Gönderen Konu: Şimdi Haberler  (Okunma sayısı 3660 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Devri Âlem

  • araştırmacı
  • ***
  • İleti: 429
Şimdi Haberler
« : 05 Ocak 2009, 15:01:14 »



Adam her zaman ki gibi eve yorgun geldi. Üzerinde büyük bir yük olan paltosunu ve ceketini çıkarttı. Abdestini alıp, akşam namazını kılana kadar eşi de sofrayı hazırlamıştı. Yemeklerini yediler. Adam gayri ihtiyari, alışılmış bir hareketle televizyonun karşısındaki koltuğa bıraktı kendini, kumandayı eline aldı. Böylece yerinden kalkmadan idare edebilecekti televizyonu. Kimin kimi idare ettiğiyse zaten aşikardı.

Kanalları geziniyordu. Haberlere daha vardı. İzleyecek doğru düzgün bir film de bulamadı. Defalarca bir sonraki kanala baktı. Olmadı. Can sıkıntısından oflayarak başını çevirmişti ki, kütüphaneye gözü ilişti birden. Gözüyle rafları taradı. Bir zamanlar okumak için sabahladığı kitapları gördü. ‘Hayatü’s sahabe’, ‘Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’, ‘İslam Tarihi’ ilk gözüne ilişenlerdi. Ama bu eski hatırlayış bile onu yerinden kıpırdatamadı. Bir an televizyonu kapatıp bir kitap alabilecek kadar güçlü hissetti kendini ama yapamadı. Biraz eziklikte duysa başını tekrar yeni kıblesine çevirdi. Yemeğin rehaveti, televizyona esarete yardım ediyordu, ne de olsa ikisi de aynı efendiye hizmet ediyordu.

İşte haberler de başlamıştı. Gündemin ilk maddeleri Amerikanın Irak’ı işgali ve artık sıradanlaşan haberleriydi. ‘Amerikan ordusunun, Bağdat yakınlarında bir eve yaptığı helikopter saldırısında 20 sivil hayatını kaybetti…’ dedi sunucu. Hayat durmadı İstanbul’da veya Müslüman coğrafyanın herhangi bir yerinde. Hayat durmadı... Donuk gözlerle baktı adam ekrana, hiç tepki vermedi. Kalbi kan ağlasa, biraz dert edinse belki, en azında hissetse ufacık bir acı; dili çözülecek hiç olmazsa gözleri kızaracaktı. Olmadı. Zaten sunucu çoktan krize rağmen lüks otomobil fuarının ne kadar rağbet gördüğünü, otomobillerin üzerindeki “bakılası” görüntülerle vermeye başlamıştı. Haberi hissedecek vakti bile olmadı.

20 ölü… onun için bir sayı sıfatından ibaret gelmiş ve geçmişti işte. Ölenlerin çoğu çocuk… öylesi bir haberdi. Hiçbir şey hissetmedi. ‘Kurtlar Vadisi’nde ki Çakır’ın ölümüyle bile daha çok ilgilenmişti. Bağdat Yakınlarında ki yirmi ölü, çoğu çocuk geldi ve geçti hayatından bir anlık… Bir habere sayı sıfatı olarak dahil olduklarından olsa gerek, ölen yirmi insanın hayatları da yoktu. Umutları, hayalleri, sevgileri, korkuları en çokta yarınları yoktu. Bütün bunlar belki de isimleri olmadığından yoktu.

Ahmet öldü… Ahmet bir babanın oğlu bir ananın umuduydu. Beş yaşındaydı, öğrenecek çok şeyi vardı. Daha dün onlarca sorusuyla anacığını nasılda bunaltmıştı. Buna rağmen telaffuzunda ki hatalar annesini ne çok güldürürdü. Kahvaltıda yumurtayı rafadan ama kayısı kıvamında sever her çocuk gibi pişmiş domatesi yemezdi. Kendi Ahmet’inden tek farkı Bağdat’a yakın yaşamasıydı, zaten bu yüzden de öldü…

Bunları bilseydi belki, hissedecekti beş yaşında bir oğul kaybetmenin acısını. Kendi oğlundan bilecekti. Müslümanlara ait haberler bir istatistik bilgisinden ibaret olduğundan beridir kimseler ağlamadı onlara. Selde telef olan koyunların haberlerinden çokta farklı değildi, Gazze’de ölen Müslüman haberleri.

Sonra yeni bir habere geçti sunucu; yine Bağdat da bir Amerikan askeri konvoyuna yapılan saldırıda ölen er Sheehan’dan bahsediyordu. Binlerce kilometreden katılmaya mecbur olmadığı bir savaşa gelmişti, elinde teknoloji harikası m16’sı, onbin dolarlık teçhizatı, yaralanması halinde alacağı yüklüce bir tazminatı vardı, işgal topraklarında bir düşman askeri ölümünün hiçbir haber değeri olmaması gerekliyken; hayatına bir sayı sıfatı olarak değil de bir isim olarak girdiğinden belki gayri ihtiyari bir şeyler hissetti içinde, bir önem kazandı…

Adı vardı. Adı varsa annesi ve babası, bir de hayatı vardı. Nebraska’nın bilmem hangi kasabasında da olsa okuduğu bir lisesi, onu özleyen arkadaşları ve Bush’a laten eden bir annesi vardı. Kameralar Beyazsaray’a döndü. Bir annenin feryadı vardı. Bush’dan oğlunu istiyordu. Yani anlatılacak olmasa da anlatılan bir hikayesi vardı. Anlatılan bir hikayesi… Seyrettiği bütün Amerikan filmleriyle bağdaştırdığı bir hikayesi. O hikayeleri yazan birileri olduğundan…

Dün yine Gazze’de iki kız çocuğu çöplerini dökmek için dışarıya çıktıklarında İsrail’in hava saldırısında şehit oldular... Onlarda bir sayı sıfatı olarak geçmesinler hayatlarımızdan. Ölen her Müslüman için bir hikaye yazmak. Bu kızlar için bir hikaye yazılmazsa, ölen her mazlumun acısı kifayet derecesinde anlatılmazsa; eli kalem tutan her Müslüman tek tek sorumlu olmaz mı? Malzeme mi, o kızların hikayesi bizim kızlarımızdan farklı değildir sanırım. Çöp dökmeye gittiklerinde geri dönmediklerini saymazsak…

Hüseyin Çınar
cemaat.com

اَلْعِلْمُ يَرْفَع بُيوتًا لاَعِمَادًا لَهَا وَالْجِهلُ يَهْدِم بِيُوتَ اْلعِزَّ وَلْكَرَمِ

Çevrimdışı Devri Âlem

  • araştırmacı
  • ***
  • İleti: 429
30 yıllık felaket
« Yanıtla #1 : 30 Mart 2009, 16:36:32 »
Bu tanım el Kuds el Arabi gazetesinin Yayın Yönetmeni Abdulbari Atvan’a ait. Bu tanımı, 26/3/1979 tarihinde Camp David’de Sedat, Begin ve Carter üçlüsünün imzaladığı Camp David anlaşması olarak da bilinen anlaşma için kullanıyor. Araplar, İsrail’in savaşla kurulduğu 14 Mayıs 1948 tarihine Nakba yani büyük felaket derler. Atvan da 1979’da imzalanan Camp David anlaşmasını, barış suretinde ‘karise’ yani felaket olarak anmaktadır. Bu durumda, İsrail’in 61 yıllık tarihinin 31 yılı büyük felaket/nakba, kalan 30 yılı da felaketle/karise geçmiştir. Napolyon’un Mısır çıkarması ve hamlesi gibi Camp David de Mısır’ın keskin virajlarından birisi olmuştur ve hâlâ da tartışılmaktadır. Camp David yanlısı kampa göre, barış üzerinden birçok kazanım elde edildi. Süveyş yeniden uluslar arası seyrü sefer trafiğine açıldı ve Mısır muazzam ve muntazam gelirler elde etmeye başladı. Bunun dışında Sina Yarımadası geri alındı ve Mısır’ın turistik gelirlerinde artma oldu. Camp David kampı bunu söylerken aleyhtarlar da Mısır’ın bu anlaşma ile birlikte Arap dünyası nezdindeki liderliğini kaybettiğini ve bu anlaşmadan sonra eşitler arasında birinci seviyesine düştüğünü söylüyorlar. Muhammed Hasaneyn Heykel gibilerin karşı temel tezleri bunlar. Gerçekten de Camp David anlaşmasından sonra Mısır’ın Arap dünyasıyla ilişkileri çok keskin bir şekilde bozulmuş ve sadece Fas, Sudan ve Umman gibi ülkelerle ilişkileri sağlam kalabilmişti. Onun ötesinde bütün Araplar Mısır’la ilişkilerini gözden geçirmişlerdi. Camp David üzerinden İsrail bölgedeki uzletini ve yalnızlığını kırarken Mısır bu yalnızlığı ve uzleti paylaşmaya mecbur olmuştur. İsrail uzlet ve yalnızlığını Mısır üzerinden kırarken ve üzerinden atarken aksine Mısır yalnızlık ve uzlet içine düşmüştür. Bunda Enver Sedat’ın kişisel üslubu da etkili olmuştur. Mısır sadece Araplara değil, aynı zamanda içeride kendi halkına da yabancılaşmış ve içeride de yalnızlaşmıştır. Bu da Enver Sedat’ın sonunu hazırlayan nedenler arasında olmuştur. Hâlâ Mübarek’in 30 yıldır İsrail’e gidememesinin arkasında yatan nedenlerden birisi budur. Sedat’ın öldürülmesi Sedat’la Begin’in müşterek rüyasının sonu olmuştur. Onlar Camp David’i kapsamlı barışın bir parçası olarak görüyor ve ‘istim arkadan gelir’ anlayışıyla halkalarının zamanla tamamlanacağını öngörüyorlardı. Ama bunlardan hiçbiri olmamıştır. Ne beklendiği gibi Mısır’la barış, sıcak barışa dönüşebilmiş ne de Camp David’in eksik halkaları tamamlanabilmiştir.

Barış Mısır’ı rehavete sokmuştur. Abdulbari Atvan’ın da ifade ettiği gibi, 30 yıllık süreç içinde İran aksine Batı ile ilişkilerinde sorunlar yaşamış olmasına ve 8 yıllık savaşa rağmen askeri teknolojisini ilerletmiş ve Avrupa’yı vuracak füzeler geliştirmiş ve nükleer güç olmaya adaydır ve buna ‘ka’bu kavseyn’ derecesinde yaklaşmıştır. Buna mukabil, Mısır bugün askeri teknoloji açısından da köhnemiş ve vurucu gücünü ve hedeflerini kaybetmiştir. Camp David anlaşmasının imzalandığı 1979, bölgede olayların kesişme tarihidir. Mısır, Camp David anlaşması imzalarken ondan iki ay kadar önce 11 Şubat 1979 tarihinde İran’da devrim gerçekleşmiştir. Yine aynı yıl; 1400 hicri yılı münasebetiyle Kabe’de Cüheyman ayaklanması gerçekleşmiş ve kendisine Mehdi zannıyla biat edenler Kabe’den Suud devletine karşı bir başkaldırı hareketi başlatmışlar ve bu hareket daha sonra Batılıların da yardımıyla kanlı bir şekilde bastırılmış ve ele başları ya öldürülmüş ya da idam edilmiştir. Velhasıl, olaylarıyla 1979 yılı bölgenin 30 yılına damgasını vurmuştur. İran devrimi dalga dalga etkisini hissettirmiştir. Buna mukabil, Mısır Sedat’tan sonra peyder pey Arap Birliği’ne dönse bile köprünün altından çok sular akmış ve eski statü bir daha geri gelmemiştir. Eski havasını bulamamıştır. Bugün Arap Birliği birlik olmaktan çıkmış ve Mısır’ın yörüngesinde deveran etmez hale gelmiştir. Hatta Mısır’ın bölgesel rolünü Suudi Arabistan’a kaptırdığı tezleri ileri sürülmektedir.

Bütün bunlara rağmen ‘Barış Umudum’ adlı eserinde Sedat’ın dul eşi Cihan Sedat hâlâ barış rüyaları görmeye devam ediyor. Begin’in yerini Netanyahu’nun alabileceği umutlarını dile getirmektedir. Halbuki, Mısır Dışişleri Bakanı Ahmet Ebu’lgeyt bu münasebetle yaptığı değerlendirmede İsrail’de kurulacak yeni hükümetle birlikte barış umutlarının azaldığını söylemektedir. Her ne kadar bugün Carter’ın yerinde ona benzeyen Obama olsa bile bölgede Camp David gibi yeni bir barış atmosferi çok uzak görülmektedir. Bir çiçekle bahar gelmez. Zira burada barışacak taraflar Mısır ile İsrail olmayıp Filistin ile İsrail’dir. Muayyen şartlardan dolayı Netanyahu ve hükümetinin bunun bedelini göze almaları hayal bile değil, hayal ötesidir. Ve bu itibarla, İsrailli yazarların da belirttiği gibi ne Filistin-İsrail barışabilir ne de onların üzerinden topyekün Arap-İsrail barışına ulaşmak bugünkü şartlarda mümkündür. Suriye cephesi ise küçük bir ihtimal olarak durmaktadır. Cihan Sedat’ın hatırladıkları arasında ilginç noktalar var. Sözgelimi Nasır’ın cenazesinden birkaç saat sonra Kahire’deki Amerikan elçisiyle görüşen Sedat, Nixon’a kendilerinin barışa hazır olduklarını iletmesini istemiş. Ondan sonra da mesele bu sürecin olgunlaşmasına kalmıştır. 1977 ekmek isyanını bahane eden ve fakirliği ancak barışla ve Amerikan yardımlarıyla aşacağını düşünen Sedat akabinde İsrail’in kucağına atlamıştır. 1977 yılında Knesset’e gittiğinde kendisini karşılayan dönemin Başbakanı Golda Meir: “Nerede kaldınız, bunca zamandır sizi bekliyorduk!” demiştir. Bugün Cihan Sedat eski rüyaları görüyorsa da bölge Camp David’den sonra yeni bir sabaha uyanmıştır...

Mustafa Özcan
Vakit
اَلْعِلْمُ يَرْفَع بُيوتًا لاَعِمَادًا لَهَا وَالْجِهلُ يَهْدِم بِيُوتَ اْلعِزَّ وَلْكَرَمِ

Çevrimdışı Lika

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 3892
Ortadoğu'da gündem casus savaşları
« Yanıtla #2 : 24 Mayıs 2009, 05:40:43 »
Lübnan güvenlik birimlerinin hafta başında 13'ü Lübnanlı, 2'si Filistinli 15 kişinin Hizbullah liderlerinin ve örgütün nerelerde konuşlandığına dair bilgi toplamaya çalışırken yakalandıklarını açıklaması, Ortadoğu'daki casusluk faaliyetlerini yeniden gündeme getirdi.

Eylemlerin merkezinde sürekli İsrail'in bulunması dikkat çekiyor.

Uzmanlar, varlığını sürdürebilmek için casusluk faaliyetlerini hayati önemde gören İsrail'in İran'ın nükleer silahlara ulaşmasını engellemenin yanı sıra Mısır'dan Birleşik Arap Emirlikleri'ne pek çok Arap ülkesinin nükleer teknoloji elde etmesinin önüne geçmek için de yoğun çaba sarf ettiğini belirtiyor.

Çoğu İsrail merkezli olarak cereyan eden casusluk faaliyetlerinin en gözdesi şüphesiz halen ABD'de tutuklu bulunan Jonathan Pollard. İsrail, askeri bilgileri sızdırırken 1984'te yakalanan Pollard'ın casusluk yaptığını 13 yıl boyunca inkar etti. 1998'de ithamları kabul eden İsrail, buna rağmen halen Pollard'ı kurtarmak için uğraşıyor.

Bölgedeki diğer büyük casusluk olayı ise Mısır ile İsrail arasında yaşandı. Mısır devlet başkanlarından Cemal Abdulnasır'ın kızıyla evli olan Eşref Mervan, 2007'de İngiltere'deki evinin camından düşerek öldü ve dünya kamuoyu da onu bu ölümle tanıdı. Hem Mısır'ın hem de İsrail'in 1970'li yıllarda Mervan'ı ajan olarak kullandığı öne sürüldü.

Mısır ile İsrail arasındaki diğer büyük casusluk olayı ise Dürzi işadamı Azzam Azzam ile ilgili. Kahire, 1997'de İsrail adına casusluk yaptığını öne sürdüğü Azzam'ı tutukladı ve 15 yıla mahkum etti. Yıllarca iki ülke arasında gerginlik unsuru olan Azzam, 2004'te serbest bırakıldı. Azzam, bazı İsrail askerlerini öldürme planları yaparken tutuklandıkları öne sürülen 6 Mısırlı öğrenciye karşılık olarak salıverildi. Azzam'ın serbest bırakılması, Mısır-İsrail ilişkilerindeki yumuşamanın işareti olarak adlandırılmıştı.

Kahire, 2007'de de nükleer teknoloji mühendisi Muhammed Seyid Sabır'ı, İsrail'e bilgi vermek suçuyla tutukladı. İsrail ise 2007'de Filistinli ünlü siyasetçi ve eski İsrail Parlamentosu üyelerinden Azmi Bişara'yı Hizbullah lehine casuslukla suçladı. Bunun üzerine Bişara, İsrail'i terk edip Ürdün'e gitmek zorunda kaldı.

İSRAİL-İRAN MÜCADELESİ

İsrail'in istihbarat saldırılarına hedef olan ülkelerin başında şüphesiz Filistin geliyor. Filistin'deki tüm hareketleri takip edebilmek amacıyla İsrail'in binlerce Filistinliyi casus olarak kullandığı öne sürülüyor. İsrail'in özellikle Hamas liderlerine karşı düzenlediği operasyonlarda bu tür casusluk faaliyetlerinden faydalandığı iddia ediliyor. Şeyh Ahmed Yasin'den Abdülaziz Rantisi'ye pek çok Hamas lideri, düzenlenen nokta saldırılarla öldürüldü.

Mısır gibi İsrail ile barış anlaşması imzalayan Ürdün de komşusunun casusluk faaliyetlerinin hedefinde. 1997'de Hamas lideri Halid Meşal'e yönelik Kanada pasaportu taşıyan İsrail casuslarının düzenlediği suikastin başarısızlıkla sonuçlanması, iki ülke ilişkilerinde bir süre gerginliğe sebep oldu.

Bu yıl başında büyük bir İsrail casusluk hücresini çökerttiğini ilan eden İran, kasım ayında da bir işadamını İsrail için casusluk yaptığı gerekçesiyle idam etti. 1993'te de 13 Iranlı Yahudi, Tahran tarafından casusluk gerekçesiyle tutuklandı; ancak uluslararası baskı sonucu 2002'de serbest bırakıldı.

İsrail aleyhine en büyük casusluk eylemini ise Mordehay Vanunu gerçekleştirdi. 1986'da İsrail'in inkar ettiği Dimona'daki nükleer tesislerinin fotoğraflarını ve bazı bilgileri İngiliz The Sunday Times gazetesine ifşa eden Vanunu, kadın bir Mossad ajanı tarafından kandırılarak İsrail'e kaçırıldı. 18 yıl hapisten sonra 2004'te serbest kalan Vanunu, İsrail'de gözetim altında yaşıyor.

CUMALİ ÖNAL, KAHİRE
zaman
Ne içindeyim zamanın,Ne de büsbütün dışında;Yekpare geniş bir anın Parçalanmış akışında,
Rüzgarda uçan tüy bile Benim kadar hafif değil.Başım sukutu öğüten Uçsuz, bucaksız değirmen;İçim muradıma ermiş Abasız, postsuz bir derviş;
Kökü bende bir sarmaşık Olmuş dünya sezmekteyim,Mavi, masmavi bir ışık Ortasında yüzmekteyim

Çevrimdışı Lika

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 3892
3 İsrail casusu daha yakalandı
« Yanıtla #3 : 25 Mayıs 2009, 05:07:26 »
3 İsrail casusu daha yakalandı

Lübnan güvenlik güçleri, katil İsrail lehine casusluk yapan 3 kişiyi daha gözaltına aldı. Zanlılardan birinin, Mosad'ın çok özel ajanlarından olduğu bildirildi.

"Jerusalem Post" gazetesinin haberine göre, Lübnan Hizbullah Hareketi Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrullah'ın işgalci İsrail adına casusluk yapanların idam edilmesi gerektiğini vurguladığı konuşmasından hemen bir gün sonra, Lübnanlı güvenlik güçleri, 2 erkek ve 1 kadını Katil İsrail'e casusluk yapma suçundan gözaltına aldılar.

Aynı habere göre, gözaltına alınanlardan biri olan Mustafa Hasan Sait adlı şahıs, Nebtiye doğumlu ve katil İsrail için özel önem taşıyan bir casustur.

timeturk
Ne içindeyim zamanın,Ne de büsbütün dışında;Yekpare geniş bir anın Parçalanmış akışında,
Rüzgarda uçan tüy bile Benim kadar hafif değil.Başım sukutu öğüten Uçsuz, bucaksız değirmen;İçim muradıma ermiş Abasız, postsuz bir derviş;
Kökü bende bir sarmaşık Olmuş dünya sezmekteyim,Mavi, masmavi bir ışık Ortasında yüzmekteyim