FORUM AKTİVİTELERİMİZ > HAFTANIN MEVZUU ARŞİVİ
Selamın Ve Selamlaşmayı Yaymanın Fazileti [4 Şubat 2008]
SadakatNet:
Hafta: 15
Mevzu: Selamın ve selamlaşmayı yaymanın fazileti
İyi araştırmalar..
müteallim:
Selâm kelimesi; sulh, rahatlık, sonu iyi ve hayırlı çıkma mânâlarına gelir. Ayrıca fâni olmama, zevalsiz olma mânâsına gelen Allâh-ü Teâlâ’nın isimlerinden de birisidir.
Selâm alıp vermenin tarihi en az insanın yaratılışı kadar eskidir. Bir Hadîs-i Şerifte beyân edildiğine göre; Cenâb-ı Hakk Hz. Âdem(as)’ı halkettiği zaman kendisine “Git de oturmakta bulunan şu melekler topluluğunu selâmla. Sana (mukâbele olarak) verecekleri selâma kulak ver. Çünkü o, senin de, zürriyetinin de selâmı olacaktır.” buyurdu. Âdem(as) varıp meleklere, “Esselâmü aleyküm” dedi. Onlar da, “Esselâmü aleyke ve Rahmetüllah” dediler.
Ancak, insanlar Allah’ın emirlerinden uzaklaşınca, İslâm’ın şerefini ve selâmın ehemmiyetini, hatta lafızlarını bile unuttular ve unutturuldular. Hz. Âdem(as)’ın Vahy-i Rabbâni üzerine, meleklerden telâkkî ettiği selâm yerine; her milletin arasında ayrı bir acâiblik görülmeye başlandı. Hıristiyanlar, birbirini selâmlayacağında elini ağzına koymakta; Yehûdiler, elleriyle işâret edip baş eğmekte; Mecûsîler, iki büklüm olup eğilmekte ve câhiliyyet devri Arablarıda “Allah sana hayat versin” mânâsına gelen “Hayyâkellah” sözünü, selâm olarak kullanmakta idiler. Hiçbir hususta, başka milletlerle ortaklık kabul etmeyen İslâm Dîni, o câhiliyyet âdetlerine aslâ iltifat etmedi ve tâlimini Kur’ân-ı Kerîm, tatbîkini Sünnet-i Seniyye içinde bulduğumuz selâmı asıl şekli ile bugüne kadar muhâfaza etti ve mensublarına öğretti.
İslâm fıkhına göre selâmı vermek sünnet-i kifâye, almak farz-ı kifâyedir. Fakat selâm vermek, bir farzın işlenmesine sebeb olması ve İslâmî şiârın ihyâsına hizmet etmesi bakımından, almaktan daha hayırlıdır. Zîrâ selâm veren işlediği sünnetin ve işletmeye vesîle olduğu farzın sevablarını birlikte kazanmış olur. Nitekim bir Hadîs-i Şerifte Peygamber Efendimiz(sav): “İnsanların Allâh’a göre en elverişlisi, selâma ilk başlayandır.” buyurmaktadırlar. Yüce Rabbimiz , Kur’ân-ı Kerîm’in bir çok yerinde biz kullarına selâm vermiştir. Selâm bir Sünnet-i Muhammedî olduğu gibi, diğer Peygamberlerinde sünnetidir.
Selâm alıp, verirken dikkat edeceğimiz bazı hususlar, riâyet etmemiz îcâb eden bazı kâideler mevcuttur. okuduğumuz Âyet-i Kerîmede meêlen buyuruluyor ki: “Bir selâm ile selâmlandığınız vakit siz ondan daha güzeli ile selâmı alın veya onu ayniyle karşılayın. Şübhesiz ki Allah her şeyin hesâbını hakkıyla arayandır.”
İnsan, bildiğini yapınca hayra ulaşır. Bu sebeple Rasûl-ü Ekrem Efendimiz(sav) şöyle buyurmaktadırlar: “Selâmı yayınız, yemek yediriniz, akrabalık (vazifelerini) devam ettiriniz ve halk uyurken namaz kılınız, selâm(ve selâmet) ile Cennet’e giresiniz.”.
Selâm, küçük büyük her müslümana verilmelidir. Hz.Enes(ra), küçük yaşta Resûlüllâh’ın himâyesi ve terbiyesi altına girdi ve on sene hizmette bulundu. Bu mübârek sahâbi, Peygamber Efendimiz’in kendisine selâm verdiğini haber vermektedir.
İnsan, kendi âilesine selâm verip alabilir.
Tevâzua daha muvâfık bulunduğu için binekli olan, yaya olana; yürüyen oturana; atlı olan merkebli olana selâm vermelidir.
Efrâdı az olan bir topluluk, çok olana selâm verir.
Yaşça ve ilimce küçük olanlar, bu bakımdan büyük olana selâm vermelidir.
Gayr-i müslime selâm verilmez. Onlar verecek olursa sadece “Ve aleyküm” demekle yetinilir. Çünkü onlar böyle bir duâya lâyık değildirler.
Cum’a ve bayram günlerinde hutbe îrad edilirken, hatibe veya cemâate; Hadis rivâyet edilen mecliste, okuyan ve dinleyenlere; ilmî bir ders yapıldığı sırada o mecliste hazır olanlara selâm verilmez. Çünkü konuşan veya dinleyeni yanıltmak ihtimali vardır.
Ezan ve ikâmet esnâsında selâm verilmez.
Kumar masası başında oyun oynayanlara, halâda bulunanlara, hamamda tesettürü terk etmiş kimselere de selâm verilmez.
İnsanların birbirini sevmesi; anlayıp kaynaşması, yaklaşıp konuşması iledir. Selâmlaşmak da, işte bunu te’min ve te’sis edecek olan başlıca müessirdir. Fahr-i Kâinât Efendimiz Hadîs-i Şeriflerinde buyuruyorlar ki: “Üç şey, (din) kardeşine (olan) sevgini hâlis kılar: Karşılaştığında selâm vermen, bir mecliste ona (yer) genişletmen ve onu, isimlerinden en sevimlisi ile çağırmandır.”
Ber-ceste:
846. Abdullah İbni Amr İbni Âs radıyAllahu anhümâ şöyle dedi:
Bir adam, Resûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem’e:
– İslâm’ın hangi özelliği daha hayırlıdır, diye sordu? Resûl–i Ekrem:
“Yemek yedirmen, tanıdığın ve tanımadığın herkese selâm vermendir” buyurdu.[1]
848. Ebû Umâre Berâ İbni Âzib radıyAllahu anhümâ şöyle demiştir:
Resûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem bize şu yedi şeyi emretti: Hasta ziyaretini, cenâzeye iştirak etmeyi, aksırana hayır dilemeyi, zayıfa yardım etmeyi, mazluma yardımcı olmayı, selâmı yaygın hale getirmeyi ve yemin edenin yemininin yerine gelmesini temin etmeyi.[4]
849. Ebû Hüreyre radıyAllahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Siz, iman etmedikçe cennete giremezsiniz; birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olamazsınız. Yaptığınız zaman birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi? Aranızda selâmı yayınız.”[5]
850. Ebû Yûsuf Abdullah İbni Selâm radıyAllahu anh şöyle dedi:
Ben Resûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem’i:
“Ey insanlar! Selâmı yayınız, yemek yediriniz, akrabalarınızla alâkanızı ve onlara yardımınızı devam ettiriniz. İnsanlar uyurken siz namaz kılınız. Bu sayede selâmetle cennete girersiniz” buyururken işittim.[7]
851. Tufeyl İbni Übey İbni Kâ’b, söylediğine göre Abdullah İbni Ömer’e gelir ve onunla birlikte çarşıya çıkarlardı. Tufeyl sözüne şöyle devam etti:
Biz çarşıya çıktığımızda, Abdullah, eski eşya satan, değerli mal satan, yoksul veya herhangi bir kimseye uğrasa mutlaka selâm verirdi. Bir gün yine Abdullah İbni Ömer’in yanına gelmiştim. Çarşıya gitmek için kendisine arkadaş olmamı istedi. Ona:
– Çarşıda ne yapacaksın? Alış verişe vâkıf değilsin, malların fiyatlarını sormuyorsun, bir şey satın almak istemiyorsun, çarşıdaki sohbet yerlerinde de oturmuyorsun? Şurada otur da, birlikte konuşalım, dedim. Bunun üzerine Abdullah:
– Ey Ebû Batn! –Tufeyl, iri göbekli bir kişi olduğu için böyle hitap etmiştir– Biz, sadece selâm vermek üzere çarşıya çıkıyoruz; karşılaştığımız kimselere de selâm veriyoruz, cevabını verdi.[8]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Buhârî, Îmân 20; İsti‘zân 9, 19; Müslim, Îmân 63. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 131; Nesâî, Îmân 12.
550’de geçmiş, gerekli açıklama orada verilmişti.
[4] Buhârî, Mezâlim 5; Müslim, Libâs 3. Ayrıca. bk. Tirmizî, Edeb 45; Nesâî, Cenâiz 53.
Benzeri 894’de tekrar gelecek olan bu hadis 241’de geçmişti.
[5] Müslim, Îmân 93. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 131; Tirmizî, İsti‘zân 1; İbni Mâce, Mukaddime 6, Edeb 11.
379’da geçmişti
[7] Tirmizî, Kıyâmet 42. Ayrıca bk. İbni Mâce, İkâmet 174, Et’ime 1.
1167’de tekrar gelecektir.
[8] Mâlik, Muvatta’, Selâm 6.
RİYAZUS SALİHİN
tunike:
Allah razı olsun
TuLİP:
A'meş, Amr b. Mürre yolu ile gelen rivayette, Abdullah b. Haris şöyle anlattı:
Bir kimse, bir toplulupa selam verirse onun derece itibari ile fazileti vardır. Şâyet selam verdiği kimseler, onun selamına karşılık vermezlerse, melekler onun selamına karşılık verir; öbürlerine de lanet eder.
Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Size bir şey göstereyim mi?Onu yaptıgınız takdirde, aranızda sevgi bağımeydana gelir."
Evet ya ResulAllah dediler. Şöyle buyurdu:
"Aranızda açıktan selam veriniz."
Atâ şöyle anlattı:
Yürüyen oturana selam verir: küçük büyüğe selam verir: arkadan gelen, önde gidene selam verir...
İki kişi karşı karşıya gelince söze selamla başlarlar. Hasan basri (r.a.) şöyle anlattı:
Bir cemaat, diğeri ile karşılaşınca, az olan çok olana selam verir.
Yezid b. vehb, Resulullah (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğunu anlattı:
Binekli yayaya selam verir; yaya, oturana selam verir;az olan da çoğa selam verir.
Muaviye b. kure, Resulullah (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğunu anlattı:
"Selam verdiğiniz zaman selamınızı duyurunuz. Selama karşılık verdiğiniz zaman da duyurunuz. Oturduğunuz zaman, kendinizden emin bir şekilde oturunuz. Birinizin konuşması, diğerinden yükses sesle olmasın."
(Bostanü'l-Arifîn 815-816)
Navigasyon
[0] Mesajlar
[#] Sonraki Sayfa
Tam sürüme git