Gönderen Konu: Sıkıntılardan ders alabilmek!..  (Okunma sayısı 6276 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı İsra

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 7482
Sıkıntılardan ders alabilmek!..
« : 11 Ocak 2011, 03:10:41 »

Müslüman, ferah zamanında da, sıkıntı zamanında da Cenab-ı Hakkı unutmaz. Olanlardan, ibret alır, kendine ders çıkartır. Çünkü, hayır ve şerrin, iyi ve kötünün Allah’tan olduğunu, buna inanmanın imanın şartı, yani Müslüman olmanın şartı olduğunu bilir...

TEHLİKELİ BİR İMTİHAN!..

İnançlı kimsenin, rahat zamanında Cenab-ı Hak’tan razı olduğu gibi, sıkıntılı zamanında da razı olması lazımdır. Sıkıntı da onun iyiliği içindir. Çünkü sıkıntı, insanın kul olduğunu, acizliğini hatırlatır. Rahatlığın, rehavetin, gevşekliğin verdiği gafleti ortadan kaldırarak, Cenab-ı Hakka yönelmeyi, sığınmayı artırır. Cenab-ı Hakkın emir ve yasaklarına daha sıkı sarılmaya yöneltir. Bundan daha büyük iyilik olur mu?

Burada önemli olan, sıkıntılardan ders alabilmek, isyan etmemektir. Rahatlıktan sıkıntıya, zenginlikten fakirliğe düşüp buna sabredebilmek kolay bir iş değildir. Bu, insan için zor olduğu gibi tehlikeli bir imtihan aynı zamanda. Bunun için Peygamber efendimiz, “Fakirlik küfre sebep olur” buyurdu.

Bu tehlikeden kurtulabilmek için, sıkıntıların geçici olduğuna, her sıkıntının arkasından bir ferahlığın geleceğini düşünmelidir. Çünkü ayet-i kerimede, “Her sıkıntıdan sonra, ferahlık, kolaylık vardır.” (94/ 6) buyurulmuştur.

Birçok kimseye sermayesiz rızık gönderdiğini, birçok sermayenin de, felakete sebep olduğunu düşünmelidir. Kendi sermayesinin elden çıkmasını, sıkıntıya düşmesini, planlarının altüst olmasını hayra yormalıdır. Resûlullah Efendimiz “Bir kimse geceyi, yarın yapacağı işleri düşünmekle geçirir. Hâlbuki o iş, bu kimsenin felaketine sebep olacaktır. Allahü teâlâ, bu kuluna acıyıp, o işi yaptırmaz. O ise, iş olmadığı için, üzülür. Bu işim neden olmuyor. Kim yaptırmıyor. Bana kim düşmanlık ediyor diye arkadaşlarına kötü gözle bakmaya başlar. Hâlbuki, Allahü teâlâ, ona merhamet ederek felaketten korumuştur” buyurdu.

Bunun için, Hazreti Ömer, “Yarın fakir, muhtaç kalırsam hiç üzülmem. Zengin olmayı da, hiç düşünmem. Çünkü, hangisinin benim için hayrlı olacağını bilmem” buyurdu.

KENDİNİ DÜŞÜNEN KİMSE...

Şu misali düşünmelidir:

Cenâb-ı Hak, çocuk, ana rahminde iken, çalışmaktan âciz olduğu için ona, göbeğinden; dünyaya gelince, anasının göğsünden rızık gönderiyor. Bir şey yiyebileceği yaşa gelince, dişleri yaratıyor. Anası, babası ölür, yetîm kalırsa, anasına babasına verdiği merhamet gibi, başkalarına da verip, herkesin kalbini, yetîme karşı merhametle dolduruyor. Önce, ona yalnız anası acırdı. Kimse bakmazdı. Anası ölünce, binlerce kişiyi, ona şefkatle baktırıyor.

Daha büyüyünce, çalışmak için kuvvet veriyor. Para kazanmak arzusunu veriyor. Kendine karşı merhameti, şimdi içine yerleştiriyor. Bir kimse, bu arzudan vazgeçip, takvâ yolunu tutar, kendini yetîm hâline korsa, ona karşı kalbleri, yine şefkatle doldurur. Herkes, bu kimse Allah yolundadır. Her şeyin iyisini buna vermelidir der.

Para kazanırken, kendine, yalnız kendi acırdı. Şimdi sıkıntılara rağmen Allah yolundan ayrılmadığı için herkes buna acır. Fakat, takvâ yolundan ayrılır, nefsine uyar ve çalışmazsa, kalblerde ona karşı şefkat hâsıl etmez. Kendini düşünen kimsenin, çalışıp, ihtiyaçlarını elde etmeyi düşünmesi lâzımdır.

HAKİKİ MÜMİNE YAKIŞAN...

Demek ki, Allah yolunda olup, yetîm gibi olana karşı, herkesin kalbinde şefkat, merhamet yaratır. Bunun için, Allah yolunda çalışan kimsenin, açlıktan öldüğü görülmemiştir. Ayet-i kerimede mealen, “Allahü teâlânın rızık vermediği, yeryüzünde bir mahlûk yoktur” buyurulmuştur.

Bütün mesele her şeyin Allahtan geldiğini unutmayıp, isyandan, kötü düşüncelerden insanın kendini muhafaza edebilmesidir. Cenab-ı Hakkın insanı, ferahlıkla imtihan ettiği gibi, fakirlikle, sıkıntı ile de imtihan ettiğini unutmamasıdır. Hakiki Müslümana bu yakışır.

Mehmet Oruç

Çevrimdışı İsra

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 7482
Çalışma, sabır ve cesaret...
« Yanıtla #1 : 12 Ocak 2011, 10:34:36 »
Maddi olsun manevi olsun, sıkıntılı zamanlarda en büyük tehlike karamsarlıktır. Çünkü karamsarlık, ümitsizlik, ağaç kurdu gibi insanı içeriden kemirir. Zamanla insanın hem dünyasını, hem de ahiretini karartır. Bu, fertler için olduğu gibi, müesseseler, devletler için de geçerlidir...

KARAMSARLIK VE ÜMİTSİZLİK...

Bu sebeple dinimiz, bu hastalıktan şiddetle kaçınmamızı emreder. Cemiyetlerin çöküşünün, iflasların, intiharların, cinayetlerin, cana kıymaların altında hep bu hastalık yatar. İbni Mesud hazretleri, “Ümitsizlik, ucub ve kibir insanı helâk eder” buyurdu.

Karamsarlık, ümitsizlik Kur’an-ı kerimde nankörlük olarak ifade buyurulmaktadır: “Eğer insana tarafımızdan bir rahmet (nimet) tattırır da sonra bunu ondan çekip alırsak, tamamen ümitsiz ve nankör olur.” (Hud-9)

İşinde, evinde, devlet idaresinde başarılı olmuş kimselere baktığımızda, karamsarlıktan eser görülmez. En kötü işte bile, bir çıkış yolunu bulup, iyiye yorarlar. Çünkü, ümit rahmettir, kurtuluş yoludur. Nitekim Peygamber efendimiz, “Ümit, ümmetime Allah’ın bir rahmetidir. Eğer ümit olmasaydı, hiçbir anne çocuğunu emzirmez. Hiçbir ağaç diken de bunu dikmezdi” buyurmuştur.

Başarılı olamamış kimselerde ise aksine, iyimserlikten eser görülmez. Bunlar, en güzel şeyi bile kötüye yorumlarlar. Felaket tellallığı yaparlar. Bu bir hastalıktır, tedavisi gerekir. İnsan bu tedaviyi kendi kendine de yapabilir. Bunun için, kişinin, bazı prensipleri kabullenip, yılmadan bunları uygulaması lazımdır. Böyle durumlarda karamsar insanlardan uzak durmak gerekir. İnsan dengesini kaybettiği için çevresinden etkilenmesi kolay olur.

Engelleri, zorlukları aşmada tarihte ve günümüzde sıkıntılarını aşmasını bilmiş kimseler örnek alınmalıdır. Mesela, dünyanın en büyük imparatorluklarından birini kuran Timur Han, daha ilk savaşında bozguna uğrar; şaşkın halde bir kuytuya çekilir. Bozguna uğramak onu karamsarlığa sevk eder. Tamam mı devam mı, diye düşünürken, bir karınca gözüne takılır.

Karınca kendisinden büyük bir buğday tanesini yukarı, yuvasına çıkarmaya çalışmaktadır. Fakat biraz çıktıktan sonra yere düşer. Tekrar buğdayı alıp tırmanmaya başlar. Hayli yol aldıktan sonra yine düşer... Timur Han kafasındaki düşünceleri bir tarafa bırakıp netice ne olacak diye karıncayı takip etmeye başlar. Karınca tırmanır düşer, tırmanır düşer; fakat yılmaz. Azimle engeli aşmaya çalışır. Timur Han üşenmeden sayar. Karınca, tam otuz altıncı tırmanışta engeli aşmayı başarır.

Bu hâl beyninde şimşeklerin çakmasına sebep olur Timur Han’ın. Nihayet elini alnına koyup, “İşin sırrını şimdi çözdüm. Bunu bana bu karınca öğretti. Başarının yegane çaresi sebat etmektir, engelleri göğüsleyip sabırla aşabilmektir” der ve ondan sonra ömrü boyunca bu esastan ayrılmaz. Dünyanın en büyük imparatorluklarından birini kurar...

Yeter ki insan, kafasına koysun, azmetsin, sebeplere yapışsın yapamayacağı iş, aşamayacağı engel yoktur.

KORKAKLAR BAŞARAMAZ!

Yine tarihten ibretli bir örnek daha verelim... Endülüs Emevi Devletinin kurucusu I. Abdurrahman’ın bütün yakınları katledilmişti. Şam’dan canını zor kurtarıp kaçtıktan sonra binbir türlü sıkıntılar çekerek; denizi geçip, çölü aşarak Endülüs’e (İspanya’ya) ulaştı. Orada da peşini bırakmadılar. Her yerde aradılar. Fakat azmetti, sabretti, tek başına mücadele ederek kendine taraftar buldu, sebatı ve güzel idaresi ile 756 senesinde devletini kurdu. Bu sırada yaşı da 25 idi...

Engelleri aşıp başarılı olmuş kimseler, olağanüstü insan değildirler. Fakat başarı, genelde şans temeli üzerine de kurulmamıştır. Çalışma, sabır ve cesaret üzerine kurulmuştur.

Netice olarak, başarıda karamsarlığın, korkunun yeri yoktur. Eğer zorlukları, güçlükleri aşmasını bilirsek sonunda mutlaka kolaylık vardır. Nitekim Kur’an-ı kerimde mealen, “Güçlükle beraber elbette bir kolaylık vardır. Öyleyse, bir işi bitirince diğerine teşebbüs et ve hacetini yalnız Rabbinden iste!” [İnşirah 5-8]

Mehmet Oruç