Gönderen Konu: Tasavvuf içe yolculuktur.  (Okunma sayısı 3888 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimiçi Miftahulkuluub

  • Administrator
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 1959
    • http://www.sadakat.net
Tasavvuf içe yolculuktur.
« : 05 Eylül 2016, 18:30:14 »



Tasavvuf tarihi incelendiğinde açıkca görülecektedir ki, sufiler programlarını içinde bulundukları toplumun ve zamanın ihtiyaçlarına göre yapmışlardır. Normal zamanlarda kalp temizliği ve nefis terbiyesi için tekkelerinde Allah’ı zikirle meşgul olurlarken, zaman olmuş bir asker gibi ordularla fetihlere katılmışlar, zaman olmuş işgal güçlerine karşı direniş cephesi oluşturmuşlar, zaman olmuş tekkelerini birer eğitim kurumu, şifahane, aşhane haline dönüştürmüşler, zaman olmuş diyar diyar dolaşarak vaaz ve sohbetlerle halkı irşada çalışmışlar, zaman olmuş gündüzleri bir rençber gibi çifçilik yaparak, geceleri de zikirle meşgul olarak hayatlarını sürdürmüşlerdir.Tasavvuf daha önceki toplumlara ne öğretti ve ne söyledi ise onu söyler. Çünkü günümüz toplumunun ferdleri, insan-Allah ve insan-dünya ilişkisi bakımından, geçmişin fertlerinden farklılık arzetmiyor. Bu ilişkinin nasıl ve ne şekilde olacağı Kur’ân-ı Kerim’in beyanı ve Peygamber Efendimizin uygulamalarıyla belirlenmiş ve bir hayat tarzı olarak kıyamete kadar bütün insanlar için öngörülmüştür. Bu hayat tarzı şu şekilde özetlenmektedir:

1. Allah’a samimi kul olmak,

2. Ebedî hayatı düşünerek geçici olan bu dünyaya bağlanmamak,

3. Yaratıklara şefkat göstermek. Tasavvuf her dönemde insanların bu üç maddeyi gerçekleştirmesi için seferber olmuştur. Dolayısıyla günümüz insanı için de aynı seferberlik söz konusudur.

HERKESİN MEŞREBİNE GÖRE

1. Allah’a samimi kul olmanın yolu, Kitap ve Sünnet’in beyanıyla “O’nu çokça zikret mekten” geçmektedir. O yüzden tasavvuf kurumu “Allah’a götüren yollar, yaratıkların nefesleri adedincedir” anlayışıyla, herkesin meşreb ve mizacına göre zikir formülleri üretmiş ve müntesiplerine uygulatmıştır.Günümüzde de arzu edenlere uygulatmaktadır.

ŞEYTANIN OYUNCAĞI OLMAMAK İÇİN

2. Dünyaya bağlanmamanın; daha doğrusu sevgisini gönüle sokmamanın adı “zühd”dür. Tasavvuf yoluna girenlerden talep edilen ilk şey, geçmişte yaptıklarına tövbe etmek ve dünyaya karşı mesafeli olmaktır.Yani zühd anlayışını benimseyip zâhid olması istenmektedir.O yüzden tasavvuf ehli zâhidliği ayrıntılı olarak ele almış ve “Mala-mülke karşı zühd; makamamevkiye karşı zühd, şana-şöhrete karşı zühd” şeklinde detaylandırmıştır. Yani insanın yukarıda sayılanlardan  hiçbirisiyle kalbini meşgul etmemesi istenmekte; zengin ise mala-mülke bağlanmaması, makam-mevki sahibi ise elde ettiği güç ve imkâna güvenmemesi,
şan-şöhret sahibi ise kendisine gösterilen teveccüh ve itibarın geçici olduğunu idrak etmesi arzulanmaktadır.Bu duyguyu başlangıçta niyet olarak benimseyen  kimse, tasavvufî eğitimin sonunda “hal” edinmiş olarak, yani gönülden benimseyerek yaşama imkanına kavuşacaktır. Zühd anlayışını günümüz açısından
ele alacak olursak, mala-mülke gönlünü kaptırmayan zengin, ihtiyaç sahipleri için daha kolay harcayabilecek, dünyanın geçiciliğini düşünerek sevap kazanma arzusuyla daha cömert, daha eli açık olabilecektir.Makam-mevki sahibi kimseler, o makamda ebedi kalmayacaklarını bilerek sahip oldukları güç ve imkânı
insanlara hizmet için değerlendireceklerdir. Halk tarafından tanınmış, şan-şöhret sahibi kimseler de, içinde bulundukları durumun geçici olduğunu idrak ederek insanlara yukarıdan bakmayacak, kibir ve gurura kapılarak nefis ve şeytanın oyuncağı haline gelmeyecektir.

MENFAAT Mİ, Allah’IN RIZASI MI?

3. Yaratıklara şefkatin temelinde Yunus Emre’nin veciz bir şekilde ifadeye koyduğu “Yaratılanı severiz yaratandan ötürü” anlayışı vardır. Allah’a samimi kul ve dost olan kişi, dostunun her şeyini hoş görür. Öte yandan bütün yaratıkların Allah’ı tesbih ettiğini bilir ve onlara bu espiri çerçevesinde değer verir. Zaten dünyadaki düşmanlıkların, zulmün, azgınlığın temelinde dünyaya olan aşırı bağlılık ve muhabbet yatmaktadır.Mal hırsı, makam sevgisi, şöhret tutkusu insanın gözünü kör etmekte, bir takım dünyevî menfaatlere ulaşmak adına başkasına haksızlık yapmayı, adâletsizliği, kıskançlık, hased ve iftirayı âdeta mübah hale getirmektedir. Oysa hayatını geçici menfaatler için değil de Allah’ın rızasını kazanmak için programlamayan kişinin hedefinde dünyalık bulunmadığından, onun yaşamında düşmanlık, kavga, kin vb. çirkin tavırlar da olmayacaktır.

TEMELİ NEFİS TERBİYESİDİR

İnsanda ahlâkî zaafların ve kötü davranışların kaynağı olarak, Kur’ân-ı Kerîm’de çokca kötülük yaptırma gücüne sahip (emmâre bi’s-sû) olduğu belirtilen “nefis” kabul edilir. Bununla birlikte Kur’ân’da nefsin, yaptığı çirkinliklere karşı pişmanlık duyma (levvâme), metafizik âlemden bilgi alma (mülhime), imanda kesinlik derecesine erme (mutmainne), Allah’ın (c.c.) bütün yaptıklarına rıza gösterme (râzıye), Allah’ın ondan râzı olması (merzıyye) ve tertemiz hale gelme (zekiyye, safiyye) gibi olumlu niteliklerinden de söz edilmektedir.Bu, nefis gücünün terbiye ile olumsuz niteliklerden vaz geçip olumlu niteliklere bürünebileceğini göstermektedir. O yüzden tasavvuf kurumu, insana iyi ahlâk ve güzel davranışlar kazandırmak adına tasavvufî eğitimin temeline nefis terbiyesini/tezkiyesini yerleştirmiştir. Yine insanın kalıcı güzel huy ve davranışlara sahip olabilmesi için, Hadis-i şerifte ifade edildiği gibi kalb temizliği de gereklidir. İşte tasavvuf eğitimine başlanırken yapılan tövbe ile kalbin günahlardan arındırılması (tasfiye-i kalb) hedeflenmekte, eğitim sürecinde uygulanan zikirlerle de bir taraftan kalb süslenirken diğer taraftan nefsin kötü huylarını terk etmesi arzulanmaktadır. Bu şekilde toplum hayatında kavga, ihtilaf ve huzursuzluklara sebep olan kendini beğenme, başkasını aşağılama, haset, kin, yalan, iftira, gıybet gibi kötü nitelikler ortadan kalkmakta, alçak gönüllü, doğru sözlü, bağışlayıcı ve yadımsever olma gibi nitelikler öne çıkmaktadır.

TASAVVUF İÇE YOLCULUKTUR

Tasavvufî eğitim sürecinin adı, yola koyulmak ve yol katetmek anlamında “seyr u sülûk”tür. Tasavvuf yoluna giren kimse, kalp temizliği (tasfiye-i kalp) ve nefis terbiyesini (tezkiye-i nefis) gerçekleştirmek üzere manevî bir yolculuğa çıkmış kabul edilir. Bu yolculuk dışa doğru değil, insanın kendisini bilmesi ve tanımasını sağlayacak olan içe doğru bir yolculuktur. Yolculuğun sonunda insan kendisini tanıdığında Rabbini tanıyacaktır (Men arefe nefsehu fekad arefe rabbeh). Yani yolun sonunda rabbe  kavuşma; vuslat sözkonusudur.

KUL İLE Allah ARASINDAKİ PERDELER

Vuslatın gerçekleşmesi için böyle bir yolculuk mutlaka yaşanmalıdır. Zira tasavvuf ehli insan ruhunun dünyada beden kalıpları içersine girmesini, rabbıyla arasına birlerce perde girmesi şeklinde değerlendiriyor.Ruhlar henüz bedenlenmeden “elest bezminde” iken doğrudan Rabbin hitabına muhatap olarak “Ben sizin Rabbiniz değil miyim” sorusuna “Evet Rabbimizsin” şeklinde olumlu cevap verdiği halde, dünyada bedenlendikten sonra bu hayatta geçerli olan para, makam, şöhret gibi nimetlere karşı içten arzu ve bağlılık beliriyor.Bu arzuların peşinden koşan insan her geçen gün Rabbinden uzaklaşıyor, dünyada ebedî kalacakmış gibi çalışıyor, âhireti unutuyor. O sebeple bu arzular kul ile Allah arasına giren perdeler olarak değerlendiriliyor ve bunların birer birer kaldırılması gerekli görülüyor. Yani insanın bu geçici şeylerle kalbini meşgul etmeden rabbine bağlanması isteniyor. Tabii ki burada hedef dünya nimetlerine fizikî olarak sahip olmamak değil, kalbî/ruhî olarak onlara bağlanmamaktır. İşte insan kalbini, Allah’ı zikretmek suretiyle dünya ve nimetleriyle meşguliyetten koruduğunda, nefis de buna paralel olarak iyi nitelikler kazanmaya başlıyor.Bu süreçte nefsin kazandığı niteliklerden “mutmainne” (kesin imana erme) aşaması önemli bir eşiği temsil ediyor.Nefis mutmainne aşamasına geldiğinde, “elest bezminde” iken gerçekleşen doğrudan Rabbin hitabına mazhar olma hali gerçekleşiyor. Nitekim Kur’ân-ı Kerim’de Hz. Allah bu nitelikteki nefse “Ey mutmain olan nefis” şeklinde doğrudan hitapta bulunmakta ve cennete girmesini söylemektedir. İşte bu aşamadan itibaren dünyada kul ile Allah arasındaki perdeler kalkmış oluyor ve vuslat gerçekleşiyor.

İHTİYAÇLARI GÖZETMEK

Tasavvuf tarihi incelendiğinde açıkca görülecektedir ki, sufiler programlarını içinde bulundukları toplumun ve zamanın ihtiyaçlarına göre yapmışlardır. Normal zamanlarda kalp temizliği ve nefis terbiyesi için tekkelerinde Allah’ı zikirle meşgul olurlarken, zaman olmuş bir asker gibi ordularla fetihlere katılmışlar, zaman olmuş işgal güçlerine karşı direniş cephesi oluşturmuşlar, zaman olmuş tekkelerini birer eğitim kurumu, şifahane, aşhane haline dönüştürmüşler, zaman olmuş diyar diyar dolaşarak vaaz ve sohbetlerle halkı irşada çalışmışlar, zaman olmuş gündüzleri bir rençber gibi çifçilik yaparak, geceleri de zikirle meşgul olarak hayatlarını sürdürmüşlerdir.Acaba dönem dönem böylefarklı tavırlar benimsemelerine etki eden temel faktörler neler olmuştur diye sorulduğunda, görünüş itibariyle toplumun o dönemdeki ihtiyaçları şeklinde cevap verilebilir.Ancak meşâyih-i kiramın kendi ifadelerini kullanacak olursak, onlar bütün tavırlarını esas itibariyle kalplerine gelen ilhama ve çoğunlukla peygamberimizin de katıldığı manevî meclislerde alınan kararlara göre belirlemektedirler. Yani onların dönem dönem icra ettikleri birbirinden farklı tutumların arkasında, kalplerine gelen manevî işaretler ve aldıkları manevî emirler vardır. Ona göre faaliyet tarzlarını belirlenmektedirler. Böyle bakıldığında hakiki mürşidler her dönemde yapılması gereken ne ise onu en güzel bir şekilde yapmaya çalışmışlardır denilebilir. Ve bu mânâda her dönemi kendi şartları içinde ele almak, doğru sonuçlara ulaşmak bakımından daha isabetli olur kanaatindeyim.



Yazar : Prof. Dr. Reşat ÖNGÖREN
İstanbul İlahiyat Tefsir Anabilim

İncemeseleler    Sadakat.Net    İns SadakatForum  Sevadı Azam


" Derviş isen kardeş takvaya çalış.."

Çevrimdışı Sunborly

  • สโบเบทออนไลน์24
  • Yeni üye
  • *
  • İleti: 1
  • Sadakat Forum
Ynt: Tasavvuf içe yolculuktur.
« Yanıtla #1 : 26 Nisan 2017, 08:29:07 »
I must admit the content that you have presented this time.