Gönderen Konu: Tasavvuf  (Okunma sayısı 7317 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı omur

  • ömür
  • yazar
  • ****
  • İleti: 651
Tasavvuf
« : 05 Ağustos 2010, 03:54:30 »

Letaifin Anlamı ve Letaif Zikri



İnsan aslında 10 latife(güzellik) ile yaratılmıştır. Bu letaifin beş tanesi madde aleminden, diğer beşi de emir(melekut) alemindendir.
Emir alemi, görüntü ve madde olmaksızın, Allah (c.c)'ın emriyle yaratılmıştır. Emir alemi, arşın üstündedir. Alem-i mülk veya alem-i halk olarak isimlendirilen madde alemi ise arşın altından hava küresine kadar olup beş duyu ile anlaşılabilir.

Emirler aleminden olan beş latifeden biri insani "kalb"dir. Madde alemindeki yeri, insanın sol memesinin dört parmak altındadır. İkincisi insani "ruh" olup sağ memenin dört parmak altındadır. Üçüncüsü "sır"dır ve sol memenin iki parmak üstündedir. Dördüncüsü "hafa" ismini alır, sağ memenin iki parmak üstündedir. Beşincisi boyun çukurunun iki parmak altında bulunan "ahfa"dır. Bu latifeler İmam-ı Rabbani (k.s) Hazretlerinin buyurduğu gibi nurdan yaratılmıştır. Bunların varlığını keşif sahipleri de söylemektedir. Çünkü bu latifeler esas yerlerine (emir alemine) döndükten sonra yerleri boş olarak görülmektedir.

Gerçekten Allah-u Teala (c.c) bu latifelere kendi Rabbani kemalatından kemaliyet ( olgunluk) ve yetenek vermiştir. Bunlar emir aleminden madde alemine taşındıktan sonra, insan bedenine konulurken, nefis onların nurlarını karartmış, kemalat ve yeteneğini de eksiltmiştir. Allah-u Teala’nın ( c.c) latiflere verdiği kemalat şu şekildedir;

*Kalb için zati tecelli ve huzuru yaratmıştır.
*Ruh için zati sevgi ve cezbeyi yaratmıştır.
*Sır için zati vahdeti ( Cenab-ı Hakk’ı (c.c) bir bilmek) yaratmıştır.
*Hafa için istiğrak’ı ahfa için izmihlal’i yaratmıştır.

İstiğrak : Duygularla ve düşünceyle anlaşabilen tüm varlıkları, dağılmaksızın Allah-u Teala’nın ( c.c) Zati tecellisine batmış olarak; O’nun yüce zatını ise bütün yaratılanı kuşatmış olarak görmek ve anlamaktır. Suya dalmış kişinin su, suyunda o kişi olmadığı gibi, suya dalan kişi dalışının derinliğinde görülmez. İstiğrak halinde kul kuldur, Rabb de Rabb’dır. Yani istiğrak halinde Allah-u Teala ( c.c) gerçekten değil de, belirme ve ululuk yönünden tüm varlıkları kuşatmış olarak algılanır.

İzmihlal ( Kaybolma, dağılma) : Tüm eşyayı Allah-u Teala’nın ( c.c) ilahi varlığında dağılmış ve yok olmuş olarak görmektir. Bu suyun sütün içinde kaybolduğu gibidir. Fakat bu da gerçek birleşme değildir. Zira yaratılanla yüce yaratıcısının birleşmesine inanmak açıkça küfürdür. Allah-u Teala’nın (c.c) varlığı kuvvetlidir, hükümrandır, mutlaktır ve yaratılanların varlığı esastır. Yaratılanlar ise O yüce varlığın gölgesidir, zayıf ve sonradan olmadır. Biz özellikle kalbin O’na ileri derecede bağlı olması nedeniyle bu tanımlamayı kullanıyoruz, yoksa birleşme söz konusu değildir.

Latifeler insan bedeniyle birleşince, nefs emirler aleminden olan beş latifeyi karartmış nurlarını söndürmüş ve feyz alma kapısını kapatmıştır.
Bu kötü olay şunlara neden olmuştur :
** Kalbin zati sevgisi ve huzuru dünya sevgisine, huzuruna ve olaylara bağlı kalmaya dönüştü.
** Ruhun zati sevgisi dünya sevgisi ve nefsin hırslarına dönüştü.
** Sırrın vahdeti ( birlik duygusu) nefsin kendini tek varlık olarak görmesine dönüştü.
**Hafa’nın istiğrakı dünyanın hazlarına dalmaya dönüştü.
** Ahfa’nın izmihlali ise dünya hırsına dalmaya ve dünya uğruna kendini yok etme durumuna dönüştü.

Bunların sonucunda nefis kendi isteklerinden başka tüm kemalatları unutulmuş ve umursamaz olmuş; sadece kendini görür hale gelmiştir.
Madde aleminde olan beş latifenin temel özelliği eksiklik; karanlık ve kusurdur. Dört unsur (elaman) toprak, su, ateş ve hava ile nefsi emareden oluşan bu beş latifenin özellikleri şunlardır :
->Toprak elemanlarının eksik yanı ibadetlere ilgisizlik, emirlere uymamak, yasakları yapmaktır.
-> Su elemanının eksik yanı nifak ( iki yüzlülük) tır. Bu suyun bulunduğu kabın rengi ve şeklini alması gibidir. İyi kişiler yanında iyi, kötü kişiler yanında kötü olur.
-> Ateş elemanın eksik yanı nefsi sevmek ve onun uğruna kızmaktır. Bundan da çekememezlik, hırs ve şehvet ateşi doğar.
-> Hava elemanının eksikliği kibirdir. Bu da tüm yaratıklardan kendini üstün görerek Hakk’a sırtını dönmektir.
-> Nefsi emmarenin eksiği ise Allah (c.c) korusun- ilahlık iddiasıdır. ( Nefsin Tanrı olduğunu ileri sürmesidir.)

İşte kalbin tüm hastalıklarının nedeni bu eksikliklerdir.

Cenab-ı Hakk ( c.c) bir kulunu doğru yola getirmeye dilerse kerem ve iyiliğinden cezbe verir ya da razı olduğu işler yaptırır; bundan da yine cezbe doğar. Cezbeden başka, kulunu nefis kemalata ermiş ve başkalarını kemale erdirebilen bir mürşidi kamille karşılaştırır; bu zatta onu olgunlaştırarak gerçeğe erdirir. Bu mürşidi kamil yardımıyla, nefsin latifeler üzerindeki kötü etkisi kaybolur. Latifeler asıl makamlarına dönmeyi isterler ve sonuçta ilk kemallerine kavuşurlar. Bu kavuşma yüce bir yolculukla olur: Yeryüzünden kalbin makamı olan arş’ın dış yüzüne kadar dokuz bin yıldır. Kalbin makamından emir alemindeki ruhun makamına kadar dokuz bin yıllık uzaklık vardır. Böylece her makam arası dokuz bin yıl olduğuna göre yeryüzü ile ahfa latifesinin makamı arası kırk beş bin yıllık uzaklıktadır.

Ahfa latifesinin makamı emir ( melekut) aleminin sonudur. Daha sonra latifeler emirler aleminden Allah ( c.c) sıfatlarına doğru yükselme başlar. Çünkü sıfatlar alemi emirler aleminin aslının aslıdır. Sonra sıfatlar aleminde isimler alemine sonra şuun ( olaylar) alemine, oradan da ilahi zat’a yükselirler. Ancak sıfata kadar makamla ondan sonrasına da hal ile yükselme gerçekleşir. Makamla yükselme süreklidir ve kişiliğe mal olmuştur; sabit ve değişmeyerek devam eder. Hal ise bunun tersinedir, gelip geçici bir durumdur, kişilik yapısına mal olmuştur.

Latifeler makam ve kemallerine (asıl yerlerine) vardıkları zaman kalbin kemali olan tam huzur; ruhun kemali olan tam cezbe; sırrın kemali olan tam birlik (vahdet); hafa’nın kemali olan tam yokluk (benlikten arınma) ve ahfa’nın kemali olan tam izmihlal ( ilahi varlıkta kaybolma) kendiliğinden gerçekleşir. Bazen bu latifeler asıl yerlerine vardıkları halde mürit bunu bilmez ve yorgunluğunu anlamaz. Fakat bu varışın belirtileri vardır ve bunlar Nakşibendi kitaplarında etraflıca açıklanmıştır.

Bazen latifelerin bir kısmı ilerler, diğer kısmı ilerlemez.Yalnızca tam cezbe veya cezbe olmaksızın tam huzur olabilir. Buna seyr-i fillah ( Allah’ta (c.c) ilerleme), seyr-i ulvi ( yüce ilerleme ), seyr-i cezbe ( cezbede ilerleme) ve seyr-i afaki ( ufuklarda ilerleme) denilir. Bu durumda birçok kez mürid sahiv (ayıklık) için mahiv ( yok olma) olur. Hatta kendisine görülenlerin ve hallerinin artışından dolayı kalbini ileri derecede gayesine bağlayan mürit dünya ve ahiretle ilgili işlerini unutur. Bu durumda nefy ve isbat zikrinin zamanı gelmiş demektir...

Alinti

Çevrimdışı ahti

  • Yeni üye
  • *
  • İleti: 1
Ynt: Tasavvuf
« Yanıtla #1 : 04 Ekim 2010, 16:10:42 »
selamun aleykum müslüman kerdeşler, bu siteye yeni katıldığım ve konun tam bir ehemmiyetini ilhak olmadım. bu hususu ifade ederken site hizmetinden yararlanmak ve bilgi paylaşımında bulunma bir vacibe veya bir gerekliliktir.

maneviyat aslı Allah'ı nefsi içerisnde yooğurarak ve Allahı tüm beden dilliyle ifa etmek veya yüksek mertebe-i saadet olarak nisbet eden Hüsn-i hulk insan vasfının dünya dışına çıkarak Allaha yaklaşması ve Allah'ı en yakkini vacibinde tatbik ve tasdik etmesidir ki bu da yalnız Allahın rıza ve isteği uluhiyetine aittir. ancak şu ki Allah insana ehli ihtiyar-ı bahşederek onu yücelere çıkarmaya müsait ve aklı selimi terbiyeyi azimi bahşetmiştir.
« Son Düzenleme: 04 Ekim 2010, 17:34:27 Gönderen: Tuğra »

Çevrimdışı valdiviesqs

  • Yeni üye
  • *
  • İleti: 13
Ynt: Tasavvuf
« Yanıtla #2 : 18 Temmuz 2012, 11:19:43 »
Biz özellikle kalbin O’na ileri derecede bağlı olması nedeniyle bu tanımlamayı kullanıyoruz, yoksa birleşme söz konusu değildir.