Gönderen Konu: Sağlık Bilgileri  (Okunma sayısı 276627 defa)

0 Üye ve 2 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı İsra

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 7482
Soğukta kalın değil, kat kat giyinin
« Yanıtla #45 : 09 Kasım 2008, 04:20:59 »

Konya Akademi Hastanesi Dâhiliye Uzmanı Dr. Hüseyin Karakaya, soğuğun etkisiyle vücut direncinin kırıldığına işaret ederek, kış aylarında bir tek kalın giysi yerine, daha ince ama üst üste elbiseler giyinilmesi gerektiğini söylüyor.

Toplumda kışın kalın giyinmenin alışkanlık olduğunu dile getiren Dr. Karakaya, "Yaşlılar 'üşüyorum' diyerek kalın giysiler giyiniyor. Bu giysiler ise sıcak ortamda terlemeye sebep oluyor. Terli olarak dışarıya çıkıldığında ise soğuk havayla karşılaşan vücut ıslak olduğu için tekrar üşüyor. Bunun üzerine üşüme bahane edilerek bir kat daha elbise giyiliyor.'' diyor. Üşüme sonucu vücut direncinin düştüğünü ifade eden Dr. Karakaya, "Yüz felci buna en iyi örnek. Soğuktan korunmak için yüzümüze örttüğümüz atkı nedeniyle ağzımızdan çıkan buhar yüzümüzde nem oluşturuyor. Soğukta ise bu nem yüzümüzün üşümesine hatta yüz felcine neden oluyor.'' uyarısında bulunuyor.

Bebeklerin başları çabuk üşür

Çocuk Hastalıkları Uzmanı Doktor Münire Çakır da soğuk havalarda çocuk bünyesinin daha kolay etkilendiğine dikkat çekiyor. Çocukların ve bebeklerin vücudunun oda sıcaklığında olması gerekiyor. Özellikle sobalı evlerde oturan vatandaşların çocuklarının daha sık rahatsızlandığını ifade eden Dr. Çakır, şunları söylüyor: "Soba yanan odadan başka bir odaya geçen çocuğun vücudu adeta şoklanıyor. Vücudu terli olan çocuklar için böyle bir durum hastalığa davetiye çıkartıyor." Bebeklerin özellikle başlarının soğuktan korunması gerektiğini ifade eden Münire Çakır, "Yetişkinlerin baş büyüklüğünün vücuda oranı 7'de 1 iken bebeklerinki 3'te 1'dir. Bu yüzden bebekler kafalarını çok daha çabuk üşütebiliyor.'' diyor.



Çevrimdışı Kahraman

  • aktif okur
  • **
  • İleti: 116
Ynt: Sağlık Haberleri ve Makaleler
« Yanıtla #46 : 09 Kasım 2008, 05:54:34 »
.......................Omurilik hasarının tedavisinde umut

Bilim adamları, beyin hücrelerinin yenilenmesinin mümkün olmaması nedeniyle beyin ve omurilik hasarlarında karşılaşılan çaresizliği giderecek bir yol buldu.

- Boston Çocuk Hastanesi doktoru Jigang He, fare beyninde hasar görmüş olan sinir hücrelerinin kendilerini yeniden üretmesini sağlayan yönteme imza attı. Doktor Jiang’in bu çalışmayla ilgili kaleme aldığı makalesi, önde gelen bilim dergilerinden Science’da yayımlandı.

Çalışma sırasında, sinir hücresinin gelişmesini engelleyen bir protein bloke edildi ve bunun, hasarlı “optik sinirlerin” yerine yeni hücrelerin gelişmesini teşvik ettiği belirlendi.

Kol ve bacaklardaki sinir lifleri tahrip olduktan sonra kendisini yenileyebildiği halde, beyin ve omurilikteki sinir hücreleri bunu başaramıyor. Çalışmaya katılan, Genentech Inc. firmasından ilaç ve biyoteknolojiden sorumlu başkan yardımcısı Marc Tessier-Lavigne de açıklamasında, “omurilik zedelenmelerinde hasta genellikle iyileşemiyor” derken, bu çalışmanın hedefinin, bunun nedenini ortaya koymak olduğunu belirtti.

Çalışma sırasında, PTEN ve TSC1 adlı proteinler bloke edildi ve söz konusu hücrelerin (axon) hızla kendini yenilediği görüldü.

Verilen bilgiye göre ekip, şimdi bu proteinleri bloke edecek bir ilaç üretmek amacıyla çalışmalarını sürdürüyor.

..Ey Rabbimiz! Bazı yüzlerin ağarıp,bazı yüzlerin kararacağı günde; bizi yüzleri ak,gönülleri pak olan,sevgili resülünün bayrağı altında toplanan mesut insanlar zümresine kat.O'nun(sav) yanında cennete girmeyi,mübarek Cemalini görmeyi,Senin dostlarınla komşu olmayı ve en büyük makam olan rızana ulaşmayı nasip eyle. Amin.

Çevrimdışı Kahraman

  • aktif okur
  • **
  • İleti: 116
Ynt: Sağlık Haberleri ve Makaleler
« Yanıtla #47 : 09 Kasım 2008, 23:56:40 »
.............Kanser ağrılarına etkili çözüm

Hastalığın ilk dönemlerindeki şiddetli ağrılarla başa çıkmak için yapılması gerekenler.

Kanser, insanoğlunun var oluşundan beri büyük sıkıntı ve acılara sebep olan, çoğu zaman çaresizlik duygusu ve psikolojik çöküntünün eşlik ettiği bir sağlık sorunu.

Hasta ve yakınları için ağrı, ölümün kendisinden bile daha büyük bir korku kaynağı. Ağrının tedavi edilmesi, hastanın hayati faaliyetlerini yerine getirebilmesini kolaylaştıracağı gibi moralini de yükselterek tedavinin başarı şansını artırabilir.

Özellikle kanserin ileri dönemlerinde ağrı şiddeti artar. Her yıl yaklaşık 4,5-5 milyon insanın kansere yakalandığı ve bu hastaların yaklaşık yüzde 80'inin ağrı çektiği biliniyor. Bu nedenle kanserli hastalardaki ağrı sorunu aynı zamanda toplumsal bir sorun olarak ortaya çıkıyor. Zaman'da yer alan habere göre, kanserde ağrı, tümörün kendisine ait sebeplerle olabileceği gibi, kanser tedavisi sırasında uygulanan cerrahi, kemoterapi, radyoterapi gibi yöntemlere bağlı ağrılar da görülebilir. Genellikle kemik, üreme organları ve baş-boyun kanserlerinin yüzde 80'inde, mide, akciğer, pankreas ve meme kanserinde yüzde 60-80, bağırsak ve böbrek tümörlerinde yüzde 40-60 oranında ağrı görülürken lenfoma ve lösemide bu oran yüzde 20'lere düşüyor. Kanserde ağrı kontrolü konusunda gerek ağrı biliminde, gerekse teknolojide son otuz yılda elde edilen gelişmeler yüz güldürücü. Basit ağrı kesici ilaçlardan morfin benzeri kuvvetli ağrı kesicilere, sinir bloklarından programlanabilen ağrı pompalarına kadar çok geniş bir yelpazede tedavi seçenekleri var. Bu konuda deneyime ve gerekli donanıma sahip, tıbbın birçok alanından hekimlerin ortak çalıştığı merkezlerde, kanser ağrısı tedavisi olan bir sağlık sorunu.

Kanserde ağrı kontrolünü genel olarak ilaçlarla yapılan tedavi ve ilaç dışı yöntemler olarak ikiye ayırabiliriz. İlaçla tedavide başarının sağlanması için Dünya Sağlık Teşkilatı (WHO) tarafından önerilen basamak tedavisine uyulması gerekiyor. Buna göre başlangıçta daha basit ağrı kesiciler kullanılırken hastanın klinik durumuna göre bu ilaçların basamak sistemi içinde artırılması ve morfin benzeri ilaçlardan yardım alınması gerekiyor.

İlaç tedavisi ile başarılı olunamayan hastalarda uygulanan yöntemler; ağrıya sebep olan sinirlerin radyo dalgaları kullanılarak yok edilmesi, omurilik pilleri ya da morfinin direkt olarak omuriliğe verildiği pompa sistemlerine kadar çok geniş bir yelpaze çizmekte.

WHO ve IASP verileri kanserde ağrı tedavisinin yüzde 70-90 oranında başarı ile yapıldığını ve sadece ilaçlarla yapılan tedavi ile yüzde 70-85 oranında ağrıların kontrol altına alınabildiğini gösteriyor. Bugün kanser tedavisi içerisinde neredeyse unutulan kanser ağrısı bir kader değildir ve doğru değerlendirme ve tedavi ile ortadan kaldırılarak hastaya yaşam kalitesi ve hastalığının tedavisi açısından moral verecektir.
« Son Düzenleme: 09 Kasım 2008, 23:58:16 Gönderen: Kahraman »
..Ey Rabbimiz! Bazı yüzlerin ağarıp,bazı yüzlerin kararacağı günde; bizi yüzleri ak,gönülleri pak olan,sevgili resülünün bayrağı altında toplanan mesut insanlar zümresine kat.O'nun(sav) yanında cennete girmeyi,mübarek Cemalini görmeyi,Senin dostlarınla komşu olmayı ve en büyük makam olan rızana ulaşmayı nasip eyle. Amin.

Çevrimdışı Kahraman

  • aktif okur
  • **
  • İleti: 116
Ynt: Sağlık Haberleri ve Makaleler
« Yanıtla #48 : 10 Kasım 2008, 23:25:50 »



Emzirilen bebeklerin akciğerlerinin çocuklukta, emzirilmeyenlere göre daha güçlü olabileceği bildirildi.

İngiliz ve Amerikan bilim adamlarının, 1456 bebekle 10 yaşlarına gelene kadar yaptığı araştırmada, bebekken en az 4 ay boyunca emzirilen çocukların akciğerlerinin görevlerini daha iyi yerine getirdikleri görüldü.

Sonuçları Thorax dergisinde yayımlanan araştırmada, emmenin farklı mekanizmaları ve emme süresinin, bu etkiden kısmen sorumlu olabileceği ve biberonların tasarımında yapılacak değişikliklerin de bu etkiyi yaratabileceği belirtildi.

Araştırma çerçevesinde izlenen çocuklardan üçte birinin, bebekken en az 4 ay boyunca emzirildiği ve bu çocukların derin bir nefes aldıktan sonra emzirilmeyenlere göre dışarı daha fazla hava verdikleri ve bunu daha hızlı yaptıkları gözlendi.

Çocukların akciğerlerinde görülen bu etkiye, anneleri astım ya da alerjik bir yapıya sahip olsa dahi rastlandığı kaydedildi.

Emzirmeyle ilgili daha önce yapılan araştırmalar, emzirmenin, bebekleri hayatlarının ilk döneminde solunum yolu problemlerinden koruduğu göstermişti.
..Ey Rabbimiz! Bazı yüzlerin ağarıp,bazı yüzlerin kararacağı günde; bizi yüzleri ak,gönülleri pak olan,sevgili resülünün bayrağı altında toplanan mesut insanlar zümresine kat.O'nun(sav) yanında cennete girmeyi,mübarek Cemalini görmeyi,Senin dostlarınla komşu olmayı ve en büyük makam olan rızana ulaşmayı nasip eyle. Amin.

Çevrimdışı Ay Işığı

  • aktif yazar
  • *****
  • İleti: 1166
Tıp dünyasında çığır açacak buluş
« Yanıtla #49 : 10 Kasım 2008, 23:28:06 »
Tıp dünyasında çığır açacak buluş

Yale Üniversitesi'nden Prof. Günel, tıp dünyasında çığır açacak buluşa imza attı.

Çalışmalarını ABD'deki Yale Üniversitesinde sürdüren Prof. Dr. Murat Günel tarafından yapılan araştırmayla, beyin kanamalarına yol açan anevrizmaya neden olan 3 gen bulundu.

Araştırma sayesinde, anevrizma oluşma riski yüksek hastalar basit bir kan testiyle tespit edilerek, beyin kanamaları önlenebilecek.

Yale Üniversitesi Beyin Cerrahisi Damar Hastalıkları (Nörovasküler) Bilim Dalı Başkanı ve Beyin Genetiği Programı Direktörü Prof Dr. Murat Günel'in, aynı üniversiteden Dr. Richard Lifton ve Türk doktorlar Kaya Bilgüvar, Yaşar Bayrı ve Zülfikar Arlıer ile birlikte yürüttüğü 15 yıllık araştırmanın sonuçları, dünyanın en büyük tıp dergilerinden biri olan Nature Genetics'te yayınlandı.

Araştırma sayesinde, basit bir kan testiyle beyin kanaması olmadan anevrizma oluşma riski yüksek hastaların tespit edilebileceği bildirildi.

Bu kişiler belirlenince, MR Anjiyo ve KT Anjiyo gibi radyolojik tetkiklerle takip edilebilecek. Oluşumu belirlenebildiği takdirde de anevrizma, patlamadan önce cerrahi veya damar içi yöntemler kullanılarak tedavi edilebilecek.

Günel, bu araştırma sayesinde ortaya çıkarılan 3 genin tespitiyle, söz konusu hastalığın oluşum nedenlerinin de anlaşılmaya başlandığını bildirdi.

Araştırmayla, hiç beklenmedik bir şekilde, her 3 genin de damarlardaki bozukluğu tamir eden kök hücreleri etkilediğinin belirlendiğini anlatan Günel, "Bu genlerdeki bozukluklar, beyin damarlarının sertleşerek erken yaşlarda bile yaşlanmalarına yol açıyor. Bu erken yaşlanmaya bağlı olarak da anevrizmalar ortaya çıkıyor ve zamanla patlayarak beyin kanamalarına ve felçlere sebep oluyor" şeklinde konuştu.

Kaynak : AA

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Ynt: Sağlık Haberleri ve Makaleler
« Yanıtla #50 : 16 Kasım 2008, 18:43:39 »
Teşekkürle İsra,enfa,Kahraman,Ayışığı   :)


Alıntı
Omurilik hasarının tedavisinde umut

İşte asrın haberi bu derim  &))
〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Tarihi geçmiş ilaçlara dikkat
« Yanıtla #51 : 17 Kasım 2008, 02:26:48 »
Son kullanma tarihleri geçmiş, etiketleri değiştirilmiş, uygun koşullarda saklanmayan ilaçlar 'zehir' niteliği gösterebiliyor.

İç Hastalıkları Uzmanı Dr. Murat Akbaş, Online Sağlık'a  yaptığı açıklamada, "İlaçlar doğrudan kutularla çöp kutularına değil, sıvı olanlar dökülerek, katı olanlar tek tek kutularından çıkarılarak tıbbi atık toplama görevlilerine verilmeli" uyarısında bulundu. İlaçların doğru kullanılmadığında insanın hayatına mal olabilecek ciddi sonuçlara yol açabilmesi nedeniyle ilacın öncelikle en güvenilir kurumlardan alınması gerektiğini belirten Dr. Akbaş, eczane dışından alınan ilaçların tedavi edici özellik taşımayacağı gibi, bazen zehirli maddeler içerebileceğini ifade etti.

"Son kullanma tarihleri geçmiş, etiketleri değiştirilmiş, uygun koşullarda saklanmayan ilaçlar 'zehir' niteliği gösterebilir" diyen Dr. Murat Akbaş, ilacın ancak hekim önerisiyle alınması gerektiğini, ilaçların prospektüslerinin mutlaka dikkatle okunması gerektiğini söyledi. Tüm ilaçların istenen etkileri gibi yan etkileri de olduğunu bildiren Dr. Akbaş, şunları kaydetti:

"İlaç kullanırken vücutta kızarıklık, sivilce kaşıntı gibi yan etkiler ortaya çıkarsa, ilaç kesilmeli ve doktora danışılmalıdır. İlacı kullanacak kişi gebe veya emzikli ise başvurulan hekim bu konuda bilgilendirilmelidir."

EVDE BULUNAN İLAÇLAR YILDA BİR KEZ KONTROL EDİLMELİ

Hastaların genellikle kendini iyi hissedince ilacı kestiğini ifade eden Dr. Akbaş, Türkiye'deki zehirlenmelerin yarıdan fazlasının çocuklarda meydana geldiğini ve zehirlenmeye yol açan maddelerin başında ilaçların olduğunu kaydetti. Evlerdeki ilaç stoklarının en ciddi sorunlardan biri olduğuna işaret eden Akbaş, bu ilaçlar arasında çok miktarda yarısı kullanılmış ve son kullanma tarihi geçmiş ilaca rastlanabildiğini söyledi. Eş dost tavsiyesiyle ilaç kullanılmaması gerektiğini belirten Dr. Akbaş, şöyle konuştu:

"Gerekli miktarda ilaç almak, doktorun tavsiye ettiği tedavi süresince kullanmak veya son kullanma tarihi geçen ilaçları imha etmek gereklidir. Yılda en az bir kez evde bulunan ilaçlar kontrol edilmeli, gereksiz olanlarla kullanım süresi dolanlar atılmalıdır."

İlaçların kutuları üzerinde nasıl ve ne şartlarda saklanmaları gerektiğinin yazılı olduğunu ifade eden İç Hastalıkları Uzmanı Dr. Murat Akbaş, oda sıcaklığında saklanması öneriliyorsa evde doğrudan güneş ışığı almayan, serin ve kuru bir yerde saklanması gerektiğini bildirdi. Buzdolabında saklanması önerilen ilaçların buzdolabının kapağında değil, orta raflarda saklanmasını öneren Akbaş, "Buzluğa asla ilaç konmamalı, ısı yayan cihazlardan uzak tutulmalıdır. Bütün ilaçlar evde ilaç dolabı içinde çocukların ulaşamayacağı biçimde, kendi ambalajlarında ve kapakları sıkıca kapatılmış olarak saklanmalıdır" dedi.

İHA

〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Her göğüs ağrısı kalp hastalığı değildir
« Yanıtla #52 : 17 Kasım 2008, 22:06:05 »
 
Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Tıp Fakültesi Kardiyoloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mustafa Gökçe, göğüs ağrısı şikayetiyle gelen hasta sayısının çok fazla olduğunu, ancak gelen hastaların sadece yüzde 15-20'sinin kalp hastalığıyla ilgili sorunlarının bulunduğunu söyledi.

Gökçe, insanların göğüs ağrılarında ilk olarak kalp hastalıklarından şüphelendiğini belirterek, ''her göğüs ağrısı kalple ilişkili değildir. Göğüs kafesi içinde kalp dışındaki organlardan veya komşu bölgelerden kaynaklanan ağrılar da kalpten kaynaklananlara benzer ağrılar yapabilir'' dedi.

Gökçe, kalple ilişkili ağrının, göğsün ön bölgesinde, yaygın bir şekilde sıkıştırıcı, yanıcı tarzda olduğunu, sırta, kollara ve çene altına yayılabildiğini, hastanın böyle bir ağrı olduğunda göğüs ağrısını dikkate alması gerektiğini belirtti.

Göğüs ağrısının birçok sebebi bulunduğunu dile getiren Gökçe, şöyle devam etti: ''Mide, safra kesesi ağrıları gibi karın içi organlardan kaynaklanan ağrılar, kas ağrıları, reflü gibi yemek borusu şikayetleri, boyun fıtığı ağrıları da göğüs ağrılarına neden olabilir. Bunlara rağmen koroner arter hastalığı için bir takım riskli grup var.

Erkeklerde 45 yaşın üstü, kadınlarda ise 55 yaşın üzerindekiler, ailesinde kalp hastalığı olanlar, şeker, yüksek tansiyon, yüksek kolesterolü bulunanlar ile sigara içenlerde oluşabilecek göğüs ağrılarına dikkat edilmesi gerekir.''

Doç. Dr. Gökçe, koroner arter hastalığı olanların kış aylarından daha dikkatli olması gerektiğini vurgulayarak, şunları kaydetti:''Kış mevsiminin yaklaştığı şu günlerde koroner arter hastaları kötü hava koşullarından korunmalı ve grip aşısını yaptırmalıdır. Ayrıca hava şartları dolayısıyla insanlar daha hareketsiz bir yaşam sürdükleri için ağır gıdalardan uzak durulmalı.''

A.A.

〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı İsra

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 7482
Elektromanyetik radyasyondan çocukları nasıl koruruz?
« Yanıtla #53 : 19 Kasım 2008, 13:51:04 »
Sakarya Üniversitesi Elektrik-Elektronik Mühendisliği Öğretim Üyesi Prof. Dr. Osman Çerezci, bebeklerin ve gelişmekte olan çocukların, vücutlarındaki su oranının yüksek olması nedeniyle elektromanyetik radyasyondan yetişkinlere oranla çok daha fazla etkilendiğini söyledi.

Prof. Dr. Osman Çerezci, günlük hayatta kullanılan elektronik cihazlar ile baz istasyonları, yüksek gerilim hatları, uydu haberleşme sistemleri ve radyo ve televizyon vericilerinin yaydığı elektromanyetik radyasyondan etkilenen en önemli risk kitlesinin çocuklar olduğunu belirtti.

Çocukların vücutlarındaki su oranının yüksek olması nedeniyle elektromanyetik radyasyondan yetişkinlere oranla çok daha fazla etkilendiklerini kaydeden Çerezci, radyasyonun çocukların bağışıklık sisteminde birtakım bozulmalara neden olabileceği uyarısında bulundu.

Elektomanyetik radyasyonun canlı hücreleri tetiklediği ve onlara bir takım olumsuz etkiler yaptığını anlatan Çerezci, "Çocuklar çok küçük yaşta radyasyon ile tanışıyorlar. Bundan sonraki yaşamlarında da yetişkinlerden daha fazla radyasyona maruz kalacaklar. Çocukların gelecekteki yaşamlarını sağlıklı bir şekilde sürdürebilmeleri için onları radyasyondan mümkün olduğunca uzak tutmak zorundayız." dedi.

Radyasyonun etkilerinden çocukları eğitimle uzak tutabileceklerini ifade eden Çerezci, elektromanyetik radyasyon ile ilgili konuların okullardaki müfredata girmesinin gerektiğine vurgu yaptı. Çerezci, sağlıklı yaşamın bir parçası gereği çocukların radyasyona karşı bilinçlendirilmesi gerektiğinin önemine dikkat çekti. Çerezci, şunları söyledi: "Okullarda sağlık yaşam dersleri veriliyor. Elektromanyetik radyasyon ile ilgili konularda bu ünitelere girmesi gerekiyor. Örneğin; sağlığımızı günlük yaşamımızda elektromanyetik radyasyonun etkilerinden nasıl koruruz? Cep telefonu, bilgisayar ve diğer elektronik cihazların verdiği radyasyon oranı nedir? Bu cihazlardan sağlıklı yaşamın içinde nasıl faydalanırız? şeklinde ünite koyulması lazım."

Elektromanyetik radyasyonun etkilerinin 10- 12 yıl içinde çıktığını dile getiren Çerezci, radyasyonun konsantrasyon bozukluğu, yaşam kalitesinde düzensizlik, uyku bozukluğu, huysuzluk, sinirlilik ve halsizlik gibi etkiler gösterdiğini bildirdi.

Çerezci, bebeklerin ve yetişme çağındaki çocukların elektromanyetik radyasyonun etkilerinden uzak tutmak için şu uyarılarda bulundu:

"Günlük hayatta elektromanyetik radyasyon yayıcı cihazlardan mümkün olduğu kadar uzak tutun. Cep telefonu görüşmelerini sınırlı tutun. Çocukların bilgisayar başında geçirdikleri zamanı azaltın. Bilgisayarınızı çalışmadığı zaman kapatın, çalışıyor ise yakınında uzun süre kalmayın, bilgisayar ekranına 25 santim uzaktan bakın. Kablosuz internet bağlantısı cihazı (Wireless) çalışılan yerin en az 1 metre uzağında olmasına dikkat edin. Evde çamaşır makinası, migrodalga fırın ve ütü gibi elektronik eşyaları az kullanılan bölgelere koyun. Bebek beşiğini televizyonun arkasına koymayın (Arada duvar dahi olsa). Yüksek gerilim hattına yakın olan odaları çocuk odası yapmayın. Okulların üstünden geçen yüksek gerilim hattı geçiyorsa bunlar kaldırılmalı. Okullar ile yüksek gerilim hatları arasında 150- 200 metre güvenlik koridoru oluşturulmalı."

 (CİHAN)


Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Yüz Bölgesinde Ağrı Çok Tehlikeli
« Yanıtla #54 : 19 Kasım 2008, 19:45:49 »
Türk Nörosişürji Derneği ve Sinir Sistemi Cerrahisi Derneği üyesi, Beyin Omurilik Sinir Cerrahı Doç. Dr. Volkan Aydın, yüz bölgesinde kısa süreli, tekrarlayan, elektrik çarpması tarzındaki ağrının, hastanın yaşamsal işlevlerini dahi yapamaz duruma getirebileceğini belirterek, bunun kısa sürede tedavi edilmesi gerektiğini söyledi.

Doç. Dr. Aydın, yaptığı açıklamada, yüzün tek tarafına aniden vuran ve yüze ellemeyi bile imkansız hale getiren sancılara neden olan yüz ağrısının (trigeminal nevralji), yaşam kalitesini azalttığını vurguladı.

Yüz ağrısının, direkt olarak beyinden çıkan 12 çift sinirden beşincisi olan trigeminal sinirinin tutulduğu, çok şiddetli ağrılarla seyreden bir hastalık olduğunu dile getiren Doç. Dr. Aydın, ''Yüz ağrısı, olabilecek en şiddetli ağrılardan biri olarak bilinir ve otuz yaş altında çok nadir görülür. Hastayı, günlük aktivitelerini, hatta yaşamsal işlevlerini dahi yapamaz duruma getirebileceğinden en kısa sürede tanının konması ve tedavi edilmesi gereken ciddi bir rahatsızlıktır'' dedi.

Buna karşın, hastaların genellikle çaresizlik içinde hekimden hekime dolaştıklarını ve başedilmesi zor ağrı nedeniyle ümitsizliğe kapıldıklarını ifade eden Doç. Dr. Aydın, hastalığa trigeminal sinirin komşusu olan damarsal oluşumlardaki yapısal farklılıklar ve bozuklukların neden olabildiğini dile getirdi.

Doç. Dr. Aydın, kafa içindeki iyi veya kötü huylu kitleler veya Multipl Skleroz hastalığının da yüz ağrısına neden olduğunu belirterek, ''Yüz bölgesinde kısa süreli tekrarlayan elektrik çarpması tarzındaki ağrı nedeniyle hasta bu bölgelere dokunmaz, dokundurtmaz, yüz yıkama, diş fırçalama, hatta yeme gibi işlevlerden kaçınır'' diye konuştu.

Hastaların yüzde 50-75'ini kadınların oluşturduğunu belirten Doç. Dr. Aydın, tedavide ilk basamağın ilaç olduğunu kaydetti. Doç. Dr.Aydın, ilaç tedavisinde dozun hekim önerileri dışında kesinlikle değiştirilmemesi ve tedaviyi kesmemek gerektiğini vurgulayarak, aksi takdirde ağrıların tekrar ortaya çıkacağını ve kontrol altına alınmasının zorlaşacağını söyledi.

Doç. Dr. Aydın, ilaç tedavisinin faydalı olmadığı 60 yaş altı hastalara trigeminal sinirin kendine baskı yapan damarlardan biraz uzaklaştırılması için ameliyat yapılabildiğini, 60 yaş üstünde ise radyofrekans dalgalarıyla trigeminal sinirin ısıtılarak ameliyatsız olarak devreden çıkartılmasının uygun olduğunu sözlerine ekledi.

real age
〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Akupunktur tedavisi "sadece zenginlere"
« Yanıtla #55 : 21 Kasım 2008, 02:06:45 »
Sağlık Bakanlığı Akupunktur Bilim Kurulu Üyesi ve Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Biyokimya Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Cemal Çevik, Türkiye'de başta akupunktur olmak üzere tamamlayıcı tıp uygulamaları giderlerinin devlet tarafından karşılanmadığını belirterek, ''Biz sadece zengin hastaları tedavi ediyoruz, fakirlere tedavi sağlamıyoruz'' dedi.

Enerji Tıbbı ve Uygulamaları Derneği (ETUD) tarafından düzenlenen 2. Ulusal Enerji Tıbbı Tamamlayıcı Tıp Sempozyumu, İzmir'de başladı.Prof. Dr. Çevik, sempozyumun ''Enerji Tıbbı ve Tamamlayıcı Tıbbın Türkiye'deki Dünyadaki Konumu ve Geleceği Konulu'' açılış panelinde yaptığı sunumda, enerji tıbbı ve tamamlayıcı tıbbın, bir taraftan olağanüstülükle uğraşırken, bir taraftan da bilimsel kalmak gibi bir güçlüğe sahip olduğunu söyledi.

Bu zorluğun, yapılan yasal düzenlemelerle giderilmeye çalışıldığını ve bu çerçevede ülkelere göre farklı durumların söz konusu olduğunu dile getiren Prof. Dr. Çevik, akupunktur örneğinden yola çıkarak, enerji tıbbı uygulamalarında kimi ülkelerin sadece hekimleri yetkili kılarken kimi ülkelerin hekim dışında kendi dallarında uygulama yapmak isteyenlere de izin verebildiğini belirtti.

Akupunktur tedavisinde diğer önemli bir sorunun da enerji tıbbı ve tamamlayıcı tıp uygulamalarının, sosyal güvenlik sistemi tarafından karşılanmaması olduğuna işaret eden Prof. Dr. Çevik, şunları kaydetti:''Biz sadece zengin hastaları tedavi ediyoruz, fakirlere tedavi sağlamıyoruz. Devlet bu hastasına sahip çıkmıyor. Hipertansif hasta, fakir, her gün 4 tane ilaç kullanıyor, ama hala tansiyonu kontrol altına alınamamış, bir şekilde akupunktura getiriliyor, 4 ilaç 2 ilaca, 2 ilaç 1 ilaca düşüyor ve 1 ilaçla tansiyonu daha iyi kontrol edilebiliyor.

Akupunkturun ilaçların etkilerini artırdığını biliyoruz, daha az ilaçla daha etkin bir yaşam sağlayabiliyoruz. Ama maalesef bu tedaviler henüz devlet ücretini karşılamadığı için, işte bizler özel muayene yapıyoruz, buraya gelebilenlere tedavi yapıyoruz. Sorunlardan biri bu, ama aslında bu halkın sorunu. İnşAllah gelecekte bir gün olur. Bu manada bir ara Maliye Bakanı benim hastam olmuştu. Söz vermişti, ama şimdi yarıda kaldı, sonuna kadar gidemedik, inşAllah fırsat bulur.''

A.A.
〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Boyun yastığı gerçekten gerekli midir?
« Yanıtla #56 : 21 Kasım 2008, 23:53:17 »
Birçok kişi yastığında rahat uyuyamadığından, boyun ağrısından şikayet etmektedir. Gece başını koyacak yer bulamamaktan, sürekli pozisyon değiştirmekten, adeta yastıkla savaşmaktan söz ederler. Önerilen hemen her yastığı denerler.

Bazı şanslı kişiler bu yastıklardan birinde rahat edebilirler. Çoğunluk ise evlerinde değişik yastık koleksiyonuna sahip olurlar. Ortopedik yastıklar boynun “ doğal kavisi” ni destekler şekilde planlanmıştır. Bazıları boynun şeklini alarak bu desteği daha uygun vermeye çalışmışlardır.

Ancak her kişinin boyun kavis özelliği, boyun uzunluğu, omuz yüksekliği değişiklik göstermektedir. Bu yüzden tam uyum sağlamak zordur. Kaldı ki bu sağlansa bile kişi rahat edemi yebilir. Çünkü,zamanla gelişmiş kronik boyun rahatsızlığı  hiçbir yastıkta rahat etmesine izin vermez.

Fark edilmeden ya da bilinen geçirilmiş boyun problemleri sonucunda boyun kavisi düzleşmiş olabilir. Boyun eklemlerinin  bazı segmentlerin de kireçlenme gelişmiş olabilir. Bu nedenle boyun doğal kavisine kavuşmadan ya da sertleşmiş boyun segmenti açılmadan hasta hiçbir yastıkla tam rahat edemez. Boyun doğal kavisi ve hareketleri düzelince, kişinin ortopedik boyun yastığına  ihtiyacı kalmaz. Normal orta sertlikte bir yastık kullanması yeterli olacaktır.

*Boyun problemi olmayan kişilerin ortopedik yastık kullanmasına gerek yoktur.Ancak; sert, yüksek yastıkla veya yumuşak birkaç yastıkla yatmak son derece zararlıdır.Boyun omurgasının doğal kavisini tersine zorlayıcı bir pozisyona neden olur.
 
*Reflü ( mide ağzı gevşekliği) hastalığı olan kişilerin yüksek yastık yerine yatak başını yükseltecek bir çözüm bulmaları daha uygun olacaktır.Bu tip hastalar zamanla boyun ağrısına sahip olabilirler. Hiç yastık kullanmadan da yüzüstü uyuma alışkanlığı zararlı değildir.

- İnce yastık kullanıp boyun kısmını destekleyerek yatılabilir.
- İnce bir havlu rulo boynun boşluğunu dolduracak şekilde yatılabilir.
.
Gece yastıkla rahat edemiyor veya sabah boyun ağrısı, sertlik, tutulma ile uyanıyorsanız, kronik boyun probleminiz var demektir. Omurga eklem ve bağları iyice kireçlenmeden, boyun omurgası doğal kavis ve hareketlerini en kısa zamanda yeniden oluşturmak gerekir. Tedavide fizik tedavi yöntemleri, hekimin kendi tecrübesine uygun mobilizasyon teknikleri ve egzersizler uygulanmalıdır. Problemin eskiliğine ve yeniliğine göre tam iyileşme süreci bazen ayları bulabilir.
 
Dr. Vildan Çerçi
〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı Fatihan

  • Administrator
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 6994
  • Milimi milimine Ehli sünnet...
Damacana Su, 10-15 Saatte Tüketilmeli
« Yanıtla #57 : 22 Kasım 2008, 12:57:19 »
Damacana Su, 10-15 Saatte Tüketilmeli


Çukurova Üniversitesi (ÇÜ) Tıp Fakültesi Mikrobiyoloji ve Klinik Mikrobiyoloji Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Fatih Köksal, ''son yıllarda kişi başına kullanım oranı artan damacanadaki suyun hava ya da güneşe maruz kalmasının, kişiyi ölümle sonuçlanan hastalıklara kadar götürebilen mikroorganizmaların üremesine neden olduğunu'' bildirdi.

Prof. Dr. Köksal, ''şişe suyu'' olarak bilenen işlenmiş suyu sağlık açısından desteklediklerini, ancak kullanım süresi ve bekletildiği ortama dikkat edilmediğinde enfeksiyon hastalıklarına yol açabidiğini belirtti. Şişe sularının, bulundukları ortam ve temizlik kurallarına uyulmadığı takdirde hepatit yapan virüsler dahil tüberküloz, ishal ve daha birçok enfeksiyon hastalığının oluşumuna zemin hazırladığını ifade eden Köksal, şunları söyledi:

''Vücudun yüzde 70'ini oluşturan su, vücutta bir elektrik cihazındaki kablo görevini üstlenir. Bu nedenle hücreler arası iletişim, enzimler, hormonlar ve bütün metabolizmayla ilgili faaliyetleri sağlayan suyun çok sağlıklı olması gerekir.''

Prof. Dr. Köksal, şişe sularının işlenmiş olması nedeniyle doğal olarak değerlendirilemeyeceğini ifade ederek, ''Teknolojinin yardımı ile her tür su işleme tabi olarak içilebilir niteliğe getirilebilir ve işlenmiş su olarak tanımlanabilir. Ancak, bunların da tıpkı diğer gıda ürünleri gibi raf ömrü vardır. Bu ömür, suyun ambalaj malzemesi, saklama koşulları ve işletme koşullarına bağlıdır'' dedi.

Ev ve işyerlerinde çoğunlukla ''damacana'' tabir edilen plastik şişelerde kullanılan suyun mutlaka serin, güneş ışığından uzak ve kuru ortamlarda saklanması gerektiğine dikkati çeken Prof. Dr. Köksal, şunları kaydetti:

''Su şişesinin etrafında suya ve ambalaj maddesine etki edecek kokulu maddeler bulundurulmamalı. Damacanadaki suyun hava ya da güneşe maruz kalması zararlı mikroorganizmaların üremesine neden oluyor. Su şişesinin kapağı bir kez açıldığında hava ile temas ettiğinden 10-15 saatte tüketilmeli. En fazla bir günde tüketilebilecek gramajdaki suyun kapağı açılmalı. Ev ve işyerlerindeki kişi sayısı ve ortalama tüketim dikkate alınarak damacana suyunun gramajı tespit edilmeli. Bu durumda özellikle evlerde kullanılan 19 litrelik damacana suların kapağı açıldığında ne şekilde saklanırsa saklansın günlerce kullanılması sakıncalı.''

Prof. Dr. Köksal, suyun renksiz, berrak, kokusuz ve tatsız olanının tercih edilmesi gerektiğini belirterek, ''Çünkü suyun kokusunu, rengini ve berraklığını bozan mikroorganizmalar oluyor'' dedi.

POMPA KİRLİLİĞİ

Prof. Dr. Köksal, birçok kişinin ev ve işyerlerinde ''su sebili'' diye tabir edilen cihazların yanı sıra pompalı damacana kapaklarının da bulunduğunu belirterek, şunları söyledi:

''Sebil cihazına yerleştirilen damacanadaki suyun kapağı da delindiği için havayla temas ediyor. Bu yüzden kullanım süresinde kriterler burada da dikkate alınmalı. Pompalı damacanaların ise pompa temizliğine dikkat edilmeli. Bu pompaların kirliliği gözle de tespit edilebilir. Suya doğrudan temas eden pompa ve 'cooler' diye tabir edilen aparatının temizliği yapılmadığında havada ve ortamda bulunan mikroorganizmalar, kokular veya yabancı maddeler pompa üzerinde birikip suya bulaşacaktır. Bulaşan bu mikroorganizmalar zamanla çoğalarak kaplarda beyaz, yeşil ya da kahverengi kümeler meydana getirebilir veya suyun tadında ve kokusunda istenmeyen değişikliklere neden olabilirler.''

KİŞİ BAŞI TÜKETİM

Türkiye'de 2006'da kişi başı 91 litre olan işlenmiş su tüketiminin, geçen yıl 100 litreye ulaştığını belirten Prof. Dr. Köksal, Avrupa ülkelerinde ise bu miktarın birkaç katı olduğunu belirtti. Prof. Dr. Köksal, gelir ve eğitim seviyesi yükseldikçe şişe suyuna da talep artacağından sağlıklı suyun kriterlerinin de herkesçe bilinmesi gerektiğini sözlerine ekledi.

(AA)

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Şiddetli baş ağrıları beyin tümörünün habercisi olabilir
« Yanıtla #58 : 22 Kasım 2008, 14:10:13 »
Prof. Dr. Mehmet Yaşar, baş ağrısının her yaşta görülebilen beyin tümörünün habercisi olabileceğini söyledi.

Memorial Hastanesi Beyin Cerrahisi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Mehmet Yaşar Kaynar, beyin tümörleri ve tedavi yöntemleri hakkında bilgi verdi. Tümörün insan vücudunda olmaması gereken yerde oluşan bir doku ya da herhangi bir dokunun olması gereken yerde kontrolsüz büyümesi olduğunu belirten Prof. Dr. Yaşar, "Bu bakışla insan vücudunda aslında çok korkmadığımız bir yağ bezesi de tümör kavramı içindedir.

Sonuç olarak her tümör öldürücü değildir. Sadece beyin dokusunun bir istisnası vardır. Beyin kafatası içinde kapalı bir odada yer aldığından iyi huylu tümörler de, baskı sonucu öldürücü olabilirler. Bu sebeple beyin tümörü demek ölüm demek değildir; ancak doğru müdahale ve doğru zamanla bulundukları bölgeye ve baskı altında tuttukları beyin alanına göre belirtiler verirler. Ancak kafa içinde yer kaplayan lezyonlar bütün vakalarda olduğu gibi öncelikle kafa içi basıncın artmasına bağlı belirtileri gösterirler.

Tümör düzensiz bir şekilde büyümeye devam eder ve genişleme, büyüme imkanı olmayan kafatası içerisinde normal beyin üzerine baskı yapmaya başlar. Beyin baskı altında normal görüntüsünü kaybeder ve işlevlerini yerine getiremez. Beynin her iki yarım küresi kafatası içine simetrik olarak yerleşmiştir. Her iki tarafta düzenli sınırlarla ayrılmıştır. Bu normal yapıya giren herhangi bir yer kaplayan oluşum, simetrik yapıyı bozacak ve beyin üzerine baskı yapacaktır" dedi.

Baş ağrısı, apati (hareket ve mimiklerde yavaşlama), bulantı, kusma, epilepsi nöbetleri, beyinde yerleştiği yere göre vücudun bazı bölgelerinde güçsüzlük belirtileri, kişilik bozuklukları, bazı yeteneklerde (hesap yapma yazı yazma gibi) bozulma gibi durumlarda kafa içi basıncının artmasından şüphelenildiğini anlatan Prof. Dr. Yaşar, "Beyin tümörleri yeni doğan çocuklar dahil her yaşta görülebilir.

Kadınlarda ve erkeklerde görülme oranı da tümör cinsine göre değişir. Kesin teşhis için kafa içini ve beyni görüntülemek amacıyla beyin tomografisi veya MRG tetkiki gerekir, kimi zaman göz dibine bakılır. Beyin tümörlerini ana hatları ile ikiye ayırmak mümkündür. İyi huylu tümörler (beyin hücresi kaynaklı olmayan) yavaş üreme hızına sahiptirler.

Ayrıca beyin dokusundan kolaylıkla ayrılabilirler ve tümü veya tümüne yakın kısmı çıkarılabilir. Bu nedenle ameliyat sonrası sonuçları çok iyidir. Tek bir operasyon ile hayatın sonuna kadar kür şansı vardır. Kötü huylu tümörler (beyin hücresinin kendi tümörleri ) ise çok hızlı ürerler. Bu nedenle ameliyatla tamamen alınamazlar.

Aslında tümörleşen doku beynin fonksiyonlarını gerçekleştiren kendi dokusudur. Bu sebeple aslında cerrahi olarak çıkarılan her doku fonksiyon kaybıdır. Ameliyat sonrası belli bir zaman süresi içinde tekrar büyüyerek beyine baskı yapmaya devam ederler. Kötü huylu tümörlere vücudun başka bir bölgesinden beyin dokusuna yayılmış metastatik tümörlerde girer" diye konuştu.

Prof. Dr. Mehmet Yaşar, beyin tümörlerinin tedavisinin sıklıkla cerrahi olduğunu ifade ederek, "Cerrahi tedavi sonrası kimi zaman kemoterapi kimi zaman radyoterapi bazen her ikisi ile kombine tedavi yapılır. Beyin tümörlerinde uzman ekiplerin gerçekleştirdiği ameliyatlar ile son derece başarılı sonuçlar alınabilmektedir" açıklamasında bulundu.

İHA
〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı İsra

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 7482
Meyve ve sebzeleri, tarım ilacından arındırmak mümkün
« Yanıtla #59 : 23 Kasım 2008, 03:22:16 »
Dünya Sağlık Örgütü tarafından yapılan araştırmalar dünyadaki bütün sebze ve meyvelerin yüzde 85'inden fazlasının zirai ilaçlar ve diğer zehirli kimyasallar ile kirlendiğini ortaya koyuyor.

Sebze ve meyveleri bu kalıntılardan arındırmak için su ile yıkamak yetmiyor; çünkü ilaçlar yağmur ve sulamaya karşı dayanıklı olması için özellikle yağ ve petrokimya bazlı olarak üretiliyor. Biyolojik olarak doğada çözünebilen yağ çözücü ve temizleyicilerden oluşan Environne isimli temizleyici, sebze ve meyveler üzerindeki tarım ilacı kalıntılarını, mumlu, yağlı tabakaları ve bunların içine hapsolmuş zararlı organizmaları ortadan kaldırıyor. Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) tarafından onaylanmış Environne, greyfurt çekirdeği, portakal ve limon özleri ile erik ve çilek türü meyvelerden oluşuyor. Environne, eczanelerde satışa sunuluyor.

Aile-Sağlık