Gönderen Konu: Üslub-ı beyan aynıyla insandır  (Okunma sayısı 3888 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Üslub-ı beyan aynıyla insandır
« : 05 Nisan 2013, 10:56:59 »

Üslub-ı beyan aynıyla insandır

Güreşecek pehlivanları seyircilere tanıtan ve onları meydana çıkaran kimseye “Cazgır” veya “Meydan şeyhi” derler.

Biz de burada böyle birinden bahsedeceğiz; önce başkasının cazgırlığını yapıp sonra meydanı müsait gördüğü için kendisi pehlivanlığa soyunan birinden…
Bu şahıs kim? Meydana inmiş ama gerçekten pehlivan mı yoksa, “Tilki vadiyi boş bulunca valiliğini ilan edermiş” kabilinden biri mi? Bunları aşağıdaki satırlarda göreceğiz.

Bu kişi, “Meal-tefsir” adıyla basılan fakat meal de olmayan tefsir de olmayan “Kur’an Mesajı” isimli kitabı kaleme alan Muhammed Esed’i ve onun, bile bile yaptığı yanıltmaları görmek ve göstermek istemeyen kişidir.
Önceleri Muhammed Esed’in yanlışlarla dolu Kur’an Mesajı isimli eserini müdafaa ederken, sonra meydanı müsait görüp Hayat Kitabı Kur’an isimli eseriyle aynı şeyi kendisi yapan kişidir.
Bu kişi, Sevgili Peygamberimiz’i anarken asla Aleyhisselam demeyen, “Hazret” demekten köşe bucak kaçan Ali Şerîatî isimli şiî, daha doğrusu şiîlerin bile reddettiği yazarı öve öve bitiremeyen kişidir.

Sevgili Peygamberimiz hakkında hürmetsiz ifadeler kullanan bu iki kişiyi öne çıkaran bu zat, takdir edersiniz ki kendisi de haliyle Peygamberimiz’den bir “Hazret” kelimesini esirgeyecek ve yalın olarak Peygamberimiz’e sadece “Muhammed” diyecektir.

İşte bu kişi, “Üç Muhammed” kitabının yazarı Mustafa İslamoğlu’ndan başkası değildir.

Önceki sahifelerde, onun övgüyle bahsettiği Ali Şerîatî ve Muhammed Esed’den zaten bahsetmiştik. Şimdi de İslamoğlu’nun kendisinden bahsedeceğiz.
Hanefî mezhebinin hükümlerini, takiyye yaparcasına “Ben Hanefîyim” diye diye çiğneyen ve milleti yanıltmaya çalışan bu zat, bakalım “Ne ararsan derde devadan gayri” kabilinden yazdığı yazılarında ve kitaplarında ehl-i sünnete zıt neler yazmış neler söylemiş, görelim...

SENE 2000…

Kendisini, Akit Gazetesi’ndeki “Dağarcık” isimli köşesinde yazı yazarken, dağarcığında ne varsa ortaya döktüğü zamandan beri tanırım. O senelerdeki bir yazısında, (2/7/2000) İslâm âlimlerinin bin seneden fazla bir zamandan beri en mûteber 6 hadis kitabından biri oarak kabul ettiği Tirmizî’ye dil uzatıyor, buna mukabil, fotoğrafını gören küçük çocukların bile korkacağı Elbânî denilen merkumu da “Çağımızın hadis otoritesi” diye anıyordu. Bunun üzerine yazıları dikkatimi çekmişti, takip etmeye başladım.

Bir makalesinde, (25/9/2000) bir yazarın baştan sona doğru olan şu cümlelerine itiraz ediyordu:

“Hazret-i Kur’an’ı eline alan herkesin abdestli olması farzdır. Abdestsiz Kur’an ele alınamaz. Ancak dinî kitaplar için böyle bir mecburiyet yoktur. Dinî kitapların sadece içinde bulunan âyetlere elle dokunmak için abdestli olmak gerekir. Âyetten boş olan yerlere, yazılara abdestsiz dokunulabilir, okunabilir. Kur’anla dinî kitap arasında böyle bir ince fark vardır. Kur’an-ı Kerim’in âyetten boş olan kısımları da âyet hükmündedir. Bu yüzden dikişli kabına bile abdestsiz dokunulamaz. Abdestsiz kimseler bir mendil veya temiz bezle tutup bir yere koyarlar. Abdestsiz ele alamazlar.”

DOĞRUYA, YANLIŞ İTİRAZ…

İslamoğlu, her cümlesi doğru olan bu yazıya itiraz ediyordu. Halbuki, bunlar o yazarın uydurduğu şeyler değil, asırlardır İslam âlimlerinin yazageldikleri fıkhî hükümlerdi. İslamoğlu, asırlardır İslam âlimlerinin yazageldikleri bu fıkhî hükümleri bilmiyor değildi. Biliyordu ama kabul etmiyor, kabul etmemekle de kalmıyor bir de “Allah Allah! Öğrenmiş olduk” diyerek bu hükümlerle dalga geçiyordu.
İtiraz ettiği yazar, “Kur’an ezbere abdestsiz okunamaz” demiyor, “Kur’an’a abdestsiz dokunulamayacağını” yazıyordu. Çünkü, Kur’an’a dokunmadan, bakarak veya ezbere okumak câizdi ve buna kimsenin itirazı da yoktu. Ancak, İslamoğlu konuyu başka tarafa çekiyor ve meseleyi, “Kur’an abdestsiz okunamaz” denilmiş gibi ele alıyor itirazını da ona göre yapıyordu. Şöyle diyordu:

“Ben bu zamana kadar ne Kur’an’dan, ne Resûlüllah’dan, ne sahabeden ve ne de müctehid imamlardan, Kur’an okurken abdestin farz olduğuna dair “sahih” bir şey okumadım, duymadım.”

Değerli okuyucu!

İslamoğlu’nun son cümlesine dikkat eder misiniz lütfen. “Resûlüllah’dan, sahabeden ve müctehid imamlardan, Kur’an okurken abdestin farz olduğuna dair “sahih” bir şey duymadığını ve okumadığını” söylüyor.

Bu sözlerini okuyunca elimizde olmadan hayrete düşüyor, gülüyor ve şöyle demek demek mecburiyetinde kalıyorduk:

Allah Allah! Bu adam ne yazdığının da ne söylediğinin de farkında değil galiba.
Be adam! Duymaman normal değil mi? Onların zamanında yaşamadın ki duyasın.
Okumamış olmana gelince…
Okumadın değil okudun ama, okuduğunu kabul etmiyorsun ki!
Hangi fıkıh kitabına bakarsanız bakın, hepsi de İslamoğlu’nun iddiasının tersini yazıyor. Kitaplar meselenin doğrusunu yazıyor ama, okuyan kabul etmezse kitapların suçu ne!

Ama İslamoğlugiller telaş buyurmasınlar; onlar için fark etmez. Onlar Kur’an’ı istedikleri gibi mânâlandırabilirler. Zira bu hükümler zaten onları değil İslam fıkhını kabul edenleri bağlar.

İSLAMIN OĞLU OLMAK…

Ashabın büyüklerinden Selmân-ı Fârisî Hazretleri, babasının kim olduğunu soranlara “Ben İslamın oğluyum” dermiş. İşte gerçekten İslamın oğlu olanlar Selmân-ı Fârisîler ve onların yolunda olanlardır.

Zamanımızda bazıları da İslamın oğlu olduğunu söyleyebilir, hatta gerçek soyadlarını değiştirip bunu tescil ettirerek nüfus cüzdanlarına bile kendileri hakkında islamın oğlu olduklarını yazdırabilirler. Ama biz kendilerinin İslamın oğlu olduğunu söyleyen böylelerine, “Bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim” demek isteriz.

O kimse meselâ Muhammed Esed gibi Müslüman olduğunu söyleyip, bu hüviyetle senelerce Müslümanların içinde kalarak, sözde İslâmî eserler verip bu yolla İslama darbe vuranları takdir edenlerden ise, tabii ki bu kimseden İslam fıkhını kabul etmesi beklenmez.

Resûlüllah’a ağır iftira ve hakaretlerde bulunan, şiî gözüktüğü halde Şiîlerin bile kabul etmediği, hele hele hiç mi hiç Sünnîliğe yakın olmayan Ali Şeriatî’leri övenlerin de İslam fıkhını kabulü beklenmez.

Ama kim ne derse desin, Kur’an karşısında uyumayıp sabaha kadar ayakta duran Osman Gazi’nin torunlarının ruhlarına, hatta iliklerine kadar Kur’an’a hürmet işlemiş bir kere. Osmanlı torunu olan bu millet, abdestsiz dokunmak şöyle dursun, abdestli olsa bile Kur’an’ı göbekten aşağı tutmaz.
Bazılarının ise halledecek başka meseleleri kalmamış gibi, kalkmış bu milleti Kur’an’a abdestsiz dokundurtmak, abdestsiz taşıtmak ve abdestsiz okutmak istiyorlar.
Bıraksınlar bu milletin yakasını. Eğer gayeleri Kur’an’ı abdestsiz taşıtmaksa, bunu Osmanlı düşmanı olan Şah İsmail torunlarına kolayca yaptırabilirler. Hatta abdest alırken, onlarla beraber ayaklarını yıkamak yerine çıplak ayaklarını ıslak elle meshedebilir ve bu halleriyle kendilerini abdestli sayabilirler.

BÜYÜK ÂLİM DEDİĞİN…

Gelelim Mustafa İslamoğlu’na ve onun, okuyucusunu yanıltmak için ne usullere baş vurduğunu ibretle görelim.

Önce ne yazdığına bakıp sonra değerlendirmemize geçeceğiz. 2000’de Akit Gazetesi’nde yazdığı şöyle:

“Bilgime güvenmeyip, “Namazda abdest farzdır” diyen sahih bir hadis, bir imam, bir âlim var mıdır diye ‘Mektebetü’l-Elfiye’den 400.000 hadisi, bazıları Mebsut gibi 30 cildi bulan 1000’e yakın kitabı, tüm mezheblerin 40’ı aşkın kaynaklarını taradım, böyle bir şey bulamadım.”

Gördünüz mü büyük ve hassas âlimi. Tek mesele için ne kadar da kitap taramış:

400.000 hadis, bazıları 30 cildi bulan 1000’e yakın kitap, bütün mezheblerin 40’a yakın kaynakları…
Hani argo bir söz vardır: Biraz küçük at da civcivler de yesin derler. İslamoğlu atıyor biz de yiyoruz tabii.
Anlaşılan, İslamoğlu böyle büyük bir araştırma için ne kadar bir zamana ihtiyaç olduğunu düşünmemiş. Üstelik hem böyle bir araştırma yapmış, hem de abdestsiz olarak Kur’an’a dokunmayı yasaklayan bir şey bulamamış(!).
Kitaplarda görüp okuduklarını yok sayarsan elbette bulamamış olursun.
Değerli okuyucu!
O, bu satırları yazdığı zaman kendisiyle aynı gazetede yazı yazıyorduk. Gazetede ona itiraz sadedinde yazdığım yazıda, “Demek ki bir mesele için bu kadar kaynağa bakacak kadar vakti varmış. Galiba bir günü 24 saat değil de 240 saat” demiştim.
Aynı günün sabahı hemen beni aradı ve telefonda, alınganlığını ortaya koyduktan sonra, “Bilgisayarda sadece 2 dakika alıyor” dedi. Dedi ama dediği doğru değildi. Çünkü, söylediği o 2 dakikayı gerçekten harcamış olsaydı, abdestsiz olarak Kur’an’a dokunmanın yasak olduğunu bir değil birçok kaynakta görür ve okurdu.

Tabii ki okuduğunu kabul edecek idiyse…

Ancak ne var ki, taradım dediği kitapların hepsi o senelerde CD ve internete aktarılmış olmadığı için o kadar kitabı taraması da imkansızdı. İmkansızdı ama ne yapsın ki okuyucularının gözünde büyük âlim görünmek uğruna, tek bir mesele için bu kadar kitabı taramış görünmek icap ediyordu. O da onu yapıyordu işte.

Değerli okuyucu!

İslamoğlu’nun yukarıdaki sözündeki altı çizili yere takılmaya lüzum yok. “Kur’an okurken” diye yazacağı yerde yanlışlıkla “Namazda” diye yazmış. Bir sonraki yazısında zaten bunun için özür dilemişti.
Fakat esas özrü, bile bile verdiği yanlış bilgilerden dolayı dilemeliydi. Hatta insanlardan özür dilerken Allah’dan da af dilemeliydi.

GELELİM ESAS MESELEYE…

Şimdi geldik işin hem en mühim hem ibretlik hem de gülünç tarafına. Bundan sonrasına lütfen iki kat dikkat…
İslamoğlu, “Kur’an’a abdestsiz dokunulup dokunulmayacağını öğrenmek için” hani 400.000 hadis, bazıları 30 cildi bulan 1000’e yakın kitap, bütün mezheblerin 40’a yakın kaynağını taradığını söylüyordu ya. Taradığı kitaplardan birisi de İmam Süyûtî’nin El-İtkân isimli eseriymiş.
Bu eserdeki, “Kur’an okumanın âdâbı” başlığını taşıyan yerden birkaç satırı tercüme etmiş, bana orayı delil getiriyor.

Orada ne varmış? “Peygamberimiz’in abdestsiz olarak Kur’an okuduğu” yazılıymış. Aklınca bunu yazısında delil olarak ortaya koyuyordu.
İslamoğlu’nun dürüstlüğüne bakınız ki, resmen demogoji yapıyordu. Çünkü, tartıştığımız mesele “Kur’an’ın abdestsiz olarak ezbere okunup okunamayacağı” değil, “Kur’an’a abdestsiz olarak dokunulup dokunulamayacağı” idi.

Peygamberimiz’in abdestsiz olarak Kur’an okuduğunu delil getirmesi şu cihetten geçersizdi:
Peygamberimiz zaten eline Kur’an alarak değil ezbere okuyordu. Hatta sadece Peygamberimiz değil o zaman bütün ashab ezbere okuyordu. Çünkü o zaman Kur’an henüz kitap haline getirilmemişti.
Söyler misin Sayın İslamoğlu, yanlış mı bu yazdıklarım?

Değerli okuyucu!

Bu kadarcık bilgiye bile sahip olmayan kişi, fıkhî bir meselede hüküm vermeye kalkışırsa buna ya acınır ya gülünür.

GÜLÜNÇ MÜ GÜLÜNÇ…

Ama biz esas gülünecek noktaya daha yeni geldik…
İslamoğlu, yukarıda ismi geçen İmam Süyûtî Hazretleri’ni “Bu konularda en katı davrandığını bildiğimiz” diyerek övüyor, överken de sırtını kuvvetli bir duvara dayadığını sanıyordu. Ama bilmiyordu ki her âlim gibi bu zat da kendisinin söylediğinin tam tersini söylüyor yani İslamoğlu’nu yalanlıyordu.
İyi de, bunu İslamoğlu bilmiyor muydu?
Evet bilmiyordu. Ve hatta taramadığı halde, “Ben bu mesele için şu kadar bin eser taradım” derken doğru söylemiyordu. Söylediği kadar çok eser taramadığı gibi, İmam Süyûtî’nın kaynak olarak gösterdiği El-İtkan isimli eserini de taramamıştı. Tarasaydı, bizim karşımızda bu kadar mahcup olmazdı. Ama öyle bir mahcup oldu ki demeyin gitsin…

El-İtkân isimli eseri yanılarak da olsa delil gösterdi ya, “Madem o İmam Süyûtî’nin El-İtkan’ını kaynak gösteriyor, öyleyse biz de aynı kitabı kaynak olarak alalım” deyip kitaba baktık.

Bir de ne görelim! El-İtkan onu yalanlarcasına şöyle yazmıyor mu:
“Bizim ve âlimler topluluğunun görüşü, abdestsiz olanın Kur’an’a dokunmasının haram olduğudur. O abdestsiz olan, ister küçük abdest (namaz abdesti) almamış olsun, isterse büyük abdest (yani gusül abdesti). Çünkü Kur’an-ı Kerim’de, ‘Kur’an’a ancak temiz olanlar dokunabilir’ buyurulmaktadır. Sünen-i Tirmizî ve diğerlerinde geçen bir hadis şöyledir: Kur’an’a ancak abdestli olanlar dokunabilir.” (El-İtkan, cild: 2 sahife:1188, Dâr-ı İbni Kesir, Beyrut)

Aynı sahifedeki dipnot ise şöyle:
“Aynı hadis, Dârimî’nin Talak bahsinde “Nikâhtan önce boşama olmaz” babında 2183 numarayla, Dare Kutnî’de ise Tahâret bahsinde “Abdestsiz olanın Kur’an’a dokunmasının yasak olması” babında yer almaktadır.”
Hani İslamoğlu, “Sahih bir hadis, bir imam, bir âlim var mıdır diye ‘Mektebetü’l-Elfiye’den 400.000 hadisi taradım, böyle bir şey bulamadım” diyordu? Demek ki taramamış.
Demek ki “Kur’an’a abdestsiz dokunmanın câiz olmadığı” konusunda Tirmizî’de de Dârimî’de de, Dâre Kutnî’de de sahih hadis varmış. Üstelik bunu, İslamoğlu’nun kabul ettiği İmam Süyûtî söylüyor.
Öyleyse İslamoğlu’nun “Sahih bir hadis var mıdır diye ‘Mektebetü’l-Elfiye’den 400.000 hadisi taradım, böyle bir şey bulamadım” demesi doğru değil. Tekrar edelim: Tarasaydı görürdü, taramamış.
Demek ki “Bir imam, bir âlim var mıdır diye taradım, böyle bir şey bulamadım” demesi de doğru değil. Baksaydı, İmam Süyûtî’nin kendisinin söylediğinin tersini söyleyen âlimlerden bir âlim olduğunu görürdü. Öyleyse baktım dediği halde bakmamış.

Demek ki “Mebsut gibi 30 cildi bulan 1000’e yakın kitabı taradım, böyle bir şey bulamadım” sözü de doğru değil. Tarasaydı, kendi delil getirdiği El-İtkân isimli kitapta, iddiasının tersinin yazılı olduğunu görürdü.
El-İtkan, Madve Yayınları tarafından “Kur’an İlimleri Ansiklopedisi” ismiyle tercüme edilmiştir. Aynı mesele, bu tercümenin 2. cild 444. sahifesinde de görülebilir.

Lütfen bir defa daha hatırlayalım. İslamoğlu ne diyordu? Bir ömre sığmayacak kadar kitap taradığı halde “Kur’an’a dokunmak için abdestli olmanın şart olduğunu” yazan bir esere rastlamadığını söylüyor, bu sözüne El-İtkan isimli kitabı da delil getiriyordu.

Az yukarıda okuduğunuz gibi, El-İtkan ise onun söylediğinin aksine ne diyordu? “Bizim ve âlimler topluluğunun görüşü, abdestsiz olanın Kur’an’a dokunmasının haram olduğudur.”

Eeee… Şimdi siz siz olun da nasıl gülmeyecekseniz gülmeyin bakalım…
Hazreti Allah insanı kendi sözüyle işte böyle mahcup eder, böyle gülünç duruma düşürür…

ZORAKİ DİRETME…

İslamoğlu, “Bu konuda, (Kur’an’a abdestsiz dokunulamayacağı konusunda) çok yaygın bir yanlış anlamaya alet edilen bir âyet var” diyor ve o âyetin meâlini veriyor:
“Ona, temiz olanlardan başkası dokunamaz.” (Vâkıa sûresi, âyet: 79)
Esas yanlışa düşen kendisidir ama diyelim ki onun söylediği doğru. Bu durumda o yaygın yanlışa kendisinin delil olarak sunduğu ve güvenilir gördüğü El-İtkan’da düşmüş oluyor. O zaman ne olacak?
İslamoğlu, kendi vaziyetini unutup, bir de kendisinin ileri sürdüğü yanlış hükmü kabul etmeyenleri cahillikle suçlamaz mı? Bakın, Vâkıa sûresi, âyet 79 hakkında nasıl üst perdeden konuşuyor:

“Birazcık Arapçadan, ilimden, Kur’an’dan, tefsirden nasibi olan kimsenin bu âyetteki “O” zamirinin bir önceki âyetteki “gizli kitab”a gittiğini bilir.”
Biz de kendisine şöyle diyoruz:

Sıdka-kizbe / doğruya-yalana birazcık dikkat eden kimse ve kendisinde birazcık ilim haysiyeti olan kimse de böyle söz söylemez. Çünkü bu söz, 14 asırlık İslam kültürüne de bu kültürün mimarları olan derya gibi sayısız İslam âlimlerine de hakarettir. Çünkü asırlardır bu ümmet , “Kur’an’a abdestsiz olarak el sürülemez” hükmünü kitaplarına derceden ilimde rüsuh bulmuş bu âlimlerin eserleriyle amel etmektedirler.
Bu İslam âlimlerinin; Arapçadan, ilimden, Kur’an’dan, tefsirden nasipleri yok da sadece İslamoğlu’nun mu var!
14 asırlık İslam kültürü onların eseridir. Onların söylediklerini inkâr, topyekün İslam kültürünü inkârdır.
İslamoğlu, kendisi gerçekleri inkar edebilir. Peki İslam âlemindeki kütüphaneler dolusu kitaplardaki “Kur’an’a abdestsiz olarak el sürülemez” kaydını nasıl silecek, nasıl yok edecek?

VAR DA, GÖRENE…

Gerçekleri basbayağı gizleyerek kitaplarda böyle bir kaydın olmadığını söylüyor ve nasıl yapabiliyorsa, böyle bir kayıt yok diyor/diyebiliyor.

Yok değil var da, görene… Ama köre ne!
İslamoğlu gözünü yumup görmemekte ne kadar israr ederse etsin, bütün tefsirler, bütün fıkıh kitapları, bütün İslâmî eserler onun söylediğinin tersini sadece söylemiyor adeta haykırıyor.

Öyleyse bu durumda ortaya bir gerçek çıkıyor:
Bir tarafta 14 asırlık ehl-i sünnet İslam ulemâsı, diğer tarafta Mustafa İslamoğlu…

O zaman bu manzaranın mânâsı ne olur değerli okuyucular?..
Bir mesele daha…
Değerli okuyucu!
Müslümanlıkta, söz ve yazı üslûbu mühimdir. Onun için, Üslûb-ı beyan aynıyla insandır denilmiş. Yani, insanın konuşma ve yazı üslûbu, kendisini tarif eder.
Kendisi düzgün olanın üslûbu bozuk olmaz. O bakımdan, insanlar haklı olarak üslûba dikkat ederler. Bu cümleden olarak biz de muhatabımız olan İslamoğlu’nun üslûbuna bir göz atalım.
İşte yazısından bir cümle:
“Ey Hanefîler! Ebû Hanife’ye göre siz Hanefî falan değilsiniz, sizin mezhebiniz falan yok. Mezhepçilik yapan şarlatanlar sizi dolmuşa bindiriyor.”
Gördünüz mü üslûbu? Altı çizili kelimelere dikkat eder misiniz lütfen?
Az-çok kitaplarla meşgul olan bir kimseye, “Şarlatan” ve “Dolmuşa bindiriyorlar” gibi sözler yakışır?

Hem bu sözleri sarfetmekten kaçınmıyor hem de gördüğünüz gibi Müslümanları suçluyor.

Hanefi bir Müslüman, hocalarından ve kitaplardan öğrenebildiği kadar Hanefîliği öğrenip ona göre ibâdet yapmaya çalışsın, İslamoğlu da kalksın, “siz Hanefî falan değilsiniz” desin.
Hangi hak ve hangi salâhiyetle?

Hem mezhepçilik dediği de nedir? Şu anda yeryüzünde İslamoğlu ve şiî gönüldaşlarının (bütün şiîler değil) dışında mezhepçilik yapan mı var?
Mezhebcilik yapanlar Hanefiler mi yoksa Şah İsmail’in torunları olan Şiîler mi?
Hangi sünnî Müslüman, “Benim mezhebimden olmazsan kurtulamazsın” diyor. Aksine, kendisinin Hanefî olduğunu söyleyen müslümanların yanlış yolda olduğunu söyleyen İslamoğlu’nun kendisi değil mi?
Yazıdaki şu üslûba bakın:
“Üçbeş yetkin âlime tahammül edemeyen tulumbacı takımının gözü aydın.”
Tulumbacı takımı dediği tabii ki Müslümanlardır, onu anladık da acaba “Üçbeş yetkin âlim” dediği kimler ola ki? Bu yetkin üçbeş âlimden birisi zât-i devletleri olmasın?

Bu ne tevazu(!) böyle…

İslamoğlu’nun başka bir cümlesi:
“Biraz da insanımız uyanık olsun; bitli baklanın kör alıcısı olmasın.”
Üslup ortada. Diğer cümleleri gibi bu sözün muhatabı da yine müslümanlar.
Son bir sözünü aktaralım:
“Dinini donundan birazcık fazla ciddiye alan…”
Eh.. En son din kelimesini don kelimesiyle yan yana getirerek kendi üslubunu kendisi anlatmış oldu.
Diğer tariflerimizi ileriki sahifelerde yaparız inşâAllah…
Bu makaleyi, o meşhur cümleyi tekrar ederek bitirelim:
Üslûb-ı beyan aynıyla insandır.


Ali EREN | 04 Mart 2013 Cuma | www.haberkita.com