Gönderen Konu: Şifalı bitkiler ve bal ölüme çare olacak mı?!.  (Okunma sayısı 3008 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Fatihan

  • Administrator
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 6994
  • Milimi milimine Ehli sünnet...
Şifalı bitkiler ve bal ölüme çare olacak mı?!.
« : 23 Temmuz 2012, 23:38:23 »


Ali Kaya, Ahmet Maranki’yi hayal ederek kaleme aldı metni.

Şifalı bitkiler ve bal ölüme çare olacak mı?!.

Şifalı bitkiler konusunda bir furyadır gidiyor… Özellikle adı fazla duyulmamış fakat bitki reklamlarının karargâhı olan televizyon kanallarında, “Şok! Şok! Şook olacaksınız!.. (aslında şoke olmamız gerekiyor) diye başlayan reklamlara; “Müjdeyi veriyoruz… Tüm hastalıkları bitkilerle tedavi etmiştik. Şimdi ölüme çare bulduk!..” gibi yeni versiyonlar gelirse şoke olmayın…

Bildiğiniz gibi daha önce bal reklamlarıyla baldan nefret edip, incir reçeli yemeye başlamıştık…

İncirden bahsetmişken; 2010 yapımı ‘İncir Reçeli’ filmini seyredip, incir reçelini sevgiyle karıp yiyebilirsiniz!..
Yine de benim içimde bal için bir ‘ah’ kalmıştı! Bal mevzuuna kısa bir giriş yapıp bitkisel tedaviye geçeceğim ki; içimde kalan ‘ah’ dışa vursun!..
Bilindiği gibi bal, arılar tarafından çiçek ve meyve tomurcuklarından alınan nektarın yutularak arıların bal midesi denilen organlarında invertaz enzimi sayesinde değişime uğramasıyla oluşan ve kovandaki petek hücrelerine yerleştirilen besindir.
Bize gerçek bal diye satılan sahte balın ise, ana maddesi glikoz şurubudur.
 
Glikoz şurubuna su ve bal aromasının eklenmesiyle sahte bal hazırlanmış oluyor.
Sonra da ver reklamı ve de ki; ‘kendi üretim tesislerimizde hazırlanan hakiki bal…’ Balın tesisi kovandır… Üreten de arı… Senin kendi tesisinde ürettiğin olsa olsa glikoz şurubudur!..
Biz de yiyoruz!
İlgili bakanlık konunun üzerine gitti de, ayet ve hadislerle övülen bal, eskisi gibi ayağa düşmekten kurtuldu…
Bir beldede yapılan bal ve pekmez şenliğinde yaşanılanı anlatarak bal işini kapatalım…

Beldenin halkı birçok ilde bal ve pekmez satışıyla iştigal etmektedir. Günümüzde belediyelerin hepsi çeşitli şenlikler yapmaktadır. Bu beldenin belediye başkanı da, bir etkinlik yapmak için kafa yorar!.. Sonunda aklına geleni uygulamaya koyar… Nasıl olsa belde halkının ekseriyeti uzun yılardır bal ve pekmez satmaktadır. Bal ve pekmez şenliği tertipler… Tarih belirlenir, sanatçılarla anlaşmalar yapılır…
 
Afiş ve broşürler bastırılıp asılır ve dağıtılır. Davetiyeler de önemli yerlere gönderilir.
Şenlik günü davetliler arasında bulunan beldenin bağlı olduğu ilçenin kaymakamı; başkandan sonra konuşmak için kürsüye davet edilir…
Kaymakam bey, selamlamanın ardından, önceden beldeyi bildiği için çalışmalar hakkında bir iki kelam eder ve gelir bal-pekmez şenliği hakkında ki sözlerine… İşin ilginç tarafı beldede üzüm bağı filan da yoktur… Kaymakam bey, balın ve pekmezin öneminden bahsettikten sonra belde halkının yaptığı işi sağlıklı yapması ve o anki ortamın bozulmamasına dikkat ederek, kürsüden inmeden son sözünü söyler: “Filan beldenin değerli halkı, umarım bu şenliğiniz sonsuza kadar devam eder ve aslına uygun olarak yapılır. Sözlerime son verirken, sizleri, belki dünyada ilk olarak arısız bal, üzümsüz pekmez yaptığınız için tebrik ediyorum!”
Bir alkış tufanı kopar belde meydanında!..
 
Gelelim şifalı bitkilere…
İnsanların bitkilerde şifa araması ve tıbbi olarak yararlanmaya başlaması çok eskilere dayanır. Bitkiler hakkında bilinen en eski kitabın Çin eski Hükümdarı Shın Nong tarafından M.Ö. 3700 yıllarında yazıldığı belirtilmektedir.
İnsanların bitkileri araştırıp incelediği; çay, su ve merhem elde ettiği yazılar ve tabletler vardır.

Sümer, Akkat ve Asur uygarlıklarının yanı sıra İ.Ö. 2000 yıllarında Boğazköy (Hattuşaş)’e yerleşen Hititler’in şifalı bitkiler kullandığı tabletlerden anlaşılmaktadır.
Roma ve Bizans’ta bitki kullanımı önceki dönemlere kıyasla daha fazladır.
Müslümanlar ise, başta İbni Sina olmak üzere; Biruni, İbni Baytar, Davut Al-Antaki konu hakkında çalışmalar yapmışlardır.
Bitkiler ve onlardan faydalanma asırlardır bilinen ve kullanılan bir yöntemdir… Bazı dönemlerde faydalanma öne çıkmış, bazı dönemlerde geri planda kalmışsa da, asırlardır kullanılagelmiştir.
Bilindiği gibi, bazı bitkiler tıp alanında ilaç olarak kullanılmaktadır.
Günümüzde ise tıp, geçmiş döneme oranla ilerleme kaydetmiştir.

 
Örnek vermek gerekirse; geçmişte narkoz yerine insanlara haşhaş çiğnetilmişi ki, (afyon olarak geçer) acıları hafiflesin… Şimdi siz, bir kitap yazar ve haşhaş bölümüne ‘ameliyat olacaklara ve ameliyat sonrası sancılar faydalıdır, acısını dindirir’ diye yazarsanız bir anlamı olur mu?

O günün şartlarında kullanılmış ama bugün size iğne yapılıyor ve bayılıyorsunuz. Uyandığınızda ameliyatınız bitmiş oluyor…
İnsanları ekranlara çıkarıp, ‘işte yürüyemiyordum. Doktorlar ameliyat şart dedi. Filan ilacı içtim şimdi hiçbir şeyim kalmadı. Ameliyat diyen doktor bile damarlarımın böylesine açılmış olmasına mucize dedi’ şeklinde konuşmalarla, bizzat işi yapanların kendileri belirli ücret karşılığı dakikalarca ekranlarda ürünlerini tanıtmalarıyla, insanları etkiliyor ve o ürünü cazip hale getiriyor.
Sigarayı bırakmak isteyen bir tanıdığım reklamını görüp kısa sürede sigarayı bırakacağına inandığı ürünü alıp kullandıktan sonra sigarayı günde iki pakete çıkardı!..

Korkuyorum, yakında; “Artık sigarayı üç pakete çıkardım günde. Olsun be! Ne olacaksa olsun” şeklinde karşıma çıkar diye!

 
Reklamlarını seyredince anlıyoruz ki; bitkilerde her şeye çare var!.. İktidarsızlık mı çekiyorsun?! Günde bir kapsül bitkiyi yutuyorsun; örümcek adam gibi uçuyorsun! Damarın mı tıkalı, kapsülü yutuyorsun; kanın şehir şebekesi gibi akıyor da akıyor!.. Hemoroitin var ve kabız mısın; yutuyorsun kapsülü, ağrısız sızısız su gibi fışkırtıyorsun necaseti!..
Romatizma ya da felç misin; kapsülü içiyorsun, ayağa kalkmakla kalmayıp, Avrasya Maratonu’na katılıyor ve ilk üçe giriyorsun!..
Yok, yok… Her şeye çare bildiğimiz ot!.

Esasında bazı bitkiler kan hareketini hızlandırıp, inceltir… Örneğin limon, alıç, sarımsak, karpuz, gingseng, çakşır, zencefil, demir dikeni,
kişniş gibi… Bunları yerseniz, kan incelip hareketi artacağı için damarlarda bir rahatlama olacaktır… Sizin açılma zannettiğiniz budur!..
Bu kan hareketlenmesi sadece damar değil, organların çalışmasını hızlandıracağı için haliyle bağırsaklarınız rahat çalışıp tuvalet ihtiyacınızı gidereceğiniz gibi, cinsel güçte de bir artış olacaktır…
Günde iki üç fincan ıhlamur içen bir kişi, sürekli baş ağrısı şikâyetiyle doktora başvurur. Neticede ıhlamur tansiyon düşüklüğüne neden olmuştur.
Bu örneğe karşılık reklamı verilen ürünlerin hiçbir yan etkisi olmadığı söyleniyor. Pazarlarken ilaç, ürünlerin üzerinde ‘gıda takviyesi’ veya ‘yardımcı takviye’ diye yazıp bütün hastalıklara deva olacaksın!

 
Bitkilerle her şeyin tedavi edilebileceği gibi iddiaları ortaya atanlar bilmelidirler ki; bitkiler tek başına kesin çözüm olamayacağı gibi, ölçüsüz kullanımda da önemli tahribatlara yol açmaktadırlar.

En önemli tahribatlarını karaciğer, böbrek ve mide üzerinde yapmaktadırlar…
Özellikle karaciğer üzerinde yağlanmayla başlayan tahribat, siroza kadar gitmektedir…

 
Bitkilerden tarih boyunca faydalanılmış ve bundan sonra da faydalanılacaktır. Ama hiçbir dönemde bugünkü kadar hoyrat kullanılmamıştır.
Bitkileri doktor tavsiyesiyle bilinçli olarak kullanmak en doğru olanıdır. Ayrıca her insana aynı faydayı da sağlamayabilir…

Şimdi bu yazıyı okuyup da, sen de kimsin diye bana giydiren bitki uzmanları çıkabilir.
Onlara tavsiyem; ürünlerini önce kendi üzerlerinde denesinler ve ondan sonra pazarlasınlar.
Çünkü bu işin vebali vardır!..

 
‘Bakanlıktan izin alıp satıyoruz’a lütfen girmeyelim!
Kim olduğuma gelince, bitki konusunda hayatı mı yakmasam da, yeterince tecrübem ve hayatını yakan bir arkadaşım var!..

Bu arada; İsmail, iyi misin?! Tel çekiyormuşsun diye duydum. Bülent’e demişsin ki; ‘bu işi dünyada en iyi ben bilirim.’
Hayırlı olsun kardeşim!
Biz sana söyledik bu işler bozar diye…
Sen de, ‘Bozar mı sandın acılar’ı dinlettin bize!
Ürün varsa üç tavsiyem var:

 

 

Bir: Murat’a gönder, inşaata tuğla yapsın.
İki: Geyveli Sarı Ali’ye gönder; sıcak havada yağlı yenmez ama pilav üstü yaprak döner yesin!
Üç: Bizim oraya gönder, anandan emdiğin sütü burnundan getirtip, malın elinden gittiği gibi üzerine bir de borçlu çıkarsınlar!..
Sonra da Fazlı’ya uğra, sana ‘hark’ meselesini anlatsın.

 

 

Neyse; Güzelyalı’ya var mısın İsmail?!.
Güzellikler içinde kal!..

 

Ali Kaya,

İzdiham