Gönderen Konu: Bir Söz Hatrına "İSLAMBOL"  (Okunma sayısı 2685 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Bir Söz Hatrına "İSLAMBOL"
« : 07 Mayıs 2014, 12:59:39 »

Bir Söz Hatrına "İslambol"


Ara caddelerden, gökdelenlerden değil, Çamlıca Tepesinden hiç değil; kendimi 1000 metre yükseklikten bir kartal bakışı ile izliyorum ve halimi size arz ediyorum.

Köstebekler gibi yer altları delik deşik edildi, metrolar yapıldı. Köprüler kuruldu. Ulaşım ağı ile dört bir taraf kuşatıldı. Çok katlı binalar göğsüme bir hançer gibi çakıldı. Kenar mahalle evleri, şehri saldırılara karşı muhafaza için kale gibi birbirine bitişik yapıldı. Ne akl-ı selim, ne zevk-i selim, ne kalb-i selim bir manzara var karşımda. İstanbul olduğumu anlamışsınızdır. Hâl-i pür-melalimin özeti bundan ibaret.

İşin bir de medya ayağı var. Hakkımda ileri geri konuşuldu. Medyada, tv’de, hususi ile haberlerde trafik derdinden girilip, yaşanılmaz bir hale geldiğim zihinlere şırıngalanıp, hep kötü tarafım öne çıkarıldı. Bu kadar talan edilsem de ‘yaşanılmaz, kötü bir şehirim’ demeye dilim varmıyor. Hem bütün bunlar, sizin eseriniz, boşuna beni kötülemeyin. Neden kötülemeyin dediğimi biraz sabrederseniz anlatacağım ve bana hak vereceksiniz.

Münhasır bir şekilde kendimi arz edeyim: Fatih Sultan Mehmed Han, 29 Mayıs 1453 tarihinde fethetti, İslam ile müşerref oldum. Sonra yaptığı ilk iş, beni İslam şehri haline getirmek oldu. İmar çalışmaları bu minvalde devam edegeldi. Sultan Üçüncü Mustafa Han, 28 Kasım 1760′ta ismim hususunda emir buyurdular. “Paralarla, emirnameler ve beratlarda kullanılan ifadelerin birbirine muvafık olması güzel bir iş olduğu için, artık ‘Konstantıniyye’ ismi yerine ‘İslambol’ isminin kullanılmasına dair sultanımızın bir fermanı sadır olmuştu. Binaenaleyh, bundan sonra Divan-ı Hümayun kaleminden yazılacak emirname ve beratlarda ‘Konstantıniyye’ yerine ‘islambol’ lafzının kullanılması padişahımızın emridir.”

Sağa sola bakmayın size anlatıyorum, Osmanlı’nın manevi mirasçıları. Beni en iyi siz anlarsınız. Şimdi bana kulak verin. Orhan Veli’nin “istanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.” mısralarıyla dinlemeyin. Yok, yok gözleriniz kapalı; fakat kalp gözünüz açık olsun. Şu yaşadığım acayiplikleri ve garabetleri unutmayınız, lütfen. Başka hiçbir şehir böyle zulüm görmedi tarihte. Moğolların Bağdat’ı istila ettiğinde kitap, kütüphane ve medeniyet düşmanlığını saymazsak.

Bilmiyorum ki hangisini anlatsam, hangi derdime derman arayıp ilaç bulsam. Gökdelenlerle bozulan silüetimi mi, yoksa tahrip/f edilen tarihi mi, metruk eserleri mi? Hangisini anlatsam, dilde şikâyet gönülde kasavet var. Sultanahmet, Yenicami, Süleymaniye, Şehzadebaşı, Fatih camilerim ezansız bırakıldı. Mimar Sinan’ın ve daha nice gönül mimarlarımın kemikleri sızlatıldı. Nice camilerim kıyıma uğradı. isterdim ki ‘Yapamadınız, bari yıkmayın, sahip çıkın. Üstüne bir şey ilave etmeyin. Aslını muhafaza edin.’ Ayasofya Camim ise hepten ezansız ve namazsız, öksüz bir çocuk gibi boynunu büktü. Ezana, namaza, niyaza hasret bakıyor Sultanahmet kardeşine.

Taşrada büyüyen her çocuğun hayali idim ben. Taşı toprağı, altın’ diyerek koştular bana. Eserlerimdeki her bir taş, altın gibi bir ruh ile tezyin edilmişti. Ondandır ki anlı şanlı ecdad, taşları değil ruhları eserleriyle yükseltmişlerdi. Ondandır bu heybetli duruş, ondandır bu tarihe miras kalış. Bilirsiniz ki Mimar Sinan da Anadolu’dan Kayseri’den gelmiş, Konstaniyye’yi eserleriyle ‘islambol’ yapmıştı.

Hakkımda Mimar Turgut Cansever, “Osmanlı şehircilikte estetik için ‘Şeddadî’ binalar yapmaktan imtina etmiş, mesken mimarisinde son derece mütevazı ölçüler tercih etmişti.” der. Konstanıyye’ye islambol damgasını vuran Sinan için “Abidevî eserleri tabiatla ve islâmî hayat tarzıyla mütenasip, dünyanın sonraki nesillerin de hakkı olduğunu bilerek, gelişmeye açık bir mimari anlayışıyla meydana getirmişti.” değerlendirmesini yapar.
Falih Rıfkı Atay ise vicdanının sesini dinlemiş olmalı ki Osmanlı’nın yıkılışı ile ‘bir şehir plânını tatbik edebilecek kuvvette bir idare kurulumadığı” hakikatini itiraf eder.

20. yüzyıl mimarlarından Le Corbusier hakkımda şöyle yazmış: ‘New York bir felaket; istanbul ise yeryüzü cenneti. istanbul bir meyve bahçesidir; bizim şehirlerimiz ise taş ocakları. istanbul’daki evler ağaçlarla çevrilmiştir.’ Osmanlı için ‘Kişi, bina yaptığı yere ağaç da diker.’ cümlesini de ilave etmeyi unutmamış. Eserlerimle islambol iken ismimle de öyle yad edilmek daha hoşuma gider.

Fetihten önce ‘Konstantiniyye’ demişler. Belde-i Tayyibe ‘Güzel belde’, Payitaht-ı Saltanat, istambul Müslümanlar gelince kullanılmaya başlanmış. Rumelililer Dersaadet, Anadolu halkı ise daha çok ‘Deraliyye’ diye söylermiş. Padişahın ağzından yazılan fermanlarda ekseriyetle ‘Südde-i saadet’ geçerken, Divan-ı Humayun’a verilen dilekçelerde ‘Der-i devlet-mekîn/Devletin yerleştiği kapı’ deyimi kullanılırmış. Âsitane ‘devlet kapısı’ Darüssaadet/ Dersaadetmutluluk kapısı’, Deraliyye ‘yüce ev’, Darü’l Hilafeti’l-Aliyye, gibi son zamanlara kadar kullanılan isimlerim saymakla bitmiyor.

Eskiden dört bir tarafı surlarla çevrilmiş olduğu için ‘Eis-tin-polia: iç şehir, şehrin içi şeklinde isimleştiğimi söyleyenler de mevcut. istanbul ‘Stinpolis- şehre doğru’ şeklinden gelir diyen tarihçiler de var.

Şimdi gelelim ‘Beni kötülemeyin’ deme sebebine. Fetih ordusunun askerleri, Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) “Kostantiniye (istanbul) elbette ve elbette fethedilecektir. Onu fetheden emîr ne güzel emîr, onu fetheden asker ne güzel askerdir!” hadîs-i şerîfindeki o emirin, o askerin hatırına beni kötülemeyiniz.

Ben hâlâ, Şehr-i Fatih, Şehr-i Yavuz, Şehr-i Aziz, Şehr-i Hamid, Şehr-i Süleymanım. Hadis-i şerif ve daha adını zikretmediğimiz manevi fatihler hatırına ve Karacaahmet’te medfun “Sakın, terk-i edepten.” diyen şair Nabi’nin edebî üslubuna her zaman riayet ederek ismimle, cismimle şeklimle bana ‘islambol’ demek daha muvafık ve mutabık değil midir efendiler?


Ümit YÜKSEL| 06 Mayıs 2014 | http://insanvehayat.com/bir-soz-hatrina-islambol/