Yazı biraz uzun olsa da çok değişik tesbitler var,ilgilenenlerin okumasını tavsiye ederim.
İsmail Yaşa: “Başbakan Erdoğan “Suriye halkının yanındayız” diyor, “Beşşar ile bu iş olmaz” diyor, “Suriye’de rejim halkı öldürüyor, silahlı çeteler yalanının arkasına saklanıyor” diyor. Aynı zamanda iktidarın sözcüsü sayılan gazete ve televizyonlarda, hatta TRT Arapça kanalında Baas’ın, Beşşar Esed’in propagandası yapılıyor. Hükümet’in bunun önüne geçememesi çok garip.”
Milat gazetesi yazarı İsmail Yaşa ile İstanbul’da düzenlenen Suriye’nin Dostları toplantısının ardından Suriye’deki olayları konuştuk. Medine’de yaşayan İsmail Yaşa, aynı zamanda Suudi Arabistan’da yayımlanan el-İktisadiyye gazetesinde yazılar kaleme alıyor. Gelişmeleri Arap sokağından takip ediyor.
-Yaklaşık bir yıldır Suriye’de katliam devam ediyor. Şu zamana kadar kanı durdurmaya yetecek adımlar atılmadı/atılamadı. Tunus, Mısır, Libya’dan sonra Arap yönetimlerindeki ‘değişim’ rüzgârının Suriye’de duraklamasını neye bağlıyorsunuz?
Arap Baharı denilen süreç Arap ülkelerinin hepsinde farklı şekillerde hissediliyor ve ayrıca bu bahsettiğiniz ülkelerin her birinin farklı özellikleri var. Rüzgâr duraklamış değil. Fakat Suriye’de Mısır’dan, Tunus’tan ve Libya’dan oldukça farklı bir rejimle karşı karşıyayız. Tunus’ta Bin Ali’ye kimse sahip çıkmadı. Ordu da “git” dedi. Kaçmak zorunda kaldı. Mısır’da devrim sürecinin sona erdiğini söyleyemeyiz. Mübarek gitti fakat ülkeyi henüz asker yönetiyor. Normalleşme yolunda atılan bir takım adımlar var. Seçimler gibi… Bu adımların hızlanması gerekiyor. Libya’da da Kaddafi, çevresindeki çıkar gruplarından ve bazı kabilelerden destek alıyordu. Halkına karşı silah kullanmayı ve gösterileri paralı askerlerle bastırmayı tercih etti. Çevresindekiler birer birer dağıldı. Uluslararası camia ve Arap ülkeleri içinde de pek sevilmiyordu zaten. Akıllı davransaydı en azından kendisini ve ailesini kurtarabilirdi. Birçok insanın da ölmesine gerek kalmazdı. Türkiye bunun için uğraştı. Ama Kaddafi’nin yapısı buna izin vermedi. Sonu malum…
Suriye’deki durum nedir?
Suriye’ye gelince; durum hepsinden farklı ve karmaşık. Birincisi Suriye’deki rejim bir devlet yapısından daha çok yer altında örgütlenmiş mafyavari yapılanmış bir çete yönetimi gibi. Her yola başvuruyor ve dolayısıyla daha çok tehlike saçıyor. İkincisi, bölgedeki dengeler üzerine kurulu. İsrail, Baas rejiminin gitmesini istemiyor. İran, istemiyor. Devrim rüzgârlarının Suriye’de dinmesini isteyen diğer bazı ülkeler de istemiyor. Fakat genel olarak baktığımız zaman değişim rüzgârının Suriye’de duraklamadığını, bilakis hızlı bir şekilde esmeye devam ettiğini görüyoruz. Suriye’de değişimin zor olacağını bu ülkeyi ve Baas rejimini tanıyan herkes zaten en başından kabul ediyordu.
İslam dünyası açısından Suriye’deki kutuplaşmayı nasıl yorumluyorsunuz? Körfez ülkeleriyle İran’ın, İhvan’la Hizbullah’ın Suriye turnusolunda karşı karşıya gelmesi, önümüzdeki yıllarda bölgenin siyasi yapısında rol oynar mı?
Öncelikle şunu belirteyim: Suriye’de yaşananları sadece kutuplaşmalar üzerinden değerlendirmek sağlıklı olmaz. Çünkü baş aktör ölümü göze alıp sokağa inen ve artık bu gidişe bir son vermeye kesinlikle kararlı olan Suriye halkı. Bunun dışında elbette herkesin bir hesabı olacaktır. Amerika’nın, İsrail’in, diğer bölge ülkelerinin, Türkiye’nin, İran’ın hep bir hesabı var. “Körfez ülkeleriyle İran Suriye’de karşı karşıya geliyor” demek tamamen doğru bir tespit değil.
Siz nasıl okuyorsunuz peki?
Bir örnek vereyim. Dubai Polis Müdürü Dhahi Khalfan, sürekli olarak genelde Arap Dünyası’nda ve özelde Suriye’de yaşananların Amerika’nın bir oyunu olduğunu ve ABD’nin mevcut yönetimleri devirerek yerine Müslüman Kardeşler’i getirmek istediğini söylüyor. Bu söylem Baas-İran çizgisinin söylemiyle birebir örtüşüyor. Khalfan elbette bu çizgiyi desteklediği için söylemiyor bu sözleri… O kendi ülkesindeki yönetimi için, sıranın Birleşik Arap Emirlikleri’ne gelmesinden korktuğu için bunu söylüyor. Bununla birlikte Suriye’nin bir nevi turnusol görevi gördüğünü söyleyebiliriz. Örneğin, eskiden
Hamas’ın da içinde olduğu bir “direniş ekseni”nden bahsedilirdi. Şimdi Hamas Baas-İran çizgisi tarafından ekseni kaymış olmakla ve hatta ihanetle suçlanıyor.
Suriye’deki gelişmelerden sonra Hizbullah’ın durumu nedir?
Suriye, Hizbullah’a duyulan sempatiyi tamamen bitirdi. Hizbullah, Arap sokağında kendisine duyulan sempatiyi kullanarak Suriye rejimine destek olabileceğini planladı belki. Fakat insanları küçümsememek lazım. Neler olup bittiğini herkes görüyor.
İhvan?
İhvan’ın Suriye’de çok güçlü olduğunu düşünmüyorum. Mısır’da da şu anda bazı tavırları tabanı tarafından sorgulanıyor. Örneğin cumhurbaşkanlığı için aday belirleme sürecinde yaşananlar ve Ebu’l Fettuh’a karşı takınılan tavır gibi… Müslüman Kardeşler Arap Dünyası’nın bir gerçeği, fakat bundan sonra devrimlerin yaşandığı ülkelerde yeni diktatörlüklerin yaşanması çok zor. Müslüman Kardeşler de diğer siyasi gruplar gibi bir grup olarak yarışta yerini alacak. Sonuçta kararı halk verecek. Bu konuda son olarak bir de şunu söyleyeyim.
İran açısından ne tür bir değişim bekliyorsunuz?
Baas rejiminin devrilmesi İran’ın Lübnan’a kadar uzanan kolunu kesecek. Lübnan ve Irak’ta da dengeler tümüyle değişecek. Bu nedenle Nuri El Maliki, daha önce “Irak’a terörist gönderiyor” diye şikâyet ettiği Baas rejimine bugün destek veriyor. Suriye’deki değişimle birlikte Türkiye’nin yakın çevresindeki bölgede İran’ın nüfuzunun gerileyeceğini ve buna karşılık Türkiye’nin nüfuzunun çok daha artacağını kesinlikle söyleyebiliriz.
Kamuoyunda “Esed’in gidici olduğu anlaşıldı” tezi hâkim. Buna katılıyor musunuz? Esed sonrası için Suriye’de nasıl bir yapı/yapılanma bekliyorsunuz?
Esed er ya da geç kesinlikle gidici. Ankara bunu en başından gördü ve ona göre tavrını belirledi. Suriye’de sokağa çıkan halk geri adım atsa eskisinden çok daha kötü olacağını biliyor. Koskoca bir halkı da, değil İran ve Rusya’nın desteği, tüm dünyanın desteği bir araya gelse ve Beşşar Esed’in yanında yer alsa yine de gidişini engelleyemez. Sadece katliamları artırır ve süreyi uzatır. Esed sonrası Suriye’de Türkiye’dekine benzer bir yönetim bekliyorum. Bu konuda Türkiye’ye de büyük görev düşüyor. Aslında Türkiye bunu şu anda yapıyor da.
Ne yapıyor Türkiye?
Ankara uzun süredir Beşşar sonrası için hazırlanıyor ve Suriye’yi de buna hazırlıyor. Suriye Ulusal Konseyi ve Özgür Suriye Ordusu ile yapılan bu. Beşşar sonrası siyasi ve askeri boşluk olmaması için bu ön hazırlık şart ve Türkiye bunu yapıyor. Ayrıca Türkiye Suriye’deki tüm etnik ve mezhebi yapıları kapsayan bir yönetim oluşturulması ve bunun korunması için de garantör olabilir. Dolayısıyla azınlıkların kaygıları da giderilir. Bildiğim kadarıyla bu konuda da atılan adımlar var. Esed sonrası Suriye’de uygulanacak en iyi yapı “Türkiye modeli” ve Esed sonrası hiç şüphesiz Esed döneminden çok daha iyi olacak.
Suriye’deki olayların başlamasından bu yana Türkiye’nin Suriye politikasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce Türkiye’nin Suriye konusunda atması gereken ideal adımları neler olmalıydı?
Genel olarak olumlu buluyorum. Tabii biz Arap sokağından baktığımız için ve Arap sokağında da Türkiye’den beklentilerin çıtası oldukça yüksek olduğu için atılan adımları yetersiz görebiliyoruz. Fakat Türkiye’nin kaygılarını da anlamak lazım. Türkiye için Suriye’ye müdahale, Sayın Dışişleri Bakanımız’ın da ifade ettiği gibi, bir tercih değil bir zorunluluk. Müdahaleyi mutlaka asker gönderme şeklinde anlamamak gerekir. Suriye’de bir yangın var ve Türkiye bu yangına seyirci kalamaz. İnsani ve ahlaki görev bir yana, konu Türkiye’nin milli güvenliği ve çıkarları ile doğrudan ilgili. Ne yazık ki Türkiye’nin bunu göremeyen bir muhalefeti var. Oysa milli güvenlik ve çıkarlar sözkonusu olduğunda muhalefetin iktidara destek vermesi gerekir. Açıkçası Ankara’nın Suriye’deki yangının bir şekilde, örneğin Beşşar Esed’in Kaddafi’nin sonundan ders alarak daha akıllı davranmasıyla sönmesini bekledi. Fakat yangın sönmesi bir yana daha da büyüdü. Şu an atılan adımları doğru buluyorum.
İstanbul’daki toplantıyı başarılı buldunuz mu?
Baas rejimi son dakikada Annan Planı’nı kabul ettiğini ilan ederek İstanbul’da yapılan Suriye’nin Dostları Toplantısı’na karşı ciddi bir hamle yaptı. Buna rağmen İstanbul’daki toplantı gayet başarılıydı. Türkiye’nin karşı hamlesi Annan Planı’nı delmek ve süreyle sınırlamak şeklinde oldu. Annan Planı’nı kabul ettiğini söyleyerek zaman kazanacağını düşünen Baas rejimi sözkonusu hamlesiyle en fazla birkaç gün kazanabilmiş oldu. Annan Planı çok yakında çöpe gidecek. Tunus’ta bir adım atıldı. İstanbul’da bir adım daha atıldı. Bundan sonra yapılması gereken sonuca ulaşıncaya kadar sürekli ileriye doğru ve daha sık adımlar atmaktır. Örneğin, Özgür Suriye Ordusu’nun bir an önce silahlandırılmasına başlanmalı.
Suriye’de muhaliflerin silahlandırılmasının iç savaşa yol açacağını öne sürenler de var?
Bu iddiaya katılmıyorum. Çünkü bu Baas rejiminin ve Suriye’de katliamların devam etmesini isteyenlerin kara propagandası. İç savaş, sivil halkın da eline silah alıp sokağa inmesiyle olur. Suriye’de katliamların devam etmesi ve gerekli adımların atılmaması halinde bir iç savaş yaşanması tehlikesi var. Bıçak kemiğe dayandığı zaman insanlar kendilerini korumak için silaha sarılmak zorunda kalacaklar. Baas rejimi de bir anlamda Suriye halkını bu yöne itecek adımlar atıyor. Özgür Suriye Ordusu ise düzenli ordudan ayrılan ve zaten asker olan, askeri eğitim ve disipline sahip insanlardan oluşuyor. Şu anda yapılması gereken Özgür Suriye Ordusu’na bağlı tüm birlikler arasındaki koordinasyonun, emir-komuta zincirinin sağlıklı işlemesini sağlamak ve Suriye halkını temsil eden bu orduya ihtiyacı olan silahları temin etmektir. Halen Beşşar Esed’in ordusundan kopuşlar devam ediyor ve Özgür Suriye Ordusu’nun güçlenmesiyle bu kopuşlar daha da hızlanacak. Dolayısıyla Özgür Suriye Ordusu’nun desteklenmesi ve silahlandırılması iç savaşa yol açmak bir yana olası bir iç savaş tehlikesini önleyecektir.
Türk hariciyesi Libya’da yara aldı. Türk bayraklarının yakılması ve Fransa’nın -tabiri caizse- parsayı toplamasıyla neticelenen süreç, Suriye’de daha da vahim bir hal aldı. Suriyeli muhaliflerin Türkiye’den beklentileri büyük oranda karşılanamadı. Suriyeliler arasında Türk hükümeti açısından bir hayalkırıklığından söz ediliyor. Hâlihazırda, Türk hükümetinin bu hayalkırıklığını gidermek ve ezilen halka fiili destek olabilmek için Suriye ile ilgili yapacağı en akıllı iş sizce ne olurdu?
Ben şahsen Libya’da başlangıçta bazı tereddütler yaşanmasına rağmen parsayı Fransa’nın topladığını düşünmüyorum. Bilakis Türkiye devrim sonrası Libya ile her açıdan ilişkileri en iyi olan ülkelerin başında geliyor. Libya-Türkiye ilişkilerinin Kaddafi döneminden daha ileride olacağına inanıyorum. Suriye konusuna gelince, Türkiye ön planda ve neredeyse tek başına. Evet; beklentiler büyük. Beklentilerin büyük olmasına biraz bizim söylemimiz biraz da Türkiye’ye Osmanlı’nın varisi gözüyle bakılması yol açtı. Hayalkırıklığı olduğu doğru. Atılacak doğru adımlarla bu giderilebilir. Bizim biraz kendimizi gereği gibi anlatamama problemimizin olduğunu düşünüyorum.
Nasıl anlatmalıydı Türkiye kendisini?
Türkiye’nin haklı kaygıları var ve bunları gayet açık ve net bir şekilde, ikna edici bir dille anlatmalıydı. Örneğin Türkiye yavaş hareket ediyor olarak görülüyor. Ama bunun karşılığında Ankara’nın da attığı adımları hukuki ve ahlaki temeller üzerine oturtma hassasiyeti var. Bu hassasiyet şu anda adımların yavaş atılmasına neden olsa da ilerde Türkiye’nin başının ağrımasının önüne geçecektir. Yani Türkiye bu kadar diplomatik çaba sarfettikten sonra, hiç kimse çıkıp “aceleci davrandınız” diyemez. Diyen olursa o ya cahildir veya art niyetlidir. Sözüne itibar edilmez. Türkiye’nin yapması gereken bir yandan Suriye Ulusal Konseyi ve Özgür Suriye Ordusu ile “Yeni Suriye”nin siyasi ve askeri altyapısını inşa ederken diğer yandan da Baas rejiminin sonunu hızlandıracak, Suriye’nin Dostları Toplantısı’yla İstanbul’da yol haritası çizilen sürecin yakın takipçisi ve lokomotifi olmaktır. Böyle olacağına da inanıyorum. Bu arada yanlış anlaşılabilecek söylemlerden kesinlikle kaçınmak gerekiyor. Çünkü yetkililerin ağzından çıkan her söz sadece Türkiye’de değil, Arap ve dünya kamuoyu tarafından takip ediliyor ve yorumlanıyor.
‘Yanlış anlaşılabilecek sözler’den kastınız nedir?
Bir örnek vermem gerekirse, İran gezisinin ardından sıcağı sıcağına “İran da bizim gibi Suriye’de seçim istiyor” mealindeki açıklamalar bence yanlıştı. İran’ın seçim falan istemediğini herkes biliyor. Suriye’nin Dostları Toplantısı’ndan sonra İranlı yetkililerin yaptığı açıklamalar ortada. Dolayısıyla gerçeklerle bağdaşmayan bu söylem Türkiye düşmanlarının eline “Erdoğan İran’la anlaştı, Suriye devrimini satıyor” deme kozu vermekten ve yanında olduğumuzu ilan ettiğimiz Suriye halkını üzmekten başka hiçbir işe yaramadı.
Suriyeli Albay Harmuş’un Türk istihbaratı tarafından Esed’e teslim edilmesi, ardından Esed’in Harmuş’u video çekimi eşliğinde öldürmesi Arap dünyasında /medyasında nasıl karşılandı?
Harmuş olayı Türkiye için büyük bir ayıp. Sözkonusu olay Arap Dünyası’nda Türkiye düşmanları tarafından epey kullanıldı. “Türkiye Harmuş’u sattı” dediler. Baas rejimi yandaşları da psikolojik savaş aracı olarak kullandı ve muhaliflere “Türkiye Harmuş’u sattığı gibi sizi de satacak” denildi. Harmuş olayı unutulmuş değil. Türkiye’nin bu pisliği temizlemesi ve kendini aklaması gerekiyor. Arap sokağında Harmuş olayının Hükümet’in kontrolü ve isteği dışında gerçekleştiği kanısı yaygın. Fakat Hükümet’ten beklenen, olaya karışan herkesi, altını çizerek bir kez daha söylüyorum, olaya karışan herkesi ucu nereye dayanırsa dayansın ortaya çıkarıp hak ettiği cezayı vermesi ve olayın üstünü kapatmaya çalışmaması. Şayet bu yapılmazsa ileride Harmuş dosyası yeniden açılacak ve Türkiye yine suçlanacak.
Suriye muhalefeti bu noktadan sonra nasıl bir yol izlemeli?
Suriye muhalefetinin izlemesi gereken yol belli. Siyasi olarak Suriye Ulusal Konseyi’nin çatısı altında hareket etmeleri gerekir. Askeri olarak da Özgür Suriye Ordusu bünyesinin dışına çıkılmamalı. Özgür Suriye Ordusu ve Suriye Ulusal Konseyi arasında sıkı bir koordinasyon sağlanmalı. Buna paralel Türkiye’nin öncülüğünde oluşan koalisyonla birlikte, bölgesel ve uluslararası düzeyde Suriye halkını en iyi temsil edecek şekilde davranmalı. Devrimi kaptırmamalı. Burası çok önemli. İçeride canlarını ortaya koyan ve bu kadar kurban veren insanların taleplerini yüksek sesle dile getirmeli ve Suriye halkının belirlediği çıtadan taviz vermemeli. Muhalefet bir türlü bir araya gelemedi vesaire deniliyor. Bu doğru değil. Herkesi aynı çatı altında birleştirmek hiçbir zaman mümkün değil. Baas rejimi yanlısı sözde muhalifler var, Heysem El Menna gibi. Bu tip isimlerin Suriye Ulusal Konseyi’ne karşı oluşunu bahane edip “muhalefet bölük pörçük” demek bilinçli bir şekilde Baas’ın değirmenine su taşımaktır. Suriye muhalefetinde maalesef Libya’daki Mustafa Abdülcelil gibi bir “devlet adamı”nın eksikliği hissediliyor. Eksiklerini gidermek için çok çalışmaları gerekiyor. Türkiye de bu konuda onlara yardımcı olmalı ve gerekirse eğitim vermeli…
Türkiye’de, özellikle kamuoyunda ciddi bir Esed yanlısı duruş görüyoruz. Libya’da, Mısır’da aynı paralelde duran insanlar Suriye’de birden halkın karşısına geçerek, katliamı savunur pozisyona geldiler. Türkiye’de bu kadar yaygın Esed yanlısı bir fraksiyonun olmasını neye bağlıyorsunuz?
Bunun birkaç nedeni var. Mezhep bağı nedeniyle Beşşar Esed’e sempati besleyenler var. Baas rejimi direnişe destek ve Amerika-İsrail karşıtlığı palavrasının arkasına sığındığı için sempati besleyenler var. Amerika ve İsrail karşıtlığının Türkiye’de güçlü olduğunu unutmayalım. Arap Dünyası’nda Baas’ın gerçek yüzü daha iyi biliniyor. Türkiye’de insanlar, hatta yazarlar ve entelektüeller yanıbaşımızdaki dünyadan kopuk oldukları için gerçeklerin farkedilmesi zaman alabiliyor. Bir de güçlü bir İran lobisi var. Diğer ülkelerdeki devrimlerde, belki Libya’yı da bundan istisna tutabiliriz, sözkonusu lobi devrimleri destekledi. Özellikle İslami kesim içerisinde etkili olan bu lobi Suriye konusunda Baas rejiminin yanında yer aldı. Bazıları doğrudan Baas’ı savundu. Bazıları da, Beşşar Esed’in ve katliamlarının savunulacak bir yanı kalmadığını anlayınca devrimciler hakkında kara propaganda yapma, muhalefeti karalama yolunu seçti. Bir de ulusalcı ve Ergenekoncu kesim var ki tüm bunların bir araya gelmesiyle Hükümet karşıtı ve Beşşar yanlısı acayip bir koalisyon oluştu. Zamanla tablo netleşip gerçekler tüm çıplaklığıyla ortaya çıktıkça, kafa karışıklığı azalacak ve Esed yanlılarının etkisi azalacaktır.
...
İsimlere girmek istemiyorum. Bunun bir şirket politikası veya kanala ve gazeteye baskı sonucu olduğunu da düşünmüyorum. Benim kanaatim bunun sözkonusu kişilere işi teslim edenlerin yaşananların farkında ve bilincinde olmadığı yönünde. Fakat şunu söyleyeyim: Bu durumu Araplara anlatmakta güçlük çekiyoruz. Yani Başbakan Erdoğan “Suriye halkının yanındayız” diyor, “Beşşar ile bu iş olmaz” diyor, “Suriye’de rejim halkı öldürüyor, silahlı çeteler yalanının arkasına saklanıyor” diyor. Aynı zamanda iktidarın sözcüsü sayılan gazete ve televizyonlarda, hatta TRT Arapça kanalında Baas’ın, Beşşar Esed’in propagandası yapılıyor. Suriye’de silahlı teröristlerin halkı öldürdüğü anlatılıyor. Örneğin TRT Arapça kanalında bunu dinleyen bir Suriye vatandaşı, bir Arap vatandaşı Erdoğan’a ne gözle bakar sizce? Bazıları bir şeyler diyor da, o dediklerini ben burada söylemek istemiyorum. Sözkonusu gazete ve kanallarda, TRT Arapça’da dün Baas propagandası yapılıyordu, bugün de yapılıyor. Hükümet’in bunun önüne geçememesi çok garip. Yani bahsettiğimiz propaganda örneğin Ulusal Kanal’da veya Aydınlık gazetesinde, Yeni Çağ gazetesinde yapılsa ki yapılıyor da, “Kardeşim, Türkiye’de basın özgürlüğü var. Hükümet yayınlara müdahale edemez” deriz. Ama iktidarın sesi niteliğindeki yayın organlarında ve Başbakan Erdoğan’a en yakın bir işadamının sahip olduğu kanal ve gazetede, devlete ait TRT Arapça kanalında hükümetin söyleminin tam tersine Baas propagandası yapılıyorsa bunu bizim Araplara izah edebilmemiz mümkün değil ve edemiyoruz da…
Hükümete bu kadar yakın medya kuruluşlarında nasıl oluyor da bu kadar açıktan Esed yanlıları başköşeleri tutabiliyor size göre?
İran’daki Humeyni devriminden sonra Türkiye’de İrancı veya Humeynici denilen ekolün yetiştirdiği birçok yazar, çizer ve entelektüel oldu ve bunlar İslami cemaatlere, sivil toplum örgütlerine, siyasi partilere ve medya organlarına dağıldı. İslami kesimin neredeyse her gazetesinde ve televizyonunda bu isimlerden bir veya birkaç kişi var. Bunları Esed yanlısı olarak tasnif edemeyiz. Daha çok İrancılık refleksiyle davranıyorlar. Bölge hakkında da oldukça cahiller.
Biraz açar mısınız?
Örneğin bir yazar Kuzey Irak’tan Peşmergelerin Yemen’e paralı asker olarak gittiğini Husilere karşı savaştığını iki gün arka arkaya yazmıştı. Bir başkası geçen gün Star’da, Katar’da yüzde 20 Şii olduğunu yazdı. Ortada istihbarat raporları ve kanıtlar olduğu halde uzun uzun İran’ın PKK’ya destek vermediğini, bunun Siyonistlerin bir oyunu olduğunu anlattı. Bugün İran’ın Suriye’deki Baas rejimine verdiği destek nedeniyle Esed yanlısı gibi görünen bir çizgideler. İran’ın Suriye konusundaki tavrı farklı olsaydı hiç şüphesiz bu kişilerin durduğu nokta da çok daha farklı olacaktı. Geçenlerde Yeni Akit gazetesinde yayınlanan bir haber vardı. İstanbul’daki İran Konsolosluğu’na giden bir şahıs gazeteyi şikâyet etmiş ve İslami kesime ait medya organlarını yönlendirdiklerini fakat Yeni Akit’e söz geçiremediklerini söylemiş. Bu haber üzerinde çok fazla durulmadı nedense. Oysa bu oldukça tehlikeli bir iddia. Kim bu yönlendirenler? Amaçları ne? Hangi medya organlarını kimler aracılığıyla ve nasıl yönlendiriyorlar? Bu soruların cevabı aranmalı. O zaman sizin sorunuzun cevabını çok daha net olarak verebiliriz. (Dosdoğru haber)
04 Nisan 2012 Çarşamba - 11:06.İsmail Yaşa tımeturk