabildiğini vurguladı.

Hapşırığın önlenmesi istenen bir durum olmadığına işaret eden Şener, ancak üst solunum yolu enfeksiyonlarına sebep olan virüslerin yol açtığı hapşırık için tedbir alınması gerektiğini bildirdi.

Yrd. Doç. Dr. Alper Şener, bir refleks olarak ortaya çıkan bu duruma, astım gibi alerjik tablolarda müdahale edilmesi gerektiğine değinerek, artan hapşırığın alerjik etkisinin olabileceğini, bu nedenle astım hastalarında hapşırığın önlenmeye çalışıldığını anlattı.

Grip aşısına da değinen Şener, sözlerini şöyle sürdürdü:

''Eğer hapşırıkla birlikte yaygın halsizlik, burun akıntısı ve tıkanıklığı, boğazda yanma hissi varsa grip açısından dikkatli olmak gerekir. Aslında tüm bu bulgular başlamadan sezonluk bir aşı olan grip aşısı yaptırmakta fayda vardır. Aşının koruyuculuğu yüzde 90'ın üstündedir. Ancak özellikle hastalarımızın çoğu, aşı olmalarına rağmen grip olduklarını söylüyor. Hastalarımız üst solunum yolu enfeksiyonu bulgularını griple özdeşleştiriyor. Bu tabloya sebep olan 300'ün üstünde virüs vardır.

Özellikle 65 yaşın üstündekiler ile şeker, kalp, hipertansiyon, kanser, siroz, astım, kronik bronşit gibi hastalığı olan herkesin grip aşısı olması gereklidir.''


haber3
〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Dünyayı yeniden tehdit eden salgın
« Yanıtla #112 : 26 Aralık 2008, 10:09:16 »

Geçmişte Türkiye de dahil olmak üzere, dünyanın farklı ülkelerinde salgın halinde yaşanan kolera geçtiğimiz günlerde yeniden ortaya çıktı.

Dünya Sağlık Örgütü'nün açıklamasına göre Ağustos ayından beri etkisini sürdüren ve hala kontrol altına alınamamış olan koleraya yakalananların sayısı yaklaşık 24 000'i, hastalıktan ölenlerin sayısı ise yaklaşık 1200'ü buldu.

UNICEF bölgeye her gün 700 000 litre temiz su dağıtımı yapmakta. Hastalığın komşu ülkelere de sıçraması bekleniyor. Enfeksiyon ve Klinik Mikrobiyoloji Uzmanı Dr.Aylin İzat Liceoğlu, Afrika ülkelerine seyahat edecek kişileri tedavi edilmediği takdirde ölümle sonuçlanabilen kolera hakkında uyarıyor ve bu konudaki en önemli 6 soruyu yanıtlıyor.

1. Kolera nedir?

Kolera; Vibrio cholerea ve Vibrio El Tor adı verilen bakterilerin neden olduğu bulaşıcı bir ince bağırsak hastalığıdır. Genelde lağım sularının içme suyuna karışması sonucunda ortaya çıkar. Yüzyıllardır Hindistan'da yaygın görülen bir hastalık olarak bilinen kolera 1817 yılında çevre ülkelere sıçradı ve zaman içerisinde ülkemizde dahil olmak üzere dünyanın pek çok ülkesinde salgın halinde görülmeye başlandı. Kolera bakterileri sebze ve meyvelerin üzerinde 5 ila 7 gün arasında, suda 15 ila 20 gün, ölüde ise 3 ila 5 ay kadar canlı kalabilir.

2. Kolera nasıl bulaşır?

Hastalık en çok dışkı ve kusmuk yolu ile bulaşır. Koleranın bulaşmasından tamamıyla insanlar sorumludur. Salgın halinde kolera görülmesine genellikle kanalizasyon sularının içme suyuna karışması neden olur. Kolera bakterisi suda 15 ila 20 gün arasında canlı kalabilmesi nedeniyle hastalığa yakalananların sayısı hızla çoğalır. Mikrop bulaşmış sularla sulanan besinlerin pişirilmeden yenmesi en önemli bulaşma nedenlerinden biridir. Bunun dışında hastalığa yakalanmış olan kişilerin de çevrelerine kolera bulaştırmaları çok yüksek bir olasılık. Hastalığa yakalanan kişi ile aynı tabağı veya bardağı kullanmak koleranın bulaşmasına neden olabilir. Ayrıca hastanın kullandığı giysiler, havlu ve kağıt para gibi eşyalarla temas etmek de hastalığın bulaşmasını sağlayabilir. Koleranın büyük çaplı salgınlara neden olmasına karasineklerin mikrobu aktarması da yardımcı olur.

3. Kolera belirtileri nelerdir?

İki tip kolera vardır. Biri Asya kolerası diğeri El Tor kolerasıdır. Hastalığın seyri açısından ikisi birbirine benzer. Ancak El Tor kolerası daha hafif belirtiler ve şikayetlerle görülür. Hastalığın kuluçka süresi bazı vakalarda birkaç saat olabildiği gibi bazen de bir hafta kadar olabilir. Belirtiler şöyledir:

" Koleranın başlıca belirtileri şiddetli ishal ve kusmadır. Karın ağrısı olmadan ortaya çıkan ishale bağırsaklara yerleşen kolera bakterileri neden olur. Kusma fışkırır tarzdadır.

" Ağır vakalarda tuvalete çıkma sayısı 15 ila 30 arasında görülür. Kusma ve ishalle birlikte kişi günde 3 - 20 litre sıvı kaybeder.

" Buna bağlı olarak dilde kuruluk ve dudaklarda morarma meydana gelir.

" Gözler çökmüş görünür, cilt soğuk, yapışkan ve buruşuktur.

" Vücut ısı 32 - 35 dereceye kadar düşebilir.

" Kalp ritmi hızlanır.

" Hastaların yüzde 10'unda böbrek yetmezliği ortaya çıkar.

" Az idrar çıkarma (Oligüri) veya hiç idrar çıkaramama (Anuri) meydana gelebilir. Anuri 24 saatten fazla sürdüğü takdirde hasta kaybedilir.

Bazı kişiler sadece taşıyıcı olabilir. Taşıyıcılık süreci 1 haftadan fazla sürmez. Ancak hastalığın bulaşmasında taşıyıcılar büyük rol oynar.

4. Kolera tedavisi nasıl yapılır?

Kolera tedavisi mutlaka hastanede yapılmalı. Hastaya kaybettiği sıvı ve elektrolitin tekrar kazandırılması sağlanır. Hastanın kaybettiği sıvı ölçülür ve gerekli tuzlar ilave edilerek hastaya gereken miktarda sıvı verilir. Hafif durumlarda sıvı ağızdan, şiddetli kusmanın görüldüğü ağır vakalarda sıvı damar yolu ile verilir. Ayrıca hastaya antibiyotik tedavisi uygulanır. Bu sayede hasta hem bağırsaklarındaki mikroplardan daha çabuk kurtulabilir hem de kaybettiği sıvıyı tekrar alabilir.

Ayrıca koleraya yakalanan kişiler tecrit edilir, giysileri ve kullandıkları eşyalar dezenfekte edilir. Hastanın geldiği bölge taşıyıcıları tespit etmek ve koleranın yayılmasını önlemek için karantinaya alınır.

5. Koleraya karşı alınacak önlemler neler olmalı?

Hastalığın görüldüğü bölgelerde sokakta yiyecek ve içecek satışı yasaklanmalı. Ayrıca çevrede bulunan lokantalarda soğuk yiyecek ve içecek servisine izin verilmemeli. Hastalığa yakalanan kişilerin ailesinde taşıyıcı olma ihtimali yüzde 50 ila 60 arasında olduğundan, tüm aile fertlerine 5 gün ilaç tedavisi uygulanmalı.

Besin maddelerinin tümü dikkatle seçilmeli. Kullanılan sular kesinlikle klorlanmış olmalı. Ayrıca sular mutlaka kaynatılmalı. Karasinekler varsa hemen önlem alınmalı.

6. Kolera aşısı var mıdır?

Evet, kolera aşısı vardır ancak bugüne kadar geliştirilmiş hiçbir kolera aşısının kesin güvenirliği yoktur. Aşı genellikle bu tarz mikroplara daha duyarlı olduklarından midesi alınmış olan veya mide - bağırsak hastalıkları bulunan hastalara yapılır. Hastalığa yakalanma riski sürdüğü takdirde aşı 6 ay içinde tekrarlanır. Ancak geliştirilmiş olan hiçbir aşı koleraya karşı tam koruma sağlamaz.

Haber Aktüel
〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Bronşit hastalarına kış uyarısı
« Yanıtla #113 : 30 Aralık 2008, 00:54:51 »
 
Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Farabi Hastanesi Başhekimi Prof. Dr. Tevfik Özlü, kış aylarında salgınlar yapan soğuk algınlığı, grip gibi viral solunum sistemi enfeksiyonlarının, bronşitli hastalarda normal kişilere göre daha ağır geçtiğini ve astım, KOAH ve bronşektazi hastalarında ataklara neden olabildiğini söyledi.

Özlü, kış mevsiminin kendini hissettirdiğini, birçok ilde kar, don ve fırtınanın hayatı zorlaştırdığını belirtti. Kış koşullarında ulaşım, barınma, ısınmanın güçleşmesinin yanı sıra mevsime özgü çeşitli hastalıklar ve salgınların başladığını ifade eden Özlü, ''Ama özellikle yaşlılar ve süreğen hastalığı olanların işi daha zor. Bu riskli grupların başında astım, bronşektazi (bronş genişlemesi) ve Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı (KOAH) gibi müzmin bronş hastalıklarına yakalanmış kişiler geliyor. Çünkü yağışlı, sisli, soğuk havalar, bu hastalarda şikayetleri artırmaktadır'' dedi.

Özlü, kışın soba ve kaloriferlerin yanmasıyla bacalardan ortama dağılan dumana bağlı hava kirliliğinin, bronşitli hastalarda krizlere neden olabildiğine dikkati çekerek, özellikle hava kirliliğinin yaşandığı dönemlerde bronşit hastalarının hekim ve acil servis başvurularının arttığının bilindiğini söyledi. Prof. Dr. Özlü, soğuk havalarda sıklığı artan nezle, sinüzit gibi üst solunum yolu enfeksiyonlarından ötürü burun tıkanıklığı oluştuğunu belirterek, şunları söyledi:

''Bu hastaların, burun yerine ağızdan nefes alıp vermek zorunda kalmaları ise, hava yollarının ısı ve nemini düşürmekte ve özellikle geceleri tıkanmalar, nefes darlığı ve astım nöbetleri ortaya çıkmaktadır.''

Özlü, kapalı ortamlarda sigara içilmemesi, odaların sık sık havalandırılması, soba kullanılıyorsa boru ve bacaların temizlenip iyi drenaj sağlanması, gece oda havasının nemlendirilmesi gerektiğini belirterek, grip salgınlarında olabildiğince kalabalıklarla temastan kaçınılması ve kirli havalarda zorunlu olmadıkça dışarıya çıkılmaması gerektiğini vurguladı.

AA
〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Aşırı soğuklarda soğuk ısırığına dikkat
« Yanıtla #114 : 31 Aralık 2008, 00:36:02 »
Kış mevsiminin kendini iyiden iyiye hissettirdiği şu günlerde özellikle sabah ve gece yaşanan aşırı soğuklar, vücutta soğuk ısırığı denen vücut dokularının donmasına neden olabiliyor.

Uzmanlar, özellikle el, ayak gibi soğukta kan dolaşımının yavaşladığı ve kan dolaşımı fazla olmadığı için soğuktan en fazla etkilenen kulak ve burunda görülen soğuk ısırığının, o bölgedeki dokuların donmasıyla meydana geldiğini belirterek, aşırı soğuğun bu bölgelerdeki kan dolaşımını oldukça yavaşlattığını ve burada bulunan hücrelerin bir süre sonra donmaya başladığını ifade etti.

İlerleyen zamanlarda bu bölgede bulunan damarlardaki kanın pıhtılaşmaya başladığını da dile getiren uzmanlar, kanın pıhtılaşmasının ardından bu bölgedeki hücrelerin oksijen akışı olmadığı için ölmeye başladığını vurguladı.

Uzmanlar, gereken müdahale zamanında yapılmadığı taktirde soğuk ısırığı oluşan bölgenin kangren olma riskinin doğacağını ve ısırığın oluştuğu doku ve organın kesilmesine kadar gidebileceği ifade edildi.

Yüzeysel ve derin donuklar olmak üzere iki çeşidi bulunan soğuk ısırığında yüzeysel soğuk ısırığının derin soğuk ısırığı kadar ciddi olmadığını dile getiren uzmanlar, gereken müdahalenin zamanında yapılmaması halinde ise yüzeysel soğuk ısırığının derine dönüşebileceğini ve büyük ölçüde doku ya da organ kaybına neden olabileceğine dikkat çekiyor.

Soğuk ısırığının önlenmesi için özellikle el, ayak, burun ve kulakların aşırı soğuklarda soğuktan korunması gerektiğini ifade eden uzmanlar, bu tür soğuklarda el ve ayaklarda kan dolaşımını hızlandırmak için çeşitli hareketler yapılmasının yararlı olabileceğini, burun ve kulakların ise atkı ve bereyle mutlaka korunması gerektiğinin altını çizdi.

Dar ayakkabılar ve elleri fazlaca sıkan eldivenlerin de kan dolaşımını yavaşlattığını belirten uzmanlar, daha rahat ama sıcak tutacak giysi ve ayakkabıların tercih edilmesinin doğru olacağını vurguladı.

İHA

〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı rését

  • araştırmacı
  • ***
  • İleti: 302
FDA, bazı zayıflama haplarını yasakladı
« Yanıtla #115 : 31 Aralık 2008, 04:21:41 »
www.saglicaklakal.com sitesinde yer alan habere göre Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi FDA, kilo vermek için kullanılan 25’ten fazla ilacın içeriğinde yasal olmayan ve onaylanmamış maddeler bulunduğunu açıkladı.

Kolayca kilo vermek isteyen pek çok insan bu ilaçların tehlikelerini göz ardı ederek kullanıyorlar ve sağlıklarını tehlikeye atıyorlar. FDA tarafından basına verilen listede aşağıdaki ilaçların tehlikeli olduğu belirtildi:

Fatloss Slimming, 2 Day Diet, 3x Slimming Power, 5x Imelda Perfect Slimming, 3 Day Diet, Japan Lingzhi, 24 Hours Diet, 7 Diet Day/Night Formula, 7 Day Herbal Slim, 8 Factor Diet, 999 Fitness Essence, Extrim Plus, GMP, Imelda Perfect Slim, Lida DaiDaihua, Miaozi Slim Capsules, Perfect Slim, Perfect Slim 5x, Phyto Shape, ProSlim Plus, Royal Slimming Formula Slim 3 in 1, Slim Express 360, Slimtech, Somotrim, Superslim, TripleSlim, Zhen de Shou, Venom Hyperdrive 3.0.

                                                                                                                                                         hürriyet

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Süt ürünlerinde palm yağı şüphesi
« Yanıtla #116 : 01 Ocak 2009, 00:53:27 »
Teşekkürler Reset,insanlar işin kolayına kaçmaya meyilli hep  e45))
------------------------------------------------

Gıdada katkı maddeleri, kamuoyunun gündemini yakından ilgilendiriyor. Son olarak süt ve süt ürünlerinde tüketicinin bilgisi dışında palm yağı kullanıldığı iddiaları ortalığı karıştıracak.



Gıda ürünlerindeki katkı maddeleri kamuoyunun önemli gündemlerinden birini sürekli işgal ediyor. Son olarak süt ve süt ürünlerinde tüketicinin bilgisi dışında palm yağı kullanıldığına ilişkin iddialar gündeme geldi.

Özellikle peynir üretiminde kullanılacak sütteki yağın çeşitli teknolojilerle alınıp yerine daha ucuza mal edilen palm yağının kullanıldığı iddia ediliyor. Her ne kadar palm yağı gıda sektöründe birçok alanda kullanılsa da insanların bilgisi dışında gerçekleştirilen bu uygulamanın etik dışı olduğu üzerinde duruluyor.

Türkiye'de günde yaklaşık 30 milyon litre süt üretiliyor. Sütün önemli bir kısmı da peynir üretimine gidiyor. Son yıllarda peynir sektöründe maliyetleri aşağı düşürmek için farklı teknolojiler ve maddeler kullanılmaya başlandı. Bunlardan biri de saf bitkisel yağ yerine palm yağı kullanılması.

Özellikle kaşar peyniri üretiminde kullanılan palm yağının kilosu 1,3 YTL. Halbuki saf bitkisel yağın kilosu 8 yeni liradan alıcı buluyor. Sektör temsilcilerinin gündeme getirdiği iddialara göre palm yağını ilk kez İzmir Ödemiş'teki bir firma kullandı.

Ardından diğer bazı firmalarda da kullanılmaya başlandı. Şirketler, yeni geliştirilen teknolojilerle sütün kendi yağını alıyor, bunun yerine daha ucuza alınan palm yağını enjekte ederek peynir üretiyor.

Tüketicilerin palm yağının kullanıldığını fark etmesi ise zor. Ancak çok gelişmiş analiz ve testlerle ayırt edilebiliyor.

Kaşar peyniri ile kamuoyunda zaman zaman gündeme gelen bir diğer iddia ise patates püresinin kullanılması. Bu da daha ucuza üretmek için merdiven altında üretim yapanların tercih ettiği yöntemlerden biri.

'Ucuz peynire kanmayın'

Muratbey Peynirleri'nin sahibi Necmi Erol, bu sorunların denetlemelerdeki sıkıntıdan kaynaklandığını dile getirerek, "Çünkü yetki problemi var. Sen, ben kavgası nedeniyle bu değerlendirilemiyor." dedi.

Tüketicilerin fiyat farkı nedeniyle hangisi ucuzsa ona yöneldiğine dikkat çeken Erol, "10 liralık peynir 5 liraya satılıyorsa buna dikkat etmek gerek. 10 kilo sütten 1 kilo kaşar elde edilebiliyor. Bir kilo kaşarda sadece sütün maliyeti 6,5 YTL." diye konuştu.

Türkiye Süt Et Gıda Sanayicileri Üreticileri Birliği (SETBİR) yetkilileri ise son yıllarda denetimlerin artmasına rağmen fırsatçıların gayri ahlaki üretim yollarına başvurduğunu, bu ve benzeri konuların sık sık gündeme geldiğine dikkat çekiyor.

Yurtdışında çeşitli maddelerle geliştirilerek satılan süt ve süt ürünlerinin bulunduğunu hatırlatan yetkililer, Türkiye'de bu konularda izin alma, yasallaşma sürecindeki zorluklar ve kamuoyundan doğacak tepkiler nedeniyle firmaların geliştirdikleri teknolojileri açıklayamadığının üzerinde duruyor. Birlik yetkilileri, insan sağlığına zarar vermeyecek uygun koşullarda üretimin ve tüketiciye ulaşmanın önünün açılmasını vurguluyor.

Mutfak Ürünleri ve Margarin Sanayicileri Derneği (MÜMSAD) Yönetim Kurulu Başkanı Metin Yurdagül ise palm yağı üretimi ve kullanımı konusunu anlattı.

Buna göre, palm yağları, bir tropikal ürün olan palm meyvesinden elde ediliyor. Anavatanı Orta Afrika olmasına rağmen şu anda yüzde 98 oranında Malezya ve Endonezya ülkelerinde üretiliyor. Önceleri don yağının bitkisel karşılığı olarak sabun üretiminde kullanılmış, adı geçen ülkelerde ileri teknoloji yatırımları yapılarak 1970'lerden itibaren dünyada yemeklik kullanımına geçilmiş.

2008 yılında yaklaşık olarak Endonezya'da 19, Malezya'da 17 olmak üzere toplam 36 milyon ton palm yağının üretileceği tahmin ediliyor. Türkiye'de yemeklik amacıyla ilk palm yağı 1974 yılında Turyağ tarafından kullanılmaya başlandı.

Bugün ABD dahil dünyanın hemen hemen tüm ülkelerinde palm yağları, soya yağı ile birlikte en büyük kullanım miktarına sahip. Palm yağları yapısı itibarıyla "trans yağ" içermediği için "sağlıklı yağ" olarak değerlendiriliyor. Ancak doymuş yağ oranının diğer likit yağlara göre biraz daha fazla olması nedeniyle margarinlerde kısıtlı miktarlarda kullanılabiliyor. Son yıllarda Türkiye'de sabunluk ve yemeklik amaçlarının dışında palm yağları büyük oranda biodizel üretiminde kullanılmaya başlandı.


Palm yağı en fazla 2006'da ithal edildi


Yıl Miktar (bin ton)

2002 323

2003 425

2004 464

2005 545

2006 628

2007 461

2008 530*

*İlk 10 ay, Kaynak :MÜMSAD

İyi kaşar, kesilince ufalanmaz

Türkiye'de ortalama 10 litre inek sütünden 1 kg taze kaşar üretiliyor. Kaşar peyniri, dilimlenebilir yarı sert peynirlerdendir. Bu peynir, sarımsı beyaz-sarı renkli ve hafif tuzludur. İyi bir kaşar peyniri, düzgün kalıplı olmalı. Kesilince ufalanmamalı ve eğilip bükülmeye dayanmalı. Peynirin kıvrılması esnasında peynir çatlamıyorsa eksik süt kullanılmadan peynir yapılmış demektir ve makbuldür. Taze kaşarda en önemli nokta görüntü ve lezzet. Tüketicilerin ayrıca fiyatlara dikkat etmesi gerekiyor.

ZAMAN
〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı ay-yüzlüm

  • yazar
  • ****
  • İleti: 641
Ynt: Sağlık Bilgileri
« Yanıtla #117 : 01 Ocak 2009, 01:08:29 »
paylaşımda bulunun tüm kardeşlerime gönülden teşekkürler

hepsi ayrı ayrı faydalı az ve öz bilgiler ellerinize sağlık
Yürü dünya yürü bu yol dergaha gider.
Bu yol gama,kedere,acıya,aha gider.
Çıkablirsen eyer bu yokuşu zirveye,
Hüzünlenme o zaman sonu felaha gider.

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Aspirini 100 yıllık mı sanıyordunuz?
« Yanıtla #118 : 02 Ocak 2009, 19:17:37 »

Aspirinin bilinen tarihçesi ise 100 yıl öncesine dayanıyor. Ancak ortaya çıkan bir bilgi aspirinin geçmişinin 800 yıllık olduğunu ortaya çıkardı.



Aspirin, 800 yıl önce keşfedilmiş

Hammaddesi söğüt ağacı yaprakları ve kabukları olan asprinin, 800 yıl önce Selçuklu devletinin 1204 yılında yaptırdığı ilk tıp medresesi olan Gevher Nesibe Şifahanesi'nde romatizma hastalıklarına karşı kullanıldığı iddia edildi. İddiayı Erciyes Üniversitesi Gevher Nesibe Tıp Tarihi Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Ekrem Aktaş da doğruladı.

Asetilsalisik asit yani kısaca ASA olarak adlandırılan aspirin, genellikle küçük çaplı ağrı ve sızılar için kullanılan ağrı kesici bir ilaç olarak biliniyor. Aspirinin bilinen tarihçesi ise 100 yıl öncesine dayanıyor. Ancak hammaddesi söğüt ağacı yaprakları ve kabukları olan aspirinin 800 yıl önce ağrı kesici ve romatizma hastalıklarına karşı tedavide kullanılan ilaç olduğu ortaya çıktı.

Dünyanın ilk tıp medresesi ve hastanesi olarak kabul edilen Selçuklu Devleti'nin 1204 yılında yaptırdığı Gevher Nesibe Şifahanesi'nde hekimlerce hastalara tedavi amaçlı veriliyordu.

Erciyes Üniversitesi Gevher Nesibe Tıp Tarihi Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Ekrem Aktaş, Gevher Nesibe Şifahanesi kayıtlarının incelendiğinde aspirinin 800 yıl önce ağrı kesici olarak kullanıldığını söylüyor.

Aynı zamanda Kayseri Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Dermatoloji Anabilim Dalı Başkanı olan Prof. Dr. Ekrem Aktaş, 800 yıl önce Selçuklu Devleti'nin kurduğu ve 1800'lü yıllara kadar hizmet veren Gevher Nesibe Şifahanesi'nin, hastaları tedavide kullanılmak üzere ilaç araştırmaları ve üretimi yaptığını belirtiyor.

Prof. Dr. Ekrem Aktaş, halk arasında söğüt ağacının altında uyumanın, baş ağrısına ve yorgunluğa iyi geldiği yönündeki inanışı hatırlatarak şöyle konuşuyor: "1204 yılında kurulan şifahanenin kadrosuna baktığımızda bir eczacı olduğunu görüyoruz.

Hastane ile ilgili kayıtları incelediğimizde ise çeşitli bitki ve kimyasallar kullanılarak ilaç üretimi yapıldığını anlıyoruz. Eczacılık bölümünün yaptığı faaliyetlerle ilgili kayıtları incelediğimizde bugün bile kullanılmakta olan aspirinin söğüt ağacı yaprakları ile ağacın kabuklarından üretilerek ağrı kesici ve romatizma hastalıklarının tedavisinde kullanıldığını biliyoruz. 100 yıllık geçmişi olduğu belirtilen aspirinin, Avrupa'da sentetik hale getirilerek üretimine devam edilmiştir."

Prof. Dr. Aktaş, şifahane kayıtlarında, farklı türden bitkilerden farklı hastalıkların tedavisinde kullanılmak amacıyla ilaçlar üretildiğine ifade etti. Mısır püskülünün idrar söktürücü, öksüz çiğdem otunun gut hastalığının tedavisinde ilaç olarak kullanıldığına dikkat çekti. Aktaş, şifahane ile ilgili Selçuklu Devleti'nden itibaren Osmanlı Devleti döneminde de verilen hizmetleriyle ilgili devlet arşivlerinden bilgilere ulaştıklarını dile getirdi.

Erciyes Üniversitesi tarafından Gevher Nesibe Tıp Tarihi Müzesi olarak kullanılan 800 yıllık yapı halen ayakta duruyor.

Bu tıp medresesi, II. Kılıçaslan'ın kızı ve Gıyaseddin Keyhüsrev'in kız kardeşi olan Gevher Nesibe Sultan adına, babası ve erkek kardeşi tarafından 1204 yılında inşa ettirilmiş. Şifahane zaman zaman ara vermesine rağmen Osmanlı Devleti döneminde 1800'lü yılların sonuna kadar hizmet verdi. Kitabesinden Gevher Nesibe Sultan Şifahanesi'nin, ilk kadrosunda, biri başhekim olmak üzere 2 hekim, 1 cerrah, 1 göz hekimi, 1 eczacı ve 1 idareci bulunduğu öğrenilmektedir.
 
Haber Aktüel
〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Ortopedide kemik dolgusu devrimi
« Yanıtla #119 : 03 Ocak 2009, 20:00:46 »
İngiliz bilim adamları, vücuda enjekte edilebilen kemik dolgusu geliştirdi.

Nottingham Üniversitesi'nde geliştirilen dolgu, vücudun kırık bölgesine enjekte edildiğinde kısa bir süre içerisinde sertleşiyor ve zaman içerisinde kendiliğinden çözünerek vücuda uyum sağlıyor.

Kemik kırıklarının iyileştirilmesi için hali hazırda kullanılan kemik çimentosunun aksine, kemiğin dokusuna zarar vermeyen ve sertleştiği sırada hastaya acı vermeyen dolgu çok ince bir iğneyle istenilen bölgeye enjekte edilebildiği için en ağır kırıklarda bile cerrahi operasyon ihtiyacını ortadan kaldırıyor.

Profesör Kevin Shakesheff'in buluşu olan "kemik dolgusu", geçtiğimiz hafta prestijli bir tıbbi icat ödülü kazandı. Dolgunun, vücudun doğru parçasına kolaylıkla enjekte edilebildiğini söyleyen Shakesheff, "Bu dolgu malzemesinin kemik hücrelerini sararak onların hayatta kalmasını sağlıyor ve gelişmelerine yardım ediyor. Enjekte edilebilen kemik dolgusu, yaklaşık 18 ay içinde ABD'de kullanılabilecek" dedi.

ZAMAN
〰〰〰〰🐠