Gönderen Konu: Tasavvuf ve Maneviyat Dünyamız  (Okunma sayısı 106193 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı fazıl14

  • aktif yazar
  • *****
  • İleti: 1339
Mürşid-i Kamil Ve Mürid (2.bölüm)
« Yanıtla #60 : 13 Kasım 2008, 11:27:52 »

Bu arada mürid:
-Artık erginleştim, olgunlaştım.Bu kadar da mücevhere malikim.Bundan böyle, manevi babaya ne ihtiyacım var? Yollu bir davranışa cesaret eder veya buna benzer bir durum gösterirse ve mürşidinin rızasını gözetmeyerek:
-Bundan sonra biz de başlı başımıza bir sultan olduk, gibi hallere düşerse, kısa zamanda bütün o mücevherleri kayıp ve telif eder ve Allahü Teala`nın amanında bir müflis olarak kalır.Bundan sonra, kendisine taraf-ı ilahiden mücahede kapıları açılır.Bir müddet, o mücahede içinde çalışıp durursa da asla faydası olmaz, şaşkın ve üzgün ortalıkta kalıverir.
Eğer kusurunu anlayarak, bu mücahede rüzgarının ne yönden olduğunu fark edebilrse ve sıdk ile iman diyerek mürşidine yüz dindürüp gelir ise, manevi babası olan zatın şefkat ve merhametine kalmıştır.Dilerse, eski halini tekrar ihsan buyurur, kendisini o halde bırakır.
Bir diğer husus da şudur:
Malum olsun ki, bazı salikin tecellisi gereğince, SEYRULLAH vuslatı karanlıkta zuhur eder.Yani, yedi letaifte bir nur eseri görünmeyerek vuslat olur.Ancak, bu süretle giden salik, yalnız nefsini kurtarmış olur.Başkalarının irşat ve tecellisine kabiliyeti olmaz.İşte, böyle karanlıkta gidip, kendisini kurtarmış olan müridin terbiyesi, yedi letaiften başlayarak zikir ve fikir ile meşgül iken, yine karanlıkta olmak üzere, kalp yününde biraz ağaçlar, akar sular ve bunlara benzer alametler görür.Bunu şeyhine ifade ettiği zaman, LETAİF-İ KÜL`le varincaya kadar, mürşidinin telkiniyle bir müddet daha aynı şekilde gider ve gerek kalpte ve gerekse diğer letaifte yine karanlıkta olmak üzere ruhaniyette ve cismaniyyette sallAllahu aleyhi ve selem efendimizi veya Cihar Yar-ıgüzin efendilerimi veya Hazret-i piri görür.Bundan sonra, kendisine LETAİF-İ KÜL telkin olunur.Onda da biraz gittikten sonra, NEFİY VE İSBAT telkin olunur.Eserleri zuhur ettikten sonra, MÜRAKABE telkin olunur.
Bazı salikler de , TECELLİ-İ ESMA`da veya TECELLİ-İ EF`AL`de yahut TECELLİ-İ SIFAT`ta kalır ve daha ilerisine gidemez.Tecellisi gereğince, oraya eleşüp kalırsa, zaman mürşidi o salike TECELLİ-İ ZAT`tan iki günde veya üç günde bir veya her gün huzuruna alıp teveccüh buyurur.Böylece, o salik düçar olduğu tehlikeden kurtulur ve selamate ulaşarak ileriye geçirilir.İleri geçmesi mümkün olmadığı takdirde, bulunduğu hal üzere kullanılır.Çünkü, tecellisinin gereği böyledir.Fakat, o müridin mürşidi kudsi kuvvet sahibi ve maliki, kamil ve mükemmel bir zat olursa o zaman biçare saliki kudsi kuvveti hasebiyle ta Zatullah`ta müstağrak olmak derecesine kadar götürür.
Önemli bir husus daha vardır:
Salik, sülüke başlayıp ta kalbin nuru zuhur edince, keyfiyeti şeyhine bildirdiği zaman, birden ileri geçirmemeli ve onurun sebat için birkaç gün o mertebede tutmalıdır.Ondan sonra, ruha geçirmeli ve sırasıyla her birinin eserleri zuhur ettikçe, üçer beşer gün bekletilerek LETAF-İ KÜL`le vardırılmalıdır.Eğer salik LETAİF-İ NEFS`e vardığı zaman, arada birinin nurunu kaybediverirse, onu tekrar buldurmadıkça daha ileri geçirilmemelidir.
Bazı saliklere de, bu letaif arasında kabirlerin veya kalblerin keşfi gibi gaipten bazı alametler zuhur eder ve kendisinde ilişiklik belirtisi görülürse bu tehlikeden o saliki geçirmek için:
-Bu gibi şeyler tehlikelidir, diyerek yüz vermemeli ve biraz sert davranmalıdır.Salike:
-Bunlar, erkeklerin aybaşı hali görmesi gibi şeylerdir.Bizim maksadımız ise vuslattır, denilmek süretiyle o ilişkilerden geçirmeli ve bu tehlikeden kurtulması için mürşid kendi hücresinde, müridinin gıyabında teveccüh buyurmalıdır.


"El-mücâhid fî sebîlillâh, el-müştâk ilâ cemâlillâh, hüve ünvânüküm"

("Ünvanı: Cemal-i ilâhiye âşık, Allah yolunda mücahit")

"İtikaden Ehl-i Sünnet, Amelen Hanefi, Meşreben Nakşî-yi Müceddidî"

Çevrimdışı fazıl14

  • aktif yazar
  • *****
  • İleti: 1339
Niçin Mürşid-i Kamile İhtiyaç Vardır?(1.bölüm)
« Yanıtla #61 : 14 Kasım 2008, 12:04:29 »
Kulun yüksek makamlara erismesi, ancak su iki seyden birisi ile mümkün olur: Ya Ilahi bir cezbe, ya da Sadiklardan olan seyhlerden birinin elinde sülûk etmekledir. Hususi bir cezbe herkes için söz konusu olmayabilir. Fakat digeri için bir engel yoktur. Bir Mürsid-i Kamil'in elini tutup hizmetine girildigi, emirleri tutulup canla, basla çalisilmaya baslandigi zaman, salik, sanki annesinden yeni dogmus gibi olur. Artik Mürsidi onun manevi babasi ve terbiyecisidir. Allah'a giden yolda yegâne vasitadir.

Tasavvuf yolunun büyükleri, Allah'a giden yolda kendisine yol gösterecek, rehberlik edecek seyhin, Allah'in kapilarindan bir kapi olduguna isaret etmislerdir. Bu yola giren bir kimsenin, seyhini böyle görmesi, müridligin ilk basamagidir demislerdir. (Adab) Imam-i Sa'rani'den yapilan bir açiklamaya göre; Ehl-i tarik, insani Allah'in huzuruna kalb huzuru ile çikmaktan men eden kötü sifatlardan temizlenmeye irsad edecek bir mürsid-i kâmile intisab etmenin mutlaka zaruri oldugunda icma ve ittifak etmislerdir diye bildirilmistir. (Adab)

Mürsidi Kamile bir Peygamber gibi vahiy gelmiyor. Ve bir Peygamber gibi vahiy teminati altinda da degildir. Bundan kasit, bir Peygamber gibi mucize ortaya koymak mecburiyetinde görülemezler. Bununla beraber onlar Allah'in ordularindan bir ordudur. Allah'in ordulari ise, O'nun bilgisi dâhilindedir. Nitekim:

Rabbinin ordularini kendisinden baskasi bilmez. Ve o insan için ancak bir ögütten ibarettir .(Müddesir /31) buyurulur.

Bazi bilginlerin açiklamasina göre Rabbin Ordulari'ndan maksat bunlar Allah'in Velilerini olusturan topluluktur. Asirlardir onlarin Islam toplumundaki serefli yerini ve faziletlerini, gerçek ilim adamlarindan kimse inkâr etmemistir. Rabbimiz (cc) buyurur ki:

Dikkat ediniz! Allah'in velileri için hiçbir korku yoktur. Onlar mahzun da olmazlar(Yunus /62)

Öyleyse, kendini bos seylerle oyalama. Bu yolun yol kesicilerine takilarak, gerçek saâdetten mahrum olma. Bilgisi kendisine fayda saglamayan, Islam'in edeb kültüründen mahrum ve nasipsiz kimselerin telkinleri seni oyalamasin. Faziletine inandigin bir mürsidin himmetine erismek için acele etmelisin.

Peygamberler ile (Allah cümlesine salât etsin) Evliyaullah'in meslekleri aynidir. Aralarindaki tek fark, Peygamberlerin ihtisas sahibi olmalari, delil ve hüccet getirmede mucizeye kadir olmalari ile Evliyaullah'in onlara bagli bulunmalaridir. Nasil ki peygamberlerin yolunu kesen yol kesiciler varsa, Allah dostlarinin kapisina giden yolu kesenler de eksik olmayacaktir. Mevlana Halid el-Bagdadi (ks) der ki:

Kalb ehli tarafindan gözetilmek isterseniz, inkâr ehlinin sözlerine kulak asmayiniz. Allah (cc)'un bir kulundan yüz çevirdiginin alametlerinden biri de, O kulun velilerin haysiyet ve sereflerine dil uzatmasidir. Bu söz büyüklerin kelamidir. Kim velilerin aleyhinde konusulan sözlere kulak verirse, o da onlardan sayilir.

Yeryüzü kiyamete kadar Allah'in evliyasi ile sereflenecektir. Evliya Velinin çoguludur. Veli ise, araya isyan karismamak üzere taati devam eden kimsedir. Bir baska manada ise Veli, kendisine Allah'in ihsani araliksiz olarak devam eden kimsedir. Bir kimsenin hakikatte Veli olabilmesi için, bu iki vasfin gerçeklesmesi lazimdir. Peygamber nasil masum ise, Velinin de Allah tarafindan korunmus olmasi lazimdir. (Reddü'l-Muhtar )

Mürsid-i kâmil olan zâtlar hakkinda söylenmesi gereken söz; onlarin vasiflarinin Allah Teâlâ'nin korumasi altinda oldugunu kabul etmektir.

Mürsid-i Kamiller Allah'in yeryüzündeki eminidirler. Onlarla beraberlikte çok hayir ve bereket vardir.

Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve sadiklarla beraber olun (Tövbe/119)

Mürsid-i Kamiller kalp mütehassisidirlar. Kötülügü emreden nefsin hile ve desiselerine karsi gelistirdikleri metodla, kalpleri tamir etmede Allah onlara kabiliyet vermistir. Sen, dinin emrettigi farzlari, vacibleri ve diger hususlari, bir fikih âliminden alip ögrenebilirsin. Mesela Islam akaidini bir kelam âliminden ya da Ilm-i Kelama ait bir eserden ögrenebilirsin. Ama kalbinde olusan firtinalari, Kamil bir Mürsidin verecegi bir reçeteyle durdurabilirsin. Alimlerin ihtisas alanlari degisik degisiktir. Nasil ki kalp doktoru, ameliyat doktorunun sahasina karismazsa, bilginler de, kendi ihtisas alanlarini asan hususlara girmezler. Girmemelidirler. Çünkü bu Fizik ilmi degildir. Din ilmidir. Bu bakimdan, asrin getirdigi birtakim tereddütler, kalplerde olumsuz etkiler meydana getirmektedir. Bu tereddütleri gidermek için, mutlaka bir mürside ihtiyaç vardir. Efendim böyle bir zamanda bunlara ne gerek var! Denilemez. Gerçek saâdete, ilim ve amel bütünlügü ile ulasilir. Bu bütünlük, kalpte gelismedikçe, bedene tesiri olmaz. Öyleyse, vasiflarini belirttigimiz Mürsid-i Kamillere giderek, bu ihtiyaç giderilmelidir.
"El-mücâhid fî sebîlillâh, el-müştâk ilâ cemâlillâh, hüve ünvânüküm"

("Ünvanı: Cemal-i ilâhiye âşık, Allah yolunda mücahit")

"İtikaden Ehl-i Sünnet, Amelen Hanefi, Meşreben Nakşî-yi Müceddidî"

Çevrimdışı fazıl14

  • aktif yazar
  • *****
  • İleti: 1339
Niçin Mürşid-i Kamile İhtiyaç Vardır?(2.bölüm)
« Yanıtla #62 : 14 Kasım 2008, 12:05:13 »
Abdullah Baba (ks) Aziz Hz.leri Mürsidi Kâmile olan ihtiyacin önem ve ehemmiyeti hakkinda söyle buyurdular.

Bazi âlimler, ulemalar Kuran'a ve sünnete bagli oldugu müddetçe ehli tasavvuf gibi yasayanlarda da Cenabi-i Zül celal Hazretlerinin evliyasi olur, diyorlar evet dogrudur. Fakat bu nadirattandir. Tarikata girenler ile girmeyenlerin arasindaki fark dagdaki olan meyveyle bahçedeki olan meyvenin arasindaki fark gibidir, çünkü bahçede yetisen meyvenin bir bahçivani olur. Topragini havalandirir, temizler gübresini atar suyunu verir, asisini yapar. Çiçeklendigi zaman onun flitini verir, haserelerden korur. Mümbit bir sey olur.

Ama diger taraf da kendi basina zikreden, ne nefsi levvamede oldugunu bilir ne mülhimede oldugunu bilir. Oda meyvedir ama bu meyve kendiliginden olur, sahibi olan meyve gibi olmaz. Doktoru olan hastayla doktoru olmayan hasta gibidir. Doktoru olan hasta ilaçlarla ameliyatla tedavi olur. Doktoru olmayan da sabir Allah sabir Allah der. O hastaligi çeker. Yinede Allah'a dost olur ama çeke çeke gider.

Mürsidi Kamile bagli olan ise sihhatli gider. Baska bir misal verecek olursak; nasil devletin askeriyesi varsa nasil orduda bir çavusun, onbasinin, basina bir sikinti gelse bir tehlike olsa o ordunun generali hemen emir verir ve birden o sikinti çözülür. Sivilde ise kahvede birini öldürseler onun katilini bile bulamiyorlar. Niye, sahiplenen yok Degil mi. Iste Tarikata giren insanda manevi askerdir. Manevi askerinde bir arayani olur. Maneviyat, evliyaullah da onlari arar, onlari kollar ve gelecek hadiseleri onlara bildirir ve uyarir aradaki fark budur.

Yunus Emre Hz.leri Seyhi Olmayanin Seyhi Seytandir buyuruyor.

Bu sözün manasi sudur. Müslüman eline bir mecmua aliyor, kalbin açilmasi için bin defa Ya Fettah çekeceksin ve yahut isinin olmasi için su kadar esma çekeceksin diye okuyor. Bu arada ruhi sultani genisliyor ama bu seferde nefis ve seytan daraliyor. Daraldigi içinde Allah'in varligina birligine sek süphe yaptirmaya basliyor. Akli fikrine, fikride kalbine diyor ve konusmaya basliyor. Seytan ve cin bu insana musallat oluyor. Onun için insana bir rehber gerekiyor. Bizlere Fikih ilmi ile isik tutan mezhep sahibi büyük imamlarimiz dahi bu manevi ihtiyacin gerekliligini anlamislar.

Imam-i Azam Ebu Hanife Hazretleri, Bu mübarek, Cafer-i Sadik Hz.lerine intisap etmis ve su sözleri söylemistir:

Ömrümün son iki senesinde, Cafer-i Sadik Hazretlerine intisap etmeseydim, hüsrandaydim, buyurmustur. Buradaki, hüsran olmak manasi, yanlis anlasilmasin, ahiretini kaybetmis anlaminda degildir. Ancak buna su sekilde bir örnek verebiliriz.

Nasil ki, askeriyede, bir astegmen, albayliga kadar yükselebiliyor, ondan sonra general olabilmesi için kurmaylik sinavina girmesi gerekir. Yoksa general olamaz, albayliktan emekli olur. Ayni bunun gibi, maneviyatta da, erinden generallige kadar gidilir. Iste manevi general olabilmek için, Allah'a vuslat bulmak için, illaki bir gönül dostu, bir mürebbi sarttir. Iste, Imam-i Azam Hazretleri de, bir gönül dostu olan, Cafer-i Sadik Hazretlerine intisap edip, tabi olmus. Kendisine manevi haller, kesif ve kerametler verilmis, o nese ve muhabbet ile Hakk'a âsik olmustur. O'na, dost, Muhammed-il Mustafa ya yar olmustur. Kendisi bu güzellik ve hakikati, ancak Cafer-i Sadik Hazretlerine intisap ettikten sonra, ona tabi olduktan sonra, yakalamis ve onun için bu ask ve vecd halinden uzak geçen ömrünü, hüsrana ugramis olarak nitelendirmistir.

Ayni sekilde, yine, mezhep sahibi olan, Imam-i Safi Hazretleri ve Imam-i Ahmet bin Hanbel-i Hazretleri de, Ümmi bir zât olan, Seyban-i Rai (ks) Hazretlerine müntesip olmuslardir.

Yine büyük Âlim ve Müfessir olan Imam Sarani Hz.leri de Ümmi bir zât olan Ali Havas (ks) Hz.lerine intisap etmistir. Hem Mezhep imamlarimiz da, hem de diger büyük ilim sahibi imamlarimizda da tarikat'a suluk edenler çoktur. Çünkü Tarikat Seriat'tan ayri bir sey degildir. Beraberlerdir.

Hakikate ve marifetullah'a ulasabilmek için ancak gerçek bir Mürsidi Kâmilin terbiyesinden geçmek gerektir.


"El-mücâhid fî sebîlillâh, el-müştâk ilâ cemâlillâh, hüve ünvânüküm"

("Ünvanı: Cemal-i ilâhiye âşık, Allah yolunda mücahit")

"İtikaden Ehl-i Sünnet, Amelen Hanefi, Meşreben Nakşî-yi Müceddidî"

Çevrimdışı fazıl14

  • aktif yazar
  • *****
  • İleti: 1339
Mürşid-i Kamil Kime denir?Kendisine düşün vazifeler(1.bölüm)
« Yanıtla #63 : 15 Kasım 2008, 12:36:46 »
Allahu Teala`nın emriyle her asırda, ilimleriyle amel eden alimlerden, her konuda üstad sayılan kişilerden, Resulullah sallAllahü aleyhi ve selleme halife olabilecek olgunlukta ve erginlikte bulunanlardan 10-15 ve bazen daha fazla mürşid-i kamil vardır.Vaktine göre, her biri birer büyük beldede irşad ile memurdurlar.Bazen de, üçü beşi, bir büyük beldede bulunur ve irşada memur olurlar.
Ancak, bunların hepsi tıpkı tıpkısına saiyret-i Ahmediyyeyi baş tacı etmiş, bir adım ayrı-gayrısı bulunmayan, ayniyle Resululah Sallalahü aleyhi ve sellem efendimizin siyretleriyle amillerdir.Daima, huzuru Nebevi`de olmak üzere müteveccihlerdir.Terbiye edilecek müridi, o makama danışarak tecellisine göre terbiye ederler ve seyr-i sülükünü gösterirler.Bunlar, Halife-i irşad`dırlar.Sırrı hilafet bahsinde açıklandığı gibi, Resululah`ın huzurunda bunlara da Allahü Teala`nın aynı ihsanı vukubulur ve müritlerini terbiye etmeleri için her birine bazı aletler verilir.O suretle terbiyeye memur olurlar.Ancak, sırrı hilafette olan Zat-ı-vala-kadr, bu Zat-ı şeriflerden üstün olduğundan, bu zevat evvelce olduğu gibi hala da dereceleri bakımından Resulullah`ın postunda bulunduğundan, iki cihandaki bütün ümmet-i Muhammed`in ve kendisine biàt eden ve müritlerinin ve diğer kimselerin terbiyeleri de onlara tevdi edilmiştir ki, her birini tecellileri gereğince terbiye etmekle görevildirler.
Hilafet irşadıyle memur olan Zat-ı-şerifin birinden, bir mürit inabe almak istediği zaman o zatın, siyret-i Nebeviyyeye uygunluğunu ve şeriat-ı Mustafaviyye`ye uyup uymadığını girmeli ve kalp huzuru hasıl olunca, inabe edip ölü yıkayıcı elinde ölü gibi teslim-i külli ile teslim olmalıdır.
Bazı salike, zikri az ve bazısına da çok verilir.Bazılarına, farzlardan başka teheccüd, işrak, duha, evvabiyn ve tahıyyatül mescit ve abdest namazı gibi nafile namazlarda emrolunur.Bazılarına da BIYZ orucu verilir ki, BIYZ aydın gün ve geceler anlamına gelir ve her kameri ayın 13,14,15inci gecelerinin günleridir.Bu suretle, her ay üç gün oruç tutulur ve buna BIYZ ORUCU denir.Bazılarına da Davud orucu verilir ki, Davud aleyhisselamdan kalan bu oruç, bir gün oruç tutmak ve bir gün bırakmak suretiyle bir yıl sürer.Bunlar, müridin tecellisinin gerektirdiği hususlardır.Bu sebeple, birine bakıp:
-Filana çok, bize az verildi, veya:
-Falana az, bize çok verildi, diyerek emrolunanı ne çok, ne  az görmeli, gönlüne bir şey getirmeden kendisine emrolunanı yerine getirmeye dikkat ve gayret etmelidir.
İbadetlerde olduğu gibi, zahir hizmetlerde de böyledir.Bazılarına hafif, bazılarına da ağır hizmetler verilir.Bazılarını huzura sık sık çağırarak taltif ederler.Bazılarını, seyrek olarak huzura kabul ederler, sert davranırlar.Bunların hiçbirisine incinmemeli, alınmamalı ve gerek celal yüzü ile, gerekse cemal yüzü ile hangi şekilde olursa olsun, bunları hakkında büyük nimet bilmeli, cemalde mesrur olduğu gibi, celalde de mesrur olmalıdır.Bu gibi davranışarın bir hikmeti olacağını düşünerek, kötüye yormamalı ve daima rızada bulunmaya çalışmalıdır.Zira, ehlullah`ın sırrına, kıt ve kısır akıllarla erişilemez ve hareketlerinin hikmeti bilinemez.Sözün kısası, her halde ve her hususta rizadan büyük yol olmaz.Müride, her şeyden önce edep ve erkan üzere hareket etmek gerekir.
          Edeple Şeyh huzuruna girenler,
          Onlardır hep saadeti bulanlar:
          Dost ile dost olup didar görenler,
          Mülke sultan olup seyran sürerler..

"El-mücâhid fî sebîlillâh, el-müştâk ilâ cemâlillâh, hüve ünvânüküm"

("Ünvanı: Cemal-i ilâhiye âşık, Allah yolunda mücahit")

"İtikaden Ehl-i Sünnet, Amelen Hanefi, Meşreben Nakşî-yi Müceddidî"

Çevrimdışı fazıl14

  • aktif yazar
  • *****
  • İleti: 1339
Mürşid-i Kamil Kime denir?Kendisine düşün vazifeler(2.bölüm)
« Yanıtla #64 : 15 Kasım 2008, 12:37:34 »
Şeyhin, tekkesi veya hariçte misafir kabul edecek bir yeri yoksa, evlerine giderek kapıyı vurmalı, içeriden (Kimdir o?) diye sorulmadıkça girmeden beklenmeli, sorulduktan sonra ismini vermeli (Filan) diyerek kendisini tanıtmalı, müsaade olunursa etrafına bakmadan girilmeli ve şeyhin huzuruna varılarak iki diz üzerine çökmeli ve mübarek ellerini öpmeli ve ayağa kalkılarak emirleri beklenmelidir.Oturması emrolunursa, gösterilen yere düşünmeden oturmalı ve teveccüh üzere durmalı, şeyh sormadıkça söylemek istediği şeyi söylememeli, konusurken yüksek sesle değil, hafif ve mülayim konuşmalıdır.Sorulmazsa , susulmalıdır.Konuşmalarını anlamaya çalışarak dinlemeli ve anladığı kadarı ile yetinmelidir.Sorusuna cevap olarak bir menkıbe anlatılırsa, sezmeye gayret etmelidir.Sorulmadan bir şey söylememeli, hatta bir müşkili dahi olsa, kalbinde tutup müteveccih bulunduğu halde durmalıdır.Ancak, sorarlarsa söylenmelidir.Konuşması sırasında bazı hususları saklamaya ve gizlemeye çalışarak tekrar ettirmemelidir.Kalbine başka düşünceler gelirse, bunları def`e uğraşmamalı:
-Beni, benden daha iyi bilir.Her halime vakıftır,düşüncesiyle ve teslim-i külli ile durmalıdır.Bir cezbe veya istiğrak gibi bir hal zuhur ederse, onu da def`e çalışmamalı, tam teslim olarak beklemelidir.
Şeyhin huzuruna varılınca, meclisinde başka şeyhler de bulunursa, onların da ellerini öpmelidir.Gerek şeyhin huzurunda ve gerekse başka bir yerde başka şeyhleri övmekten veya kötülemekten de çekinmelidir.Başka bir kimse tarafından, bu konuda söz açılırsa ve kendisi de cevap vermeye mecbur kalırsa, dilinin döndüğü kadar onları övmeli ve fakat:
-Onlar da şeyh adamlarıdır.Lakin, şeyhime tercih edemem, demeli ve böylece sabit kadem olmalıdır.
Şeyhin huzurunda iken aksırma, tükürme veya sümkürme arız olursa, kalben destur ile dışarıya çıkmalı ve onu def`ettikten sonra tekrar huzuruna girmelidir.
Kendisine HAL yönünden bir şey vuku bulunca, hemen gelip söylemesi hususunda izin verilmiş olsa bile, ihtiyata ve adaba riayet etmeli, boş ve tenha bir vakit gözeterek huzuruna varmalı ve ellerinden öptükten sonra ne diyecekse söylemelidir.Ne emrolunursa, can ve gönülden kabul etmeli, hizmetinde bulunmalıdır.Eğer dilediği zaman gelebilmesi için izin verilmemişse, huzuruna varıldıkta müteveccih durulmalı ve sorulmadan bir şey sölememelidir.Gerek bu gibi hususlar için ve gerekse başka maksatlar için ziyaret olunduğu zaman huzurda çok oturmamalı, biraz daha oturması emrolunursa oturmalı ve (destur) diye kalkılarak şeyhin ellerini öptükten sonra, adap üzere yüzü şeyhüne ve arkası kapıya gelmek üzere geri geri giderek kapıdan çıkmaladır.
Yolda giderken, ister yaya isterse bir vasıtaya binmiş olarak şeyhine rastlarsa, mümkün olduğu kadar gizlenmeye çalışmalı, gizlenmek kabil olmassa el ve etek kavuşturup, edep ile selamını beklemeli, selam verince boyun büküp kalben selamını almalı, el ile ve sesle karşılık vererek teklifsizlik sureti göstermemelidir.
Mürid, fakir ise şeyhinin ihsanlarını kendisine nimet bilerek almalıdır.Meclislerinde bulunurken,az veya çok bir şey ihsan ettikleri zaman, oturulan yerden uzanmamalı, ayağa kalkmalı, saygı ile verileni almalı ve mümkünse elini de öpmelidir.
Şeyhin, geçim sıkıntısı veya elbise ihtiyacı bulunur da, müridinde bu sıkıntı ve ihtiyacı gidermek imkanı olursa, istemeden yiyecek, elbise veya harçlık yetiştirmelidir.Bunlara benzer adap çoktur.Bu zat-ı şerifler, Allahü Tealanın ihsanına mazhar olduklarından, olur olmaz kusura kalmazlar.Fakat her yönden, adaba riayet etmeye çalışan salik, Allahü Tealanın lutfu ile kısa zamanda maksatlarının ötesine varacaktır.Dergahları ve hariciyeleri olan şeylere de böylece gitmeli ve hzimetlerinde bulunmaldır.Bu ziyaret ve hizmetleri kendisi için nimet bilmeli, emir ve tenbihlerini yertine getirmeye dikkat ve gayret etmelidir.
"El-mücâhid fî sebîlillâh, el-müştâk ilâ cemâlillâh, hüve ünvânüküm"

("Ünvanı: Cemal-i ilâhiye âşık, Allah yolunda mücahit")

"İtikaden Ehl-i Sünnet, Amelen Hanefi, Meşreben Nakşî-yi Müceddidî"

Çevrimdışı fazıl14

  • aktif yazar
  • *****
  • İleti: 1339
Müntehi Saliklerin Gözetmeleri Gereken Hususlar Nelerdir?
« Yanıtla #65 : 17 Kasım 2008, 12:36:17 »
Sülükü tekmil eden salike, gözetmesi gerekli beş şart vardır:
  1-) Tam bir tevekkül içinde bulunmalıdır.Yani, yiyecek ve içecek, giyecek gibi şeylerde, buldukları ile kanaat etmeli; yemekte, içmekte ve giymekte (Yarın şöyle yapayım..) gibi düşünceleri tamamıyle kafasından silmelidir.Çoluk çocuk sahibi bile olsa, onların da yemelerinde, içmelerinde ve giyinmelerinde ve kendisine düşen bütün görevlerinde derin derin düşüncelere dalmamalı, zikrinden ve fikrinden başka bir şey düşünmemelidir.
  Mana:Dünya hayatındaki ma`işetlerini bile, aralarında biz taksim ettik.(Ez-Zuhruf:32) hükmüne bağlanmalı ve bütün işlerini Hakka bırakmalıdır.
  2-)Tam bir rıza içinde bulunmaldır.Kendisine hayırlı ve ya bunun aksi ne olursa, zuhur edene razı olmalıdır.Gerek çoluk çoçuğu, gerek akraba ve ahbapları ile veya herhangi bir yabancı ile malına veya parasına ve buna benzer çekişmeyi gerektiren anlaşmazlıklara düştüğü zaman, hayra razı olduğu gibi buna da razı olmalı, kimse ile çekişmemeli ve: (Dost armağanıdır) diyerek asla kederlenmemelidir.Zikrine ve fikrine bıkmadan, usanmadan ve ara vermeden devam etmeli ve Allahü Teala`nın rızasından ayrılmamaya çalışmalıdır.
  3-) Teslim-i külli ile şeyhine teslim olmalıdır.Mürşidinin her emrini, bir mücevher hazinesi bilmeli ve neye işaret buyururlarsa, onu bellmeli ve emrolunduğu gibi aynen ve harfiyen yerine getirmeye çalışmalıdır.
  4-) Şeriata son derece itaat etmeli, şeriat-i-Ahmediyye`yi baş tacı ederek her işini, her fiilini, her kavlini ve her amelini en küçük zerreye kadar şeriaatten ayırmamaya dikkat ve gayret etmelidir.Bütün işlerini şer`e tatbik ederek görmeli ve yapmalı, bütün haramlardan sakınmalı, yemede içmede ve giyinmede, dilini, kulaklarını, ayaklarını ve gözlerini şeriat hükümleri dahilinde kullanmaya son derece itina etmelidir.
  5-) Resulullah sallalahu aleyhi ve sellem efendimizin siyretlerine, uymalıdır.Sünnet-i seniyyesine canla başla sarılmalı ve icaplarını gücü yettiği kadar yerine getirmeye çalışmalıdır.Resululahın güzel adetleri, güzel fiilleri ve amellerini aynen yapabilmek mümkün olmazsa da, h,ç olmssa taklide çalışmalı, Muaffak olabileceği kadar bütün hareketlerini benzetmeye dikkat ve gayret etmelidir.Unutmamalıdır ki, Ehlulllah`a bir nefeste Allahu Tealanın iki ihsanı olur.Her ne kadar nefes bir olursa da, girmesi ve çıkması bakımından ilahi tecelli iki ihsan buyurulur.

"El-mücâhid fî sebîlillâh, el-müştâk ilâ cemâlillâh, hüve ünvânüküm"

("Ünvanı: Cemal-i ilâhiye âşık, Allah yolunda mücahit")

"İtikaden Ehl-i Sünnet, Amelen Hanefi, Meşreben Nakşî-yi Müceddidî"

Çevrimdışı fazıl14

  • aktif yazar
  • *****
  • İleti: 1339
Mübtedi Saliklerin Gözetmeleri Gerekn Hususlar Nelerdir?
« Yanıtla #66 : 18 Kasım 2008, 13:04:42 »
1-) Hiç bir vakit abdestsiz bulunmamak, uykuya yatacağı zaman dahi abdest ile yatmaya çalışmaktır.
2-) Farz olan namazları cemaatle kılmak, yalnız olursa vaktinde ve zamanında eda etmeye dikkat ve gayret etmektir.
3-) Yalan söylememek, dedikodu yapmamak, kimseyi arkasından çekiştirmemek ve böyle sözler konuşulan meclislerde bulunmamaya ziyadesiyle itina ve ihtimam etmektir.
4-) Kazaya kalmış namaz ve oruçları varsa, edaya muvaffak olabilmek için tam bir gayret göstermektir.
5-) Hiç kimsenin aleyhinde bulunmamak ve bu ahlakta olan kimselerle görüşmemeye çalışmaktır.
"El-mücâhid fî sebîlillâh, el-müştâk ilâ cemâlillâh, hüve ünvânüküm"

("Ünvanı: Cemal-i ilâhiye âşık, Allah yolunda mücahit")

"İtikaden Ehl-i Sünnet, Amelen Hanefi, Meşreben Nakşî-yi Müceddidî"

Çevrimdışı fazıl14

  • aktif yazar
  • *****
  • İleti: 1339
Mürşit Bulamayanlar Ne Yapmalıdır?
« Yanıtla #67 : 19 Kasım 2008, 14:07:51 »
Allahu Teala`nın rızasına talip ve Resulullah sallalahu aleyhi ve sellem efendimizin siyretine Ragıp ve tarikat-i aliyyeye muhip ve sadık olup böyle bir mürşid-i kamile kavuşmaya mukadder olamayan din kardeşlerimiz, Resulü zişanın ruhsatı iledir.
Malum olsun ki, aşık ve sadık olan mürid, bütün aramalarına ve araştırmalarına rağmen mürşid bulamassa, tenha ve gizli bir yerde, kendi hücresinde belirli bir vakitte kıbleye yönelerek oturur.Kendi kendine ölümü düşünmeye başlar: Güya, son nefese gelmiş, artık ahrete gidecektir.Hastalığı artmış, can boğazına gelmiştir.Malını, mlkünü, çoluk çocuğunu, akraba ve ahbaplarını, dünyaya ait her şeyini bırakıp gidecektir.Ruhunu teslim eder etmez, kendisini sevenlerin muhabbetleri de, o ruhla birlikte gidecek ve yakınlarında cesedi bir an önce mezara koymak için bir telaş baş gösterecek , kefen ve diğer lüzumlu şeyler tedarik olunacak, hazırlanan teneşirde gasledilecek, kefenine sarılıp tabuta konulacak, namazı kılındıktan sonra kabrine yerleştirilecek, üzerine toprak atılacak ve bütün sevdikleri, çoluk çocuğu, akraba ve ahbapları kendisini orada yapayalnız bırakarak birer tarafa dağılacaklar.İşte, bütün bunları enine boyuna tefekkür ettikten sonra, bir müddet kendisini dinlemeli ve kitabın baş tarafında anlatılan üç türlü teveccüh şeklinden hangisi kendisine kolay gelirse, öylece Hazreti Pir Muhammed Baha`edin Şah-ı Nakşibend kaddesAllahü sırrahulazize teveccüh etmeli ve bu teveccühünü bozmaksızın yüz istiğfar, yüz salat-ü selam okumalı ve eğer dayanabilirse bunları 200, 300 , hatta 500`e kadar arttırmaya ruhsatı vardır, o kadar tekrarlamalıdır.Bitirince, FATİHA  diyerek Fatiha-i şerifi okuduktan sonra ellerini yüzüne sürerek kalkmalıdır.
Hazreti Şah efendimizin Şemail-i şerifleri orta boylu, tıknazca, kır sakallı, yani beyazı siyahından fazla, mübarek yüzleri değirmi, yanakları biraz kırmızıya yakın, iki kaşının arası açık, bıyıkları kırkık, gözleri sarı şehdane ela, ki kestane karası tabir olunur.Bu hey`et ve bu şekil üzere teveccühünü alıp, huzuru şeriflerinde diz dize oturmuş ve alnını alınlarına dayamış ve mübarek kalplerinden lendi kalbine ilahi feyiz akıyormuş farz ederek bir müddet öyle durmalı, daha sonra zikrini muvacehede okuyormuş gibi düşünerek okumalı ve duasını ederek FATİHA`yı müteakip Fatiha-i şerifi de okuyup, ellerini yüzüne sürmelidir.
Eğer, Fethiyye-i şerifi de okumak için şevk ve muhabbet gelirse, bir Cuma gecesi iki rek`at namaz kıldıktan sonra istihareye niyetlenerek Fethiyye-i şerifi başının altına koymalı ve sağ tarafına yatmalıdır.Manasında, Hazreti Pir efendimizi ve ya Ehlullah`tan birisini görür ve onlardan isteğine ruhsat verildiğine dair bir işaret alemeti olursa, her gün sabah namazından sonra, Fethiyye-i şerifi okumalıdır.
Böylece, hiç ara vermeden Hazreti Pir efendimizin şemail şerifesi üzerine teveccühüne devam ve sebat etmeli, zahirde olduğu gibi zuhur edinceye kadar Fethiyye-i şerifi okumaldır.
Hazreti Pir efendimizin ma`nen zuhur buyurduktan sonra İBTİDAİ SÜLUK bahsinde açıklanan usul ve tertip ile, ism-i celale başlanmalı, eserleri zuhur edince, diğer mertebelere devam olunmalıdır.Böylelikle kısa zamanda VUSLAT-I İLAllah kapıları kendisine açılır ve Allahü Tealanın ihsanlarına mazhar olur.
Bu arada, herhangi bir müşkili olrusa, teveccühünde Hazreti Şah efendimize kalben niyazda bulunmak suretiyle, bu müşküllerinin hali de kolaylaşır.Bu taktirde, ne gibi bir işaret veya alamet zuhur ederse, asla kuşkulanmadan hak olarak kabul edilmeli, emir ve iş`arları dahilinde hareket olunmalıdır.
"El-mücâhid fî sebîlillâh, el-müştâk ilâ cemâlillâh, hüve ünvânüküm"

("Ünvanı: Cemal-i ilâhiye âşık, Allah yolunda mücahit")

"İtikaden Ehl-i Sünnet, Amelen Hanefi, Meşreben Nakşî-yi Müceddidî"

Çevrimdışı fazıl14

  • aktif yazar
  • *****
  • İleti: 1339
Tarikat-ı Aliyye-Tarik-i Cehri Ve Tarik-i Ruhaniyye(1.Bölüm)
« Yanıtla #68 : 21 Kasım 2008, 15:18:20 »
Fahr-i kainat sallalahu aleyhi ve sellem efendimizin vakt-i saadetlerinden, Ebu Müslim zamanına gelinceye kadar TARIKAT-İ ALİYYE biri gizli ve diğeri açık olmak üzere iki idi.
Fahr-i alem sallalahu aleyhi ve sellem efendimiz, ZİKR-İ HAFİ`yi önce Hazreti EbaBekir efendimize telkin ve onu irşad buyurdular.Sonra da, Hazreti Ali efendimize de telkin buyurarak bir müddet çalıştırdılar.Hazreti Ali efendimiz, asla tad bulamadılar ve tarikatten feyiz alamadılar.O zaman, Fahr-i alem sallalahu aleyhi ve sellem efendimiz, Cenab-ı Hakka temenni ve niyazda bulundular.Hazreti Ali, Hazreti Ömer ve Hazreti Osman rıdvanullahi aleyhim ecma`iyn efendilerimiz hakkında, emr-i-ilahi zuhur etti:
-Habibim! Onların, dördünün de kabiliyetleri başka başkadır.Birisinin gittiği yoldan, diğeri gidemez.Onların, tecellileri iktizası böyledir, buyuruldu ve her birinin hakkında bir tarik Fahr-i alem sallalahu aleyhi ve sellem efendimize talim olundu.
Onlar da, Cenab-ı Hakkın ihsanı ile, her birisine telkin ve irşad buyurdular.Sonradan, anlatıldığı gibi ikisinin tarikinden başka bir yere ashabı kiramdan kimse irşad olunmadığından, ta Eba Müslim zamanına kadar Hazreti Eba Bekir efendimiz ile Hazreti Ali efendimizin tariklerinden, seyr-i sülük gösterilerek, Cenab-ı Hakkın ihsanı ile VASIL-I İLAllah olurlardı.
Eba Müslim`den sonra, 12 tarik zuhur etmesinin sebebi ve hikmeti şudur:
Fahr-i alem sAllahu aleyhi ve sellem efendimiz haretlerinin sülalesinden 12 imam zuhur etmiştir.Dördü, Eba Bekir efendimizin tarikinden ve sekizi Hazreti Ali efendimizin tarikinden sülük görmüşlerdir.Sülüklerinden sonra, bunların da cihar yari Güzin efendilerimiz gibi, her birilerinin tecellileri başka başka olduğundan Cenab-ı Hak kendi tecellerine göre keyfiyetsiz olarak birer tarik göstermişti.Bundan dolayı, kendilerine yakın olan kimselere, sırren o tarik üzere telkin buyurur, ve sülük gösterirlerdi.Lakin, zahirde açıklamazlar, kendileri sülük girdükleri tarikten görünürlerdi.Çünkü, o vakitler:
-Bunlar, Eba Bekir tarikinden ve İmam Ali tarikinden ileri geçip, kendiliklerinden tarik icat ettiler.Tarik-i Muhammediyye`yi bırakıp, batıl yola gittiler, diye halk arasında bir fesada sebep olmamak için, bunu açıklamazlardı,Bundan dolayı, o zaman iki tarikten başka, vuslat yolu yoktu.
Sonra, yeniden cehalet vakti geldi, çattı ve Eba Müslim`in ortaya çıkmasına kadar, mü`min ve muvahhit olan kimseler, mağaralarında ve hücrelerinde ibadet ve taàtle meşgul olmaya ve hallerini kimseye açıklamamaya başladılar.
Eba Müslim`in ortaya çıkması üzerine, kitapların haber verdikleri gibi şeriat-ı mutahhara, ilerleri, doğuyu ve batıyı tuttu.O zaman fasıklar, facirlerve münafıklar birer tarafa dağıldılar ve perişan oldular.
"El-mücâhid fî sebîlillâh, el-müştâk ilâ cemâlillâh, hüve ünvânüküm"

("Ünvanı: Cemal-i ilâhiye âşık, Allah yolunda mücahit")

"İtikaden Ehl-i Sünnet, Amelen Hanefi, Meşreben Nakşî-yi Müceddidî"

Çevrimdışı fazıl14

  • aktif yazar
  • *****
  • İleti: 1339
Tarikat-ı Aliyye-Tarik-i Cehri Ve Tarik-i Ruhaniyye(2.Bölüm)
« Yanıtla #69 : 22 Kasım 2008, 11:57:59 »
Bundan sonra, mezkur imamların her birerlerinin tecellisinde bir pir zuhur etti ve 12 tarik meydana çıktı.
TARİK-İ CEHRİ`de ilk zuhur eden tarik KADİRİ`dir ki, bu tarik İmam Hüseyin (r.a) hazretlerinin tariki olup, pederleri Hazreti Ali Hazretlerinin gittikleri yoldur.
KADİRİ tarikinden, yedi tarik ayrılmıştır.
TARİK-İ RUHANİYYE`den ilk zuhur eden ŞAH NAKŞİBENT`tir.Onun tariki de, İmam Hasan(r.a) hazretlerinin tarikidir ki, Eba Bekir Hazretlerinin gittiği tarik idi.Bu sebeple, TARİK-İ RUHANİ`den zuhur eden pirler, TARİK-İ NAKŞİ`den sülük görmüşler ve HİLAFET makamından sonra mezkur imamların hangisinin tecellisinde bulundu ise, Cenab-ı Hak kendilerine tecellisinde bulunduğu imamın tarikini tarif buyurup:
-Bu tarik ile kullarımı irşad edip, ben azim-ül-Bürhan`a ulaştır diye emr-ü-ferman buyurduğunda, o vakit tarif olunan emir üzerine kendilerine bi`at eden kimselere tarikin üsülünü telkin buyurarak irşad ederlerdi.
Böylelikle, 12 tarikin pirleri HAFİ`den zuhur edip, evvela kendisi TARİK-İ NAKŞİ`den bir mürşidin irşadıyle HİLAFET makamını ihraz ettikten sonra, hangi imamın tecellisinde bulundu ise, yukarıda belirtildiği gibi o imamın tarikini ihya eyledi.
Bunun gibi, TARİK-İ CEHRİ`den zuhur eden pirler de, evvela kendileri TARİK-İ CEHRİYE`den bir mürşitten irşat olundular ve hilafet makamını ihraz ettikten sonra, bulunduğu imamın tarikini ihya eylediler.
Bu suretle, 12 imamın tecellisinde 12 pir zuhur etmiş ve bu imamların tarikleri meydana çıkarak ihya olunmuştur.
Bunlardan başka, gerek TARİK-İ RUHANİ`den ve gerekse TARİK-İ NEFSANİ`den pirler zuhuru ile tarik çoğalmıştır.Fakat, tarik adı verilmez.Tarik adı verilen, bu 12 imamın tariklerini ihya eden pirlerin tarikleridir.Geri kalanına KOL adı verilir.Çünkü, onlar kimi HALVETİYE`den, kimi NAKŞİYYE`den kimisi de diğer tariklerden ayrılmışlardır.Yani salike kolaylık olması için, ilahi ruhsat ile her ibiri bir usül göstererek o yoldan saliki Hakka vasıl etmişlerdir.Bundan dolayı, bu 12 tarikten başkasına TARİK denilmez, KOL denir.Sebep ve hikmeti, 12 pir 12 imamın tarikini ihya ederek onların siyretlerine uyduklarından, bunlara PİR adı verilmiştir.Geri kalanına,, bunlardan ayrıldıklarından dolayı, PİR adı verilmesi, ilahi ruhsat ile usul gösterdiklerindendir.Tariklerine KOL adı verilmesi de, bu tariklerin birisinden ayrıldıklarından dolayıdır.
Sözün kısası, hepsi haktır ve hepsinin yolu TARİK-İ VUSLAT`tır.Hepsinin maksudu, varılacak yerleri birdir.
"El-mücâhid fî sebîlillâh, el-müştâk ilâ cemâlillâh, hüve ünvânüküm"

("Ünvanı: Cemal-i ilâhiye âşık, Allah yolunda mücahit")

"İtikaden Ehl-i Sünnet, Amelen Hanefi, Meşreben Nakşî-yi Müceddidî"

Çevrimdışı fazıl14

  • aktif yazar
  • *****
  • İleti: 1339
Tarikat-ı Aliyye-Tarik-i Cehri Ve Tarik-i Ruhaniyye(3.Bölüm)
« Yanıtla #70 : 23 Kasım 2008, 08:05:49 »
Ancak, TARİKAT-İ ALİYYE`nin bir olmayıp, PİR`ler zuhuru ile çoğaltmasının hikmeti de şudur:
Bütün insanların tecellileri bir değildir.Bundan dolayı, Cenab-ı Hakkın kullarına büyük bir nimeti olarak, hangi tarik kendisinin tecellisine uygun gelir ve tad alırsa, tarike sülük ederek kolaylıkla:
MANASI:Kim`nefsini bilirse, Rabbini de bilir.
Sırrına uyabilmeleri için, bu kadar PİR`ler gelmiş ve TARİKAT-İ ALİYYE, kol kol olmuştur.Yoksa, birinsin gittiği tarik başka, diğerinin gittiği tarik başka değildir.Tarikat-i aliyyenin hepsi de birdir ve hepsi de TARİK-İ MÜSTAKİM`dir.Aleyhissalatü vesselam efendimizin, bizzat gittikleri tariktir.Hiç birisi başka değildir.Hepsinin maksutları ve varılacak yerleri birdir.
Ancak bazısının tariki kolay olup, salik kolaylıkla yakın zamanda maksuduna nail olur.Bazısınında, tarikatte şartları ağır olduğundan salik minnet ve meşakkatle ve uzun zamanda meramına nail olur.

"El-mücâhid fî sebîlillâh, el-müştâk ilâ cemâlillâh, hüve ünvânüküm"

("Ünvanı: Cemal-i ilâhiye âşık, Allah yolunda mücahit")

"İtikaden Ehl-i Sünnet, Amelen Hanefi, Meşreben Nakşî-yi Müceddidî"

Çevrimdışı fazıl14

  • aktif yazar
  • *****
  • İleti: 1339
Silsile-i Tarikat-ı Nakşibendiyye-i Mücedddidiye Hazeratı
« Yanıtla #71 : 24 Kasım 2008, 12:19:45 »
ALTUN SİLSİLE HAKKINDA AÇIKLAMA:Maruf ve meşhur olduğu sürece “Altun silsile”yi teşkil eden zevat-ı kiram`ın adedi 33`dür.Bunun neden 32 veya 34 olmayıp da hususiyle 33 olduğu sırlardan bir sırdır.Ancak bazı çevrelerin Altun silsilenin birinci halkası olarak Peygamber Efendimizi  (S.A.V) zikredip, 33`ünde bu süretle teşkil olduğunu iddia ettikleri esefle müşahade olunmaktadır.Halbuki, Peygamber Efendimiz (S.A.V) Hatemü`l Enbiyadır ve böyle olması hasebiyle de Silsile-i Enbiya`ya dahildir.Altun Silsile`yi teşkil eden zevat-ı kiram ise, Peygamber olmadıkları halde irşadla vazifeli Allah dostlarıdırlar ve adedleri yukarıda işaret edildiği üzere, sırlardan bir sır olarak 33`dür.
Ey iman edenler!Allah`tan korkun ve Allah`a yaklaşmaya vesile olan amelleri ve zatları (hakiki alimleri ve mürşid-i kamilleri) arayın ve bulun.Ve Allah`a yaklaşma yolunda mücahade edin (çalışıp gayret gösterin) ki muhakkak felaha erersiniz.( Sure-i Maide a.35)

Hadis-i Şerif (meal): “Ümmetimin içinde 33 ebdal racül vardır.Kalpleri Halilürrahman İbrahim (aleyhisselamın) kalbi üzeredir.Ebdallardan bir racül vefat ettiği zaman yerine bir başka racül getirilir.”

Müsne-i Ahmedübnü Hanbel`de Usametübnü sabit (r.a) rivayet ediyor

“Şu ümmetim içinde 33 ebdal racül vardır.Yeryüzü onlar sebebi ile ayakta durur, yağmur onlar sebebi ile yağar ve yardım olunanlar onlar sebebi ile yardım olunurlar.” (Teberani filkebir)

Meşhur Müncid lügati Ebdal kelimesini şu ibare ile açıklamış:

Ebdal saliklerden bir gruptur.Dünya onlardan boş kalmaz.Biri vefat ettiği zaman diğeri bedel olarak onun yerine getirilir
« Son Düzenleme: 02 Ocak 2009, 21:55:59 Gönderen: mystic »
"El-mücâhid fî sebîlillâh, el-müştâk ilâ cemâlillâh, hüve ünvânüküm"

("Ünvanı: Cemal-i ilâhiye âşık, Allah yolunda mücahit")

"İtikaden Ehl-i Sünnet, Amelen Hanefi, Meşreben Nakşî-yi Müceddidî"

Çevrimdışı fazıl14

  • aktif yazar
  • *****
  • İleti: 1339
Tarikat-ı Aliyye-i Kaadiriyye Ricali Silsilesi
« Yanıtla #72 : 24 Kasım 2008, 12:21:54 »
1-)Peygamberimiz Hazreti Muhammed Mustafa (s.a.v)
2-)H.z Ali Bin Ebi Talib(k.v)
3-)H.z İmam-ı Hüseyn Bin Ali (r.a)
4-)H.z İmam-ı Zeynelabidin (r.a)
5-)H.z İmam-ı Muhammed Bakır (r.a)
6-)H.z İmam-ı (Caferü`s Sadık (r.a)
7-)H.z İmam-ı Musa Kazım (r.a)
8-)H.z İmam-ı Safa Ali Rıza (r.a)
9-)H.z Maruf-u Kerhi (k.s)
10-)H.z Sırrı Sakati (k.s)
11-)H.z Güneydi Bağdadi (k.s)
12-)H.z Şeyh Şibli(k.s)
13-)Şeyh Abdülvahid Temim (k.s)
14-)Şeyh Ebül Hasan Kureşi (k.s)
15-) Şeyh Ebu Said Mübarek El-Mahzumi (k.s)
16-)Pir-i Trikat Cenabı Seyyid Abdülkadir Ceylani (k.s)
17-)H.z Şeyh Seyyid Abdürrezzak (k.s)
18-)H.z Şeyh Şerefüddin (k.s)
19-)H.z Şeyh Seyyid Behaeddin (k.s)
20-)H.z Şeyh Seyyid Abdülvahhap (k.s)
21-)H.z Şeyh Seyyid Akil (k.s)
22-)H.z Şeyh Seyyid Şemsüddin (k.s)
23-)H.z Şeyh Seyyid Ebü`l Hasan (k.s)
24-)H.z Şeyh Seyyid Geda Rahman-ı Evvel (k.s)
25-)H.z Şeyh Seyyid Fazıl (k.s)
26-)H.z Şeyh Seyyid Geda Rahman Sani (k.s)
27-)H.z Şeyh Seyyid Kemal Küyenli (k.s)
28-)H.z Şeyh Seyyid Sikenderi (k.s)
29-)Kutbu`l Aktab Şeyhü`l Meşayih H.z İmam-ı Rabbani Müceddid-i Elf-i Sani Ahmed Faruki (k.s)
30-)Hazinü`r Rahme Şeyh Muhammed Said (k.s)
31-)H.z Delilü`r Rahman Şeyh Abdü`l Ehad (k.s)
32-)H.z Şeyh Muhammed Abid (k.s)
33-)H.z Pir`i Destgir Mürşid-i Ber Hak Şemseddin Habibullah Mirza Can-ı Canan (k.s)
34-)H.z Şeyh Gulam Ali Ma`ruf Abdüllah-i Dehlevi (k.s)
35-)H.z Mevlana Şeyh Ebu Said Sahib (k.s)
36-)H.z Mevlana Şeyh Ahmed Sahib (k.s)
37-)H.z Mevlana Şeyh Abdürraşia Sahib (k.s)
38-)H.z Mevlana Şeyh El-Hac Hafız Osman Nuri Bin Osman Bin Osman İzmiri (k.s)
39-)H.z Mevlana Eşref Zade Şeyh El-Hac Hafız Muhammed Hulusi Bin El-Hac Ömer Şabanü`z Zekiyi`l El Keyni (k.s)
Allah Mübareklerin Şefaatlerine Cümlemizi Nail Eylesin İnşaAllah.
"El-mücâhid fî sebîlillâh, el-müştâk ilâ cemâlillâh, hüve ünvânüküm"

("Ünvanı: Cemal-i ilâhiye âşık, Allah yolunda mücahit")

"İtikaden Ehl-i Sünnet, Amelen Hanefi, Meşreben Nakşî-yi Müceddidî"

Çevrimdışı fazıl14

  • aktif yazar
  • *****
  • İleti: 1339
Tarikat-ı Nakşibendiyye`nin Şubeleri
« Yanıtla #73 : 25 Kasım 2008, 13:13:23 »
1-)TAYFURİYYE: Arif Billah Bayezıd-i Bestami (k.s) Hazretlerine mensuptur.
2-)AHRARİYYE: Hace Abdullah-i Ahrar (k.s) hazretlerine mensuptur.
3-)MÜCEDDİDİYYE: Müceddid-i Elf-i Sani İmam-ı Rabbani Ahmed Fariki`s Serhendi (k.s) hazretlerine mensuptur.
4-)MAZHARİYYE: Şemsü`d-Din Habibullah Mirza Canı-ı Canan (k.s) hazretlerine mensuptur.
5-)MÜCEDDİD-İ DEHLEVİYYE: Abdullah-i Dehlevi (k.s) Hazretlerine mensuptur.
6-)SA`DİYYE: Mevlana Ebu Sa`id Müceddidi (k.s) Hazretlerine mensuptur.
7-)REŞİDİYYE: Mevlana Abdü`r Reşid Sahib (k.s) Hazretlerine mensuptur.
8-)MAZHARİYYE: Mevlana Muhammed Mazhar (k.s) Hazretlerine mensuptur.
9-)KASANİYYE: Tarıkat-ı Aliye-i Naşibendiyye şubelerinden olup (Mahdum-u Azam) lakabı ile ma`ruf (Mevlana Şeyh Şemsü`d-Din Kasani ) Hazretlerine mensuptur.
10-)HALİDİYYE: Mevlana Halid Ziyaeddin Mücaddidi bin Hüseyn Şeyh-i Zuri Hazretlerine mensuptur.
"El-mücâhid fî sebîlillâh, el-müştâk ilâ cemâlillâh, hüve ünvânüküm"

("Ünvanı: Cemal-i ilâhiye âşık, Allah yolunda mücahit")

"İtikaden Ehl-i Sünnet, Amelen Hanefi, Meşreben Nakşî-yi Müceddidî"

Çevrimdışı fazıl14

  • aktif yazar
  • *****
  • İleti: 1339
Şeriat-Tarikat-Hakikat
« Yanıtla #74 : 26 Kasım 2008, 12:36:04 »
Şeri`at, tarikatın kapısıdır.Tarikat, hakikatin bahçesidir.Yani, tarikat gayet sağlam bir hisar içinde, bir bahçedir.Şeri`at o bahçenin kapısıdır.Hakikat, o bahçede bulunan türlü gül-gülistan ve türlü meyve ağaçlarıdır.Ne o bahçenin sonu vardır, ne o ağaçların sonu vardır.Onun hisarı o kadar sağlamdır ki, bir kimse kuş olsa, oraya girmesi imkansızdır.Ancak, kapısından girebilir.
Bu bahçenin kapıcısı, şeytan aleyhilla`nedir.Bir kimse kamil olmayan bir mürşidin elini tutarak, bu bahçenin kapısına varırsa, şeytan karşısına çıkarak der ki:
-Eğer, sen bu kapıdan içeri girersen, çok mihnet ve meşakkat çekersin.Muradına da nail olamaz, şeriat perdesinde kalırsın.Şeriat dedikleri EBRAR işidir.Sen, Hudaya aşıksın.Şeriat perdesinde kalara, abdestle namazla uğraşmanın alameti yoktur.Hepsi, haktan ibarettir.Kimden kime ibadet edeceksin? Hepsi Haktan ibarettir.İyi veya kötü yoktur.Haram ve helalde yoktur.Onların hepsi bir perdeden ibarettir ve EBRAR işidir.Aşık-ı didar olan.canının istediğini yemeli, içmeli ve hepsine bir nazarı ile bakmalı, hiçbir şeyi ayrı görmemelidir.Hepsinden, dost yüzünü müşahade ederek cümbüşe bakmalı, gibilerinden ve buna benzer söz ve bahislerden dem vurarak, nefsin istidadına göre bir taraftan kandırıp aldatmaya çalışır.Nefis de. Bunları akla uygun bulur ve razı olur da, şeytandan yardım isterse, onu oradan alır, bir hendeğe yuvarlayarak bin parça eder.Tarikatı bulayım derken, şeraitte elden gider, dünyada ve ahirette ziyan edenlerden olur.
Bu sebeple, salike mürşid-i kamil aramak lazımdır.Çünkü, mürşid-i kamil olanlar, bu bahçenin bahçıvanlarıdır.Şeytan da o bahçenin kapıcısı olduğuna göre, bahçıvanın hizmetçisi yerindedir.Onun için mürşid-i kamil olanların müritlerine, şeytan musallat olamaz.Onu şeraitten ayırıp, dalalete düşüremez.Ancak başlangıçta bazı kuruntular verebilir ki , bu da her salike göre değildir.Teslimiyyeti zayıf olanlara göredir.Teslimiyeti kuvvetli olanın, şeytan semtine uğrayamaz ki, kuruntu verebilsin.Şeyhinin himmeti berakatı ile, bundan kurtulur.Bu sebeple, onlar şeri`at kapısından girerler ve tarikat bahçesini seyrederler.Tekmil-i sülük edince de, o bahçenin güllerini koklarlar.Velayete kadar ulaşarak, hakikat ağaçlarını görürler.Sıfat-ı radiyye ile sıfatlanınca, o ağaçların altında, kendilerine ilahi feyizler ihsan buyurulur ve gölgelenirler.Merdiyye sıfatı ile sıfatlanınca, o ağaçların türlü meyvelerini yerler, sonsuz ilahi ihsanlara mazhar olurlar.
Sözün kısası, bu dört keyfiyet birbirine bağlıdır.Birisini bulmayınca, ötekini bulmak imkansızdır.Şeriati bulmayınca, tarikatı bulmak imkansızdır.Tarikati bulmayınca, hakikati bulmak imkansızdır.Hakikati bulmayınca, onun da ötesinde olan ma`rifeti bulmak imkansızdır.Öyle olunca, şeraitten zerre kadar ayrılmaya gelmez.Çünkü, şeraitten ayrılan, taikatten koku duymaz.
     
     Şeri`attir cümle işlerin başı
     Şeri`atsiz tarikat, şeytan işi!
     Tarik ehlinde yok ise şeri`at
     Onun şeyhi şeytandır ol dem mutlak..
"El-mücâhid fî sebîlillâh, el-müştâk ilâ cemâlillâh, hüve ünvânüküm"

("Ünvanı: Cemal-i ilâhiye âşık, Allah yolunda mücahit")

"İtikaden Ehl-i Sünnet, Amelen Hanefi, Meşreben Nakşî-yi Müceddidî"