Gönderen Konu: MÜSLÜMANIN DİKKATİNE  (Okunma sayısı 3134 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı ebuzerr

  • okur
  • *
  • İleti: 72
MÜSLÜMANIN DİKKATİNE
« : 23 Temmuz 2006, 00:07:58 »

selamun aleykum kardeşler müsadenizle birkaç mesele hakkında duracan inşAllah
Birbirinizi kötü
lakaplarla çağırmayın
Allah Celle Celâlühü'nün bir başka emri ve İslâm'ın şartı da:
"Kendi kendinizi ayıplamayın, birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın."dır. "Mü'minler kardeştir" prensibi o kadar açık ve nettir ki, Rabbimizin bu beyanının iki açıklaması bulunmaktadır. Birincisi, mü'min kardeşini kötülemen, ayıplaman kendini kötülemen ve ayıplaman gibidir. Çünkü mü'minler bir bakıma tek beden, tek kalp gibidirler. Birine bir kötülük gelse, hepsine gelmiş olur. Bu noktadan hareketle, kardeşine gelen kötülük sana gelmiştir. İşte bu yüzden kendinizi, ayıplamayın kendinizi kötülemeyin buyrulmuştur. Bunun bir başka açıklaması da:
"Sen bir mü'mini ayıplayıp, kötülediğinde, o da seni ayıplayıp kötüleyecektir. Dolayısıyla da kendine bu sözleri söylemeye zemin hazırlamış olursunuz." "Kendine kötü söz söylenmesi için zemin hazırlama!" buyrulmaktadır.
"Ey iman edenler! (Hâşâ) Allah ne buyurursa, buyursun. Biz bir şey anlamayız, biz birbirimizle konuşmayacağız. Araları bozuk olan kardeşlerimizin arasını düzeltmeyeceğiz, başka cemaatleri, toplulukları alaya alacağız, arkalarından konuşacağız, kendimizi ve mü'minleri kötü lakaplarla çağıracağız, diyorsanız, siz ne olursunuz biliyor musunuz? "İmandan sonra fâsıklık, ne kötü bir isimdir." Evet, siz bütün bunları yapmazken, iman sahibi idiniz, ya şimdi, fâsık oldunuz. Bunları yapanlar, fâsıkların ta kendileridir.
Buradan anladığımız o ki, yaşadığımız şu ülkede cemaatler, dernekler, vakıflar, gruplar ve topluluklar içinde fâsık sayısı oldukça fazladır. Yukarıda zikrettiğimiz âyet–i kerîmelerin devamında yine İslâm'ın şartları bildirilmektedir.
"Ey iman edenler! Zannın çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin. Biriniz ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O hâlde Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah, tevbeyi çok kabul edendir, çok esirgeyicidir." (4)
Zan hiç şüphesiz çok kötü bir şeydir. Burada zannı iki grupta değerlendirebiliriz: İyi zan, kötü zan. Kötü zan zaten adı üstünde kötüdür, mü'mini perişanlığa sürükler. İyi zan da iki ayrı grupta değerlendirilir: Aşırı derecede ileri giderek, olmadığı bir şekilde anmak, arkadan konuşmak da hiç doğru değildir. İyi zanda bile bir ölçü olmalıdır. İşte bu nedenledir ki, Rabbimiz zanna ölçü ile yaklaşmamızı emir buyurmaktadır. "Zannın çoğundan kaçının!" denilirken, bu anlatılmaktadır. Sonra İslâm dininin bir başka şartı gelmektedir: "Biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin!" Emir çok açık ve anlaşılırdır. Kimsenin arkasından konuşmayacaksın. Bu kadar açık ve net. Bu emrin hemen ardından da tehdit gelmektedir. "Eğer birinin arkasından konuşursan, ölmüş kardeşinin etini yemiş gibi olacaksın!" Ne kadar berbat ve kötü bir şey değil mi? Ne kadar berbat bir şey olduğunu ve böyle söyleyeceğimizi Rabbimiz bildiği için "İşte bundan tiksindiniz." Değil mi demektedir.
Gıybet, arkadan konuşma hususunda Kâinatın Efendisi ne buyuruyor, bir de ona bakalım. Ebû Hüreyre RadıyAllahu Anh anlatıyor:
"Resulullah Aleyhissalâtü Vesselâm buyurdular ki:
"Gıybetin ne olduğunu biliyor musunuz?"
"Allah ve Resûlü daha iyi bilir!" dediler. Bunun üzerine:
"Birinizin, kardeşini hoşlanmayacağı şeyle anmasıdır!" açıklamasını yaptı. Orada bulunan bir adam:
"Benim söylediğim onda varsa, bu da mı gıybettir?" dedi. Aleyhissalâtü Vesselâm:
"Eğer söylediğin onda varsa gıybetini yapmış oldun. Eğer söylediğin onda yoksa bir de bühtanda (iftirada) bulundun demektir." (5)
Bir mü'minin yüzüne karşı söylediğinde hoşlanmayacağı bir sözü arkasından da söylememelisin. Eğer bu sözün aslı yoksa o zaman çok daha korkunç bir vazıyet vardır ki, o mü'mine iftira atmış olursun. Bilerek bir mü'mine iftira atmak münafıklığın baş alâmetidir ki, münafığın İslâm inancında da yeri bellidir. Gıybet, mü'mini arkasından çekiştirmek… Bunu biraz daha açacak olursak, iki mesele ile karşı karşıya kaldığımızı görürüz.
Gıybet, İbnü'l–Esir'e göre; "Kişiyi, gıyabında kötü bir hâliyle zikretmektir. Şayet zikredilen kötü hâl o adamda yoksa bu gıybet olmaz bühtan olur. Bühtan, insana, onda bulunmayan bir kötülüğü nispet etmek olunca, gıybetten daha kötü bir davranıştır." İslâm dini, insanlara verdiği ehemmiyetin bir gereği olarak, şahsiyetleri korumaya ayrı bir itina göstermiştir. Kişinin temel haklarından biri olan "ırz", şahsiyetin başta gelen unsurlarından biridir. Şu hâlde gıybet yasağını kişinin ırzını koruma tedbirlerinden biri olarak mütalaa edebiliriz.
Gıybet, ferd ve cemiyet hayatında müthiş yaralar açtığı için, mühim bir içtimâî marazdır. Ehemmiyeti sebebiyle, yasaklama işi bizzat Kur'an–ı Kerîm'de ele alınmış, Resûlullah da pek çok hadisiyle mü'minleri bundan men etmiştir.
Hucurat sûresinde ardı ardına gelen bu âyetler birbirlerinden bağımsız olarak düşünülemez. Her bir âyet sonrakini destekler mahiyettedir. Bu âyet–i kerîme?lerin gelmesine sebep, şu olayların olduğu rivayet edilmiştir:
"Bir gün Safiyye validemiz, Resûlullah'a gelmiş ve:
"Kadınlar bana, "Ey Yahudi kızı Yahudi!" diye söz atıyorlar." demiş. Resûlullah da:
"Babam Harun, amcam Musa, zevcim de Muhammed niye demedin? buyurmuş." (6)
Bir başka hâdise de şudur:
"Ebû Cehil'in oğlu İkrime Müslüman olmuştu. Bazı kimseler ona:
"Bu, bu ümmetin firavununun oğludur!" demişlerdi de bu hitap onun gücüne gitmişti. O da onları Resûlullah'a şikâyet etmişti. Gelen haberlerde yukarıda zikrettiğimiz âyetler bu sebeple inmiş. (7)
"Netice olarak hiçbir mü'min topluluk, hiçbir mü'min kavim ile eğlenmesin, alay etmesin. Belki onlar kendilerinden daha hayırlı olurlar." (
"Olabilir ki, eğlenilen, Allah yanında o eğlenenden daha hayırlıdır. Çünkü insanlar yalnız görülebilen halleri bilebilir, iç yüzünde gizli yönleri bilemezler. Allah yanında tartı tutacak olan ise, vicdanların ihlâsı, kalplerin takviyesidir." (9)
"Onun için kimse dış görünüşüne bakıp da gözünün kestiğini horlamaya, eğlenmeye cüret etmesin. Eğer Allah yanında vakarlı, saygılı olan bir şahsa hakaret etmiş olursa, nefsine ne büyük zulmetmiş olur. (10)
"Kendinizi ayıplamayın!" Mü'minlerin hepsi bir nefis gibi olduklarından bir mü'mini ayıplayan kendi nefsini ayıplamış olur." (11)
Söz taşıyıp, gıybet
yapana karşı ne
yapılmalı?
Hasan el–Basrî'ye:
"Falan kimse senin gıybetini yaptı." dediler. O da ona bir tabak tatlı gönderdi ve "Bana şöyle bir haber ulaştı:
"Sen kendi hasenelerini bana hediye etmişsin, ben de onlara karşılık bunları verdim." dedi. (19)
İmam Âzam'dan rivayet olunmuştur ki:
Ona şöyle denildi:
"Falan senin gıybetini yapıyor." İmam da ona birkaç dinar gönderdi ve "şayet hasenelerinden bize verirse, ona dünyadan çok şeyler veririz. Zira onun kötü niyeti, benim için bir nimettir." (20)
Hikâye edilir ki:
"Beni bana bildiren kimse eğer medh edici ise, ben "İşte o velidir." derim. Beni görmedi; ancak kendisi üzerinde bulunduğu sûret ile beni gördü. Allah'a hamdolsun ki, beni evliyasından bir veliye gösterdi.
Eğer zemmedici ise, "Allah ona benim ayıbımı açmıştır." derim. Zira Allah ancak bir veliye açıklar. Bu adam, beni bana nispet ettiği şey ile isimlendiriyor ve hatırlatıyor ki, işte o sıfattan korunalım. Allah'ın kullarına ancak bir veli nasihat eder. Bu o şeyhin, halkın bütünü hakkındaki itikadı idi." (21)
"Haktan sükût eden kimse dilsiz şeytandır." Çünkü bu kudret esnasında rızanın delilidir. Ömer RadıyAllahu Anh'dan yapılan nakle göre; sükût daha hayırlıdır. Ancak hayırda olanı müstesnadır. Denilir ki:
"Hakkı söyle yoksa sükût et" (22)
İbn Abbas RadıyAllahu Anh'dan nakledildiğine göre o şöyle demiştir:
"Denildi ki (veya ben dedim ki):
"Yâ Resûlullah! Üzerinde salihler varken yer yarılır ve salihler de yere batırılır mı?" Dedi ki:
"Evet, günahkârlara yağcılık yapmalarından ve sükût etmeleri yüzünden böyle olur." (23)
Peygamberimiz SallAllahu Aleyhi ve Sellem'den nakledilen bir hadiste, O, SallAllahu Aleyhi ve Sellem:
"Benim ümmetimden birtakım insanlar vardır ki, yağcılık yapmaları ve onlarla yiyip içmeleri, oturup kalkmaları dolayısıyla maymunların ve domuzların sûreti üzerine kabirlerinden haşr olunurlar." buyurmuştur. (24)
Ömer b. Abdülaziz RadıyAllahu Anh'dan nakledildiğine göre; Allahu Teâlâ özel birtakım kimselerin işlediği amel sebebiyle herkese azap etmez. Fakat masiyetler alenîleştiği, açıktan işlendiği zaman ve onu münker görmedikleri zaman topluluğun hepsi ukûbete müstahak olurlar. (25)
Hülâsa olarak; gıybet, kardeşini hoşlanmadığı bir şeyle zikretmektir, ister onun bedenindeki bir noksan sıfatı olsun veya nesebindeki veya yaratılışındaki veya fiilindeki veya sözündeki veya dinindeki ve dünyasındaki, hatta elbisesindeki ve evindeki, binek hayvanındaki bir noksan olsun zikretmen söylemendir, bunların hepsi birdir. (26)
Kuşeyrî "Risale"lerinde zikredilmiştir ki, Allah, Musa Aleyhisselâm'a şöyle vahyetti:
"Kim gıybetten tevbe edici olarak ölürse, o cennete girenlerin en sonuncusudur. Kim de gıybet üzerine ısrarlı ölürse, o cehenneme ilk girenlerden olur." (27)
İbrahim b. Edhem bir davete çağrılmış ve hazır bulunmuştu. Onlar da kendilerine gelmeyen bir adamı zikretmişler ve demişler ki: "O ağır ayaklıdır." Bunun üzerine İbrahim dedi ki: "Ancak bana nefsim yapacağını yaptı ki kendisinde insanların gıybetinin yapıldığı bir yere gelip hazır bulundum." Ardından derhal oradan çıktı ve üç gün yemek yemedi.
İnsanların gıybetini yapan kimsenin misâli, bir mancınık dikip hasenelerini şarka, garba atan kimsenin misâli gibidir. Horasanlı birinin gıybetini yapar diğer bir kere Hicazlı birisinin gıybetini yapar, diğer bir keresinde bir Türk'ün gıybetini yapar. Böylece onun haseneleri dağılır ve kendisiyle birlikte bir şey olmadığı hâlde haşre kalkar. (28)
Yahya b. Muaz: "Mü'minin senden hazzı üç haslet olsun: Eğer ona menfaat vermezsen, ona zarar da verme. Eğer onu sevindirmezsen, onu kederlendirme de. Eğer onu medhetmezsen, onu kötüleme de." dedi. (29)
İcma da şunun üzerindedir: Başkasını hoşuna gitmediği şeyle zikreden kimse gıybet edicidir. İster dinî ister dünyevî olsun. Belki de hak olan, tafsil etmektir. Eğer bu zikir ve anma nefsanî bir garazdan ötürü olursa, gıybettir. Eğer dinî bir garazdan ötürü olursa, gıybet değildir. Lakin muhatabın, gıybeti edilen kimseyi bilmesi şart kılınır. Bir de ihtimam vechi üzere olması değil; sövme vechi üzere olması şart kılınır. (30)
Bir kişi oruç tuttuğu, namaz kıldığı ve insanlara el ve lisan ile zarar verdiği zaman onda olan şeyi zikretmek gıybet olmaz. (31)
Yine Kadıhan diyor ki:
"Bir adam bilse ki, falan münker işlemektedir. Onun için caiz olur ki, bunu onun babasına yazsın. Babasına yazacak olsa, baba onu bundan men eder ve onun üzerine kâdir olur. Onun için yazması helal olur, demişlerdir."
Bir adam, kardeşinin kötülüklerini ihtimam vechi üzerine zikretse, bu gıybet olmaz. Yoksa sövme ve tân vechi üzere olursa, gıybet olur. (32)

BİZE DOSTLARIMIZLA İLGİLİ KÖTÜ SÖZ SÖYLEMEYİN

Bir mü'mine, bir başka mü'min kardeşi hakkında kötü söz söylendiği zaman hemen ona müdahale etmelidir. Ne yazık ki, günümüzde bu prensipten eser görmemekteyiz. Gerçek inanç sahibi mü'minler, yanlarında başkalarının dedikodularını yaptırmazlar. Kim yanında birinin dedikodusu yapılırken ona müdahale etmiyor ve onu merakla dinliyorsa, o mü'min imanını iyiden iyiye süzgeçten geçirsin; çünkü tehlikededir.
İbn Mes'ûd RadıyAllahu Anh anlatıyor:
"Resûlullah Aleyhissalâtü Vesselâm buyurdular ki:
"Bana kimse ashabımın birinden (canımı sıkacak bir) şey getirmesin. Zira ben, sizin karşınıza, içimde hiçbir şey olmadığı hâlde çıkmak istiyorum." (12) İşte biz böyle mükemmel bir Peygamberin ümmetiyiz. Kâinatın Efendisi'nden gayri bu sözü söyleyecek bir insan bulunabilir mi? Bu sözün altında ne hikmetler, ne cilveler, ne dersler bulunmaktadır.
Bir defa, Kâinatın Efendisi her hâlükarda ashabına sahip çıkmakta ve korumaktadır. Onlar hakkında, olsa dahi olumsuz bir söz duymak istemiyor. "Onların karşısına çıktığımda, onlar hakkında kalbimde en küçük bir şey olmayacak." diyor. Ne kadar yerinde bir tespit, ne müthiş bir güzellik. Resûlullah'ın yolundan gitmek isteyenlerin uygulayacağı en önemli prensiplerden biri bu olmalı. Biri sana yakın çevrenle ilgili bir olumsuz bir şeyler söylemeye kalktığında ona müsaade etmeyeceksin. "Ben mü'min kardeşimle ilgili olumsuz bir şey duymak istemiyorum." demek, er kişinin, gerçek mü'minin yapacağı iştir. Yoksa mü'min kardeşin hakkında biri sana bir şey söylediği zaman ağzın kulaklarına vararak dinliyorsan, bu da fâsıklık ve münafıklık alâmeti ve işidir.
Yine Asr–ı Saadete gideceğiz ve yaşanan bir hâdiseden ders çıkaracağız.
Aişe RadıyAllahu Anhâ anlatıyor:
"Ey Allah'ın Resûlü! Sana Safiyye'deki şu şu hâl yeter!" demiştim. Bundan memnun kalmadı ve:
"Öyle bir kelime sarfettin ki, eğer o denize karıştırılsaydı, denizin suyuna galebe çalıp ifsad edecekti." buyurdu. Hz. Aişe ilaveten der ki:
"Ben Resûlullah Aleyhissalâtü Vesselâm'a bir insanın tahkir maksadıyla taklidini yapmıştım. Bana hemen şunu söyledi:
"Ben bir başkasını kusuru sebebiyle söz ve fiille taklit etmem. Hatta buna mukabil bana şu şu kadar pek çok dünyalık verilse bile!" (13)
Bu hadis–i şerifte de bizim için dersler ve ibretler vardır. Hiç şüphesiz Hazreti Aişe validemiz, ne iftira atmış, ne de kötü bir şey söylemiştir. Söylediği muhatabında olan bir şeydi. Buna rağmen yasak büyük makamdan gelmiştir. Hafif bir gıybet olmasına rağmen denize karışsaydı, denizin suyuna galebe çalardı ve ifsat ederdi. O küçük bir söz, böyle olunca ya günümüzün fitne fesatçılarının durumunu bir düşünün.
Bunlar hakkında birçok tehdit ve uyarı bulunmaktadır. Bunlardan birini Huzeyfe RadıyAllahu Anh anlatıyor:
"Resûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz buyurdular ki:
"Kattat (söz taşıyan) cennete girmeyecektir."
Bu hadis, Müslim'in rivayetinde "Nemmâm cennete girmeyecektir" şeklinde gelmiştir. (14)
Mü'minlerin arkasından söz taşıyan, dedikodu yapan, mü'minlere iftira atan insanlar, Kâinatın Efendisi'nin bildirdiğine göre; cennete giremeyecekler. Günümüz mü'minlerine baktıkça ne kadar büyük bir tehlike ile karşı karşıya kalındığı açıkça görülmektedir.
Özellikle zannın kaynağı yalnız nefsî işler olduğu zaman hata daha büyük olur.
Gerçi zannın hepsi günah ve vebal değildir. Allah'a ve mü'minlere güzel zan gibi, vacip olan zan da vardır. Nitekim Nur sûresinde, "Erkek ve kadın mü'minlerin bu iftirayı işittiklerinde kendi vicdanları ile iyi zanda bulunup da…" (15) buyrulmuştur. Kudsî hadiste de "Ben kulumun beni zannı yanındayım." diye rivayet olunmuştur. Kâinatın Efendisi: "Her biriniz ancak Allah'a iyi zanda bulunarak ölsün." (16)
"İyi ve güzel zan imandandır." (17)
"Allahu Teâlâ Müslümandan kanını, ırzını ve kendisine kötü zanda bulunulmasını haram kılmıştır." (18)

Çevrimdışı Mstfx67

  • araştırmacı
  • ***
  • İleti: 354
MÜSLÜMANIN DİKKATİNE
« Yanıtla #1 : 23 Temmuz 2006, 22:17:23 »
Alıntı

İyi ve güzel zan imandandır

 :x
BA$KASININ AYIBINI SÖYLEMEYi DÜSÜNDÜGÜN ZAMAN NEFSININ AYIBINI hATIRLA!!!