Gönderen Konu: Sultan II. Abdulhamid Han Kızıl Sultan mı?  (Okunma sayısı 10300 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı dedeefendi

  • Yeni üye
  • *
  • İleti: 3
Sultan II. Abdulhamid Han Kızıl Sultan mı?
« : 22 Mart 2004, 03:12:47 »

Bilindiği üzere 1878 tarihinde imzalanan Berlin Antlaşmasının 61.maddesine göre,Erzurum, Diyarbakır, Sivas, Harput (Elazığ), Van ve Bitlis’te bulunan Ermeniler lehine Osmanlı Devleti bazı ıslahatlar yapmak zorundaydı.Büyük devletler de bunu takip edeceklerdi.Maalesef Osmanlı Devletinin her yerinde olduğu gibi, buralarda da Ermeniler tahrik ediliyordu.Tahrik edilen Ermeniler Müslümanları katliama tabi tutmaya başladılar.1886’da İsviçre’de, Anadolu’da binlerce Müslümanın  kanına giren Ermeni Hınçak Cemiyeti kuruldu.Rusya ve İngiltere’de bir Müslüman memur bile yapılmazken, Ermeniler Osmanlı Devletinde bakan dahi olabiliyordu.Buna rağmen, hak ve hürriyet diyerek terör estirmeye başladılar.Yüzlerce Müslüman köyünü basarak çoluk çocuğun kanını döker oldular.
        İşte bu terör ve dehşet üzerine, II. Sultan Abdulhamid, merkezi Erzincan’da bulunan IV.Ordu Komutanı Müşir Zeki Paşa’yı Ermeni terörünü durdurmak üzere görevlendirdi.Bu hareket Avrupa basınının Sultan Abdulhamid Han aleyhine kampanya başlatmasına sebep oldu.Fransız Akademisi Üyesi tarihçi Kont Albert Vandal, ilk defa Sultan Abdulhamid Han hakkında ‘Le Sultan Rouge’ lakabını kullandı ve maalesef, ittihadcılar bu tabiri ‘Kızıl Sultan’ diye tercüme ederek Ermenilerle birlikte Sultan Abdulhamid Han’ı kötülemeye başladılar.İttihadcıların, Ermeni Katili diye Sultan Abdulhamid Han’ı itham etmeleri ve onu Kızıl Sultan diye karalamaları, maalesef ders kitaplarına kadar yansıdı.
        Halbuki Sultan Abdulhamid Han saltanatı boyunca bazı tarihçilerin iddialarının aksine Çırağan baskını gibi fiili durumlar hariç,muhaliflerine asla idam cezası vermemiştir.31 Mart olayında 1. Orduya Rumeli’den gelen çapulcuları durdurmak üzere,kardeş kanı akar korkusuyla talimat dahi vermemiştir. Ayrıca Sultan Abdulhamid Han’ı Ermeni katili ve Kızıl Sultan diye karalayan İttihadcılar daha sonra 1915’deki Ermeni tehciri sebebiyle aynı sıfatla karalanmış ve ilahi adalet yerine gelmiştir.
                                 Kaynak: Bilinmeyen Osmanlı (Prf.A.AKGÜNDÜZ)
« Son Düzenleme: 11 Mart 2008, 01:29:27 Gönderen: mystic »

Çevrimdışı muallim

  • yazar
  • ****
  • İleti: 758
SULTAN II. ABDULHAMİD HAN KIZIL SULTAN MI?
« Yanıtla #1 : 22 Mart 2004, 17:22:46 »
Sultan Abdulhamid(hz.) tamamen bir buyuk deha örneği .... o nasıl kızıl sultan diye hitaba layık olabilir ..diyenler simdi ne haldeler kimbilir...
"Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah'tan korkun ki rahmete eresiniz."
[Hucurat Suresi 10]

Çevrimdışı balkan

  • okur
  • *
  • İleti: 50
SULTAN II. ABDULHAMİD HAN KIZIL SULTAN MI?
« Yanıtla #2 : 19 Haziran 2004, 15:19:25 »
Abdülhamid Han'ın uzun yıllar mâbeyn kâtipliğini yapmış Tahsin Paşa, hâtıralarında anlatıyor:

-Bir akşamdı. Mabeynde nöbetçi olarak ben kalmıştım.Gelen mektup, telgraf, rapor ve tezkerelerin listesini tertipleyip huzura çıkmak üzereyken bir telgraf geldi. İstanbul'da Laleli postanesi memurlarından birinin Yıldız'a çektiği bu telgrafta, karısının o gece doğum yapacağı, doğumun çok zor olacağına dair doktorlar tarafından dikkat işareti verildiği, elinde hiçbir vasıta bulunmadığı ve Merhamet-i Şâhâneye sığındığını bildiriyordu. Bu telgrafa kıymet vermedim ve onu listeye almadım. Huzurda Padişah, âdeti icabı her şeyi ayrı ayrı gözden geçirdikten sonra ilâve etti:

-Başka bir şey var mı?

Telgrafı söyledim ve arza değmeyeceğini düşünerek listeye almadığımı arzettim. Emir verdi:

-Hemen getiriniz.

Getirdim... Dikkatle okudu ve derhal mütehassis bir tabip ve bir yaverle doğru Laleli'ye giderek doğumu kontrol altına almalarını, benim de kendilerine refakat etmemi ferman etti.

Gittik ve işimizi bitirip sabaha karşı döndük. Bir de ne görelim?! Hünkâr, bahçe üzerindeki odasında, ışıkları açık, cama vurarak bizi çağırmıyor mu? Sabaha kadar uyumayıp bizi beklediğini anladık. Neticeyi sordu. Doğumun zor olduğunu, fakat müdahaleyle kadının

kurtulduğunu, çocuğa 'Abdülhamid' isminin verildiğini, 'ihsan-ı Şahane'nin de aile reisine teslim edildiğini ve adamın ağlayarak ömür ve devletlerine dua ettiğini anlattım. Bizi ayakta dinledi, sadece rahatladığını gösteren bir 'oh' çekti ve sabah namazına durdu

Çevrimdışı meftun

  • okur
  • *
  • İleti: 57
  • Bu Kültür Senin !
Ynt: Sultan II. Abdulhamid Han Kızıl Sultan mı?
« Yanıtla #3 : 11 Mart 2008, 01:29:06 »
Sultan Abdülhamid, tarih boyunca her türlü çıkar çatışmasının odağını teşkil eden Ortadoğu’yu tam otuz üç sene sulh ve sükûn içinde yönetme becerisini gösterdi. İşte bu yüzden, Filistin üstüne dinî, millî ve ekonomik ütopyaları olan Yahudilerle “Büyük Ermenistan” rüyası gören Ermeniler ve onlara yandaş olan Batılı devletlerin hışmına uğradı: Ona “Kızıl Sultan” dediler.
Anılar ah!...
“Resmî tarih-gayriresmî tarih” çelişkisine ilk tosladığımda, ortaokul öğrencisiydim. Tarih dersimize de gelen okul müdürü, kendim gibi “edebiyattan anlayan” bir “deli” daha bulup okul gazetesini (duvar gazetesi çapında) çıkarmamı istemişti…
Hemen bir yardımcı buldum. İki arkadaş el ele verdik, güzel bir okul gazetesi oluşturup duvara astık. Ne var ki, hayatımın ilk köşe yazısında okuduğumuz tarih kitabını eleştirme gafletinde bulunmuştum.
Temelde haklıydım elbet: Haklıydım, çünkü kitap Sultan Abdülhamid konusunu işlerken, onu tahttan indirenleri “vatansever” gösterip övüyor, ama Birinci Dünya Savaşı sonrası Türkiye’yi anlatırken, aynı kadroya “vatan haini” anlamına gelen suçlamalar yöneltiyordu.
Bu çelişkiyi satır satır kitaptan aktardıktan sonra, “Hangisi doğru? Bu insanların vatansever olduğu mu, yoksa vatan haini olduğu mu?” diye sormuştum.
Duvar gazetemin ömrü, bu merakım yüzünden, çok kısa oldu. Duvarda ancak yarım saat kadar kalabildi. Çarşıya kadar gidip döndüğümde, gazeteyi astığım duvarın boşluğuna çarpıldım. Meğer Müdür Bey, makalemi okur okumaz gazeteyi indirmiş, benim de bulunup odasına gönderilmemi emretmişti…
Böylece yazımı yayınlayan ilk gazete idare tarafından toplatılıp kapatılıyor, ayrıca bir “fikir suçlusu” olarak, mevcut yönetim tarafından ilk kez aranıyordum.
Müdür Bey’in odasına girdim. Babacan yönleri de olan sert mizaçlı bir yöneticiydi. Beni karşısına oturtup önce biraz azarladı:
“Sana gazete çıkar dedikse ortalığı karıştır demedik. Sana mı kaldı devletin kitabını tenkit etmek?”
Sonra hafiften gülümsedi. Gözlerimin içine bakarak, “Bak evladım” dedi, “Bu kafayla gidersen, hayatın boyunca başın beladan kurtulmaz. Soruların doğru, ama sorma. Hele okulunu bitir, büyü, bir yerlere gel, bir baltaya sap ol; bunları ondan sonra konuşur, yazarsın.”
Vur, fakat dinle!
Aradan yıllar geçti; yıllar boyu okudum, yazdım, gazetecilikten emekliye ayrıldım; ama hâlâ inandığımı yaşayamıyor, düşündüğümü yazamıyorum. Hâlâ “sus, söyleme” diyorlar, “söylersen başın derde girer!”
Üstelik yüzlerce yıldır böyle. Mehmed Âkif de “sus”turulmaktan yakınmış, Yunus Emre de...
Âkif, “Ağlarım ağlatamam, hissederim söyleyemem/ Dili yok kalbimin ondan ne kadar bîzarım!” diye inlerken, Yunus, “Behey Yunus, sana ‘söyleme’ derler/ Ya ben öleyim mi, söylemeyince?” diye feryat ediyor.
Görünen o ki, düşünen insanların ortak derdi, düşündüğünü açıklayamamak…
Dolayısıyla, paylaşamamak… Bu da düşünceyi çileye dönüştürüp düşünen insanı “çilekeş” yapıyor! Üstad Necip Fazıl’ın, şiir kitabına “Çile” ismini vermesi boşuna değil.
Hele bir de “aykırı” düşünüyor ve devletin “resmî” teziyle çatışıyorsanız, dünya cehennemi sizi bekliyor demektir: Yan ve öl!
Yine de fikir öldürülemiyor. Yanması için ateşlere atılan fikirler, Nemrut ateşinden çıkan İbrahim misali, pişip olgunlaşarak daha güçlü bir şekilde geri dönüyorlar.
Uçlarda yaşamak
Uzun zamandır, din ve tarih dahil, her şey bir ikilem içinde ele alınıyor, ülkemizde. Bu yüzden hem her şey muğlâk (anlaşılması zor, kapalı, gizli) kalıyor, hem de tartışmalar hızla kavgaya dönüşüyor.
Rahmetli Cemil Meriç Hoca’mın “deli gömleği” saydığı ideolojinin tuzağıdır bu; biz galiba böyle bir tuzağa düştük, tarih başta olmak üzere her şeyi çarpıttık! Bu yüzden dirilemiyor, bu yüzden makul, mantıklı ve ilmi olana değil, “sivri” olana itibar ediyor, doğal olarak da aşırı uçlarda (ifrat) dolaşıyoruz.
Tabii her “ifrat” kendi “tefrit”ini üretiyor. Meselâ, “resmî tarih”in (ki ders kitaplarında somutlaşır) “Kızıl Sultan” dediği Abdülhamid Han, alternatif tarihte ululanıp, “Ulu Hakan”a dönüşüyor; resmî tarihin “vatan haini” ilan ettiği Sultan Vahdettin (Vahideddin) ise, “büyük vatansever” olarak selamlanıyor.
İki tarafın, bilgi sahibi olmadan kanaat sahibi olmuş fanatikleri, tarihî kişilerle olaylara salt tarih ilmi açısından yaklaşan dürüst tarihçiyi de konudan soğutuyorlar. Dolayısıyla gerçek Abdülhamid’le gerçek Vahdettin, tarihimizin diğer bazı “gerçek”leri gibi, kaynayıp gidiyor.
Tarihe siyaset karıştırmanın, tarihi, güncel ideolojik çatışmaların kaynağına dönüştürmenin sayılamayacak kadar büyük mahzurları var.
Kısacası, dine ve tarihe, siyasî ve ideolojik kalıpların dışına çıkarak bakmak gerekiyor.
Nereden çıktı bu “Kızıl Sultan”?
İngiliz The Guardian Gazetesi yazarlarından Timothy Garton Ash, Osmanlı Devleti’nin çöküşünden sonra Ortadoğu’nun fitili ateşlenmiş bir barut fıçısına dönüştüğünü ve sürekli ne savaşla ne de barışla çözümlenemeyecek kadar girift sorunlar ürettiğini belirtip, “Bazen Osmanlı’yı yeniden canlandırmak gerektiğini düşünüyorum” diye yazdı. Bunun üzerine bizim geçmişine kör, Batı’ya göbekten bağlı medyamız, Sultan İkinci Abdülhamid’den belki ilk kez sitayişle söz etmek zorunda kaldı.
Sürekli olarak “ifrat” ve “tefrit” arasında tüketilen Sultan Abdülhamid Han, böylece, savaş gündemine de girmiş oldu. Zaten gerek Filistin’de, gerekse Irak’ta “şok ve dehşet operasyonu”na sahne olan toprakların büyük bir bölümü Padişah’ın tapulu malıdır. Sonradan hazineye devredilmiştir.
Anlaşılan, bize öğretilenin aksine, Sultan Abdülhamid, son derece ileri görüşlü, başarılı ve vatansever bir padişahmış. Ki, tarih boyunca her türlü çıkar çatışmasının odağını teşkil eden Ortadoğu’yu tam otuz üç sene sulh ve sükûn içinde yönetme becerisini göstermiş.
İşte bu yüzden, Filistin üstüne dinî, milli ve ekonomik ütopyaları olan Yahudilerle “Büyük Ermenistan” rüyası gören Ermeniler ve onlara yandaş olan Batılı devletlerin hışmına uğradı: Ona “Kızıl Sultan” dediler. (Sultan II. Abdülhamid, isabetli öngörüleri sayesinde aldığı tedbirlerle Ermeni ve Yahudi emellerini etkisizleştirince, Ermeni asıllı Fransız tarihçisi Albert Vandal, Ermeni isyanlarını ustaca bastırmayı bilen Padişah’a “kan dökücü” anlamına gelen, “Le Sultan Rouge” (Kızıl Sultan) demiş, bizdeki Abdülhamid düşmanları da bunu havada kapmıştır.
Halbuki tarihe “dost” ya da “düşman” kimliğiyle değil, gerçeği arama amacıyla gidilir.
Ölmeyi tercih etmek
Öncelikle şunu belirtmeliyim ki, Sultan II. Abdülhamid hiç bir zaman “Kızıl Sultan” lakabını hak etmedi. Bediüzzaman’ın ifadesiyle o, şartlar gereği belki “müstebit”, ama “müşfik”ti. Otuz üç sene süren padişahlığı şefkatinin delili olarak tarihin tescili altındadır. Ki otuz üç senede sadece üç-dört âdi suçlunun idam cezasını tasdik etmiş, kendisini öldürmek için arabasına bomba koyan Ermeni suikastçılar dahil, şahsına karşı cürüm işleyen suçluları dahi affetmiştir.
Mithat Paşa, Yıldız Mahkemesi’nde Sultan Abdülaziz’i katletme suçundan idama mahkûm edilmişken ve başta Plevne kahramanı Gazi Osman Paşa olmak üzere, pek çok devlet ileri geleni bu hükmün infazını Padişah’tan rica etmişken, sadece Taif'e sürmekle yetinmiştir.
Sultan Abdülhamid’e “Kızıl Sultan” denmesinin sebepleri çok sorulduğu için, konuyu biraz geniş tutmakta sanırım fayda var.
İngiltere ve Rusya, “Vilâyât-ı Sitte” denilen ve o dönemin idarî haritasına göre Erzurum, Van, Bitlis, Diyar-ı Bekir (Diyarbakır), Mamüret-ül Aziz (Elazığ), Harput ve Sivas’tan oluşan, (bugünkü idari yapıya göre Erzincan, Ağrı, Hakkari, Muş, Siirt, Mardin, Malatya, Bingöl, Amasya, Tokat illeri diğer illere eklenecek) topraklarda “azınlık” olarak yaşayan Ermenilere “kültürel özerklik” verilmesini, bu konuda Osmanlı Devleti’nin bir “ıslahat programı” yapmasını istiyorlardı.
Bu teklifle huzuruna çıkan Almanya elçisine karşı Sultan Abdülhamid: “Ermeniler hiçbir vilayette ekseriyeti teşkil etmiyorlar” diye kükredikten sonra, varlığını ortaya koyuyor, cümlesini şöyle bitiriyordu: “Şark’ı (Doğu Anadolu’yu) muhtariyete (bağımsızlığa) götürecek böyle bir ıslahatı kabul etmektense, ölmeyi tercih ederim!” (Yavuz Bahadıroğlu, Resimli Osmanlı Tarihi, Nesil Yayınları; İ. H. Danişmend, Tarihi Hakikatler, c. 2. s. 102, Tercüman Yayınları)
İş bu cevap, “Büyük Ermenistan” rüyası görenlerle, yürekleri Ermenilerden yana vuranların gözünde, Abdülhamid Han’ı, “Kızıl Sultan” yapıverdi.
Dr. Theodor Herzl’in herzeleri
İşin bir de “Yahudi Cephesi” var...
Macar asıllı Yahudi yazar Dr. Theodor Herzl, ideolojisi “siyonizm” olan, ırkçı bir Yahudi devleti kurmak istiyordu. Bu amaçla Yahudi zenginlerinden para toplayarak ilk “Milli Yahudi Bankası”nı kurdu. Banka yeteri kadar zenginleşince de, bir heyet oluşturup Sultan İkinci Abdülhamid’i ziyaret etti. Filistin’i Yahudilere vermesi halinde Osmanlı Devleti’nin tüm dış borçlarının kendileri tarafından ödeneceğini söyledi.
Sultan Abdülhamid öfkeyle ayağa fırladı ve şöyle kükredi:
“Dünyanın bütün altınlarını verseniz, memleketimin bir karış toprağını satmam!”
Bu şahane cevap üzerine Yahudiler de Sultan Abdülhamid Han’a “Kızıl Sultan” diyenlerin korosuna katıldılar.
Daha sonra ise Abdülhamid Han’ı tahttan indirmeye çalışanları her anlamda destekleyerek intikam aldılar.
Vaktiyle Padişah’tan Filistin’i isteyen Yahudi Dr. Theodor Herzl’in yanında bulunan Selanik milletvekili Emanuel Karasu, her nasılsa, Sultan Abdülhümid’e tahttan indirildiğini bildirecek heyetin içinde de yer almayı başardı.
Sultan II. Abdülhümid’in, Dr. Herzl’e verdiği ret cevabının intikamını almaya gelmişti. Onu tahttan indirmek için tezgâhladığı onca oyunun meyvesini toplayacaktı.
Tahttan indirildiğini tebliğe gelen heyetin içinde Emanuel Karasu’yu fark eden Sultan Abdülhamid Han’ın benzi attı. Acı acı gülümseyerek heyete sitem etti:
“Hepsini anladık da, bu herifin aranızda ne işi var, bunu anlayamadık?”
İdarî deha
Sultan Abdülhamid, otuz üç yıllık saltanatı boyunca kuşkusuz pek çok hata yaptı. Ancak bu hatalarından ne biri, ne de bütünü, kendi çocukları tarafından “Kızıl Sultan” olarak anılmayı hak ettirecek kadar büyük değildi.
Kendisinden sonra Osmanlı Devleti’nin düşürüldüğü duruma bakınca, politik dehası kendiliğinden zaten ortaya çıkar.
Memleketin başına “meşrutiyet” görüntüsü altında Sultan Abdülhamid dönemini bile mumla aratan bir “istibdat” çöreklenmiş, siyasî cinayetler dönemi açılmış, “İttihat ve Terakki Cemiyeti” denilen acemiler korosu yüzünden imparatorluk çökmüştür.
Vaktiyle Sultan Abdülhamid’i tahttan indirmeye çalışanların çoğu, tabutunun arkasından gözyaşı dökmüş, Padişah’a bombalı suikast düzenleyen Ermeni teröristi öven meşhur Filozof Rıza Tevfik bile “Abdütlhamid’in Ruhaniyetinden İstimdad” başlıklı bir mersiye yazmıştır. Yer darlığından dolayı sadece birkaç kıtasını yayınlıyorum:
Tarihler ismini andığı zaman
Sana hak verecek, ey koca sultan;
Bizdik utanmadan iftira atan
Asrın en siyasî padişahına.
Padişah hem zalim, hem deli dedik
İhtilale kıyam etmeli dedik;
Şeytan ne dediyse, biz “beli” dedik
Çalıştık fitnenin intibahına.
Divane sen değil, meğer bizmişiz
Bir çürük ipliğe hülya dizmişiz.
Sade deli değil, edepsizmişiz
Tükürdük atalar kıblegâhına.
« Son Düzenleme: 11 Mart 2008, 01:31:49 Gönderen: mystic »
Yandım ebedi hüsnüne meftun olarak
Kar etti dilim ruhuma efsun olarak..

Mahi

  • Ziyaretçi
Ynt: Sultan II. Abdulhamid Han Kızıl Sultan mı?
« Yanıtla #4 : 15 Aralık 2009, 15:27:54 »
"Ben iyi, güzel, faydalı hiçbir şeyin düşmanı olmadım, bunlara düşman olanlardan başka.. Beni istibdad idaresinin en büyük taraftarı ve dünyanın en büyük müstebidi ilân edenler, hakikati hiç olmazsa ben dünyadan el çektikten sonra itiraf etsinler ve onlar da benden el çeksinler!" (Ulu Hakan II.Abdülhamid Han)

Çevrimdışı Eymen

  • Moderatör
  • araştırmacı
  • *****
  • İleti: 313
Ynt: Sultan II. Abdulhamid Han Kızıl Sultan mı?
« Yanıtla #5 : 14 Kasım 2010, 00:26:37 »
II. Abdülhamid 24 Nisan 1909’da tahttan indirildi, vefat ettiği 10 Şubat 1918’de ise Jön Türklere devrettiği, yüzölçümü neredeyse 5 milyon kilometrekareye ulaşan koca imparatorluk kayıplara karışmış sayılırdı. “Hürriyet kahramanı” Enver Paşa’nın 1 Kasım 1918 Cumartesi gecesi saat 23.00’de bir Alman istimbotu ile kurtarmaya kalktığı ülkeden kaçmadan evvel, yaveri Mersinli Cemal Paşa’ya yaptığı şu acı itiraf, İttihatçıların nasıl büyük bir oyuna geldiklerini geç de olsa fark ettiklerini göstermektedir:

Turan yapacaktık, viran olduk. Bizim en büyük günahımız, Sultan Hamid’i anlayamamaktır. Yazık Paşam, çok yazık! Siyonistlere alet olduk ve onların hıyanetine uğradık!”

« Son Düzenleme: 14 Kasım 2010, 00:28:18 Gönderen: Eymen »
Zaman bir kılıçtır; sen onu kesmezsen, o seni keser.

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."

Çevrimdışı osmanlı

  • araştırmacı
  • ***
  • İleti: 379
  • Okula hayır, Açık lise kolejlerine evet.
Ynt: Sultan II. Abdulhamid Han Kızıl Sultan mı?
« Yanıtla #7 : 07 Eylül 2012, 15:24:46 »
Tarih tekkerrürden ibarettir.

 Bu ifadeye hak verrisiniz veya vermezsiniz ayrı mevzuu lakin, şu an tarih tekekerrür etmekte. Acaba diyorum  bugün yaşayan başta siyasiler, idareciler, amirler ve biz avam, yukarıda bahsedilen husuları bilemesek ve o gün yaşasaydık jön türk olumuyduk? Enver paşa kazıklandığını sonradan anlamış.
  Bu gün dahi siyonist yahudinin oyunu dönmekte, sadece aktörler değişik. Acaba biz ne vakit kazıklandığımızı anlayacağız? Vapurla kaçarken mi? Tabi binecek vapur, gemi, gemicik olursa... Mesela yazılarda s.nursi ve m.akif den bahsetmiş. Bu günümüzün baştacı edilen bu iki şahıs, ne kadar anlayabildiler ki bizde anlayalım kazıklandığımızı ?..
 Şahsi kanaatim artık şudur, "Tarih yahudisiz eksiktir." Adem A.s.dan bu tarafa tüm tarihi hadiseleri incelerken önce şu iki soruya cevap arıyorum yahudi bu işin neresinde? ve kârı ne? Mesela hiç alakası olmayan  gibi görünen Mekke'nin Fethinde yahudi nerede?ne tarafta? çıkarı ne? Veyahut İstanbul'un Fethi içinde aynı suali cevaplayınız. Çok şey değişecek.
Devrimci akıla sahip olanlar, luciferin yeni dünya düzenini yemezler...

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Ynt: Sultan II. Abdulhamid Han Kızıl Sultan mı?
« Yanıtla #8 : 07 Eylül 2012, 21:05:23 »
Tarih tekkerrürden ibarettir.

 Bu ifadeye hak verrisiniz veya vermezsiniz ayrı mevzuu lakin, şu an tarih tekekerrür etmekte. Acaba diyorum  bugün yaşayan başta siyasiler, idareciler, amirler ve biz avam, yukarıda bahsedilen husuları bilemesek ve o gün yaşasaydık jön türk olumuyduk? Enver paşa kazıklandığını sonradan anlamış.
  Bu gün dahi siyonist yahudinin oyunu dönmekte, sadece aktörler değişik. Acaba biz ne vakit kazıklandığımızı anlayacağız? Vapurla kaçarken mi? Tabi binecek vapur, gemi, gemicik olursa... Mesela yazılarda s.nursi ve m.akif den bahsetmiş. Bu günümüzün baştacı edilen bu iki şahıs, ne kadar anlayabildiler ki bizde anlayalım kazıklandığımızı ?..
 Şahsi kanaatim artık şudur, "Tarih yahudisiz eksiktir." Adem A.s.dan bu tarafa tüm tarihi hadiseleri incelerken önce şu iki soruya cevap arıyorum yahudi bu işin neresinde? ve kârı ne? Mesela hiç alakası olmayan  gibi görünen Mekke'nin Fethinde yahudi nerede?ne tarafta? çıkarı ne? Veyahut İstanbul'un Fethi içinde aynı suali cevaplayınız. Çok şey değişecek.


 zs2))