Gönderen Konu: Eşsiz İki Hazinenin İkincisi:Medine  (Okunma sayısı 3329 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Sabuni

  • Yeni üye
  • *
  • İleti: 48
Eşsiz İki Hazinenin İkincisi:Medine
« : 14 Mart 2012, 10:37:14 »

Ali Eren

Küçüklüğümüzden beri kulaklarımızdadır:

Mekke ile Medine, eşsiz iki hazine…

Dünyada en faziletli şehir, Kâbe’nin bulunduğu ve Ümmü’l-kurâ/köy ve şehirlerin anası /merkezi olan Mekkedir. Mekân olarak en değerli, en faziletli yer ise, Hücre-i Saâdet yani Peygamberimiz’in mübârek kabirlerinin bulunduğu mekândır.

Bu mübârek mekân, Mekke’den de göklerden, Arş ve Kürsî’den de yaratılmışların hepsinden de efdaldir.

Efdal olmasının sebebi şudur: “Şerefü’l- mekân bi’l-mekîn” yani bir yerin şerefi orada bulunana göredir. Peygamberimiz sallallâhü aleyhi ve sellem kâinatın en üstünü olduğu için, onun mübârek vücudunun bulunduğu yer de kâinatta en faziletli yerdir.

Ibâdetlerin kıblesi Kâbe… Ibâ-detlerin en üstünü olan namaz, ona yönelerek kılınır. Kâbe merkez olduğu için, orada kılınan bir namazın, tutulan orucun ve yapılan her bir ibâdetin sevabı, diğer yerlerde yapılan ibâdetlerin yüz bin katıdır. Bu, Peygamberimiz tarafından verilen müjde bir haberdir.

Ziyaret mahallerinin en üstünü de Peygamberimiz’in kabridir. O-nun mübârek kabrinin bulunduğu yerin yanında, Mescid-i Nebevî’de kılınan namaz ve yapılan her bir ibâdetin sevabı, Kâbe hâriç diğer yerlerde yapılan ibâdetlerin bin katıdır. Bütün müslümanlar böyle bilir böyle inanırlar. Bu husus da hadis-i şerifte bildirilmektedir.

Ancak, bu mesele vehhâbî dü-şünceli insanların saldırmalarına müsait olduğu halde niçin vazife-lerini yapmadıkları bana göre me-rak konusudur. Halbuki bunu fırsat bilip müslümanları müşrik ilan etmeleri vazifeleriydi.

Şöyle ki: Onlar da biliyorlar ki Peygamberimiz “Benim kabrimi mescid edinmeyin” buyuruyor. Devamla, “Allah yahudi ve hıristiyanlara lanet etsin. Onlar peygamberlerinin kabirlerini mescid edindiler” buyuruyor. Yine bunlar görüyor ve biliyorlar ki Mescid-i Nebevî, Peygamberimi-z’in kabrinin bitişiği. Müslümanlar orada Peygamberimiz’in kabrinin bulunduğu yerin hemen yanıbaşını basbayağı mescid edinmişler, orada namaz kılıyorlar. Hatta, mescidi Peygamberimiz’in kabrinin arkalarına kadar genişletip uzatmışlar; oradalarda da namaz kılıyorlar. Peygam¬berimiz’in kabri de namaz kılanların önlerine, Kıble tarafına geliyor.

Yani, ortada tam vehhâbilerin ve vehhâbî inançlıların saldırma¬larına uygun bir vaziyet var. “Pey¬gamberin kabrini mescid ediniyorlar” diye, orada namaz kılan, secde eden müslümanları niçin müşrik ilan etmiyorlar hayret!...

Belki de sizin hatırınıza Mescid-i Nebevî ile ilgili hadisi şerif olduğu geliyordur. Onun için susuyorlardır diye düşünüyorsunuzdur. Ama vehhâbî için hadis ne ki!.. Dışarıdaki vehhâbîler pek o kadar değilse de, bir mesele yerli vehhâbîlerin aklına yatmıyorsa, o hususta kaç tane hadis olursa olsun o hadisin uydurma olduğunu söylerler olur biter.

Velhasıl müslümanları müşrik ilan etme vazifelerini niçin yapma-dıklarını anlayamıyorum.

**

Onlar susadursun, biz gelelim Peygamberimiz’in Medine hakkın-daki sözlerine.

Hazreti Resûlüllah (s.a.v.) buyuruyorlar ki, “İnsanların Yesrib dedikleri, köyleri/şehirleri yiyecek (onların faziletini içine alacak) olan yere, (hicret etmekle) emrolundum. Orası Medine’dir. Körüğün, demirin kirini uzak¬laştırdığı gibi (kötü) insanları sürüp çıkarır.” (Şeyhân, Ebû Hüreyre’den)

Medine’nin önceki ismi Yesrib idi. Resûlüllah Efendimiz (s.a.v.) hicret ettikten sonra bu şehre Pey¬gamber’in şehri mânâsına Medînetü’n-Nebî denildi. Zamanla da ikinci kelime pek kullanılmaz oldu ve bu şehrin ismi sadece Medine olarak anılır oldu.

Peygamberimiz sallallâhü aleyhi ve sellem hicretten sonra, bu mübârek şehir hakkında şöyle duâda bulundu:

“Allahım! Mekke için yarattığın bereketin bir kat fazlasını Medine için de halket.” (Ahmed ibni Hanbel. Enes radıyallâhü anh’den)

Uhud Dağı Medine’dedir. Peygamberimiz’in (s.a.v.) Uhud hakkında, “Uhud bizim kendisini sevdiğimiz, onun da bizi sevdiği bir dağdır” buyurmuşlaradır.

Peygamberimiz’in Medine’yi hicretiyle şereflendirmesinden son-ra Hazreti Allah bu şehre her türlü hayır ve bereketi aktarmıştır. Bu hususu Paygamberimiz (s.e.v.) çe-şitli hadisi şerifleriyle ifade buyur-muştur. Bu hadisi şereflerden bazılarını aktaralım:

“Medine’nin tozu cüzzam hastalığından (kurtulmaya) şifa-dır. (Ebû Nuaym, Sâbit ibni Kays’dan)

“Medine’ye giren yollar üzerinde melekler vardır. Oraya tâun hastalığı ve deccal giremez.” (İmam Malik, Ahmed ibni Hanbel ve Şeyhân. Ebû Hüreyre’den)

“İbrahim (Aleyhisselam) Bey-tullahı harem ve emniyetli yer kıldı (edindi). Ben de Medine’yi, iki kara taşlık dağın arasını harem kıldım. Oranın dikeni koparılmaz, avı avlanmaz.” (Müslim. Câbir’den)

“Kim Medine halkına bir kötülük yapmak isterse Allah da onu suda tuzun eridiği gibi eritir.” (Müslim ve İbni Mâce, Ebû Hüreyre’den)

“Kim Allah’ın rızasını ümit ederek Medine’de beni ziyaret ederse, kıyamet günü onun için şâhit ve şefaatçı olurum.” (Bey¬hakî, Enes (r.a.)den)

“Kimin Medine’de ölmeye gücü yeter (imkanı olursa) orada ölsün. Çünkü ben orada ölenler için hususi şefaat edeceğim.” (Tirmizî ve İbni Mâce. Abdullah ibni Ömer (r.a.)den)

“Kabrim ile minberimin arası cennet bahçelerinden bir bahçe-dir.”

“Şu benim minberim cennet bahçelerinden bir bahçe üzerin-dedir.” (Ahmed ibni Hanbel, Ebû Hüreyre (r.a.)den)

***

Peygamberimiz’in (s.a.v.) cen¬net bahçelerinden bir ba¬hçe/Ravza-ı Mutahhare denilen kabri ile minberi arası, rahmetlerin inmesinde cennetler gibidir. Kı¬yamet koptuğu zaman diğer yerler gibi yok olup gitmeyecek, cennete naklolunacaktır. Bu mekânın cen¬netten gelmiş bir yer olması ihti¬mali de vardır. Sonunda cennete dönecektir.

Hacer-i Esved de cennetten gelmiştir. Hacer-i Esved, Peygam¬berimiz’in büyük babası İbrahim Aleyhisselam’a, Ravza-i Mütahhare de Peygamberimiz’e verilmiştir.

Hücre-i Saâdet yani Peygam¬berimiz’in (s.a.v.) kabr-i şerifleri, Ravza-i Mütahhare’ye bitişiktir.

Peygamberimiz’I ziyarette do¬ğru usul, mümkünse Peygam¬berimiz’in ayak ucundan ziyaret etmektir.

Ebû Eyyüb El-Ensârî Haz¬retleri, ziyarette Peygamberimiz’in kabrine sarılmıştı. Bunu hoş gör¬meyen Mervan, “Ne yaptığını biliyor musun?” dedi. Ebû Eyyüb Hazretleri, “Evet biliyorum. Ben taşa ve kerpice gelmiş değilim, Resûlüllah’a geldim” diye cevap verdi.

Bütün peygamberler gibi, Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz, kabrinde diridir. Dolayısıyla bu sarılma onun kendine sarılma gibidir. Yanağını türbenin eşiği üzerine koymanın da bir mahzuru yoktur. Çünkü, bu hareket ileri derecede bir sevgiden ileri gel¬mektedir.

Ehlullah’dan İbni Münkedir’e zi¬yaret sırasında bir sessizlik çöker, yanağını Resûlüllah Efendimiz’in kabri üzerine kordu. Onun bu hareketini hoş görmeyenler olmuş-tu. O bunun üzerine, “Ben, Resû-lüllah Efendimiz’in kabri ile Al¬lah dan şifa dileğinde bulunuy¬orum” diye cevap verdi.

Peygamberler vefatlarında -hâ-şâ- öldükten sonra yok olup git-mezler. Kabirlerinde hayat sahibi-dirler. Peygamberlerin mûcizesi, evliyânın da kerâmeti öldükten sonra de kesilmeyip devam eder. Dolayısıyla, hem peygamberler ile hem evliyâ ile tevessülde bulun-mak, onlarla medet dilemek câiz¬dir.

Ârifler, peygamber ve velilerin, vefatlarından sonra, mucize ve kerâmetlerinin hayatlarında oldu-ğundan daha fazla tesirli olduğunu söylemişlerdir. Çünkü vefatlarıyla beraber mahlûkâtla alâkalarını kesmekte ve ruhları sadece Ce¬nabı Hakk’a yönelmektedir.

Nuh Aleyhisselam zamanında Ved, Süvâ, Yeğûs ve Yeûk adında salih kimseler vardı. Insanlar, onlar öldükten sonra kabirleri üzerinde ibâdetler yaptılar. Sonra onların şekillerinde putlar yaptılar. Daha sonra zamanla onu unutup onlara tapmaya başladılar.

Vehhâbîler, Peygamberimiz’in ve mübârek zatların türbelerini ziyaret etmenin bu mânâya gele¬ceği vehmine kapılıp müslümanları bu ziyaretlerden hem uzaklaştırmaya çalışıyorlar hem de bu ziyareti yapanları müşrik ol¬makla suçluyorlar.

Oysa onların bu suçlamaları kökten yanlıştır. Çünkü, Nuh Aley-hisselam zamanındakiler kabirleri mescid yapıyorlardı, müslümanlar böyle bir şey yapmıyorlar. Yani kabirlere secde etmiyorlar. Pey-gamberimiz’in ve salih zatların sûretlerini yapıp onlara da tapmı-yorlar. Sadece ziyaret ediyorlar.

Şayet kabirleri ziyaret etmek şirke götüren sebeplerden olsaydı, bu hususta ya açık bir âyet veya hadis olurdu. Gerçi bu konuda ya-pılan yanlışları yasaklayan bir hadisi şerif var ama, bu hadis ziyareti değil yanlışlığı yasakla-maktadır.

Bu hadisi şerif şöyledir: “Allah yahudi ve hıristiyanlara lanet etsin. Onlar peygamberlerinin kabirlerini mescid edindiler.”

Yukarıda da ifade etmeye çal¬ıştığımız gibi, vehhâbîler bu hadisi şerifi kendilerine göre delil getirip, Peygamberimiz’in kabrinin hemen yanı başının mescid edinilmesini niçin tenkit etmezler, niçin orayı mescid edinen, orada secde eden müslümanları müşri tilan etmezler hayret! Acaba islam âleminin toplu itirazlarından korktukları için mi? Her neyse…

Yine Peygamberimiz (s.a.v.) eski putperestler hakkında buyu¬ruyor ki:

“Onlar, aralarında salih bir kimse vefat ettiği zaman, onun kabrinin üzerine mescid yapar¬lar sonra orada bir takım şekiller vücuda getirirlerdi. Onlar Allah katında halkın şerlileridir.”

Bu hadiste de görüldüğü gibi kabirler hususunda yasaklanan şey bellidir: Kabirleri mescid edinmek ve ölenlerin şekillerini yapıp onlara tapınmak.

Kabir ziyareti yapan müslüman-ların hiç biri böyle bir yanlışlığa düşmez, nitekim düşmemektedir. Fakat vehhâbîler kabir ziyareti yapan müslümanları müşrik kabul etme yanlışlığında maalesef israr etmektedirler.

Eğer kabirleri ziyaret etmek, in¬sanı şirke götürseydi, Resûlüllah Efendimiz ve sahâbîler, Uhud şehidlerini ve Bakî’ kabristanındaki zatları ziyaret etmezdi. Oysa Allah Resûlü bu ziyareti meşrû kıldı. Kabirler üzerine mescid yapmanın ise câiz olmadığını bildirdi. Müslümanlar da saten bunu yap¬mıyor.

Gerçek bu olduğu halde, kim müslümanların kabir ziyaretini şirke benzetirse, kendi kafasından müslümanlar hakkında çok ağır bir hükme varmış olur.

Dikkat buyurulmalı. Kabirleri mescid edinmek başka, kabrin yanında mescid bulunması başka-dır. Çünkü, Peygamberimiz’in mescidi de Peygamberimiz’in kabri-yle bitişiktir. Hatta mescid gen-işlemiş, Peygamberimiz’in kabrinin arkasına doğru büyümüş, uzayıp gitmiştir. Böyle olduğu halde şimdiye kadar hiç bir islam âlimi buna itiraz etmemiş bunun sapıklık olduğunu söylememiştir. Asırlardır da Peygamberimiz’in kabrinin yanıbaşında ve arkasında namaz kılınmaktadır.

Hemen yanıbaşında namaz kılmak şirk olmadığı gibi, ona se¬lam vermek de şirk değildir. Bu¬rada dikkat edilmesi gereken iki husus vardır. Birisi, Peygam¬berimiz’in mânevî rütbesinin diğer yaratılanlardan üstün olduğunu bilmek, diğeri de yaratıcılığın sadece Allah’a ait olduğu inancını muhafaza etmek¬tir.

Ziyarette bulunan bütün müslü-manlar bunları zaten bilmekte ve böyle bir sapıklık içine girme¬mektedirler. Peygamberimiz’e hür-met ve tazımi gerektiği şekilde yapmakta asla aşırılığa gitme¬mektedirler. Tazım ve hürmet ise hiç bir zaman şirk olmaz. Kim bunu meşru olduğu halde meşru gör¬mezse Allah’ın yasaklamadığı bir şeyi yasaklamış olmakta, helal olan bir şeyi haram kabul etmektedir.

http://www.gurabamecmuasi.com/Dergi/12-sayi/128-essiz-iki-hazinenin-ikincisi-medine.html