Gönderen Konu: Şair M.Nihat Malkoçla Şiirsel Yolculuk  (Okunma sayısı 3600 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı BOZKURT-61

  • Yeni üye
  • *
  • İleti: 15
    • http://www.nihatmalkoc.siteleri.com
Şair M.Nihat Malkoçla Şiirsel Yolculuk
« : 22 Haziran 2005, 18:03:41 »

ŞÂİR M.NİHAT MALKOÇ’LA ŞİİRSEL YOLCULUK…

Mustafa CEYLAN-1- Gazeteci,Şâir ve Yazar  M.Nihat Malkoç'u bize anlatır mısınız? Kimdir, şiire ne zaman başlamıştır? Şiire ilgi nasıl başlamıştır? Genç şairlerin dergilerde ürünleri yayınlanması için ne gibi yollar izlemeleri gerekir? Siz şiirinizi ilk olarak hangi tarihte, hangi dergide yayınladınız? O anki duygularınız nelerdi?

M.Nihat MALKOÇ-CEVAP: Trabzon’un dağ köylerinden biri olan Gündoğan’da doğdum.Buranın Trabzon’a uzaklığı 60 km civarında...Köyde geçti çocukluğumuz ve ilk gençlik yıllarımız…Rahmetli babam ben doğduğum yıl Almanya’ya gitmişti.Ekmek parası için Trabzon’un bir dağ köyünden kalkıp Almanya’ya gitmek kolay olmasa gerek…Ben ailemin en küçük çocuğuyum…Bizim buralarda en küçük çocuğa,özellikle erkek çocuğa bir başka değer verirler.Ben de bu konumdaydım…Fakat köy yerinde çocukla ilgilenecek zaman bulmak pek mümkün değildir.Anneler sabah erkenden evden çıkarlar akşam karanlığında eve dönerler.Arazilerimiz dağlık ve engebeli olduğu için traktör kullanma imkânı yoktur.Herşey insan gücüyle gerçekleştirilir.
   İlköğretimin birinci kademesini komşu köy olan Güneşli’de okudum.İkinci kademeyi(o zaman ortaokul derdik) Köprübaşı ilçesinde okudum.Köyümüzün yolu yoktu.Patika yollardan ve fındık bahçelerinden giderdik.Okulla köy arası yedi kilometreydi.Yani yedi gidiş,yedi geliş;toplam 14 km….Üçü ortaokul,üçü lise olmak üzere altı yıl boyunca her gün 14 kilometrelik yolu katettim.
   Okulda derslerimizin çoğu boş geçerdi.Branş öğretmeni sayısı üçü beşi geçmezdi.Bu durum biz öğrencileri umutsuzluğa iterdi.Fazla bir şey öğrenemezdik okulda…Fakat Türkçe ve Edebiyat derslerine bir başka ilgi duyardım.Okulumuzda eğitim gün boyu sürerdi.Öğleleri annemden aldığım harçlıkları yemez,kitap alırdım.Kitap sahibi olmak bana tarifsiz bir haz verirdi.Yemek için harcadığım parayı ziyan kabul ederdim.Özellikle Hazreti Ali Cenklerine ilgi duyardım.Bir gün Karacaoğlan’la ilgili bir şiir kitabı satın aldım.Eve giderken yemyeşil fındık bahçesine uzanıp bu koşmaları bir solukta okudum…Hatta ezberledim bir kısmını…İçimde bir kıpırdanma ve duygu seli hissettim..Bundan sonra artık fındık bahçelerinde oturup tabiatı temaşa ediyordum.Bu,zamanla yazmaya kadar vardı.O günlerde babaannem vefat etti…Bu hadisenin tesirinde kalarak ilk şiirimi yazdım.Bu,iğneyle kuyu kazmak gibi bir şeydi benim için…
   Lisede ve üniversitede çok başarılı bir öğrenci değildim.Fakat üniversiteyi ilk yılımda, hiçbir dershaneye gitmeden kazandım…İki hedefim vardı:Birincisi hukukçu olmak,ikincisi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni….Nasip ikincisineymiş…1988 yılında girdiğim KTÜ/Fatih Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği Bölümü’nü 1992 yılında bitirdim.
   Eskiden Kültür ve Turizm Bakanlığı “Gençliğin Sesi” adlı bir dergi çıkarıyordu.İlk şiirim 1988 yılında bu dergide yayınlandı.Şiirin adı “Gece yarısı” idi.Çok kaliteli,kuşe kâğıda basılan bir dergiydi.O  zaman eseri(şiir,yazı) yayınlananlara telif ücreti ödüyorlardı.Bana da o zamanın parasıyla iyi bir telif ücreti ödemişlerdi.Dünyalar benim olmuştu.Hem ilk şiirim yayınlanmıştı,hem de bir miktar para kazanmıştım bu işten…Şöyle başlıyordu yayınlanan ilk şiirim:
   “Bir ân sükûnet etrâfı kaplar
Sevdalıların yüreği hoplar
Aklını hayâllerinde toplar
Alır bir keder gece yarısı”
Ta o zaman başlamıştı heceye olan meylim ve aşınalığım…Bugünkü gençler bu konularda çok şanslı….Çünkü pek çok yayın vasıtası var onlar için….Bizim için o derece imkânlar yoktu…Bugün kitle iletişim araçları çok yaygınlaştı…Hele hele internet çıktıktan sonra sınırlar coğrafya kitaplarının tozlu sayfalarında kaldı…Artık her şey mause(fare) ve klavyenin sihirli tuşlarında…Bugun hem gençlere,hem de usta şâirlere seslenen edebî dergiler var…Hatta pek çok okul,dergi çıkarıyor…Bu dergilerin sayfaları genç kalemlere açık….Hemen hemen her derginin elektronik posta adresleri var.Oturduğun yerden yazını/şiirini gönderebilirsin…Bilgisayarın yoksa bu da dert değil…Her taraf internet-cafe dolu…

Mustafa CEYLAN-2-Sizce şiir nedir ve ne değildir? İyi şiir nasıl olmalıdır?

M.Nihat MALKOÇ-CEVAP: Şiir,başkalarının düşünüp de kelimelere dökemediği duygu,düşünce ve hayalleri estetik kaygılar gözeterek yansıtmaktır.Bunu gerçekleştirmek her kişinin yapabileceği bir iş değildir.Yani her insan şiir yazamaz.Belki manzume tarzında bir şeyler karalar ama bunlar hiçbir zaman şiir kabul edilmez.Şâirlik Allah vergisidir bir yerde…Çalışmayla,zorlamayla ve inatla şâir olunmaz. “Vermezse mabut neylesin Mahmut” misali, kendisinde şâirlik  ruhu olmayan insanlar, karalamalarında daima tekrara düşerler. “Benim oğlum bina okur,döner döner gene okur” sözü gereğince bir tekrar faslı devam eder gider.Bu da şiirin ruhuyla bağdaşmaz.
   Şiir imkânsızı yakalama olayıdır.Tarifi imkânsız duygular şâirin belleğinden süzülerek şiir olur.Şairlerin diliyle kalbi arasında duygu süzgeci vardır.Kalpten gelen her türlü duygu ve düşünce dile ulaşmaz.Bu iki uzuv arasındaki manevî süzgeç, kaba lâfların dışarıya çıkmasını engeller.Dile ulaşanlar şiirsel bir özellik taşırlar.Böylelikle de herkes tarafından sevilerek okunurlar.Bilindiği gibi iki çeşit şiir vardır.Bunlar serbest şiir ve kafiyeli şiirdir.Hiçbirinin ötekine üstünlüğü yoktur.Şiir yazma kabiliyeti olanlar her iki türde de mükemmel eserler ortaya koymuşlardır.Hangimiz serbest tarzda yazan Orhan Veli Kanık’ın şiirlerine kötü diyebiliriz?Veya hangi birimiz Beş Hececiler’in yazmış olduğu kafiyeli şiirleri kötü olarak nitelendirebiliriz?Kanaatim şudur ki kafiye ve ölçü şiirin kıymetini ne artırır,ne de azaltır.Şiirin güzelliği kafiye ve ölçüde gizli değildir.Şiirin güzelliği şâirin ruhunda gizlidir.

Mustafa CEYLAN-3-Şiirimizin dünü, bugünü ve geleceği hakkındaki düşünceleriniz nelerdir?

M.Nihat MALKOÇ-CEVAP: Bu konu o kadar geniş ki nereden başlayacağımı bilemiyorum…Bu mevzuda bana bir kitap yaz deseniz yazabilirim!!!Şiir insanlıkla yaşıt…Çünkü hisler ilk insan ve ilk peygamber Hz.Adem’in yaradılışıyla var olmuştur.Şiirimizin dünü muhteşem….Adeta bir derya…624 yıllık Osmanlı medeniyeti çok zengin bir şiir mirası bırakmış bizlere…Hatta bu konuda çok daha gerilere gidebiliriz.Göktürkler ve Uygurlar’dan bize kalan koşuk, sağu ve destanlar bu alanda ne kadar zengin bir şiir mirasına sahip olduğumuzu gösterir.
   Osmanlı Devleti döneminde şâirler padişahlar tarafından korunarak ödüllendirilmişlerdir.Zaten Osmanlı her yönüyle şiir gibi bir devletti.Padişahlar bile şiir alanında kalem oynatmışlardır..Şâirler Osmanlı sarayının şeref misafiri olmuşlardır.Divan şiiri bugüne kadar aşılamamıştır;bugünden sonra da aşılamaz.Çünkü bu dönem şiiri sanat açısından mükemmellik arzetmektedir.Divan şiiri son büyük Divan şâiri Şeyh Galip’le son bulmuştur..Ondan sonra Tanzimat,Servet-i Fünûn,Fecr-i Âti,Millî Edebiyat,Beş Hececiler,Garipçiler,İkinci Yeni…vs.gelmiştir…Onlar da kendilerince bir şeyler yapmışlardır.Fakat bu dönem şiirinde çok başlılık ve başına buyrukluk hakimdir.Bu da mükemmelliğe varan yolları tıkamıştır.Kısır tartışmalar ve saplantılar alıp başını gitmiştir…Bu konu çok uzun olduğu için bu kadarla yetineceğim.
   Gelelim bugüne,iki binli yıllara…Bugün şiire büyük bir alâka duyulmaktadır.Fakat günümüz şiiri henüz organize olamamıştır.Herkes bir şeyler yazıyor ama bu yazılanların ne kadar şiir olduğu sorgulanmamaktadır.Meşhur hikâyedir:Bektaşî’ye sormuşlar: “-Hocam abdestsiz namaz olur mu? O da: “Ben kıldım oldu demiş…” Misal o misal…”Ben yaptım oldu” misali herkes kendi dünyasında…Öyle şiirler yazılıyor ki bunlardan şiiri yazan da bir mana çıkaramıyor.Güya ne kadar kapalı yazarsan o kadar güzel olurmuş.Ne masal şey!....Açılamayan,tahlili mümkün olmayan şiirin kime ne hayrı dokunur.Bir yığın deli saçmasını üst üste yığmak şiir mi olur Allah aşkına!Şiir ne kadar anlaşılmaz olursa o kadar değeri artar yanılgısı içerisinde olanlar,bir arpa boyu yol alamayan zavallılardır......Başını kuma gömen şâirler,güneşin varlığını inkâr edecek kadar ifrat ve tefrit bataklığında yüzüyor…Birileri de buna çanak tutuyor.Bu tarz şiir yazanlar zeytin yağı gibi üste çıkıyor;rağbet görüyor.Anlaşılır şiir yazanlar da sıradanlıkla itham ediliyor.Bu ne perhiz,bu ne lahana turşusu!....
   Her şeye rağmen insanların yazması iyiye işarettir.Bundan mutluluk duymamız lâzım…Yazandan değil,yazmayandan kork…Yazan,söyleyecek sözü olan insandır…Yani bilgi ve birikim sahibidir.Fakat hak edenlerin bir yerlere gelememesi,tam tersi olarak hak edemeyenlerin şiir üstadı diye piyasada cirit atması bu işten anlayan insanları üzüyor.

Mustafa CEYLAN-4-Kafiye ve ölçü konusunda neler düşünüyorsunuz?

M.Nihat MALKOÇ-CEVAP: Kafiye ve ölçü konusunda ısrarcı olmak anlamsızdır.Bir şâir ya kafiyeli ve ölçülü ya da kafiyesiz ve serbest yazacak diye bağlayıcı bir şart yoktur.Şiir ruhumuzun imbiklerinden çıkarken nasıl bir şekil alırsa dışarıya da öylece yansır.Bir şâir bazen ölçülü,bazen de serbest yazabilir.Bu şâirin şiir hamurunu yoğurduğu andaki ruhî aktivitesine ve hâline bağlı bir durumdur.Ölçülü ve serbest şiirin de güzeli ve çirkini vardır.
   Bence önemli olan üslûptur.Şâir kendince özgün bir üslûp kullanabilmişse şiirin güzelliği de onun ardından gelir.Yahya Kemal,Necip Fazıl,Ahmet Hamdi Tanpınar,Faruk Nafiz Çamlıbel gibi şâirlerin büyüklüğü üslûplarının orijinalliğinde gizlidir.Bu isimler değerlendirilirken ölçü ve kafiyeye riayet edip etmediklerine bakılmamıştır.Sözün bu noktasında ünlü Fransız şâiri Paul Verlaine’nin kafiyeden şikâyet ettiği bir şiirinden iktibas yapmak istiyorum:
   “Tut belâgatı boğazından,sustur,
     El değmişken bir zahmete daha gir:
     Kafiyenin ağzına da bir gem vur,
     Bırakırsan neler yapmaz kim bilir?

     Nedir bu kafiyeden çektiğimiz!
     Hangi sağır çocuk ya deli zenci
     Sarmış başımıza bu meymenetsiz,
     Bu kof sesler çıkaran kalp inciyi?”
Ben Paul Verlaine’nin bu ifadelerine katılmıyorum…Bu kadar kesin ve kararlı hüküm vermek şiirin önünü kesmek,boğazını sıkıp öldürmek,şiirimize ve cemiyetimize bir şey kazandırmaz.Bu hususta daha esnek olmak gerekir.Bunun sayısız faydaları vardır.

Mustafa CEYLAN-5-Elektronik yayıncılık ve şiir dersek ne dersiniz?

M.Nihat MALKOÇ-CEVAP:Elektronik yayıncılık çağımızın en büyük nimetlerinden biri…Bir tıklamakla milyonlarca insana ulaşmak fevkalâde bir hadise…Bugün şiirini yaz,beş dakika sonra milyonlarca insanla paylaş…Elektronik yayıncılık şiir yazma şevkini ve heyecanını da artırıyor.Bu hususta şiir siteleri de çok mühim vazifeler ifa ediyor.

Mustafa CEYLAN-6-Türk Cumhuriyetlerindeki şâirler ve şiiri hakkındaki görüşleriniz nelerdir?Bunların ülkemizle mukayesesini yapar mısınız?

M.Nihat MALKOÇ-CEVAP:Ben üç yıl boyunca kardeş Türk Cumhuriyetlerimizden Türkmenistan’ın başkenti Aşkabat’ta öğretmenlik yaptım…Çok şâir ve yazar dostlarım oldu orada…Türkmenistan’da şiir revaçta…Çok şâirleri var…Eski Türk destanlarına ve şiirlerine sahip çıkıyorlar.En büyük şâirleri bizim de yakından tanıyıp sevdiğimiz Mahdumkulu…Yunus Emre’yi,Ali Şîr Nevai’yi,Karacaoğlan’ı çok seviyorlar…Hatta bu şâirlerin adları şehrin en işlek caddelerine verilmiş…Fakat günümüz şâirlerini tanımıyorlar…
   Türkmenistan’da tek adam idaresi söz konusu olduğu için ister istemez şâirlerin esas konusu idarenin başındaki şahsı övmek…Devlet tarafından himaye edilmek ve nemalandırılmak için böyle hareket etmek gerekiyor.Bu da şiire zarar veriyor…Bazı temaları işlemek yürek istiyor…Türkmenistan’da da iki tip şâir var..Bazıları Rus edebiyatından ilham alıyor;bazıları da eski Türk edebiyatından…

Mustafa CEYLAN- 7-Etkilendiğiniz şairler var mı? Kimler ve neden?

M.Nihat MALKOÇ-CEVAP:Etkilendiğim şâirler var tabiki…Bunların başında Necip Fazıl Kısakürek,Mehmet Akif Ersoy,Yahya Kemal Beyatlı,Sezai Karakoç,Abdurrahim Karakoç,Nurullah Genç…geliyor.Aslında daha doğru bir şekilde ifade etmek gerekirse ben şâirleri değil,güzel şiirleri seviyorum.Öyle şâirler vardır ki kendileri pek meşhur olmasalar da bir veya birkaç şiirleri çok mükemmeldir.Ben onları da seviyorum.Bu isimleri sevmemin esas nedeni bizi bize anlatmalarıdır.Oldum olası bizden olmayanı sevemedim..İlhamını Moskova’dan alanları hiç ama hiç sevemedim.

Mustafa CEYLAN-8-Bugün yeni bir edebî akıma ihtiyaç var mıdır? Varsa nasıl olmalı?

M.Nihat MALKOÇ-CEVAP:İnsan durup dururken bir edebî mektep(akım,ekol) açayım demez.Şartlar kişiyi bu noktaya getirince ve ihtiyaç hasıl olunca o kendiliğinden gelir.Günümüz şiirinde büyük bir parçalanma ve bölünmüşlük söz konusu…Herkes burnunun dikine gidiyor…Çoğu şâir kendinden başkasını tanımıyor..Herkesi camaat,kendini imam sanıyor.Bu bölünmüşlük sağda da,solda da var.Şahsen bir çatı altında taplanılması gerektiği kanaatindeyim ama ortalık imam dolu….Bu imam bolluğunda cemaat bulmak müşkil…İmam da cemaat de kendimiz…Böyle olunca birleşilemiyor…Tıpkı siyasetimizdeki çok renkli,yamalı bohça misali yelpaze gibi…Abdestini tutabilen,gür ve yanık sesli bir imam bulursam cemaat olmaya talibim!...Fakat nerde?....

Mustafa CEYLAN-9-Siiri sevdirmenin ve toplumla kucaklaştırmanın yolları sizce neler olmalıdır?

M.Nihat MALKOÇ-CEVAP:Biz Doğu toplumlarının özelliği duygusal olmamızdır.Batıda mantık,doğuda his hakimdir insanlara…Onun içindir ki Cemil Meriç’in dediği gibi “Batıda roman,doğuda şiir inkişaf etmiştir.” Hakikaten çok duygusal bir milletiz…Bu nedenledir ki bizim insanımız şiiri sever…Ama hangi şiiri?...Kendini ifade eden,iç musikisi olan şiiri…Yoksa bir avuç leblebiyi yolun ortasına savurmak misali ne idüğü belirsiz kelimelerin,deli saçması ifadelerin milletimizin gönlünde yeri yoktur.Bu böyle biline…

Mustafa CEYLAN-10-Antolojı.Com'daki gruplar hakkındaki düşünceleriniz nelerdir?

M.Nihat MALKOÇ-CEVAP:Bu çeşit grupların şiirin ve edebiyatın gelişimine sayısız faydaları var.Birbirini tanımayan insanlar arasında güzel diyaloglar kuruluyor.Fakat nitelikli ve faal grupların sayısı bir elin parmak sayısını geçmiyor.Bunlardan birisi de sizin grubunuz olduğu için sizleri en içten duygularımla kutluyorum.Haftanın şiiri,haftanın şairi gibi,şiire hizmet eden etkinlikler takdire şayan…Bunlar şiire hareket getirerek ivme kazandırıyor.Fakat lâftan öteye gitmeyen gruplar da var.

Mustafa CEYLAN-11.İslâmla şiir bağdaşır mı?İslâm dininin şiir ve şâir karşısındaki tavrı nedir?Bu konuda bilgi verir misiniz?

M.Nihat MALKOÇ-CEVAP:Dünyada şiir kadar insanı cezbeden bir edebî tür yoktur.Duygu ve düşünceleri şiirin esrarına büründürerek daha etkili kılarız.İnsanlığın var oluşundan beri şiir de var olmuştur.Bu yönüyle edebiyatın en eski türü olarak da niteleyebiliriz şiiri.İnanıyorum ki insanlık,dünyadaki hükmünü sürdürdükçe şiir de varlığını devam ettirecektir.
   Şiirin tarihî geçmişi çok eskilere dayanır.Özellikle Arap Yarımadası’nda bu türe çok büyük ehemmiyet verilirdi.Her yıl şiir yarışmaları düzenlenerek en güzel yedi şiir, “Muallakat-ı Seb’a” adıyla Kâbe’nin duvarına asılırdı.Şâirlik övünme vesilesi olarak görülürdü.Bunların,halkın gözündeki konumu çok büyüktü.
   Hz.Muhammet(S.A.V),peygamber olunca,Araplar’ın pek çok batıl adetleriyle beraber Kâbe’nin duvarına şiir asılması da yasaklandı.Resulullah Efendimiz İslâmiyet’i geniş kitlelere yaymak için olağanüstü bir gayret içindeydi.O,tebliğ vazifesini yaparken en büyük darbeyi Arap şâirlerinden yemiştir.Resulullah’ın getirdiği dine inanmamışlar,hatta onu kendilerine rakip bir şâir olarak görmüşlerdir.Sonra onu halka mecnun bir şâir olarak anlatmışlardır.Bunun üzerine Cenab-ı Allah,Hz.Muhammet’in bir şâir olmadığını belirten ayetler indirmiştir:
   “Bir şâirin sözü değildir o.Ne kadar da az inanıyorsunuz.”(Hâkka S.41.Ayet)
   “Yoksa şöyle mi diyorlar:O bir şâirdir.Zamanın ölüm getiren felâketine çarpılmasını bekliyoruz.”(Tûr S.30.Ayet)
   “Ve şöyle diyorlardı:Mecnûn bir şâir yüzünden ilâhlarımızı mı terk edeceğiz?(Saffât S.36.Ayet)
   Peygamberimizin bir şâir olarak görülmesi ve  zamanın Arap şâirlerinin ilâhî tebliğin önüne set çekme gayretleri İslâmiyet’in şiir karşısındaki tavrının tartışılmasına yol açmıştır.Hatta Allahü Tealâ bir de Şuara(Şâirler) Suresi göndermiştir Resulullah’a.Bu surenin 224.ayetinde şu kesin emri koymuştur: “Şâirlere gelince onlara ancak sapıklar uyar.”
   Bir kısım insanlar,bu ayet-i kerimeyi misal göstererek şiiri ve şâirleri top yekûn batıl kabul etmişlerdir.Oysa durum hiç de böyle değildir.Şiiri ve şâiri kötü olarak görmek cehalettir.Çünkü Kur’an,yukarıdaki ayetle sadece kötü şâirleri zemmetmiştir.Bir kısım şâirler,Allah’ın gönderdiği son din olan İslam’a,kalemleriyle savaş açmışlardı.Halk onların yazdığı şiirler yüzünden Allah’ın vahyini idrak edemiyordu.Ayette tenkit edilenler,sadece İslâm düşmanı şâirlerdir.Bunu tüm şiire ve şâirlere şamil olarak göstermek doğru değildir.Durum böyle olsaydı İslamî değerlere karşı son derece hassas olan Osmanlı Devleti’nde şiir türü o kadar gelişmezdi.Divan şiiri altı yüzyıl boyunca zirvede kalmazdı.Hatta Peygamberimiz,İslâm düşmanı şâirlere karşı mücadele ederken Müslüman şâirlerden istifade etmiştir.Bunun yanında Resulullah,bir kısım kâfir şâirleri öldürtmüştür.Önemli olan şâirin kendisi değil,ne söylediğidir.Müminleri hicvedip,müşrikleri tahrik eden şâirler,daima kerih görülmüştür.Bu tarz şiirler yazan onlarca şâir,davranışlarının bedelini canlarıyla ödemişlerdir.Bunun yanında Peygamberimizin canından çok sevdiği Abdullah İbnu Ravâha,Hassân İbnu Sâbit ve Ka’b İbnu Mâlik gibi Müslüman şâirler de vardır.Resulullah daima bunları korumuş ve kâfirlere karşı yazmış oldukları şiirleri belli meclislerde okutmuş,onları teşvik etmiştir.
   Müminlerin emini olan Resulullah: “Bazı şiir vardır ki hikmetlerin ta kendisidir.” buyurarak,şiire asla karşı olmadığını,mühim olanın,şiirde neyin anlatıldığı hususu olduğunu beyan etmiştir.Şayet şiir,necis bir tür olsaydı Mehmet Akif ve Necip Fazıl gibi,Müslümanlığın önde gelen abide şahsiyetleri şiir yazmazdı.Yalan yanlış tevillerle insanların zihinlerini bulandırmaya kimsenin hakkı yoktur.

Mustafa CEYLAN-12.Osmanlı Devletinde şiir ne konumdaydı?Osmanlı padişahlarının şiirle alakaları ne düzeydeydi?Bu konuda bizi aydınlatır mısınız?

M.Nihat MALKOÇ-CEVAP: Osmanlı Devleti’nde hak,adalet,inanç kavramları gerçek anlamını bulmuştur.Onun içindir ki üç kıtayı sevgi ve hoşgörüyle yönetmişlerdir.Osmanlı sultanları bunca meşguliyetlerine rağmen güzel sanatlarla da yakından ilgilenmişlerdir.Güzel sanatlar içinde de en çok şiire alâka duymuşlardır.Onlar iyi bir şiir okuyucusu oldukları gibi,şâirdirler aynı zamanda.
   Osmanlı padişah ve şehzadeleri estetik açıdan kaliteli şiirler yazmışlardır.Bilindiği gibi Divan şiirinde şâirler takma isim kullanırlar.Şâirlerin şiirlerinde kullandıkları takma isimlere “mahlas” diyoruz.Mahlasların derin anlamlar taşımasına dikkat edilirdi.Osmanlı Devleti’nin yöneticileri değişik mahlaslar kullanarak Divan edebiyatı nazım şekilleriyle şiirler vücuda getirmişlerdir.Fatih Sultan Mehmet “Avnî”,İkinci Bayezid   “Adlî”,Kanunî Sultan Süleyman da  “Muhibbî” mahlaslarıyla orijinal şiirler meydana getirmişlerdir.Bunların yanında Korkut Sultan,Şehzade Mustafa,Sultan İkinci Selim,Şehzade Bayezid,Yavuz Sultan Selim de özgün Divan şiirleri yazmaya muvaffak olmuşlardır.
   Osmanlı padişahlarının onuncusu olan Kanunî Sultan Süleyman’ın “Muhibbî” mahlasıyla yazdığı şiirler genelde kahramanlık,aşk,dinî,tasavvufî,hikemî ve rindane olmak üzere değişik muhtevalarda tecelli etmiştir.Şiirlerini ihtiva eden çok geniş bir Divan’ı vardır.Ölçü olarak arûzu kullanmıştır.Bu alanda pek marifetli olduğu söylenebilir.Çok zengin bir kelime hazinesi vardır.Şiirlerine,Bâkî gibi büyük şâirler bile nazire yazmıştır.
   Onun şiirleri kendi karakterini açıkça ele vermektedir.Yaptığı fetihler ve seferlerin izlerini şiirlerinde görebiliriz.Makama,mevkiye,padişahlığa ve genel anlamda dünyalığa önem vermediğini defalarca dile getirmiştir.Onun bu hususta kaleme aldığı “gibi” redifli şu şiiri önemlidir:
   “Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi
   Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi
   Saltanat didükleri ancak cihan kavgasıdır
   Olmaya baht u saadet dünyada vahdet gibi.”

Mustafa CEYLAN-13-Bir şiirinizde Yunus Emre' miz için :
          ”Yedi göğe kanat açtı
            Dergâhlara ışık saçtı
            Aşkın şarabını içti
            Gönüller sultanı Yunus! ..” demektesiniz. Türk tasavvuf şiirinin dünü ve bugünü hakkındaki düşünceleriniz nelerdir?

M.Nihat MALKOÇ-CEVAP: Tasavvuf kelimesi, Arapça "suf" (yün) kelimesinden türemiştir. Her türlü zevkin, rahatlığın, insanı Allah’tan uzaklaştıracağına inananların kaba yün giysiler kullanmaları yüzünden onlara "Sufi" (yüne bürünmüş) denilmiştir. Tarihte tasavvuf, Hicret'in II. yüzyılında başlar.
Bizler din olarak İslâmı tercih ettiğimizden bu yana tasavvuf dairesinin içine girmiş bulunmaktayız.Yoksa tasavvuf bazılarının düşündüğü gibi bir avuç insanı ilgilendiren bir yol değildir.
Tasavvuf şiiri bizim manevî sığınağımız…Asıl ilhamımızı ondan alıyoruz.Hoca Ahmet Yesevî,Yunus Emre,Mevlâna,Niyazi-i Mısrî gibi isimler bu yolun öncüsü…Onların manevî tasarrufuyla bu günlere geldik..Tasavvufî şiirler edebiyatımızın tuzu biberi…Fakat günümüz şâirleri arasında bu alanda fazla derinleşen yok…Zaten bugünkü şiir moda olanın peşinde koşuyur..O köklü şiir geleneği çoktan terkedilmiş durumda…Tasavvuf şiirine hayranım,çok önemsiyorum…Çünkü onlar içlerinden süzülen manevî duyguları riyasız ve yalansız bir libasta söze dönüştürdüler.Oysa günümüz şiirinde bu saflığı ve içtenliği bulamazsınız.

Mustafa CEYLAN-14-Bir yazınızda demiştiniz ki:(Çok satılan kitapların kaliteli olduğu kanaati ne kadar geçerli bir ölçü olur bu belirsiz ortamda? Varın siz düşünün…Boyalı basın, edebiyatın mahrem ve sırlı dünyasından kirli ellerini çekmelidir.Aslında medya gerçek manada sanat ve edebiyata hizmet etse hepimiz bahtiyar oluruz.Fakat bu alana hizmet etmeyi bir kenara bırakın,aksine işi her geçen gün sulandırarak kendine benzetmektedir.Sözümüz tabiki umuma değildir.Alınanlar suçlananlardır; bu böyle biline! ..) Bu konuyu biraz daha açar mısınız?
 
M.Nihat MALKOÇ-CEVAP: Neresini açayım ki…Zaten her tarafı açık…Basının mahremiyeti kalmadı ki…Bırakın kendini,başkalarının mahremiyetini de deşifre ettiler…Bugün en çok satılan kitaplara bakınca çoğunun edebî değeri olmadığını görürüz.Şimdi isim vermek istemiyorum ama onları hepiniz biliyorsunuz…Günümüz insanı düşünmekten aciz olduğu için birileri onların yerine düşünüyor…Hatta bu öyle bir boyuta vardı ki artık birileri bizim için düşünmekle kalmıyor bizim adımıza kararlar bile veriyor…Bugünlerde 2 milyon 900 bin,3 milyon 900 bin liralık kitaplar moda!…Veya ilk 50 bin,ikinci 100 bin baskı gibi ifadeler…Yalan,külli yalan…Türkiye’de kitapların tirajlarını kontrol eden ciddi bir mekanizma yok ki…Boyalı basından bir beklentimiz yok.Gölge etmesinler yeter.

Mustafa CEYLAN-15-Bugün şair çok,şiir yok deniyor. Doğru mu? Neden? Ne yapılmalı? Ne yapmalı?

M.Nihat MALKOÇ-CEVAP: Şâir bolluğunda şiir kıtlığı çektiğimiz doğrudur.Fakat ben o kadar karamsar değilim…Zaman zaman güzel şiirler de yazılıyor.Fakat yeterli düzeyde değil…Bu ülkede sahtekârın,hırsızın,yolsuzun ve kapkaççının çokluğu asıl rahatsız ediyor beni…Masumane hislerle bir şeyler karalayan insanların çokluğu bizi rahatsız etmez;aksine sevindirir.Yeterki yazdıkları bizi anlatsın,ilhamını Müslüman-Türk’ün sinesinden alsın;Moskova’dan değil…

Mustafa CEYLAN-16.Şâirlerin toplum için önemi konusunda neler söyleyebilirsiniz?Onlara lâyık oldukları değeri veriyor muyuz?

M.Nihat MALKOÇ-CEVAP: Herkes bir şeyler söyler ama herkes belâgatlı söz söyleyemez.Bunu  ancak şâirler becerebilir.Çünkü onların doğuştan gelen söz söyleme meziyetleri vardır.Bu yönüyle onlara saygı duymak lâzımdır.
   Şâirler toplumun sözcüleridir.İnsanların, dilinin ucuna kadar getirdikleri hâlde bir türlü kelimelere dökemedikleri duygu ve düşünceleri şâirler ustaca söylerler.Eskiden Arap Yarımadası’nda çok büyük söz ustaları vardı.Estetik olarak çok kıymetli şiirler yazarlardı.Bunların tamamına yakını şirk içindeydi.Bu insanlar yazdıkları şiirlerle övünüyorlardı.Bunlara daha iyi cevap verebilmek için Kur’an-ı Kerim şiirsel bir üslûba sahiptir.Yüce Kur’an’ımızın Şuara Suresi’nin 224 ve 225.ayetlerinde şâirlerden söz edilerek şöyle söylenmektedir:
   “Şâirlere ancak azgınlar uyar.Onların her vadide şaşkın şaşkın dolaştıklarını ve yapmadıklarını yaptık dediklerini görmez misin?Ancak,inanıp yararlı iş işleyenler,Al-
lah’ı çok çok ananlar ve haksızlığa uğratıldıklarında haklarını alanlar bunun dışındadır.Haksızlık eden kimseler nasıl bir yıkılışla yıkılacaklarını anlayacaklardır.”
   Bu ayetteki ifadeler daha çok cahilliye dönemi Arap şâirleri için geçerlidir.Günümüz şâirlerinden pek azı bu ihtarın muhatabıdır.
   Şâirlerimize gereken önemi verdiğimiz söylenemez.Fakat bu sadece şâirlerle sınırlı bir durum değildir.Cemiyetimiz her geçen gün öz değerlerinden uzaklaşıyor.Vefa derken aklımıza boza geliyor.Onun için bu komple bir dejenerasyonun millî ve manevî değerlere yansımasıdır.

Mustafa CEYLAN-17.Şâirler genelde az yaşıyor?Bunu neye bağlayabiliriz?

M.Nihat MALKOÇ-CEVAP: Şâirler seçkin insanlardır.Bu yönüyle yerleri öyle kolay kolay doldurulamaz.Fakat bu muteber insanlar her ne hikmetse çok az yaşıyorlar.Edebiyatımızın en seçkin şâir ve yazarlarının çoğu elli yaşına varmadan bu fâni dünyadan sonsuzluk âlemine göçmüşlerdir.Bu durum bir hayli ilgimi çekmektedir.Acaba çok düşünen insanlar az mı yaşıyor?Yoksa bu temiz yürekli insanlar dünyanın çirkefliklerine tahammül edemiyorlar mı?Şâirlerin kısa ömür sürmesi tesadüf olamaz.Yaptığım araştırmada çoğu şâir olmak üzere,pek çok edibimizin elli yaşına gelmeden öldüklerini tespit ettim.Yani şâirlerimiz veya daha geniş bir çerçevede ele alırsak ediplerimiz ellinci yaş yılını kutlayamıyorlar.Yaptığım çalışmada elli yaşına varmadan vefat eden şâir ve yazarları belirledim:
   1.Muallim Naci(1849-1893)(44 yıl yaşadı)
   2.İbrahim Şinasi(1826-1871)(45 yıl)
   3.Namık Kemal(1840-1888)(48 yıl)
   4.Nabizâde Nazım (1862-1893)(31 yıl)
   5.Tevfik Fikret(1867-1915)(48 yıl)
   6.Ali Suavî(1831-1878)(39 yıl)
   7.Ömer Seyfeddin(1884-1920)(36 yıl)
   8.Cahit Sıtkı Tarancı(1910-1956)(46 yıl)
   9.Kemalettin Kamu(1901-1948)(47 yıl)
   10.Ömer Bedreddin Uşaklı(1904-1943)(39 yıl)
   11.Ziya Osman Saba (1910-1957)(47 yıl)
   12.Orhan Veli Kanık(1914-1950)(36 yıl)
   13.Sait Faik Abasıyanık(1906-1954)(48 yıl)….vb.gibi.

   “Yaş otuz beş! Yolun yarısı eder
   Dante gibi ortasındayız ömrün” diyordu Cahit Sıtkı Tarancı…Fakat rahmetli 46 yıl yaşadı.Ömrünün yarısı 23’ü geçmedi.Şâirlerin ortalama ömrünü 50 olarak düşünürsek bunun yarısı da 25 oluyor.Tarancı’nın şiirinde zikrettiği rakamlar şâirleri bağlamıyor.Keşke bu güzel insanlar yüzyıl yaşasalar.Yaşasalar da bol bol eser verseler.Bizim de yüreğimiz bayram etse!...
   Şâirler şarap gibidir.Yaşlandıkça kıymetleniyorlar.Onları çok seviyoruz.Çünkü  Millî Edebiyat döneminin gür sesli şâiri Mehmet Emin Yurdakul’un dediği gibi:
   Unutma ki şâirleri haykırmayan bir millet,
   Sevenleri toprak olmuş öksüz çocuk gibidir.”

Mustafa CEYLAN-18-Dumanı üstünde veya hiç bir yerde yayınlanmamış bir şiirinizi bizimle paylaşır mısınız?

M.Nihat MALKOÇ-CEVAP:Şiirlerim genelde dergilerde,antoloji kitaplarında ve internette yayınlanıyor.Dilerseniz, geçtiğimiz yıl bu günlerde herkes bayram ederken(babam 18 Mayıs 2004’te vefat etti;19 Mayıs 2004’te toprağa verildi)  ebediyete uğurladığım rahmetli babam için yazdığım şiirin bir bölümünü sizinle paylaşayım:

“Bir gönülün merkezine har düştü
Yaz ortası yüreğime kar düştü
Hayalimde yüceleşen yâr düştü

Hüzün bedenimden göçmüyor baba!
Bahçemdeki güller açmıyor baba!

Hasret kaldık, aylar geçti sesine
Bülbüller ram olur gül nefesine
Ruhun veda etti ten kafesine

Beden Azrail’den kaçmıyor baba!
Bahçemdeki güller açmıyor baba!

Rengârenk bahardın,ağır kış oldun
Gerçek idin,şimdi bize düş oldun
Gözden akan bir damlacık yaş oldun

Göğümdeki kuşlar uçmuyor baba!
Bahçemdeki güller açmıyor baba!

Cennette saraylar,cehennemde nar
Kimine ağır kış,kimine bahar
Vuslat ötelerde,bize hasret var

Ömür bize ışık saçmıyor baba!
Bahçemdeki güller açmıyor baba!


Rızamızla teslim olduk kadere
Ölüm bizi götürmesin kedere
Bu filmi seyrettik bilmem kaç kere

Kul arzuyla zehir içmiyor baba!
Bahçemdeki güller açmıyor baba!”
 
Mustafa CEYLAN-19. Teşekkür ediyorum. Hocam,
 
M.Nihat MALKOÇ-CEVAP:Benim gibi aciz bir kulu şâir olarak kabul edip fikirlerimi insanlarla paylaşma imkânı verdiğiniz için asıl ben size teşekkür ediyorum.Allah inananların yâr ve yardımcısı olsun.
RÖPORTAJ. Mustafa CEYLAN
                     Araştırmacı-Şâir ve Yazar
« Son Düzenleme: 21 Ekim 2008, 00:13:25 Gönderen: mystic »