Gönderen Konu: Sağlık Bilgileri  (Okunma sayısı 273648 defa)

0 Üye ve 3 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Kahraman

  • aktif okur
  • **
  • İleti: 116
Çocuklarda Obeziteyle Mücadele
« Yanıtla #90 : 11 Aralık 2008, 11:28:51 »

Ondokuz Mayıs Üniversitesi (OMÜ) Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Funda Elmacıoğlu, çocuklarda obezitenin, ortaya çıkmasından önce veya başlangıç döneminde önlenmesinin önemli olduğunu bildirdi.

Doç. Dr. Elmacıoğlu, AA muhabirine yaptığı açıklamada, anne sütüyle beslenen bebeklerde obezitenin nadir görüldüğünü söyledi.

Mamayla (formüla) beslenen bebeklerin şişman olma olasılığının çok daha yüksek olduğunu belirten Doç. Dr. Elmacıoğlu, ''Bunun nedeni bebeğe gerektiğinden fazla mama verilmesi, mamanın verilen miktardan daha fazla yoğunlukta hazırlanması, mamaya bebe bisküvisi, ekmek içi, mısır gevreği gibi gıdaların konulmasıdır'' dedi.

Bebeğin her ağlamasının, acıktığını göstermediğini vurgulayan Doç. Dr. Elmacıoğlu, şöyle devam etti:
''Bu nedenle bebek her ağladığında beslenmemelidir. Eğer bebek mamayla besleniyorsa buna başka bir şey ilave edilmemeli ve mama suyla hazırlanmalıdır. Mama hazırlanırken bebeğin ayına uygun ölçüde toz konmalıdır.

Ek gıdalara erken başlanmamalı, bu konuda mutlaka bir beslenme uzmanına danışılmalıdır. Ek gıdalara başlandıktan sonra ise mama azaltılmalıdır. Biberonla beslenen bebeklerin bir yaşından sonra biberonu bırakmasını sağlamak gerekir. Hazırlanan taze meyve suları, su ve yoğurta asla şeker ilave edilmemelidir.''

Doç. Dr. Elmacıoğlu, 5 yaşın altındaki çocuklara kalori hesabıyla diyetin asla önerilmediğini bu dönemde ailelerin yüksek kalorili gıdalardan kaçınması gerektiğini bildirerek, şöyle konuştu:

''Bu yaş çocuklarına kızarmış patates, cips, köfte, börek gibi gıdalar verilmemeli. Çocuklara mümkün olduğunca yağsız kırmızı etle yemekler hazırlanmalı. Ödül amacıyla çikolata, pasta ve kekler verilmemeli. Bu yoğun şeker ve yağ karışımları yerine çocuk, kitap, boya, çocuk tiyatrosu, aktiviteyi artıracak oyuncakla ödüllendirilmeli. Çocuğa ana öğünler öğretilmeli ve bu öğünlerde taze salata, yoğurt ve sebze yemeklerinin olması sağlanmalıdır.''

Şişmanlığa eğilimli ve sütü seven çocuklar için yarım yağlı süt alınması ve bu tüketimin günde 2 su bardağını geçmemesi gerektiğine dikkati çeken Doç. Dr. Elmacıoğlu, ''Tam yağlı peynir çeşitleri yerine de az yağlı veya yağsız peynirler tercih edilmeli. Piyasada çocuklar için mevcut olan büyüme süt veya büyüme peynirlerinin, gereksiz kalori kaynağı olduğu, çocuğu obeziteye götürebileceği unutulmamalıdır'' dedi.

Fast food restoranlarının da çocuklar için uygun yerler olmadığını vurgulayan Doç. Dr. Elmacıoğlu, çocuğu ödüllendirmek adına bu tür menülerin ara sıra (ayda bir) tüketilebileceğini ifade etti.

İleriki yaşlarda fazla kilolardan kurtulmak için yapılan tıbbi mücadelenin genellikle sonuçsuz kaldığını, bu nedenle çocuklarda obezitenin ortaya çıkmasından önce veya başlangıç döneminde önlenmesinin önemli olduğunu bildiren Doç. Dr. Elmacıoğlu, verdiği bilgiler doğrultusunda ailelerden yemek yeme, yemek pişirme alışkanlıklarını yeniden gözden geçirmelerini önerdi.

Doç. Dr. Elmacıoğlu, ayrıca 3-4 yaşındaki çocuğu, çocuk arabasına bindirmenin uygun olmadığını, çocuğa düzenli fizik aktivite alışkanlığı kazandırılması gerektiğini söyledi.

« Son Düzenleme: 11 Aralık 2008, 11:31:21 Gönderen: Tuğra »
..Ey Rabbimiz! Bazı yüzlerin ağarıp,bazı yüzlerin kararacağı günde; bizi yüzleri ak,gönülleri pak olan,sevgili resülünün bayrağı altında toplanan mesut insanlar zümresine kat.O'nun(sav) yanında cennete girmeyi,mübarek Cemalini görmeyi,Senin dostlarınla komşu olmayı ve en büyük makam olan rızana ulaşmayı nasip eyle. Amin.

Çevrimdışı Kahraman

  • aktif okur
  • **
  • İleti: 116
Neden ağlarız?
« Yanıtla #91 : 11 Aralık 2008, 11:31:11 »
Neden ağlarız?

 
Doğumlarda, ölümlerde, iyi veya kötü haberlerde, bazen bir film izlerken, gözyaşlarımız süzülür... Women’s Health dergisi, işte bu gözyaşlarıyla ilgili bilinen ve bilinmeyen bazı gerçekleri derledi.

İlk kez doğduğumuzda ağlarız. Ağlarız çünkü karnımızın doyması ve rahatımızın sağlanması için tek yapabildiğimiz budur.

Vassar College Psikoloji Profesörü Randy Cornelius, gözyaşı ile ilgili çalışmalar yapan ender bilim adamlarından biri. Bu konudaki araştırmacı kıtlığı, ağlama konusundaki soruları daha da zorlu hale getiriyor.

Yılda 64 kez ağlamak

“Neden ağlıyoruz?” sorusu sorulduğunda Dr. Cornelius, “Bundan pek emin değiliz” diyor ve ekliyor: “Kuramlar yapısal olarak erkek ve kadın beyninin nasıl işleyip neleri birbirine bağladıklarıyla ilgili. Ancak henüz bir sonuç elde edilmiş değil.”

Ağlamak, bizim diğer insanlara savunmasız olduğumuzu göstermenin bir yolu. Kadınlar, duyguları paylaşma konusunda daha iyi olduğundan, onlar için aynı zamanda bir güven belirtisi ağlamak. Güven, hayatta kalmamız için gereklidir. Ancak hayatta kalma yarışında erkek eğer uluorta ağlamaya başlarsa, bu dışarıdaki insanlar tarafından yadırganabilir.

Ağlamakla ilgili şu anda üzerinde bilimsel olarak çalışılan bir diğer madde de prolaktin hormonu. Bu hormonun kadınlarda buluğ çağında, âdetlerinde, hamilelikte, emzirirken ve stres altındayken arttığı tespit edilmiştir. Oran olarak da kadın bedeninde erkeklere göre yüzde 60 daha fazla prolaktin bulunuyor. Dr. William Frey’in ortaya koyduğu kurama göre prolaktin, kadınların duygularını etkileyerek, endokrin (salgı) sistemini etkiliyor ve daha fazla ağlama eğilimi yaratıyor.

Sonuç olarak, kadınlar daha çok ağlıyor. Hatta yılda ortalama 64 kez. Erkekler ise 17. Kadınlar üzgün olduğunda, hüsrana uğradığında veya kızdığında ağlarken, erkekler ölüm gibi önemli kayıplarda, büyük hayal kırıklıklarında veya gerçekten çok sinirlendiklerinde ağlıyor.

Bu durumun şöyle komik bir tarafı da var; o da orta yaşları geride bıraktıkça kadınlar daha az ağlayıp daha fazla kızmaya başlıyor. Sebebi kadın hormonlarının azalması ve erkeklik hormonu olan testosteronun bunun yerini alması. Erkeklerde ise tam tersi, testosteron seviyesi düşerken, dişilere özgü hormonlar devreye giriyor. Ve erkekler yaşlandıkça daha çok ağlamaya başlıyor.

Gözyaşlarının iki sebebi daha

Duygular nasıl canımızı yakıp bizi ağlatmayı başarabilir? Harvard Schepens Eye Research Institute’den Hücresel Fizyoloji Doktoru Darlene Dart, ağlamanın koruyucu bir mekanizma olarak devreye girdiğini söylüyor. Derideki acı hissi veren sinirler gibi korneada da duyusal sinirler bulunuyor. Rüzgârda yürünrken veya bir soğanı dilimlerken gözdeki sinirler, istemsiz hareketleri denetleyen beyin köküne sinyal gönderiyor. Beyin kökü, gözkapaklarındaki salgı bezlerine giden hormonların salgılanmasını sağlıyor. Böylece gözyaşı üretiliyor. Bunlar “refleks gözyaşları”dır.

Ancak korneadaki sinirler aynı zamanda beyindeki cerebraya da ulaşır. Bu kez bir filmi seyrederken dökülenler gibi “duygusal gözyaşları” oluşuyor.

Ayın ağlamaklı zamanı

Hollanda’daki Tilbur Üniversitesi Psikoloji Profesörü Dr. Ad Vingerhoets, Batılı kadınların âdet dönemi ile ağlamayı ilişkilendirdiğini, ancak Batılı olmayan kadınlarda böyle bir durumun söz konusu olmadığını söylüyor.

“Crying: The Natural and Cultural History of Tears” kitabının yazarı Tom Lutz da ağlamanın iyi yönleri olduğunu vurguluyor: “Ağlamak bizi içimizdeki endişelerden uzaklaştırır. Ağladıktan sonra ferahlar, içimizdeki kargaşayı akışına bırakır ve dikkatimizi zihinden uzaklaştırıp fiziksel olana odaklarız. Hatta genel olarak da bir süre sonra konudan iyice uzaklaşıp, akmakta olan burnumuzu silmek için bir mendil bulma işine girişiriz. Bu anlamda gözyaşları, iyileşme sürecinin bir parçası olur.”
 
« Son Düzenleme: 11 Aralık 2008, 11:36:51 Gönderen: Tuğra »
..Ey Rabbimiz! Bazı yüzlerin ağarıp,bazı yüzlerin kararacağı günde; bizi yüzleri ak,gönülleri pak olan,sevgili resülünün bayrağı altında toplanan mesut insanlar zümresine kat.O'nun(sav) yanında cennete girmeyi,mübarek Cemalini görmeyi,Senin dostlarınla komşu olmayı ve en büyük makam olan rızana ulaşmayı nasip eyle. Amin.

Çevrimdışı Kahraman

  • aktif okur
  • **
  • İleti: 116
Hurma halsizliğe tam çare...
« Yanıtla #92 : 11 Aralık 2008, 11:45:11 »


Uzmanlar, hurmanın lif, mineral ve fenol açısından oldukça zengin bir besin maddesi olduğunu belirtti. Kalp dostu olarak bilinen elmada daha çok bakır ve çinko bulunurken, hurmada sodyum, potasyum, magnezyum, kalsiyum ve demirin iki kat daha fazla olduğu, düzenli yenilmesi halinde kalp ve damar hastalıkları riskini azalttığı ifade edildi. Yaklaşık yüzde 20 nem ihtiva eden taze hurmada yüzde 60-65 şeker ve yüzde 2 protein, kurusunda ise yüzde 75-85 civarında şeker olduğunu hatırlatan uzmanlar, hurmanın faydalarını şöyle sıraladı:

"Orucun hurmayla açılması halinde, oruçtan dolayı insanın üzerinde oluşan halsizliği birden giderir. Hurma aslında her öğünde yenilebilecek bir meyvedir. Mineraller açısından oldukça zengindir. İçeriğinde kalsiyum, potasyum, demir, B vitamini bulunmaktadır. Hurma bedeni ve zihni gelişmeyi sağlar. Kansere karşı koruyucu olduğu bilinir. Boğaz ağrısını keser. Bronşit, öksürük ve soğuk algınlığı şikayetlerini giderir. Kemik hastalıklarında faydalıdır."

Bu arada, İsrail'de yapılan bir araştırmada elma ile hurmanın yararları karşılaştırıldı. Hurmanın lif, mineral ve fenol açısından zengin olduğu, buna karşılık hurmada sodyum, potasyum, magnezyum, kalsiyum ve demir miktarlarının elmadakinden iki kat daha fazla bulunduğu, hurmanın düzenli yenmesi halinde kalp ve damar hastalıkları riskini azalttığı tespit edildi. Bu meyvelerin içindeki yararlı maddelerin daha çok kabuklarında bulunduğu kaydedildi.
..Ey Rabbimiz! Bazı yüzlerin ağarıp,bazı yüzlerin kararacağı günde; bizi yüzleri ak,gönülleri pak olan,sevgili resülünün bayrağı altında toplanan mesut insanlar zümresine kat.O'nun(sav) yanında cennete girmeyi,mübarek Cemalini görmeyi,Senin dostlarınla komşu olmayı ve en büyük makam olan rızana ulaşmayı nasip eyle. Amin.

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Antibiyotikleri çok seviyoruz
« Yanıtla #93 : 13 Aralık 2008, 02:23:57 »
Teşekkürler Kahraman,hurmayı sadece Ramazan'ı Şerife has sanıyoruz...

*****************************

2007 verilerine göre, kullanım sıklığına göre yüzde 16,5 ile ilk sırada antibiyotikler yer alıyor. Gereksiz ilaç kullanımı Türkiyeye yıllık 1 milyar dolar maliyet getirmektedir.

Türk Eczacıları Birliği Genel Başkanı Erdoğan Çolak, Türkiye'de akılcı ilaç kullanımına dikkat edilmediğini belirterek, “2007 verilerine göre, ülkemizde antibiyotikler yüzde 16,5, romatizma ilaçları yüzde 13, ağrı kesici ve analjezikler yüzde 8,7, soğuk algınlığı ve öksürük ilaçları da yüzde 7,9 oranında kullanım sıklığına sahip” dedi.

Çolak, Türkiye'de ilaç kullanımında hekim tavsiyesinden çok kulaktan dolma önerilerin etkili olduğunu ifade etti. Başkasının tedavisinde kulanılan ilacın tavsiye edilmesi üzerine eczacıya başvuranların sayısının çok fazla olduğuna işaret eden Çolak, “Oysa her ilaç her hastayı tedavi edecek diye bir durum söz konusu değildir. Aksine, birine çok iyi etki eden ilaç, bir başka kişide tam tersi etki yaratabilir. Hatta hastayı geri dönüşü olmayan bir sonuca götürebilir” uyarısında bulundu.

İlacın, kişiye özel uygulanan tedavinin önemli bir ayağını oluşturduğuna işaret eden Çolak, hekim kontrolü olmadan kesinlikle kullanılmaması gerektiğini ifade etti. Çolak, şunları kaydetti:

“Bu çok risklidir. Hekim tarafından verilmeyen ancak başkası tarafından tavsiye edilen ilaç türlerini en çok antibiyotik, romatizma ve ağrı kesici gruplarında görüyoruz.

Geçtiğimiz yıl yapılan araştırmalar göstermiştir ki, toplam ilaç kullanımı içerisinde antibiyotikler yüzde 16,5, romatizma ilaçları yüzde 13, ağrı kesici ve analjezikler yüzde 8,7, soğuk algınlığı ve öksürük ilaçları da yüzde 7,9 oranında kullanım sıklığına sahiptir.”

AKILCI İLAÇ KULLANIMI

İlaçların akılcı kullanılmaması konusunun Türkiye'de olduğu gibi diğer ülkelerde de önemli bir sağlık sorunu ve büyük bir ekonomik yükümlülük olduğunu anlatan Çolak, bilinçsiz ilaç kullanımı sıklığının ülkemizde Avrupa ülkelerinden daha fazla görüldüğünü söyledi.

Çolak, yanlış ilaç kullanımının, hasta sağlığı açısından risk taşımasının yanı sıra vücut direncinin zayıflamasına da yol açabildiğini belirterek, “Akılcı olmayan ve gereksiz kullanılan ilaçlar, kişilerde o ilaca karşı direnç gelişmesine neden olur. Bu da ilerde oluşabilecek yeni bir hastalık durumunda aynı ilaçların etkisini düşürerek, daha yüksek dozda ilaç kullanılmasına neden olacaktır” diye konuştu.

Bilinçsiz ilaç kullanımının, ülkelerin ekonomisine zarar verdiğine dikkati çeken Çolak, “Gereksiz ilaç kullanımı Türkiye'ye yıllık 1 milyar dolar bir maliyet getirmektedir. Bu maliyetin aza indirilmesinin ülke ekonomisine getireceği yararın yanında, ilaç geri ödeme kurumlarını da olumlu anlamda etkileyecektir” dedi.

Haber Aktüel
〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Bilgisayar başında çalışanlara '20-20' uyarısı
« Yanıtla #94 : 14 Aralık 2008, 02:03:23 »
Göz Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Özlem Evren, bilgisayar başında çalışanlara ''Bilgisayarda 20 dakika çalıştıktan sonra, gözleri kapatarak ya da uzağa bakarak 20 saniye dinlenmek gözleri korur'' uyarısında bulundu.

Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Göz Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Özlem Evren, bilgisayar başında çalışanlarda gözlerde yorgunluk hissi, yanma, batma, kızarıklık, bulanık görme ve baş ağrısı gibi şikayetler ortaya çıkabildiğini belirterek, ''Bilgisayarda 20 dakika çalıştıktan sonra, gözleri kapatarak ya da uzağa bakarak 20 saniye dinlenmek gözleri korur'' uyarısında bulundu.

Evren, uzun süreli bilgisayar kullanımından kaynaklanan, ''Ekrana Bakma Sendromu'' olarak adlandırılan sorunların, göz sağlığını tehdit ettiğini vurguladı.

Günde 6 saatten fazla bilgisayar başında çalışanların yüzde 75'inde, zaman içinde gözlerde yorgunluk, yanma, batma, kızarıklık, bulanık görme ve baş ağrısı gibi şikayetler görüldüğünü anlatan Evren, ''Buradaki dikkat çekici nokta, bu sorunların daha önce göz sağlığı yerinde olanlarda ortaya çıkması'' dedi.

Bilgisayar başındaki işlerin göz sağlığına olumsuz etkisinin masa başındaki diğer işlerden daha fazla olduğunu kaydeden Evren, şöyle konuştu:

''Kitap okurken gözler aşağıya doğru baktığı için, yakına bakmak ve gözün uyum sağlaması daha kolaydır. Gözleri yormaz. Oysa, bilgisayar ekranı karşısında yazıları, gözlerimiz düz karşıya bakarken okuruz. Bu, gözleri zorlayan bir durumdur. Ayrıca, bilgisayar ekranına düz baktığımız için göz kapaklarımız daha aralıktır. Bu durum, gözyaşının daha çok buharlaşmasına ve gözün kurumasına neden olur. Ayrıca, bilgisayar başında yoğun çalışırken göz kırpma sayımız yarı yarıya düşer. Bu durum da gözlerde kuruluğa neden olur.''

-IŞIK YANSIMASI VE ÇÖZÜNÜRLÜK-

Bilgisayar ekranından ışık yansıması ve çözünürlüğün de göz sağlığı üzerinde önemli etkileri olduğuna dikkati çeken Evren, ekrandan yansıyan ışığın gözü yorduğunu bildirdi.

Bilgisayar ekranına doğru direkt aydınlatma yapılmaması gerektiğini anlatan Evren, ''Bu, bilgisayar ekranının üzerine bir ayna konularak test edilebilir. Oturduğunuz noktadan aynada bir ışık kaynağı görüp görmediğinize bakın. Aynada ışık kaynağı görüyorsanız, ekrana direkt yoğun ışık düşüyor ve yansıyor demektir'' şeklinde konuştu.

Ekranın çözünürlüğü arttıkça, yazıların daha kolay okunduğunu ve göz yorgunluğunun azaldığını belirten Evren, ''Bilgisayar başındaki göz yorgunluğunun nedenlerinden birisi de teşhis edilmemiş kırma kusurlarıdır. Özellikle gizli, yani teşhis edilmemiş hipermetropisi olanlarda bu şikayetler daha çabuk ortaya çıkar'' diye konuştu.

Evren, ''Ekrana Bakma Sendromu''nun sağlıklı bireylerde bile problem olduğu düşünüldüğünde; kuru göz sorunu olan, göz yaşı miktarını azaltan ve vücuttan su atmaya yönelik diüretik grubu tansiyon ilacı, alerji için antihistaminik, doğum kontrol hapı ya da kontakt lens kullananlarda bu sorunun daha belirgin ve hızlı ortaya çıkacağı uyarısını dile getirdi.

-ÇOCUKLAR VE BİLGİSAYAR-

Çocukların bilgisayar kullanımına yönelik açıklamalar da yapan Evren, şunlara dikkati çekti:

''Çocuklar bilgisayar oyunlarına kendilerini çok kaptırırlar ve genellikle yorulduklarını fark etmeden gözlerini son noktaya kadar zorlarlar. Çocukların mükemmel uyum mekanizmaları olduğu için, gözleri ağrısa da kızarsa da bundan şikayetçi olmazlar. Bu da olumsuz durumun farkına varılmasını zorlaştırabilir. Göz kızarıklığı ve gözlerini ovuşturma, böyle bir durumda ortaya çıkan sorunların başındadır.''

Çocuklar için önemli başka bir durumun da bilgisayarların yetişkinlere göre ayarlanması olduğunu kaydeden Evren, çocukların bilgisayar karşısında ekrana bakmak için başlarını daha fazla kaldırmak zorunda olduklarını bildirdi.

Evren, bunun, çocukların göz kaslarının daha çok yorulmasına, gözlerinin kurumasına ve duruş bozukluklarından dolayı olumsuz beden gelişimine neden olduğuna dikkati çekti.

-NELER YAPILMALI-

Evren, bilgisayar kullanan çocukların gözlerini korumak için şu önlemlerin alınması gerektiğini bildirdi:

-Kırma kusurunu araştırmak için mutlaka göz muayenesi olmaları gerekir.

-Bilgisayar kullanım süreleri günde en fazla 3-4 saat ile sınırlandırılmalıdır. Her saat başında en az 10 dakika ara vermeleri, oturdukları yerden kalkarak hareket etmeleri sağlanmalıdır.

-Bilgisayar ekranının yüksekliği boylarına uygun olmalıdır.

-Ortam aşırı aydınlatılmamalıdır.

-Bilgisayar ekranının çözünürlüğü yüksek ve mümkünse yansıma yapmayan cinsten olmalıdır.

Evren, erişkinlere yönelik de şu tavsiyelerde bulundu:

-Teşhis edilmemiş bir kırma kusuru açısından göz muayenesinden geçmeleri yararlı olur.

-''20-20'' kuralına uymak yararlıdır. Bilgisayarda 20 dakika çalıştıktan sonra, gözleri kapatarak ya da uzağa bakarak 20 saniye dinlenmek gözleri korur.

-Bilinçli olarak gözleri kırpmak göz yaşı kaybını azaltır.

-Bilgisayar ekranı göz hizasının altında olmalıdır. İdeali, bilgisayar ekranının orta noktasının, göz hizamızın 8-10 santimetre altında olmasıdır.

-Fazla yansımaya neden olacağı için bilgisayar ekranı pencereye dönük olmamalıdır. Daha ideali yansıma yapmayan ekran kullanmaktır.

-Çalışma ortamı fazla aydınlatılmamalıdır. Aşırı aydınlatma yapan masa lambalarından kaçınmak gerekir.

-Ekrandaki yazıların netliği ve rengi önemlidir. Görüntü yenileme frekansı yüksek ekranlar daha kolay okunabilir görüntü sağlar. Ayrıca beyaz zemin üzerine siyah yazı karakterleri, siyah zemin üzerine olanlardan daha az yorucudur.

-Çalışma ortamındaki havanın fazla kurumasını önlemek ve nemlendirmek çalışma konforunu artırır.

-45 yaş üzerinde ve yakın gözlüğü takma ihtiyacı olanlarda yakın gözlüğü dışında, bir de bilgisayar ekranına odaklanan 'Bilgisayar Gözlüğü' kullanılması, ekrana aşırı yaklaşma gerekliliğini azaltır, okuma kolaylığı sağlar.

-Tüm bu önlemlere rağmen gözlerde kızarıklık, batma, yanma şikayetleri oluyorsa, koruyucu içermeyen yapay göz yaşı damlaları kullanılabilir.

-Sorunlar erken dönemde fark edilir ve gerekli basit önlemler alınırsa, kalıcı hale ddönüşmesi önlenir.

haber aktüel
〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı Lika

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 3892
Ynt: Sağlık Bilgileri
« Yanıtla #95 : 14 Aralık 2008, 02:19:09 »
Teşekkürler Tuğra ve Kahraman.
Ne içindeyim zamanın,Ne de büsbütün dışında;Yekpare geniş bir anın Parçalanmış akışında,
Rüzgarda uçan tüy bile Benim kadar hafif değil.Başım sukutu öğüten Uçsuz, bucaksız değirmen;İçim muradıma ermiş Abasız, postsuz bir derviş;
Kökü bende bir sarmaşık Olmuş dünya sezmekteyim,Mavi, masmavi bir ışık Ortasında yüzmekteyim

Çevrimdışı ay-yüzlüm

  • yazar
  • ****
  • İleti: 641
Ynt: Sağlık Bilgileri
« Yanıtla #96 : 14 Aralık 2008, 02:28:56 »
Teşekkürler Tuğra ve Kahraman.
Yürü dünya yürü bu yol dergaha gider.
Bu yol gama,kedere,acıya,aha gider.
Çıkablirsen eyer bu yokuşu zirveye,
Hüzünlenme o zaman sonu felaha gider.

Çevrimdışı Kahraman

  • aktif okur
  • **
  • İleti: 116
Grip aşısıyla ilgili doğru bilinen 5 yanlış...
« Yanıtla #97 : 14 Aralık 2008, 10:42:05 »


Grip aşısıyla ilgili doğru bilinen 5 yanlış

 
Soğuk algınlığından daha kötü belirtiler gösteren grip yüksek ateş, baş ağrısı, öksürük, halsizlik ve kas ağrılarıyla kendini gösteriyor ve bu hastalıktan sadece aşı ile korunulabiliyor.

Foxnews'de yer alan habere göre, Amerikan Hastalık Kontrolü ve Önleme Merkezi (CDC)'nin raporunda, herkesin her yıl grip aşısı olması tavsiye ediliyor. Çünkü influenza, sonbahar ve kış aylarında görülen en yaygın ve öldürücü virüsten biri. Grip nedeniyle her yıl yaklaşık 200 bin kişi hastaneye yattığı ve 36 bin kişinin ise griple bağlantılı komplikasyonlardan dolayı hayatını kaybettiği belirtiliyor.

Amerikan Hastalık Kontrolü ve Önleme Merkezi (CDC), 2 yaş ve üstündeki herkesin her yıl aşılanmasını önerirken, 2-18 yaş arası ile 65 yaş ve üstü yaş gruplarının, bağışıklık sorunu olan kişilerin özellikle aşılanması gerektiğini ekliyor. Grip aşısının yanında, burun spreyi olarak kullanılan aşının 50 yaş altındaki kişiler için uygun olabileceği belirtiliyor. Geleneksel aşıya benzemeyen ve 2 doz şeklinde uygulanan burun spreyi virüse karşı yeterli koruma sağlıyor.

Grip aşısıyla ilgili birçok doğru bilinen yanlışlar bulunuyor. işte bunlardan en popüler olan 5 tanesi şöyle:

Ben sağlıklıyım, aşıya ihtiyacım yok: Birçok sağlıklı insanın griple ilgili komplikasyonlara karşı risk altında olmadığı doğru, fakat çevrenizdeki insanlar risk taşıyabilir. Genç-yaşlı insanlar ve bağışıklık sistemi güçsüz insanlarla düzenli olarak görüşen birinin aşılanması gerekiyor.

Grip aşısı beni grip yapabilir: Uzmanlar bunun efsane olduğunu söylüyorlar. Grip aşısı aktif olmayan 3 virüs içeriyor. Ancak bu virüs ölü ve vücutta yeniden çoğalamaz. Fakat virüse karşı bağışıklık sağlamak vücudu harekete geçirebilir. Suçiçeği aşısına benzeyen "Flumist" isimli burun spreyi ise etkisi zayıflatılmış canlı virüs içeriyor. Zayıflatılmış virüs vücudu hasta yapacak kadar güçlü değil, fakat gribe karşı korumaya yarayan antikorların çoğalmasına yardımcı oluyor.

Geçen yıl aşı olmama rağmen yine de hastalandım: Birçok kez insanlar, soğuk algınlığı ile gribi karıştırabiliyorlar. Her zaman gribe ateşin eşlik etmesine rağmen, soğuk algınlığında ateş çok nadir görülüyor. Bunun gibi hapşırma ve burun tıkanıklığı ise sadece soğuk algınlığında görülen belirtilerdir. Maalesef grip aşısı soğuk algınlığına karşı korumuyor.

Aralık ayındayız, aşı Eylül veya Ekim aylarında yapılıyor: Amerika'da grip Eylül ayının başlarında görülmeye başlıyor. Fakat hastalığın görülmesi Mart ayına kadar devam ediyor. Bu da grip aşısı olmak için uzun bir süre olduğunu gösteriyor. Grip Şubat ayında doruk noktasına ulaşırken, aşı bu dönemde ve hatta Mart ayında bile yaptırılabilir.

Bazen aşı işe yaramıyor: "Geçen yıl aşı olmama rağmen yine de hastalandım" diyen birçok insan var. Amerikan Hastalık Kontrol Merkezi'nin yaptığı çalışmaya göre, geçen yıl grip aşısının koruyuculuk oranı yüzde 44 olarak belirlendi. Grip aşısının her sene yeniden hazırlanmasına rağmen ideal şartlardaki koruyuculuğunun en fazla yüzde 70-90 olduğu belirtiliyor. Aşı içinde bulunan virüslerle o yıl gribe sebep olan virüslerin yapısal özelliklerinin birbirine benzemesiyle ilgilidir. Fakat geçen sene bu oran çok düştüğü için aşının etkisi azaldı
..Ey Rabbimiz! Bazı yüzlerin ağarıp,bazı yüzlerin kararacağı günde; bizi yüzleri ak,gönülleri pak olan,sevgili resülünün bayrağı altında toplanan mesut insanlar zümresine kat.O'nun(sav) yanında cennete girmeyi,mübarek Cemalini görmeyi,Senin dostlarınla komşu olmayı ve en büyük makam olan rızana ulaşmayı nasip eyle. Amin.

Çevrimdışı duha

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 5144
  • ѕησωƒℓαкє
Ynt: Sağlık Bilgileri
« Yanıtla #98 : 14 Aralık 2008, 16:14:34 »
ben de bu madurlar içerisindeyim.kasım ayında grib aşısı oldum.geçen yıl da olmuştum çok memnun kaldım.ama şu günlerde etkisini hiç göremiyorum.yazıda soğuk algınlığı ve grib karıştılıyor denmiş acaba ben de mi karıştıyorum e52))
söz Hayâtî'dir; İnanç taşıyoruz.....

[/center]

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Kaynana Kalpten Götürebilir
« Yanıtla #99 : 14 Aralık 2008, 21:15:41 »

Kayınvalideyle birlikte aynı çatı altında yaşamak gelinlerin sağlığını olumsuz etkiliyor.
 
Bilim adamlarına göre, geniş ailede yaşayan kadınların ciddi kalp hastalıklarına yakalanma riski diğer kadınlara göre 3 kat daha fazla.

Daily Mail gazetesinin haberine göre, bilim adamları evde hem bir kız evlat hem anne hem de eş rollerinin stresiyle yaşamanın, tansiyonun yükselmesine ve hatta şeker hastalığına yol açarak kalp sorunlarının kapısını açtığını belirttiler.

Japon bilim adamları, aile hayatının sağlık üzerindeki etkisini anlamak için sağlıklı orta yaştaki 91 bin kadın ve erkek üzerinde 14 yıl süren araştırma yaptı.

1990-2004 yılları arasında araştırma kapsamındakilerden 671'inde koroner damar hastalıkları görüldü. 339 kişi kalp hastalığından ölürken 6255'i diğer sebeplerden hayatını kaybetti.

Araştırma sonucunda, geniş ailede yaşayan kadınların kalp hastalığına yakalanma riskinin sadece eşiyle yaşayanlara oranla 3 kat fazla olduğu belirlendi. Araştırmaya göre, çocuklarla yaşamak da çocuksuz yaşayanlara oranla bu riski iki kat artırıyor.

Halk sağlığı uzmanı Prof. Hiroyasu İso, geniş ailede yaşamanın kadını kalp hastalığına yatkınlığı artıran sigara, içki gibi alışkanlıklardan uzak tuttuğunun düşünüldüğünü hatırlatarak, ancak "çeşitli aile rollerini üstlenmekten kaynaklanan stresin" kadının bu hastalıklara karşı hassasiyetini önemli ölçüde artırdığını söyledi.
 
Aktif Haber
〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı Lika

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 3892
Uzmanlar uyarıyor: Doğal içecek tercih edin!
« Yanıtla #100 : 15 Aralık 2008, 20:43:52 »
Uzmanlar sağlıklı yaşam için doğal içecek tüketilmesinin önemine dikkati çekiyor.



Uzmanlar uyarıyor: Doğal içecek tercih edin!

Tüketicilerin bir bardağının maliyeti 10 YKr olan portakal suyu ile bir litresi 40 YKr olan süt yerine, ortalama 2-3 katı yüksek fiyattan satılan asitli içecekleri tercih etmesi üreticileri zor durumda bırakırken, uzmanlar sağlıklı yaşam için doğal içecek tüketilmesinin önemine dikkati çekiyor.

AA muhabirinin derlediği bilgiye göre, genellikle ilkbaharda sütün çoğalmasıyla fiyatlar düşerken bu yıl talebin az olması nedeniyle kış aylarında düşüş yaşandı. Geçtiğimiz yılın bu aylarında sütün litresi üreticilerde 60 YKr'ye satılırken, bu yıl 40 YKr'ye satılmasına rağmen vatandaşlar tarafından fazla tercih edilmiyor.

Bir bardağı 10 YKr'ye mal olan portakal suyu yerine de asitli içeceklerin daha fazla tüketilmesi üreticileri zor durumda bırakırken, uzmanlar ise sağlıklı yaşam için portakal suyu ile sütün daha fazla tüketilmesi gerektiğini söylüyor.

Tarsus Ziraat Odası Başkanı Ali Ergezer, AA muhabirine yaptığı açıklamada, dünyanın önemli narenciye üretim merkezlerinden biri olan Akdeniz Bölgesi'nde bile vatandaşların kendi ürünleri yerine asitli içecekleri tükettiğini belirterek, bu alışkanlığın değiştirilerek doğal içeceklere olan ilginin artırılması gerektiğini bildirdi.
Ergezer, şunları söyledi:

''Bölge olarak önemli narenciye üretim merkezlerinden biriyiz ama kendi ürünümüze yeteri kadar sahip çıkamıyoruz. Bugün çoğu kurumda misafirlere çay veya asitli içecekler ikram ediliyor. Bunu yaparak ürünümüze sahip çıkmadığımız gibi ekonomik olarak da kaybımız oluyor. Bir bardak çay bile 14 YKr'ye mal olurken 10 YKr'lik taze meyve suyuna sırt çevirmeyi anlamak mümkün değil.

Oda olarak tüm misafirlerimize portakal suyu ikram ediyoruz. Bunun yaygınlaşması için de Tarsus'taki tüm kamu kurum ve kuruluşlarına dakikada 38 adet portakalın suyunu sıkabilen makineden hediye etmeyi planlıyoruz. Şu an makinenin maliyeti 2 ile 2,5 bin YTL arasında. Eğer bize destek verilirse toplu alım yaparak bu maliyet daha da aşağılara çekilebilir. Bu sayede vatandaşların vitamini bol doğal bir içecek tüketmelerini sağlamamızın yanında üreticilere de destek vermiş olacağız.''

Ergezer, okul kantini işletmecilerinin de bu makineden alarak öğrencilere portakal suyu tüketimi alışkanlığı kazandırmaları gerektiğini belirterek, ''kaymakamlıklardan tüm kantinlere portakal sıkma makinesi bulundurma zorunluluğu getirmesini'' istedi.

-''SÜT DE İLGİ GÖRMÜYOR''-

Adana'nın İmamoğlu ilçesinde mandıra işletmeciliği yapan Zeynel Kültüroğlu da, süt fiyatlarının geçtiğimiz yıllara göre ilk kez bu kadar düştüğünü belirterek, buna rağmen gereken ilgiyi görmediğini söyledi.


Genellikle ilkbahar aylarında fiyatların düştüğünü ifade eden Kültüroğlu, ''22 yıldır mandıra işletmeciliği yapıyorum. Bu yıl ilk kez kış aylarında fiyat 40 YKr'ye kadar düştü. Buna rağmen tüketimde herhangi bir değişiklik yok. Vatandaşların içecek tüketiminde çay ve kolaya ağırlık vermesi ürünümüzün satışı için uygun pazarın oluşmasında sıkıntı yaratıyor'' dedi.

-''DOĞAL İÇECEKLERİ TERCİH EDİN''-

Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Balcalı Hastanesi diyetisyeni Özgen Arı ise besin değeri olmayan, kafein içeren asitli içecekler yerine doğal içeceklerin tüketilmesi gerektiğini belirtti.

Portakal suyunun antioksidan ve bol c vitamini içeriği nedeniyle sağlıklı yaşam için tercih edilen içeceklerden biri olması gerektiğini belirterek, şöyle konuştu:

''Besin değeri olmayan içecekler yerine kalsiyum ve protein oranı yüksek süt ile c vitamini deposu portakal suyu tüketilmeli. Çünkü portakal suyu c vitamini aşısından zengin sütün de çok sayıda faydası var. Sütün kalsiyum ve protein oranı çok yüksek olduğu gibi, d vitamini içeriğiyle de kemik sağlığı için önemli. Bu faydaları göz önünde bulundurulduğunda asitli içecekler yerine doğal içecekleri tüketilmeli.''

 iyibilgi.com
Ne içindeyim zamanın,Ne de büsbütün dışında;Yekpare geniş bir anın Parçalanmış akışında,
Rüzgarda uçan tüy bile Benim kadar hafif değil.Başım sukutu öğüten Uçsuz, bucaksız değirmen;İçim muradıma ermiş Abasız, postsuz bir derviş;
Kökü bende bir sarmaşık Olmuş dünya sezmekteyim,Mavi, masmavi bir ışık Ortasında yüzmekteyim

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Odanız güzel koksun ama...
« Yanıtla #101 : 15 Aralık 2008, 22:59:30 »

Oda spreyi, kötü kokuları önleyici kimyasallar, kokulu mumlar ve tütsüler ortamın daha güzel kokması için başvurulan yöntemler. Ancak, bu güzel kokuların sağlık üzerine etkileri tartışma konusu.

Oda kokularıyla kötü kokunun kaynağının ortadan kalkmadığını sadece maskelendiğini söyleyen Suadiye Memorial Tıp Merkezi Göğüs Hastalıkları Bölümü’nden Uz. Dr. İlkay Keskinel, tütsü, mum ve oda kokularının zararlı etkilerine dikkat çekiyor:

ASTIM HASTALARININ EN BÜYÜK DÜŞMANI

Aerosol şeklindeki oda kokuları; propan, bütan ve izobütan gibi petrokimyasal itici gazlar içerebilirler. Oda spreylerinden havaya yayılan gözle görünmeyecek kadar küçük parçacıklar, nefes almakla akciğere ulaşır. Özellikle astım gibi altta yatan bir sorun varlığında, hava yollarını rahatsız eden bu gazlar, yüksek doz kullanımında sinir sistemi üzerine de olumsuz etki yapmaktadır.

Ayrıca, hem bu itici gazlar, hem de oda kokularındaki güzel kokulu kimyasallar, göz ve deri problemlerine de neden olabilirler.

Oda deodorantlarının yanı sıra naftalinde de bulunan paradiklorobenzen, gözler ve üreme sistemi üzerine zararlı etkilidir, kansere yol açma olasılığı vardır. Limon/portakal kokusu veren limonen, nefes darlığına yol açabilir; göz ve burun alerjisine sebep olabilir. Bazı fitilli deodorantlar, formaldehit içerebilirler. Bu madde sadece havayolu, burun ve gözlerde tahriş yapmaz, aynı zamanda karaciğer bozukluğu ve kansere de neden olduğu iddia edilmektedir. Kimi katı hava temizleyicilerde bulunan kamfor, nefes darlığı, halsizlik, baş dönmesi ve baş ağrısı gibi belirtilere de yol açabilir.

ODA SPREYLERİ ÇOCUKLAR İÇİN ZARARLI OLABİLİR

Oda spreyleri havada asılı kalmayıp yere, halılara ya da mobilyaların üzerine de iner. Özellikle emekleyen veya yerde oyun oynayan çocuklar, ellerini ağızlarına götürdüklerinde bu maddelere ağız yoluyla da maruz kalmış olurlar.

KOKULU MUM VE TÜTSÜLER KANSERE DAVETİYE ÇIKARIYOR

Oda kokularına benzer şekilde, kokulu mumlar, potpuriler ve tütsüler de sağlığa zarar verebilir. Mumlar yandıklarında asetaldehit, formaldehit, naftalin gibi organik kimyasal maddeleri havaya yayar. Yine mumun yanmasıyla oluşan siyah isin tortusu aslen karbondan oluşsa da, ftalat ve uçucu organik bileşikler (benzene, toluen gibi) içerebilir. Bunlar havadan nefes yoluyla alınabileceği gibi, özellikle elektrik yüklü yüzeylere (televizyon, bilgisayar, plastik örtüler gibi) kolayca çekilirler. Bu maddelerin kanser ve sinir sistemi hasarı yapabilecekleri bilinmektedir.

Ayrıca, bazı mum fitillerinde bulunan kurşun da mumun isine karışabilir. Kurşun, özellikle çocuklarda sinir sistemi hasarı ve öğrenme güçlüğü yapabilir.

Tütsülerin yakılmasıyla havaya karışan küçük parçacıklar, solunum yollarını tahriş edebilir, astımı tetikleyebilir, çeşitli cilt yakınmalarına neden olabilir hatta kansere yol açabilir. Gebelik ve emzirme döneminde evlerinde tütsü yakılan çocukların ileride lösemi risklerinin arttığı iddia edilmektedir. Tütsü ve mumların yakılması ile polisiklik aromatik hidrokarbonlar da açığa çıkar. Bu maddeler, gaz ve dizel yakıtları ile de havaya karışmaktadır ve bebeklerin düşük doğum tartısıyla doğmasına neden olmakta, bunun yanı sıra kansere sebebiyet verebilmektedir.

KURUTULMUŞ KOKULU ÇİÇEKLER DE RİSKLİ

Torbalarda ya da kaselerde kullanılan ve kurutulmuş çiçek ve yapraklardan oluşan potpuriler nispeten daha güvenli olsalar da, kimi zaman paradiklorobenzen içerebilirler. Bu madde naftalinde de kullanılan bir böcek öldürücüdür ve kanser yapma olasılığı vardır. Kısaca, burada adı geçen ya da geçmeyen koku verici ürünler, solunum sistemi yakınmaları (Nefes darlığı, burun tıkanıklığı, öksürük, astım krizi), cilt belirtileri (Egzama, kaşıntı, döküntü), bulantı, gözlerde kuruma/yaşarma, çift görme, kulak çınlaması, baş ağrısı, baş dönmesi, konsantrasyon güçlüğü, huzursuzluk gibi sinir sistemi yakınmalarına yol açabilir.

CAMLARI AÇIN, BIRAKIN TEMİZ HAVA EVİNİZE DOLSUN

Evleri kokularla “temiz”lemek yerine, basitçe temiz ve nemden uzak tutmak, bunun yanında sık sık havalandırmak tercih edilmelidir. İnatçı kokuların nedenini ortadan kaldırmak için karbonat ve sirke gibi doğal maddelerden yararlanılabilir.

Kaynak: ntvmsnbc.com
〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Karaciğer hakkında 14 önemli soru
« Yanıtla #102 : 16 Aralık 2008, 20:23:07 »
Teşekkürler Kahraman
************************

Karaciğer hastalıklarının görülme sıklığı her geçen gün daha da artıyor. Karaciğer hastalıklarını tetikleyen en başlıca etken ise alkol kullanımı. İşte 14 soruda karaciğerimiz.

Vücudun "can damarı" olarak da adlandırılan karaciğer, birçok metabolik işlevi yerine getirmenin yanı sıra, kanın pıhtılaşma oranını ayarlar ve kendini yeniler. Peki karaciğer rahatsızlandığı taktirde neler olur? Kadıköy Şifa Tıp Merkezi Dahiliye Uzmanı Dr. İrfan Berber, karaciğerimizi ilgilendiren en önemli 14 soruyu cevaplandırdı.

1) Rahatsızlık geçiren bir karaciğer tekrar eski sağlığına kavuşabilir mi?

Evet kavuşabilir. Çünkü karaciğer kendini sürekli olarak yenileyen bir organdır. Karaciğerin üçte ikisi zarar görmüş olsa bile, eski sağlığına tekrar kavuşabilir. Fakat çok fazla zorlandığında (alkol, ilaç) o da pes edebilir. Vücudu zehirli maddelerden arındıran bu organda sinir bulunmadığından dolayı, karaciğerde meydana gelen bir rahatsızlık ağrılara yol açmaz. Bu sebepten dolayı da rahatsızlık ne yazık ki ancak ileri bir aşamada tespit edilir. Hasta her zaman eski sağlığına kavuşmaz, bu geçirilmekte olan rahatsızlığın türüne bağlıdır.

2) Karaciğerimizde bir sorun olduğunu nasıl anlarız?

Karaciğerle ilgili sorunlar karnın üst kısmında şişlik ve aşırı tokluk hissi şeklinde kendini gösterir. Uzun süreli sıkça nükseden halsizlik de önemli belirtiler arasında yer alır. Bu durumların sık yaşanması halinde, sebep mutlaka bir hekim tarafından araştırılmalıdır. Ancak bazen sinsi seyreden hastalıklar rastlantısal olarak fark edilir. Bu nedenle taramalar önemlidir.

3) Karaciğer problemleri sadece aşırı alkol alan kişilerde mi meydana gelir?

Bu yanlış kanı oldukça yaygındır. Her ne kadar gelişmiş ülkelerde kronik bir karaciğer rahatsızlığından yüzde 30 ile 40 arasında alkol tüketimi sorumlu olsa da, karaciğer rahatsızlıklarının başka sebepleri de vardır. Örneğin kimyasal maddeler, ilaç veya virüse bağlı enfeksiyonlar da karaciğerin rahatsızlanmasına sebep olabilir. Ülkemizde ise viral hepatitler ön plandadır.

4) Hangi virüsler karaciğere zarar verir?

Çoğu vakada en önemli etken Hepatit B virüsüdür. Toplumda Hepatit C de gittikçe yaygınlaşmakta olup, benzer bulaşma yolları mevcuttur. Bu virüs her türlü vücut sıvısından bulaşabilir. Özellikle prezervatif kullanmadan bulunulan cinsel ilişkiler, bu virüsün bulaşmasına ve hastalıklara yol açmasına neden olur. Bunun dışında dövme yapılırken, manikür, pedikür yapılırken kullanılan aletler, hijyenin iyi olmadığı dental ve tıbbi uygulamalar ve anneden bebeğe aile içi bulaşma da en önemli virüs bulaşma yollarıdır.

5) Virüs vücutta nelere yol açar?

Hepatit B virüsü karaciğerin parçalanmasına neden olur. Virüsün vücuda girmesiyle hastalığın ortaya çıkması arasında geçen süre 30 ile 180 gündür. Fakat belirtiler tam olarak bir karaciğer enfeksiyonu sinyalini vermez. Daha çok halsizlik ve soğuk algınlığında yaşanan ağrılara benzerler. Bu durum uzun süre devam ederse, mutlaka karaciğerin değerleri kontrol ettirilmelidir.

6) Hepatit neden bu kadar tehlikeli bir hastalık?

Sağlıklı bir bağışıklık sistemi birçok virüsle tek başına savaşabilir. 1 - 6 ay kadar süren bir dönemden sonra hastalık tamamen yenilmiş ve vücut bu hastalığa karşı ömür boyu sürecek bir bağışıklık kazanmış olur. Fakat vakaların yüzde 5 ile 10'unda Hepatit kronikleşir. Yani virüsler karaciğerde kalır ve zarar vermeye devam eder. Yıllar sonra bu durum siroz veya karaciğer kanserine dönüşebilir.

7) Hepatit ve sarılık aynı şey mi?

Hayır. Gözlerde veya vücutta meydana gelen sarılaşma, karaciğerle ilgili bir rahatsızlıktan dolayı kanda artan safra miktarına bağlı olarak ortaya çıkar. Bu durum ancak her iki vakada bir meydana gelir.

8) Hepatit A hangi durumlarda bulaşır?

Hepatit A özellikle temiz olmayan suları içmek suretiyle ağız yoluyla veya tuvalet gibi yerlerden bağırsak yoluyla vücuda bulaşır. Bu nedenle az gelişmiş bölgelerde musluktan su içilmemesi ve içeceklerin buzsuz tüketilmesi gerekir.

9) Kronik Hepatit olması durumunda sürekli yatak istirahatı mi gerekir?

Hayır, halsizlik gibi şikayetler zaman zaman oluşur. Fakat bunlar uzun süreli değildir. Kronik vakalar günlük hayatlarına normal bir şekilde devam edebilir. Fakat siroz veya kanser olma riskleri oldukça yüksektir. Bu sebeple takip gerekir, hangi hastanın ne şekilde tedavi edileceği hastanın durumuna ve hastalık aktivitesine göre değişkenlik gösterir.

10) Siroz nasıl bir hastalıktır?

Yumuşak bir dokuya sahip olan karaciğer, siroza yakalanması durumunda küçülür ve yumruk büyüklüğünde bir boyuta ulaşır. Karaciğer bu durumda sertleşir ve etrafını doku kaplar. Karaciğer bu durumda işlevini yerine getiremez ve hayati tehlike oluşur. Eğer siroz zamanında tedavi edilir ve küçülme durdurulabilirse, hastalık uzun yıllar hastaya sorun çıkarmadan takip edilebilir.

11) Karaciğer yağlanması nasıl olur?

Alkolün yüzde 90'ı karaciğer tarafından vücuttan atılır. Karaciğer bu işlem sırasında zehirli bir madde üretir. Bu madde karaciğer için son derece zararlıdır. Çünkü karaciğerde yağ hücrelerinin oluşmasına neden olur ve aşırı derecede alkol tüketimiyle karaciğerin yağlanmasına yol açar. İleri safhalarda karaciğerde bağ dokusu oluşur ve siroz olur. Ancak karaciğerin yağlanmasında tek sebep alkol değildir. İlaçlar, enfeksiyonlar, tiroid hastalıkları, diyabet gibi pek çok metabolik hastalık benzer bir görünüm yaratabilir.

12) Karaciğerin alkol limiti nedir?

Bu daha çok bünyeye bağlıdır. Yani alkolün karaciğerden ne kadar çabuk atılması ile ilgilidir. Dünya Sağlık Örgütü'nün belirlediği haftalık alkol limitleri vardır.

13) Karaciğerin sağlıklı olduğu nasıl anlaşılır?

Doktor tarafından kan testi yoluyla karaciğerin değerleri ölçülerek bir terslik olup olmadığı anlaşılabilir. Ayrıca tomografi, sonografi ve buna benzer tetkikler de gerekli olabilir. Şüpheli olup, karar verilemeyen vakalarda olay biyopsi alımı ile patolojik tanı boyutuna uzayabilir.

14) Beslenme konusunda nelere dikkat edilmeli?

Özellikle hayvansal yağlar karaciğer için oldukça zararlıdır. Bunun yerine bitkisel veya balık yağları tercih edilebilir. Özellikle bakliyat, filiz ve balık ürünleri. Şeker vücutta yağa dönüştürüldüğü için, şeker tüketiminde de daha dikkatli olmak gerekir. Ağırlıklı olarak sebze ve meyve tüketmeye özen gösterilmelidir. Ayrıca hijyen şartlarına, katkı maddeleri içeren ürünlere, bilinçsiz, doktor önerisi olmadan ilaç ve destek ürünü kullanmamaya dikkat edilmelidir.

haber aktüel
〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
ABD’nin ilk yüz nakli yapıldı
« Yanıtla #103 : 17 Aralık 2008, 13:30:13 »
Birkaç hafta önce Ohio eyaletindeki Cleveland kliniğinde yapılan operasyonda bir kadın donörden alınan yüzün yüzde 80’i, kadın hastaya nakledildi.

Dünyada ilk kısmi yüz nakli Fransa’da 3 yıl önce bir köpeğin yaraladığı bir kadına yapılmıştı.

MILWAUKEE - ABD’de ilk kez, hemen hemen tüm yüz nakli yapıldı.


ABD’nin Ohio eyaletindeki Cleveland kliniğinden yapılan açıklamada, yüz nakli ameliyatının birkaç hafta önce yapıldığı kaydedildi. Hastane sözcüsü, Dr. Maria Siemionow’un, bir kadın donörden alınan yüzün yüzde 80’inin kadın hastaya nakledildiğini belirtti. Hastanın yaşı ve adı açıklanmadı.

Dünyada ilk kısmi yüz nakli Fransa’da 3 yıl önce bir köpeğin yaraladığı bir kadına yapılmıştı. Daha sonra bir ayının saldırısına uğrayan Çinli çiftçi ve genetik durumu nedeniyle biçimsiz bir yüze sahip olan Avrupalı bir kişiye de yüz nakli yapılmıştı.

AA
〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
İngiltere'yi deli dana korkusu sardı yeniden
« Yanıtla #104 : 18 Aralık 2008, 12:58:08 »
İngiltere'de uzmanların, 164 kişinin ölümüne yol açan deli dana hastalığının yeni dalgasının ortaya çıkmış olmasından ve yeni bir ölüm dalgası yaratmasından çekindiği açıklandı.

BBC'de yayımlanan Newsnight programında ortaya atılan iddiaya göre, hastalık yeni bir genetik yapıyla, yeni bir dalga olarak bir kez daha ortaya çıkarken, bu yeni dalganın en az 350 kişinin ölümüne yol açması bekleniyor.

Daha önce ülkede etkili olan ve hastalıklı hayvanlardan insana geçen,164 kişinin ölümüne yol açan tipten farklı olan bu yeni dalganın varlığını, hükümetin danışmanı Prof. Chris Higgins de kabul etti. Higgins, hastalığın etkilerinin ortaya çıkmasıyla birlikte, ölümler de olabileceğini ve ölü sayısının 350'ye kadar ulaşabileceğini doğruladı.

Prof. Higgins, Newsnight programında yaptığı açıklamada, hastalığın varlığının klinik düzeyde tespit edildiğini, ancak resmi olarak teyit edilebilmesi için beyin biyopsisi gibi daha ileri testlerin yapılmasına ihtiyaç bulunduğunu ifade etti.

Hastalığın yeni tipinin kendine özgü genetik yapısı bulunması ve yeni bir tipin ortaya çıkışını kanıtlaması uzmanları endişelendiriyor.

Aberden Üniversitesi Bakteriyoloji uzmanlarından Prof. Hugh Pennington da yaptığı açıklamada, yeni ortaya çıktığı belirtilen yeni tip deli dana hastalığının ilk salgınla aynı zamanda ortaya çıkmış olabileceğini, ancak bu yeni tipin daha uzun bir kuluçka dönemi olduğu için yeni tanımlanmakta olabileceğini belirtti.

Pennington, yeni dalgayı oluşturan genetik yapının daha uzun kuluçka dönemi olduğu için, hastalığın kişiye bulaşmasıyla belirtilerinin ortaya çıkmasının daha uzun zaman almış olabileceğini söyledi.

Bu arada yakınlarını hastalık yüzünden kaybeden aileler de hastalıkla mücadele için başlattıkları kampanyaları sürdürüyor. 24 yaşındaki oğlunu bu hastalıktan geçen yıl kaybeden Christine Lord, Başbakan Gordon Brown'ın konutuna giderek delikçe bıraktı ve hastalıkla ilgili araştırmalara ağırlık verilmesini, hükümetin bu konuda daha çok çaba göstermesini istedi. Lord, "İnsanlar bu hastalığın ortadan kalktığını sanıyor, ama hala sessiz sedasız insanlar ölmeye devam ediyor" dedi.

Haber Aktüel
〰〰〰〰🐠