Tam 55 yıl önce, yani 16 Haziran 1950 de, 1933 yılından beri
Türkçe olarak okutulan ezanın Arapça orijinal haliyle okunabilmesine
imkan sağlayan kanun Meclis’te kabul edildi.
Meclis’in aldığı karar radyolardan ilan edilince, Türkiye’nin dört bir yanında
halk sevinçten sokaklara döküldü. Tüm gözler minarelere çevrildi ve ilk
ezan sesi beklenmeye başlandı. Halk sevinçten çılgına döndü. Gözyaşları
tüm Türkiye’de sel olup aktı.
O gün ne olduğunu ayrıntılı anlatacağım. Ama önce, o günlere nasıl
gelindiğine bir bakalım.
Diyanet İşleri Başkanlığı, 18 Temmuz 1932 tarih ve 636 sayılı genelge ile,
ezan ve kametin birkaç ay içinde Türkçe okunacağını bildirdi.
İşte o Türkçe ezan ...
Aralarında Hafız Burhan, Sadettin Kaynak, Hafız Nuri gibi isimlerin
bulunduğu komisyonun çevirisini yaptığı "Türkçe ezan" metni şöyleydi:
‘‘Tanrı uludur, Tanrı uludur
Şüphesiz bilirim, bildiririm
Tanrı’dan başka yoktur tapacak.
Şüphesiz bilirim, bildiririm
Tanrı’nın elçisidir Muhammed.
Haydin namaza, haydin namaza
Haydin felâha, haydin felâha
Tanrı uludur, Tanrı uludur
TAnrı’dan başka yoktur tapacak.’’(Haşa)
Ezanın Türkçe’ye çevrilmeyen tek kelimesi "felâh" oldu. Sebebi,
halkın ‘‘felah’’ kelimesinin ‘‘kurtuluş’’ anlamına geldiğini bilmemesini
sağlamak ve ‘‘haydin kurtuluşa’’ mânâsına gelecek bir çağrıda
bulunmamaktı.
Yasanın 17 Haziran 1950 tarihli resmi gazetede yayınlandığı gün, aynı
zamanda Ramazan ayının da ilk günüydü. Bu durum halktaki duygu
yoğunluğunu daha da artırdı.
O gün Türkiye’nin dört bir yanında yaşananlar, başlı başına ansiklopedik
bir kitap olur. O gün Türkiye’nin dört bir yanında, cami sayısınca bir sevinç
yumağı, insan sayısınca mutluluktan ağlayan bir yürek vardı.
Antalya Aksekili işadamı Ali Katırcıoğlu; ‘‘Bir cuma günü idi, ikindi
kılıyordum, ilan ettiler ‘bugün ezan okunacak' diye. Herkes sokaklara
döküldü. O cuma günü Allahü Ekber, Allahü Ekber diye duyduğum o ilk
ezanı asla unutamıyorum. Demokratikleşme dediniz de, benim için en
büyük demokratikleşme işte o ezandır" der.
O gün İstanbul’da neler olduğunu, aynı günlerde Eyüp’te asker olan
babamdan dinlemiştim. Ezanın orijinal haliyle okunacağını haber alan
İstanbulluların Eyüp Camii avlusunu doldurduğunu ve herkesin ezanı
dinlemek için gözlerini minareye diktiğini söylemişti. Minareden, ‘‘Allahü
Ekber, Allahü Ekber’’ sesleri yükselmeye başladığı andan itibaren,
insanların sevinçten kendilerini yerlere attığını, ezanların bitişini müteakip
de, kurbanların kesildiğini söylemişti.
O gün Erzurum’un bir başka yerinde yaşananları Mehmet Kırkıncı şöyle
anlatılır: "Erzurum halkı ikindi vaktinden itibaren ezanın aslıyla okunacağını
haber aldı. Bütün halk sokaklara döküldü. Bir bayram havası yaşanıyordu.
Herkes kurban keseceği ne varsa alıp, Tebriz Kapı mevkiinden Lâlâ Paşa
Camii'ne kadar dizildi. Minarelerden Ezan-ı Muhammedi okunmaya başladığı
an, herkes sonsuz bir sevince gark oldu. Müftü Solakzade Sadık
Efendi, ‘'Ya Rabbi! Ölmeden önce bize bu günleri gösterdin’’ diye
hıçkırıklar halinde ağlamaya başladı..
Tarihçi yazar Doç. Osman Özsoy