Haberler:


X adresimiz

Ana Menü

Şeyh Edebâli

Başlatan Serche, 01 Eylül 2004, 11:51:46

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Serche

Şeyh Edebâli
Aşireti devlete taşıyan veli

Osman Gazi, Ertuğrul’un ocağında doğar. Destânlarla, menkîbelerle büyür. Babasının silah arkadaşlarını âdeta esir eder. Ayaklarına dolanır, önlerini keser. Ne eder eder cenk hatıralarını anlattırır onlara. Akranlarının çelik çomak oynadıkları çağlarda ata biner, yay gerer. Bıyıklarının terlediği günlerde akınlar düzenler.
Bu coğrafyada zemin kaypaktır. İmparator ne kadar entrikacı ise, tekfurlar da dönektirler bir o kadar. Şefkate şiddetle, ihsana ihanetle karşılık verilen bir iklimde insan kurt olmalıdır. Gün gelir tehlikeyi hisseder, pusuları koklar.
Osman gazi tam bir muhariptir. Atiktir, tetiktir. Attığını vurur, vurduğunu devirir. Cengi satır satır okur ve bin türlü hile bilir. Ama o sadece aşiretini düşünür. Devlet mi dediniz? Yoo hayır! Henüz hayâli bile yoktur zihninde.
O yıllarda Derviş Gazi denilen Hakk aşıkları Anadolu’ya sızar. Bunlar genellikle Horasan asıllıdırlar. Hekimdirler, demircidirler, debbağdırlar. Hasılı sanat sahibidirler ve işlerini iyi bilirler. Dürüst ve emindirler. Hıristiyan ahali bunlara “sarıklı” der ve çok güvenirler. Emanetlerini onlara bırakır, hakemliklerine inanırlar. Öyle ya bu diyarda yalan bilmeyen, haram yemeyen kaç kişi kalmıştır?

MÜJDE
İşte bu gönül erlerinden biri de Ebdal Kumral’dır. Manevi ikrâmlarla donatılmış bir hâl ehlidir. Bir gün Ermeni derbenti denen mevkide Hızır Aleyhisselâm’la karşilaşir. Hizir Aleyhisselâm Osman Gazi’yi kastederek. “O yiğidin istikbali çok parlak” der, “Var bul onu ve müjdeyi ver!”
-Nasıl bir müjde?
-Yakında rüyasını görür.
-Sırrı bileydik, tabirini yapardık.
-Tabir Şeyh Edebâlî’ye yakışır.
Ebdal Kumral, dergâha koşar. Vardığında sohbet başlamıştır. Bir köşeye sokulur, diz çöker. Bakın şu işe ki Osman Gazi de oradadır. Genç mücahid kelimesini kaçırmadan şeyhini dinler.
Edebâlî Hazretleri “Toprağa bağlanın!” der, “Su kullanın, ağaç dikin, bahçelerinizi elden geçirin.” (Bunlar şu cografyada kalici olduklarina dair işaretlerdir) “Fukaraya sahip çıkın, âlimlere hürmet edin.”
Ve bir sır fısıldar: “Heybetli görünmek isteyen, Kuran okusun!”
Gecenin ilerliyen saatlerinde Osman Gazi el öper, müsaade ister. Edebâlî hazretleri gözlerini kısar, geceyi dinler. Sonra nedendir bilinmez “Sabah ola hayr ola” der, “gelin kalın burada!”
Bu diyarda ona itiraz ne mümkündür. “Başüstüne” der, baş egerler.
Derhal döşekler serilir, kandiller çekilir. Avludaki takunya tikirtilari azala azala kaybolur. Ocaktaki meşe kütügü çatirtiyla yanar, duvarda kizil lekeler dolaşir. Dolunay ak gölgelerle ilişir ilik zemine. Uzaktan uzaga ulumalar duyulur ve islik dilli bir rüzgâr…
Osman Gazi ayağını uzatıp yatamaz. Zira odada Mushaf-ı Şerif vardır. Bir köşeye bağdaş kurar, tesbihi ile baş başa kalır. Ama bir ara içi geçer, Edebâlî Hazretlerinin göğsünden çıkan bir nurun kendini kuşattığını görür. Sonra vücudu çınara döner. Dallanıp budaklanır ve çok büyür. Yaprakları bulutlara varır, kökleri kıtaları tutar. Dağlar ovalar, nehirler, şehirler… İnsanlar fevç fevç gelir gölgesine girerler. Huzurlu ve neşelidirler.

TABİR
Osman gazi rüyanın heyecanıyla gelir kendine. Avluda tıkırtılı takunyalar, su sesi ve şıngırtılı ibrikler. Derken müezzinin yanık sesi odayı doldurur. Mescide geçerler. Osman gazi rüyanın tesirindedir hâlâ. Ebdal Kumral sorar. “Ne oldu sana?”
-Bir rüya gördüm hocam. Garip bir rüya!
-İyi ya, işte fırsat. Şeyhimize arzeyle.
-Hata etmeyiz değil mi?
-Söylediğin şeye bak.
Osman Gazi, hani o meydanlara sığmayan yiğit Edebâlî Hazretleri’nin yanında sesini çıkaramaz. Bırakın konuşmayı, nefes almaktan çekinir. Ama bu kez derdini söylese gerektir. Mahçup mahçup rüyasını anlatır. Edebâlî Hazretleri kısa bir tefekkürün ardından “Ey oğul. Sana müjdeler olsun!” der, “Göğsümden çıkan nur kızımdır (Bâlâ hatun). Seni kuşatması evleneceğinize işarettir. Ağaca gelince: Sen büyük bir devlet kuracaksın. Evlatların adaletle hükmedecekler. Allah-ü teâlâ seni ve neslini insanların İslâm’la şereflenmesine vesile edecek.
Ebdal Kumral heyecanlidir. “VAllahi doğru söylüyorsun!” der, “Hızır Aleyhisselam’ın bildirdiği müjde bu olmalı!”

DURSUN FAKİH
Aradan yıllar geçer. Anadolu’daki çalkantılara rağmen beylik büyümektedir. Osman Gazi ihlâslıdır, gayretlidir ama o bir aşiret reisidir hâlâ. Hoş dahasına da tâlip değildir. Zaman zaman şu beyliğin bile vebalinden çekinir. Ama ûlema cihangirliğe teşvik eder. Gelir, gider devlet fikrini işlerler ki, Dursun Fakih bunlardan biridir.
Dursun Fakih, çok âlim görür, ilim meclislerinde bulunur. Ama gönül gözü Edebâlî Hazretleri’nin dergâhında açılır. Onun akıllara durgunluk veren bir hafızası vardır. Öyle ki bir kere okuduğunu alır ezberine.
O yıllarda Moğollar tam bir belâdırlar. Nitekim Anadolu Selçuklularını dağıtır, sultanı tutsak alırlar. İnsanlar korku içinde ve kararsızdırlar. Şöyle tutunacak sağlam bir dal, sığınacak müşfik bir gölge ararlar. Ortalık beyden geçilmez, ama ehilleri nerede?

BAĞIMSIZLIK İLANI
Dursun Fakih, Osman Gaziye çıkar. “Beyim!” der, “Evet bu güne kadar Selçukluya sadık kaldık, ama Selçuklu kalmadı artık. Siz ne derseniz deyin, adınıza hutbe okuyacağım!”
-Adıma hutbe okumak mı? Hayır, Selçuklu’ya isyan edemem!
-Lütfen anlayın. Selçuklu diye bir şey yok gayri ve bundan böyle olmayacak!
-Bu büyük bir mesuliyet ama…
-Çok sancı çektik. Şimdi yeni bir doğum lâzım. Bunu sizin için değil ümmeti Muhammed için yapacağım. İnsanların ihtiyacı var bize. Sanırım vakit geldi. Rüyayı hatırlasanıza.
Osman Bey hâlâ mütereddittir, ama Dursun Fakih onu dinlemez. Bildiği gibi yapar, çıkar beyinin adına hutbe okur. Ki bu hareketin tek adı vardır: “Bağımsızlık ilânı!”
Dursun Fakih adı üstünde fakihtir. Bilinen ilk şeyhülislâm odur. Genç devletin müesseselerini o kurar. Dahası sağlam temeller üstüne oturtur. Bu ne temeldir ki bir imparatorluğu altı asır taşır.
Dikkat ederseniz Osman Gazinin aklında bir devlet fikri yoktur. Onu buna hazırlayan, inandıran, sürükleyen, gayretlendiren hep veliler olur. Hoş sultanlar, onların gölgesinde ağırdırlar.
“Gölge Sultanlar!”… Dizimizin adı, şimdi daha iyi anlaşılıyor olmalı.
((alıntı//yesilyol.net))
    " HER İNSAN ÖLECEK YAŞTADIR! "  

rahname

ŞEYH EDEBALİ'DEN OSMAN GAZİYE NASİHAT
.


Ey Oğul!


Yükün ağır, işin çetin, gücün kıla bağlı, Allah Teala yardımcın olsun. Beyliğini mübarek kılsın. Hak yoluna yararlı etsin. Işığını parıldatsın. Uzaklara iletsin. Sana yükünü taşıyacak güç, ayağını sürçtürmeyecek akıl ve kalp versin. Sen ve arkadaşlarınız kılıçla, bizim gibi dervişler de düşünce, fikir ve dualarla bize va’dedilenin önünü açmalıyız. Tıkanıklığı temizlemeliyiz.


Oğul!


Güçlü, kuvvetli, akıllı ve kelamlısın. Ama bunları nerede ve nasıl kullanacağını bilmezsen sabah rüzgarlarında savrulur gidersin.. Öfken ve nefsin bir olup aklını mağlup eder. Bunun için daima sabırlı, sebatkar ve iradene sahip olasın!.. Sabır çok önemlidir. Bir bey sabretmesini bilmelidir. Vaktinden önce çiçek açmaz. Ham armut yenmez; yense bile bağrında kalır. Bilgisiz kılıç da tıpkı ham armut gibidir. Milletin, kendi irfanın içinde yaşasın. Ona sırt çevirme. Her zaman duy varlığını. Toplumu yöneten de, diri tutan da bu irfandır.


İnsanlar vardır, şafak vaktinde doğar, akşam ezanında ölürler. Dünya, senin gözlerinin gördüğü gibi büyük değildir. Bütün fethedilmemiş gizlilikler, bilinmeyenler, ancak senin fazilet ve adaletinle gün ışığına çıkacaktır. Ananı ve atanı say! Bil ki bereket, büyüklerle beraberdir. Bu dünyada inancını kaybedersen, yeşilken çorak olur, çöllere dönersin. Açık sözlü ol! Her sözü üstüne alma! Gördün, söyleme; bildin deme! Sevildiğin yere sık gidip gelme; muhabbet ve itibarın zedelenir...


Şu üç kişiye; yani cahiller arasındaki alime, zengin iken fakir düşene ve hatırlı iken, itibarını kaybedene acı! Unutma ki, yüksekte yer tutanlar, aşağıdakiler kadar emniyette değildir.


Haklı olduğun mücadeleden korkma! Bilesin ki atın iyisine doru, yiğidin iyisine deli (korkusuz, pervasız, kahraman, gözüpek) derler.


En büyük zafer nefsini tanımaktır. Düşman, insanın kendisidir. Dost ise, nefsi tanıyanın kendisidir. Ülke, idare edenin, oğulları ve kardeşleriyle bölüştüğü ortak malı değildir. Ülke sadece idare edene aittir. Ölünce, yerine kim geçerse, ülkenin idaresi onun olur. Vaktiyle yanılan atalarımız, sağlıklarında devletlerini oğulları ve kardeşleri arasında bölüştüler. Bunun içindir ki, yaşayamadılar.. (Bu nasihat Osmanlı’yı 600 sene yaşatmıştır.) İnsan bir kere oturdu mu, yerinden kolay kolay kalkmaz. Kişi kıpırdamayınca uyuşur. Uyuşunca laflamaya başlar. Laf dedikoduya dönüşür. Dedikodu başlayınca da gayri iflah etmez. Dost, düşman olur; düşman, canavar kesilir!..


Kişinin gücü, günün birinde tükenir, ama bilgi yaşar. Bilginin ışığı, kapalı gözlerden bile içeri sızar, aydınlığa kavuşturur. Hayvan ölür, semeri kalır; insan ölür eseri kalır. Gidenin değil, bırakmayanın ardından ağlamalı... Bırakanın da bıraktığı yerden devam etmeli. Savaşı sevmem. Kan akıtmaktan hoşlanmam. Yine de, bilirim ki, kılıç kalkıp inmelidir. Fakat bu kalkıp-iniş yaşatmak için olmalıdır. Hele kişinin kişiye kılıç indirmesi bir cinayettir. Bey memleketten öte değildir. Bir savaş, yalnızca bey için yapılmaz. Durmaya, dinlenmeye hakkımız yok. Çünkü, zaman yok, süre az!..


Yalnızlık korkanadır. Toprağın ekim zamanını bilen çiftçi, başkasına danışmaz. Yalnız başına kalsa da! Yeter ki, toprağın tavda olduğunu bilebilsin. Sevgi davanın esası olmalıdır. Sevmek ise, sessizliktedir. Bağırarak sevilmez. Görünerek de sevilmez!.. Geçmişini bilmeyen, geleceğini de bilemez.


Osman! Geçmişini iyi bil ki, geleceğe sağlam basasın.


Nereden geldiğini unutma ki, nereye gideceğini unutmayasın...”

enfa

ŞEYH EDEBALİ'NİN
OSMANLI DEVLETİNİN KURUCUSU ve
DAMADI OSMAN GAZİ'YE VASİYETİ :


Ey oğul, artık Bey'sin!
Bundan sonra
öfke bize, uysallık sana.
Güceniklik bize, gönül almak sana.
Suçlamak bize, katlanmak sana.
Acizlik bize, hoşgörmek sana.
Anlaşmazlıklar bize, adalet sana.
Haksızlık bize, bağışlamak sana...

Ey oğul, sabretmesini bil,
vaktinden önce çiçek açmaz.
Şunu da unutma;
insanı yaşat ki devlet yaşasın.

Ey oğul, işin ağır,
işin çetin, gücün kula bağlı.
Allah yardımcın olsun...
Güçlüsün, kuvvetlisin,
akıllısın, kelamlısın!
Ama; bunları nerede,
nasıl kullanacağını bilmezsen
sabah rüzgarında savrulur gidersin.
Öfken ve nefsin bir olup aklını yener.
Daima sabırlı, sebatlı ve
iradene sahip olasın!
Dünya, senin gözlerinin gördüğü gibi
değildir. Bütün bilinmeyenler,
feth edilmeyenler,
görünmeyenler, ancak sen faziletli ve
ahlaklı olursan gün ışığına çıkacaktır.

Ey oğul ! Ananı , atanı say !
Bereket büyüklerle beraberdir.
İnancını kaybedersen ,
yeşilken çöllere dönersin.
Açık sözlü ol ! Her sözü üstüne alma !
Gördüğünü görme ! Bildiğini bilme !
Sevildiğin yere sık gidip gelme !

Ey oğul ! Üç kişiye acı :
Cahil arasındaki alime ,
zenginken fakir düşene,ve
hatırlı iken itibarını kaybedene.

Ey oğul! unutma ki,
yüksekte yer tutanlar,
aşağıdakiler kadar emniyette değildir.
Haklıysan mücadeleden korkma !...

Zaman diyorum, biraz daha zaman.Dilimin ucundaki kelimeler bu kış donmazsa bir dahaki yıl uçmayı öğrenecekler!

kenz

ellerine sağlık çok güzel paylaşım
İNSAN akli ile melekleşen nefsi ile iblisleşen bir aciptir İNSAN
İNSAN kendi kabahatini bilmeyen cehli ile dünyalara sığmayan bir mağrurdur İNSAN
İNSAN bütün zaaf ve acziyyetine rağmen kudrete kafa tutan taşkın bir şaşkındır İNSAN
İNSAN maziye bağlı hâle aldanmış istikbali gözler bir taştır İNSAN

İsra

çok severek okuduğum öğütler..paylaştığın için Allahrazı olsun zerre

racül

Bu ifade aslinda Seyh Edebali'ye ait degildir.Romanci Tarik Bugra'nin kendi eseridir. O devrin dili ve olayin ruhuna o kadar yakin uydurmustur ki Tarik Bugra,

senelerdir, her yere Edebalinin ögütleri diye asilmaktadir...

Bu ifadelerin kullanimindan dolayi Tarik Bugra telif almalidir aslinda..


gibi bir sey yazmisti bir yazar bir zamanlar...
Es ist keine Schande hinzufallen, aber es ist eine Schande einfach liegen zu bleiben.
                                                Theodor Heuss
                             ehemaliger Bundespräsident

İsra

#6
aydınlattığınız için Allahrazı olsun sayenizde öğrenmiş olduk

Fatihan

#7
Alıntı yapılan: racül - 29 Aralık 2006, 02:55:34
Bu ifade aslinda Seyh Edebali'ye ait degildir.Romanci Tarik Bugra'nin kendi eseridir. O devrin dili ve olayin ruhuna o kadar yakin uydurmustur ki Tarik Bugra,

senelerdir, her yere Edebalinin ögütleri diye asilmaktadir...

Bu ifadelerin kullanimindan dolayi Tarik Bugra telif almalidir aslinda..


gibi bir sey yazmisti bir yazar bir zamanlar...

Bu kafama takılan bir şeydi.Bugün şöyle bir ifadeye rastladım:

Şeyh Edebali’nin Osman Bey'e nasihati, Ünlü Osmanlı tarihçisi Cenabi'nin "Cenabî Tarihi" adıyla da bilinen "el-Hâfilü'l-Vâsıt ve Aylemü'z-Zâhirü'l-Muhît" adlı Arapça eserinin Süleymaniye Kütüphanesi'nde kayıtlı bir nüshasında mevcuttur. Mustafa Cenabi, 1540-1590 yılları arsında yaşamıştır, kendisi bütün kaynaklara göre Arap'tır, ondan önce kimse Edebalı'nın böyle bir vasıyetinden söz etmemiştir.

Vikipedi'de böyle geçiyor.