Gönderen Konu: Şemsiyenin aslında güneşlik olduğunu biliyormuydunuz?  (Okunma sayısı 4893 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı aydeniz

  • yazar
  • ****
  • İleti: 560
  • Hakka kul olmak

şemsiyeler ilk olarak 3400 yıl önce Mezopotamyada, bir rütbenin, bir ayrıcalığın simgesi olarak kullanılmaya başlandı. Bu şemsiyeler, Mezopotam yalıları yağmurdan değil, yakıcı güneşten korumak için kullanılıyordu.

şemsiyeler yüz yıllar boyu hep güneşten korunmak için kullanıldı. Hatta ingilizcede şemsiye anlamındaki Umbrella sözcüğü, Latince gölge anlamına gelen Umbra sözcüğünden türemiştir.

MÖ 1200 yıllarına gelindiğinde şemsiye Mısırlılarda dini bir anlam kazandı. gökyüzünün, Tanrının vücudundan yapılmış, dünyayı koruyan bir şemsiye olduğuna inanıyorlardı ve başlarının üzerinde taşıdıkları şemsiye yüksek ahlak simgesiydi.

Romalılar şemsiye kültürünü Mısırlılardan aldılar ama onu hep kadınsı bir simge olarak gördüler ve erkekler tarafından hiç kullanılmadı. Yağlı Kağıttan yapılan şemsiyelerin yağmuru da geçirmediği görülünce, kadınlar tarafından yağmurda da kullanılmaya başlandı. Artık antik tiyatrolarda, yağmurda kadınlar şemsiyeler altında rahat rahat otururken, erkekler sırıl sıklam ıslanıyorlardı.

avrupada şemsiyelerin yaygın olarak kullanılmasına 1700lü yıllarda başlanmıştır. Bu yıllarda şemsiyelerin, yünlü kumaşlarının üstü bir çeşit yağ ile sıvanıyordu. Bu yağ kumaşa su geçirmez bir özellik kazandırıyor ve siyah bir renk veriyordu. Siyah renkli olan bu şemsiyeler erkekler tarafından da benimsendi ve güneş için olan beyaz şemsiyeler, kadınların, yağmur için olan siyahlar ise erkeklerin vazgeçilmez aksesuarları oldu.

Bir çeşit yağ ile sıvanan siyah şemsiyeler gerçekten yağmuru hiç geçirmiyorlardı ama ömürleri de pek uzun değildi. zamanla daha kaliteli şemsiyeler üretildi, ancak siyah renk su geçirmezliğin bir garantisiymiş gibi algılanmaya devam edildi. Günümüzde yazın şemsiye kullanma adeti pek kalmadı ama yağmurda erkekler siyah şemsiye, taşımada hâlâ ısrarlı. Kadınlar ise cıvıl cıvıl renkli şemsiyelerle dolaşıyorlar                                     yenibilgiler.com

Çevrimdışı aydeniz

  • yazar
  • ****
  • İleti: 560
  • Hakka kul olmak
Kalemi Kim icat Etti?
« Yanıtla #1 : 05 Şubat 2011, 10:51:40 »

Yazı dediğimiz şey, uygarlığın gelişmesi ve yayılması bakımından en önemli rol oynamış unsurlardan biri, belki de birincisidir. insanın düşüncelerini ve yaptığı işleri, denemeleri, çalışmalarının sonuçlarını, belirli konulardaki başarı ve başarısızlıklarını kaydedebilmesi,yazı sayesinde mümkün olmuştur. Fakat bildiğimiz anlamda gerçek kalemin yapılmasından önce de yazı yazmak için kullanılan bazı gereçler vardı

Örneğin, taş devri insanı yaşadığı mağaranın duvarlarına karıdığı ilkel resimlerle,kendi çağına ilişkin bazı kayıtların günü müze kadar ulaşabilmesini sağlamıştır. ilkel insanın, parmaklarını bir takım bitkilerin renkli özsuyuna veya avladığı hayvanların kanına batırarak, boya, mürekkep yerine bundan yararlandığı bilinmektedir. Daha sonraları, renkli, katı toprak parçalarından, tebeşirden yararlanmıştı. Çinliler ,yazıdan ziyade resim figürü niteliğindeki harflerini, deve tüyünden fırçalarla çiziktirirlerdi.

Büyük bir ihtimalle, bildiğimiz anlamda ilk gerçek kalem Mısırlılar tarafından yapılmıştır. Eski mısırlılar,oyuk bir ince çubuğa bir bakır parçasını bağlıyorlardı. Bu ilkel kalemi,hokkaya batırılarak kullanılan eski tarz mürekkepli kaleme benzetebiliriz. Yunanlılar tarafından kaleme alınan ilk el yazısı 4000 yıl önceye aittir. Yunanlılar, bu iş için maden,kemik veya fildişinden yapılmış bir kalem kullanıyorlardı. kağıt yerine de bal tohumuyla kaplı tabletlerden fırınlanmış, düz yüzeyli toprak levhalardan, yararlanmaktaydılar.

Daha sonraları, ince bir tüpü andıran, oyuk ve özel olarak yarık yapılmış kamış kullanıldı. ilkel bir mürekkebe batırdıkları bu kalemle papirüs üzerine yazılar yazılıyordu.

Orta Çağda kağıdın kullanılmaya başlamasıyla, kaz, kuğu ya da karga kanadı tüylerinden kalemler yapıldı. Bu tür kalemin ucu sivri ve yarıktı. Zaten ingilizce kalem kelimesinin karşılığı pen, Latince tüy anlamına penna kelimesinden türemiştir.

Çelik uçlu kalemin kullanılmasına ingilterede 1780 yılında başlandı Fakat bu kalemin yaygın ölçüde kullanılması için 40 yıllık bir sürenin geçmesi gerekti. Modern yazı gereci olan dolma kalem, ilk olarak 1880 yıllarında, Birleşik Amerikada yapıldı. Dolmakalemin ucu, genellikle 14 ayar altından yapılıyordu. Ucun sivri noktası da, osmiridyum veya iridyumla sertleştiriliyordu

Çevrimdışı İsra

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 7482
Ynt: Şemsiyenin aslında güneşlik olduğunu biliyormuydunuz?
« Yanıtla #2 : 05 Şubat 2011, 22:18:11 »
teşekkürler

Çevrimdışı aydeniz

  • yazar
  • ****
  • İleti: 560
  • Hakka kul olmak
Hokka Nedir?
« Yanıtla #3 : 06 Şubat 2011, 00:48:08 »

İçine mürekkep, macun, boya vesaire konan küçük yuvarlak malzeme. Arapça bir kelime olup “küçük kutu” manasındadır. içine konan maddelere göre de ad alır. “Macun hokkası, boya hokkası, mürekkeb hokkası” gibi. Ancak daha çok mürekkeb için kullanılır.

Eskiden okur- yazar ve kültürlü insanlar yazı yazmak için yanlarında devamlı kamış kalem, is mürekkebi ve bunun muhafazası için mutlaka mürekkep hokkası bulundururlardı. Bunu günlük hayatlarından bir parça sayarlardı. Hokkalar, çok kıymetli Çin gülabdanları (gül suyu mahfazası) nın ince olan beyaz kısmı kırılarak alt tarafından yapılırdı. Bu hokkaların, boğaz kısmını, ağzını, dip taraflarını altın, gümüş ve kıymetli porselenlerle süslerlerdi. Bunlar içinde sanat değeri çok yüksek

olanları vardı. Madeni hokkalar, içine kamış kalemlerin konulduğu kalemden veya kubur denilen silindir biçimindeki kutuların dibine vida ile bağlanır ve prizmatik biçimde dip tarafı çıkıntılı olarak tutturulurdu. Kalemdanlı olan bu hokkalara “divit” veya “devat” denirdi.

Osmanlılarda hat sanatına ve yazıya çok önem verilmişti. Kanüni devri hattatlarından Şeyh Hamdullah’ın talebesi Mahmüd-i Defteri, istanbul’da kendi ismiyle anılan Defterdar semtinde yazıya olan sevgisinden dolayı yaptırdığı caminin minaresine Hokka kalem şeklinde bir alem koydurmuştur (1541).

Hokkalara mürekkep doğrudan doğruya konmaz. Eğer konursa, hokkaya batırılan kamış kalem, mürekkebi olduğu gibi alır. Yazı yazarken de mürekkebi kağıda akıtır. Bunun için hokkanın içine mürekkeb konmadan önce, “lıka” denilen ham ipekten bir tutam alınır, su ile temizlenip suyu sıkıldıktan sonra hokkaya konurdu. Mürekkep bunun üzerine dökülür. Lıka, mürekkebi sünger gibi emer, mürekkebin akmasını önlerdi. Kamış kalem, lıka içine biraz bastırılınca, lüzumu kadar mürekkebi kaleme bulaştırır ve rahat bir şekilde yazmasını sağlardı.

Hokkalar havanın tozunu emmemesi ve yazının bozulmaması için devamlı kapalı bulundurulurdu. Yazı öğrenen talebe, yazıyı öğreten hat üstadına saygı örneği olarak yazı meşki sırasında (yazı yazarken) hocasının rahatça kalemini batırması için hokkayı elinde tutması güzel bir gelenek halini almıştır. Hatta zamanın padişahlarından Sultan ikinci Mustafa han, hocası Hafız Osman’ın hat dersinde hokkayı elinde tutmuş, hayranlıkla hocasına; “Artık bir Hafız Osman Efendi yetişmez!” demesiyle, üstadının; “Hocasının hokkasını tutan böyle padişahlar oldukça daha çok Hafız Osmanlar yetişir, hünkarım!” cevabını vermiş olduğu nakledilir.

Batı kültürü bu sahaya da intikal edince sanat değeri çok yüksek olan hokkalar ve kamış kalemler, yerini madeni hokka ve kalemlere terk etmişlerdir.Tarihi değeri yüksek sanat eseri hokkalar ancak müzelerde görünür olmuştur. Kültür açısından Hokka şiirde de yer almıştır. Bilhassa divan şiirinde sevgilinin ağzı hokkaya benzetilmiştir.