Gönderen Konu: Salat (namaz) Nicin ? Kime ? Nasil ?  (Okunma sayısı 4052 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı hilmi

  • okur
  • *
  • İleti: 67
Salat (namaz) Nicin ? Kime ? Nasil ?
« : 13 Şubat 2005, 14:37:27 »

SALAT (Namaz) NİÇİN?

“İnsan” diye hitap edilmiş bize...

“İnsan”, neyin, ne tür bir varlığın adıdır acaba?

“İnsan” olarak bize teklif edilen “salât”, yani dilimizdeki adıyla “namaz” denilen yönelişin ne olduğu ve neden zorunlu olduğu hakkında birkaç şey paylaşmak istedim bu yazımda sizlerle.

Son zamanlarda mükemmel robotlar yapılıyor biliyorsunuz... Hatta bu konuda bir tasavvur olarak duygular taşıyan robot örneğini konu alan “Artificial Intelligence” (Yapay Zeka), “I Robot” (Ben Robot) gibi filmler de yakın zamanlarda gösterimdeydi...

Böyle bir robotun beynine “Kur’ân” metnini yükleyip, namaz hareketlerini de programlayabilirsiniz... O robot da namazdaki hareketleri aynen uygulayıp, tüm Kur’ân’ı saatler içinde tekrarlayarak bizlerden çok daha iyi bir performans gösterebilir.... Hatta programlayarak belli yerleri okurken gözyaşı bile döktürtebilirsiniz!

Peki insanın farkı nerede? Biliyor muyuz acaba ne olduğumuzu ve robot olmadığımızı?

İnsanın farkı, aynı işlevi yaşarken, okuduğunun anlamını düşünerek, bu düşüncenin sonuçlarını hissedip, idrak edip gereğini namaz sonrası süreçte yaşayabilmesinde!

“Feveylün lil musalliyne elleziyne hüm an salâtihim sâhûn” âyetinde işte bu yaşanası gerçekliğe işaret vardır: Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki namazın ne olduğundan gafildirler. (107:4-5)

Nedir o yaşanası namaz gerçekliği?

Havas veya hâssül havasın namazda yaşadıklarından değil; kendim gibi avamdan birinin namazdaki asgarî yaşaması gerekenden söz etmek istiyorum burada...

Önce hatırlayalım ki...

Hz. Muhammed aleyhisselâm, tek tanrılı, gök kaynaklı (semavî) din anlayışına son verip; “Allah” ismiyle işaret edilene iman, bu iman edilene şahit olma, bunu kendisine bildiren Rasûl’e iman etme esasını tebliğ etmiştir!.

Eğer Hz. Muhammed aleyhisselamın ne getirdiğini idrak etmişseniz; fark etmişsinizdir ki, başta “salât” yani dua ve namaz olmak üzere, ibadet adı altındaki tüm çalışmalar, asla yukarıdaki bir gök tanrının gözüne girmek veya ona tapınmak amacıyla önerilmemiştir!. Çünkü gökte bir tanrı yoktur!...

Gelecekte, gökten bir tanrının dünyaya gelmesi de kesinlikle ve asla söz konusu değildir! Deccal veya Mesih adıyla beklenen ve çevresindeki uzaylılar konusuna şimdilik bu kadarıyla işaret edelim... Bunu daha sonra daha geniş yazarım belki..

Evet! İbadetler yani dua ve namaz, yukarıdaki yani DIŞIMIZDAKİ bir tanrı için yapılmayacağına göre niçin yapılır? Allah huzuru neresidir? Huzurunda olmanın anlamı nedir?

Önerilen bu çalışma ile bize ne kazandırılmak istenmektedir?

Gelmiş geçmiş bütün kemâlat sahibi tasavvuf ehli ittifak hâlindedir ki, kişinin “Allah” ismi ile işaret edilene yönelişi ve ulaşması kendi özünden yani kendi bilincinden (nefsinden) kendi vicdanındandır!

Vicdan, Hak’kın seslenişidir kişinin özünden!.

“Allah’a” giden yol nefsler (bilinçler) adedincedir” sözü insanların dışardan değil kendi “öz”lerinden hakikate ulaşma yolunun açık olduğuna işaret eder!.

Gerek dua ve gerekse namaz, kişinin “Allah” ismi ile işaret edilene “yönelişinden” başka bir şey değildir!.

Dua, kişinin, hakikatindeki “Allah” adıyla bilinene ait kuvveleri harekete geçirerek istediğini gerçekleştirme faaliyetidir!.

Namaz, kişinin hakikati olan “Allah” ismi ile bilinene ait bir kısım özelliklerin idrâk edilmesi, hissedilmesi, yaşanması ve namaz sonrasında da bunun günlük yaşam içinde devam ettirilmesi amacıyladır avam boyutundakiler için...

Evet namaza dururken önce “Subhaneke” veya benzeri bir cümle okunarak giriş yapılır... Bunun nedeni, öncelikle “Allah” ismi ile işaret edilenin azamet ve sonsuzluğunun; ve dahi o boyutların yanında dünya ve diğer değerlerin ne ifade ettiğini hatırlamaktır!. Okunan bu cümlelerin anlamının bilinmesi şarttır ki, o anlam üzerinde düşünülüp meselenin ciddiyet ve önemi fark edilebilsin.

Bundan sonra “euzü” okunarak, kişinin vehminin oluşturacağı kendini bir beden kabulü dolayısıyla mahrum kalacağı hakikatlerden, “B”illahi hakikatiyle korunması amaçlanır.

Sonra açılımı “B” ismi Allah olan “besmele” okunur. Bunun anlamını geniş şekilde “Allah” isimli kitabımda yazmıştım. Anlamını merak edenler oradan geniş şekilde okuyabilirler. Yazıyı uzatmamak için detaya girmiyorum.

Bundan sonra sıra “Fatiha”yı “OKU”maya gelir...

“Hamd” esas itibariyle “değerlendirmek” anlamında kullanılmıştır burada. Hamd Allah içindir demek, “değerlendirmek Allah’a aittir”, anlamındadır. Çünkü Allah adı ile işaret edilenin yarattıklarını hakkıyla değerlendirmek ancak ve ancak kendisine aittir!. Bir yaratılmışın böyle bir değerlendirme yapabilmesi muhaldir!. Bu yüzdendir ki bu cümle okunarak daha en başta insana çizgisi ve kapasitesi fark ettirilmekte, yaratılmış bu sistem hakkında haddini bilerek yaşaması ikazında bulunulmaktadır!.

“Rahman” ve “Rahim”in bugüne kadar anlatılanlardan ve anlattıklarımızdan farklı bir anlamı üzerinde durmak istiyorum...

“Rahman” bir özel isimdir ve tercüme edilemez!” (Elmalılı Hamdi Tefsiri, cilt 1, sayfa 32 –orijinali)

“Rahman pek merhametli diye yetersiz bir şekilde tefsir olunabilirse de böyle tercüme edilemez..... Allahu tealanın rahmeti, merhameti, bir hissi kalbi, bir temayüli nefsani manasına bir iyilik duygusu değildir. Fatiha’da izah olunacagı üzere “İRADEİ HAYR veya İNAMI SONSUZ manasınadır.” (Aynı tefsir, cilt 1, sayfa 33)

“Vücut her hayrın ve her nimetin aslıdır. Rahman, böyle bir iradei hayr ile bizi cismaniyet ve ruhaniyetimizle ademden (yokluktan) vücude (varlığa) getirerek halk eden ve bununla beraber esbabı baka ve hayatımız olan nimetleri de izhar ve isal eyleyen rahmeti celile sahibidir ki bu rahmetin şumulünden (kapsamından) hariç hiçbir mahlûk bulunamayacağından buna celâili niâm ile rahmet denilir.” (aynı tefsir, cilt 1, sayfa 77)

Şimdi buradan da anlaşılır ki, Rahman, klasik anlatımdaki gibi esirgeyici, bağışlayıcı gibi beşerî değerlendirme anlamlarının çok ötesinde; evrensel anlamıyla, dilediği şekilde varlığı yokluktan vucuda getiren, var kılan anlamındadır!.

Rahim ise bu vücuda getirişin sistemini oluşturan mekanizmayı var eden anlamındadır.

Rahim kelimesi Arapça kökenli bir kelimedir. Annede rahim, kendi özellikleriyle nasıl yavruyu hücreden alıp dünyada yaşayabilecek bir olgunluğa kavuşturursa...

Rahman’ın irade edip varlığa çıkardığı birimi de, Rahim aynı şekilde Allah ismi ile işaret edileninin esması özellikleriyle oluşturup açığa çıkartır!.

Dolayısıyla her birim, her varlık Rahman ve Rahim’in yarattığı bir birimdir!. Yani, her birim Rahman ve Rahim isimlerinin işaret ettiği anlamlar doğrultusunda Allah adı ile işaret edilenin isimlerinin bir bileşimi bir terkibi olarak varolmuştur.

Bu anlam, bu isimlerin evrensel boyutundaki anlamıdır. Bu anlamı dünyevi beşeri değerlere göre anladıklarımızla karıştırmamak gerekir.

Ayrıca her an bir canlının bir diğerini boğazlayıp hatta canlı canlı yemesi olayını gözümüz önüne getirirsek; beşeri anlamda acıma duygusu taşıyan yukarda bir yerde tanrı anlayışının ne kadar gerçeğe uyduğunu takdirinize bırakırım!.

Hz. Muhammed aleyhisselamın açıkladığı “Allah”, Din, “Sünnetullah” gerçekliklerinin bugünkü anlayışımız ve idrakımız doğrultusunda kesinlikle güncelleştirilmesi artık apaçık ortadadır!.

Rahman ve Rahim adlarıyla işaret edilen özelliklerin sonucu yaratılmış insan, günde belli aralıklarla en az beş vakitte yaşanılan namaz ile beş defa neyi hatırlamak ve hissetmek zorunda?

“Allah” ismi ile işaret edilenin, isimlerinin anlattığı özelliklerle varolmuş olan, hakikati bu olan insan, hatırlamalıdır ki, kendisi dünyada yaşadıktan sonra toprak olup yok olup gidecek bir beden değil; hakikatinin gereği ve sonucu olarak varlığındaki kuvvelerle sonsuza kadar yaşayacak olan bir bilinç varlıktır!. Dünya sonrası bedeninin adı da “ruh”tur!.

RAHİM’iyetin gereğidir ki, insan hakikatini idrak eder, kendi özündeki Allah isimlerinden kaynaklanan kuvveleri keşfeder, bunları hissedip bunlara yakîn elde ederek “kurbiyet” mertebesine ulaşır!.

Yevm-id Din’de, Melîkiyet ve Mâlikiyet’in kendisinde açığa çıkışını yaşar!.

Bunun kişide yaşanması için kendisine hidayet ulaşmalıdır bâtınından (özünden)!.

Bunun için de “bize hidayet et” denerek bu talep edilir Fatiha okunurken!.

Bu hidayet ile kendilerine en’âm’da bulunulan, yani özlerindeki hakikatleri yaşama özelliğinin açığa çıktığı kişilerin yolunda yürümenin kolaylaşması talep edilir. Bu hakikati inkar edip, gazap ve lânete (uzak düşmeye) veya gerçekten uzak görüşlere kapılarak özlerinden mahrum kalanlardan olmamak talep edilir.

 Sonra da Kurân’dan bir miktar âyet okunur. O mana üzerine tefekkür edilir

 Haddimizi aşıp sürçü lisân ettiysek affola!... Samimi niyetimize bağışlana


     Hilmi EFENDIOGLU
Marifetki ; Allah'in sifatlarini te$bihsiz ispat ve iptalsiz tenzih etmektir !!!!!
............................
ilimlerin basi Allah"i bilmektir,
Allah"i bilmeyenin ilmi bosa emektir!!