Gönderen Konu: Çanakkale Bir Destandır  (Okunma sayısı 8899 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Lika

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 3892
Çanakkale Bir Destandır
« : 05 Mayıs 2008, 20:42:10 »

Bugün ülkemizin içinde bulunduğu bütün darboğazların sebebi, bizi biz yapan değerlerimizden uzaklaşmamızdır. Çanakkale’den aldıkları dersle düşmanlarımız neremize vuracaklarını öğrenmişlerdir. Biz ise, tam tersine bir tembellik ve gaflet içine düşüp, sürekli düşman oyunlarına gelmişiz...
Çanakkale Zaferi yokluk ve yoksulluk döneminin başarısıdır. Maddi ve siyasi açıdan Devlet’in tıkandığı bir dönemde meydana gelmiştir. Maddi imkanların, neredeyse tabana vurduğu, düşmanların ise çok güçlü bulunduğu bir savaştır.

Bu gerçeğe rağmen, Çanakkale savaşları, nasıl zaferimizle sonuçlandı?

Bu zaferin bir tek doğru izahı vardır. O da “Mehmetçiğin imanı”dır.

“Ölürsem şehit, kalırsam gazi!” dedirten iman, askerimizi kahramanlaştırmıştır.

Kana, kine ve inanılamaz bir ateş sağanağına rağmen, Mehmetçik, adının ilham ettiği imanı hiç unutmamış, bir gül bahçesine girercesine şehadete koşmuştur.



Yine bu imanladır ki, fedakarlığın her türlüsüne, açlığa, yara bere ile yaşamaya sabırla katlanmış, yılmamış, yıkılmamıştır. Mehmetçiği ayakta tutan güç, düşmanlarını şaşkına çevirmiştir. Zira böylesine bir direnci onlar düşünmek değil, hayal bile edememişlerdi...

Düşman cephe, her ihtimali hesaba katmıştı ama imanın kahramanlaştırma derecesini bilememişti...

Ateş püsküren çeliğe karşı, Mehmetçik, iman dolu göğsünü siper etmişti.

Hem de onca kan, kin ve acımasızlığa karşı, insanlığından birşey kaybetmiyor, düşmanının seviyesizliğine asla düşmüyordu. Savaşa da güzellik getiriyordu. Hastaya, hastahaneye, silahsıza, teslim olana ateş etmiyor, esire misafir muamelesi yapıyordu.


İmanından kaynaklanan merhameti öyle coşkundu ki, onu “tek dişi kalmış medeniyetin” acımasızlığı bile söndüremedi. Mehmetçiğin merhametinden düşmanı da yararlandı. Kendisini tehlikeye atarak, yaralı düşmanını sırtlayıp, siperine götürdü.

Mehmetçik Çanakkale’de binlerce insanlık dersi verdi. Daha aradan bir asır bile geçmeden, bırakın düşmanlarını; dostları, hatta çocukları ve torunları dahi, o insanlık örneklerine yabancılaştı.


Şimdi, Mehmetçiğin Çanakkale’de yaşadığı insanlığa bütün dünya muhtaçtır. Çünkü, açık ve örtülü savaşlarda yine acımasızlıklar, sömürüler, bencillikler yaşanıyor. Yine insanlar, küçük çıkarlar uğruna açlığa ve ölüme terkediliyor. Özellikle de Müslümanlar, yine dünyanın her yerinde, kana, gözyaşına, acıya boğuluyor.

Çanakkale’de Mehmetçiğin sergilediği insanlığı, samimi olarak yaşatacak bir imana şiddetle ve çok acele ihtiyaç vardır. Bu imanı yaşayarak, dünyada insanlığın, sevginin, hoşgörünün hala var olduğuna insanları inandırmak gerekiyor. Aksi halde, zayıfın ezilip sömürüldüğü, zenginin daha da zenginleştiği bir maddeci zihniyet, çölleşmedik gönül bırakmayacaktır.


Dünyayı yeniden ve bir daha, merhametle, vicdanla, sevgiyle, şefkatle kim tanıştıracak?

Bu insanlık görevi herkesten önce, Çanakkale dehşetinde bu güzellikleri yaşayanların torunlarına düşer.


Yani bize, size, hepimize düşen ve alternatif olmayan bir görevdir bu...


İnsanlık, ya yeniden ve bir daha kendine gelecek, yaratılış gayesini hatırlayıp, dünyaya yaşanılacak bir hayatı gösterecektir, ya da gelişini hızlandırdığı kıyameti bekleyecektir...


Mehmetçiğin güzelliklerinin kaynağı yüreğindeki imandı. O, imanın doğru adreste aranması gerektiğini de adıyla, bütün aleme göstermekteydi. Çünkü o, MEHMETÇİK idi... Adı sahibinin güzelliklerine talipti. Bütün imkansızlığına, çaresizliğine ve bilgi eksikliğine rağmen, güzelliğin adresini biliyordu.

Kaynaktan kopmamıştı.... Güzellik kaynağından uzaklaşmamıştı. Gönlü, GÜZELLER GÜZELİ’ndeydi...


Bu millet, onu o kadar çok seviyordu ki, bu muhabbetle O’nun adını askerine ad olarak almıştı. Böylece dünyada, Peygamberi’nin (Aleyhissalatu Vesselam) adı kendisinde ad olan tek ordu olmuştu...

Hem de bu adı alışta, benzersiz bir incelik göstermiş, asla O’nun gibi olamayacağını bilmenin ve aşkının derinliğini göstermenin idraki içinde, Muhammed’i Mehmed’e çevirmiş, onu da küçülterek askerine isim yapmıştır.

İşte Çanakkale, bu askerin zaferidir…

Çanakkale’yi diğer zaferlerimizden ayıran bir üstünlüğü de, Osmanlı’nın son döneminde, daha doğrusu, çöküşü sırasında kazanılmış olmasıdır.

Bu zafer, çöktü, bitti, öldü denildiği zamanda bile, Osmanlı insanının ne olduğunu bir kez daha bütün dünyaya göstermiştir. Osmanlı insanını, bütün olumsuzluklara rağmen güçlü ve üstün kılan İslam imanını dosta, düşmana tanıtmıştır.

O günden sonra, düşmanlarımızın asıl hedefi, imanımız olmuştur. Çünkü onlar da iyice anlamışlardır ki, yüreklerde bu iman olduğu sürece, bu millet ne sürü olur, ne de sömürülür...


Bugün ülkemizin içinde bulunduğu bütün darboğazların sebebi, bizi biz yapan değerlerimizden uzaklaşmamızdır. Çanakkale’den aldıkları dersle düşmanlarımız neremize vuracaklarını öğrenmişlerdir. Biz ise, tam tersine bir tembellik ve gaflet içine düşüp, sürekli düşman oyunlarına gelmişiz...



İşin en acı yanı da, maddi ve manevi varlığımızı borçlu olduğumuz İslam İmanı ve onun kazandırdığı ahlaktan uzaklaşmış olmamızdır.



İslam imanından uzaklaşmak demek, sahip olduğumuz temel hayat damarını koparmak demektir.

Çünkü bu millet, bin senedir, sahip olduğu bütün güzellikleri o imana borçludur. Bütün kahramanlığını, güzel ahlakını, sevgisini, o imandan ve o imanın en yüksek temsilcisi olan GÜZELLER GÜZELİ’nden almıştır.


Bu gerçeği görenler, bu milleti zayıflatmak ve yenmek için, doğrudan doğruya her vesile ve vasıta ile imana saldırmaktadırlar. Bu konuda netice almak için her yolu, daha doğrusu her yolsuzluğu deniyorlar... İlmi gerçekleri saptırıyorlar, tarihi tahrif ediyorlar, güncel olayları tersine çeviriyorlar...

Bütün mesele, İslam’la güçlenmiş, kahramanlaşmış olan bu milleti, tarih sahnesinden silmektir. Çanakkale’de çok ümitlendiler.


Maddi sebeplere, silah ve asker üstünlüğüne, Osmanlı’nın askeri ve bürokratik çözülmesine bakınca da, hemen harekete geçtiler. Ancak, Mehmetçik bütün bu olumsuzlukları tersine çevirircesine şahlandı...


Bu şahlanış, bütün planları, entrikaları, ince ayar hesapları altüst etti...

1916 yılının şartları 2 yıl sonra değişti. Çünkü Mehmetçik elinden geleni, hatta gelmemesi gerekeni de, Allah’ın izniyle yapmıştı. Ancak, askeri ve sivil bürokrasi, kendisinden ve silah arkadaşlarından kaynaklanan sebeplerle çaresiz kaldı ve Devlet çöktü. Ama Mehmetçik çökmemişti.

Zira, hala aynı imanın sahibiydi Mehmetçikler...

Şimdi artık düşülen yerden kalkmanın günüydü. Tekrar, yegane gücümüz olan Mehmetçiğe iş düştü. Bu defa bütün millet, 7’den 70’e Mehmetçik’ti... Yeni savaşın adı, İSTİKLAL SAVAŞI idi.

İstiklal, bağımsızlık demekti. Daha iki asır önce dünyaya bağımsızlık armağan eden Devlet, şimdi son vatan parçasında kendi bağımsızlığını kurtarmaya çalışıyordu.


Yine imkansızlık vardı...

Yine düşman çoktu ve güçlüydü.

Biraz yorgun ve yaralı da olsa, yine karşılarında kahraman Mehmetçik vardı. İstiklal Savaşı, Çanakkale’nin verdiği tecrübe ve moralle kazanıldı. Mustafa Kemal’den Ali Çavuş’a kadar, aynı kadro, bir daha cephede saf tuttu.

Çanakkale, hem Balkan savaşlarındaki acı yenilgimizin hüznünü giderdi, hem de İstiklal Savaşımıza güç verdi.


Söylemesi biraz zordur ama, Çanakkale Zaferi, günümüzdeki olumsuzluklardan bile sorumludur. Çünkü Çanakkale, sekiz buçuk ay içinde, ülkemizin en iyi yetişmiş, en kaliteli insanlarını, gelecek vaadeden parlak gençlerini de alıp götürmüştür. Zira Çanakkale bir subay savaşı olmuştur. İstanbul’un ve Anadolu’nun en seçkin liselerinin öğrencileri, gönüllü olarak Mehmetçiğin imdadına koşmuş ve büyük bölümüyle de burada Mehmetçik olarak şehit olmuşlardır.


En kaliteli insanımızın Çanakkale’de dünyasını değişmesi, günümüze kadar uzayıp gelen bir kahtı ricale (adam kıtlığı) sebep olmuştur.


Bununla beraber, Çanakkale, milletimizin hafızasına kazınmıştır. Hatıralarının en canlısı ve etkilisi olarak, ibretlerle dolu durmaktadır.


Çünkü, neredeyse her iki evden biri Çanakkale’ye evladını göndermiştir. Hem de Çanakkale’de, bugün çok muhtaç olduğumuz müthiş bir birlik ve beraberlik yaşamışızdır. İstanbul’dan Ankara’ya, İzmir’den Adana’ya, Samsun’dan Selanik’e, Gaziantep’ten Tunceli’ye, Kahramanmaraş’tan Diyarbakır’a, Medine’den Bağdat’a, Kudüs’ten Trablusgarb’a, Üsküp’ten Saraybosna’ya kadar bütün İmparatorluk coğrafyasından insanımız, yanyana, omuz omuza düşmana karşı durmuşlardır.

Bu birlik gönül birliği idi, iman birliği idi, din kardeşliğinin verdiği beraberlik idi...

Şimdi, son vatan parçası olan Anadolu’da bile, bir avuç insan Çanakkale’deki birlik ve beraberliği gösteremiyorsa, burada biraz durup düşünmek gerekmez mi? Evet, bu noktada durup düşünmek ve “Acaba, biz nerede yanlış yapıyoruz?” diye kendimizi hesaba çekmek icap etmez mi?

Çanakkale’nin o zor ve çetin günlerinde var olup da bugün kaybettiğimiz ruh, nasıl bir şeydi?

O ruhu, yani Çanakkale heyecanını yeniden bulmak, birçok şeyi bulmamız anlamına gelecektir.


İnanıyoruz ki yeniden Çanakkale ruhunu kazanırsak, bir daha Kuvayı Milliye aşkını yakalarsak, maddeten ve manen çok güçleneceğiz, önümüz açılacak ve biz, bir kez daha dünyaya insanlık nedir gösterebileceğiz.

Ümitsiz değiliz…

O güzel insanlara ve hatıralarına layık olmaya çalışıyoruz.

Onları anlayan, seven ve yollarını yol bilen güzel gençler yetişiyor.

O güzel gençlere, erkeğiyle kızıyla, güneylisiyle, kuzeylisiyle, doğulusuyla, batılısıyla, hepsine sevgiler, saygılar sunuyorum.


Vehbi Vakkasoğlu
vehbivakkasoglu.com



Ne içindeyim zamanın,Ne de büsbütün dışında;Yekpare geniş bir anın Parçalanmış akışında,
Rüzgarda uçan tüy bile Benim kadar hafif değil.Başım sukutu öğüten Uçsuz, bucaksız değirmen;İçim muradıma ermiş Abasız, postsuz bir derviş;
Kökü bende bir sarmaşık Olmuş dünya sezmekteyim,Mavi, masmavi bir ışık Ortasında yüzmekteyim

Çevrimdışı ruy-ı zemin

  • aktif yazar
  • *****
  • İleti: 1109
  • Seher vakti bereket vakti...
Ynt: Çanakkale Bir Destandır
« Yanıtla #1 : 05 Mayıs 2008, 20:47:12 »
teşekkür ederiz lika kardeşim. ellerine sağlık.
پاى مار      چشم مور      نان منلا      كس نديد

Çevrimdışı Lika

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 3892
Ynt: Çanakkale Bir Destandır
« Yanıtla #2 : 05 Mayıs 2008, 21:01:29 »
Sizin de yorumunuza sağlık ruy-ı zemin kardeşim.Teşekkür ederim :)
Ne içindeyim zamanın,Ne de büsbütün dışında;Yekpare geniş bir anın Parçalanmış akışında,
Rüzgarda uçan tüy bile Benim kadar hafif değil.Başım sukutu öğüten Uçsuz, bucaksız değirmen;İçim muradıma ermiş Abasız, postsuz bir derviş;
Kökü bende bir sarmaşık Olmuş dünya sezmekteyim,Mavi, masmavi bir ışık Ortasında yüzmekteyim

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Ynt: Çanakkale Bir Destandır
« Yanıtla #3 : 18 Mart 2011, 00:33:43 »
teşekkür ederiz lika kardeşim. ellerine sağlık.

Çevrimdışı Miftahulkuluub

  • Administrator
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 1959
    • http://www.sadakat.net
Ynt: Çanakkale Bir Destandır
« Yanıtla #4 : 14 Mart 2014, 14:19:11 »
Çanakkale deniz savaşları, evet bir zaferdir.

Ancak kara zaferleri tam bir hezimettir. Yüzbinlerce, ülkenin talebelerini, aydınlarını, beyin takımlarını taramalı tüfeklerle doğramışlardır.
İncemeseleler    Sadakat.Net    İns SadakatForum  Sevadı Azam


" Derviş isen kardeş takvaya çalış.."

mazhar

  • Ziyaretçi
Ynt: Çanakkale Bir Destandır
« Yanıtla #5 : 14 Mart 2014, 18:39:46 »
Çanakkale Şehitlerine
Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyâda eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi.
-Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya-
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde-gösterdiği vahşetle 'bu: bir Avrupalı'
Dedirir-Yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!
Eski Dünyâ, yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi, mahşer mi, hakikat mahşer.
Yedi iklimi cihânın duruyor karşında,
Ostralya'yla beraber bakıyorsun: Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk:
Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ...
Hani, tâuna da züldür bu rezil istilâ!
Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asil,
Ne kadar gözdesi mevcûd ise hakkıyle, sefil,
Kustu Mehmedciğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına.
Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz...
Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz.
Sonra mel'undaki tahribe müvekkel esbâb,
Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb.
 
Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a'mâkı;
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam,
Atılan her lağamın yaktığı: Yüzlerce adam.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;
O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer...
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,
Boşanır sırtlara vâdilere, sağnak sağnak.
Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller,
Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller.
Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,
Sürü halinde gezerken sayısız teyyâre.
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler...
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kal'â mı göğsündeki kat kat iman?
Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm?
Çünkü te'sis-i İlahi o metin istihkâm.
 
Sarılır, indirilir mevki-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkif edemez sun'-i beşer;
Bu göğüslerse Hudâ'nın ebedi serhaddi;
'O benim sun'-i bedi'im, onu çiğnetme' dedi.
Asım'ın nesli...diyordum ya...nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi nâmusunu, çiğnetmiyecek.
Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar,
Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi...
Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmiyecek makberi kimler kazsın?
'Gömelim gel seni tarihe' desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb...
Seni ancak ebediyyetler eder istiâb.
'Bu, taşındır' diyerek Kâ'be'yi diksem başına;
Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ namıyle,
Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle;
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan,
Yedi kandilli Süreyyâ'yı uzatsam oradan;
Sen bu âvizenin altında, bürünmüş kanına,
Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,
Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile âvizeni lebriz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...
Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana.
Sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini,
Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddin'i,
Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran...
Sen ki, İslam'ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, rûhunla beraber gezer ecrâmı adın;
Sen ki, a'sâra gömülsen taşacaksın...Heyhât,
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât...
Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
Sana âğûşunu açmış duruyor Peygamber.
Mehmet Akif Ersoy