Gönderen Konu: tasavvuf ve tarikat hk.  (Okunma sayısı 6477 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı hilmi

  • okur
  • *
  • İleti: 67
tasavvuf ve tarikat hk.
« : 30 Mayıs 2005, 15:54:20 »

Zikrullah; dinimizin emri, imanın alâmeti, ibâdetlerin beyni, aklın nuru, kalbin cilâsı, ruhun hayatı, gönlümüzün miracı ve her derdin ilâcıdır.

Hadis-i şerif’te:

“Zikrullah kalplerin şifâsıdır.” buyuruluyor. (Münâvî)

Zikir nurdur, zikrullahla meşgul olanın içi nurlanır. İç nurlanınca hikmet husule gelir.

Zikrullah, kulu gafletten koruyan mânevî bir zırhtır.

“İnsan bir şeyi severse dâima onu anar.” (C.Sağîr)

Hadis-i şerif’i mucibince, bir şeyi seven onu hiç dilinden düşürmez. Yani bir insan Allah-u Teâlâ’yı çok zikretmezse sevgi iddiâsında yalancıdır.

Allah-u Teâlâ zikreden kulunu şu ilâhî iltifatlarla taltif buyurur:

“Kulum beni zikredip dudaklarını benim için kıpırdattığı müddetçe ben kulumla beraberim.” (İbn-i Mâce)

Zikrullah hayata hayat katar, kabre aydınlık, ahirete azık hazırlar.

“Bir kul benim zikrimle meşgul olmasından dolayı kendi ihtiyaçlarının talebini unutursa ben o kuluma kendisi istemezden önce in’am ve ihsan ederim.” (Tirmizî)

Allah-u Teâlâ’nın rahmet hazinelerinin sonu yoktur. Sadece ahirette değil, dünyada da huzurlu bir hayat bahşeder.

Bir kimse: “Yâ Resulellah! Hangi cihadın ecri daha büyüktür?” diye sordu, Peygamber -sallAllahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

“Allah-u Teâlâ’yı en çok zikredenlerinki.” buyurdu.

Bundan sonra namaz kılanlar, zekât verenler, hacca gidenler ve sadaka verenler için de aynı soruyu sordu. Peygamber -sallAllahu aleyhi ve sellem- Efendimiz de hepsine aynı cevabı verdi.

Bunun üzerine Hazret-i Ebu Bekir -radiyAllahu anh-, Hazret-i Ömer -radiyAllahu anh-e:

“Hayırların hepsini Allah-u Teâlâ’yı zikredenler alıp gitti.” dedi.

Resulullah -sallAllahu aleyhi ve sellem- Efendimiz de: “Evet” buyurdu. (Ahmed bin Hanbel)

Abdullah bin Ömer -radiyAllahu anhümâ-dan rivayet edildiğine göre Resulullah -sallAllahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyururlar:

“Gafiller arasında Allah’ı zikreden, cihaddan kaçanlarla birlikte kaçmayıp vuruşmaya devam eden gibidir.

Gafiller arasında Allah’ı zikreden, karanlık evdeki kandil gibidir.

Gafiller arasında Allah’ı zikreden, şiddetli soğuktan yaprakları dökülmüş ağaçlar arasında yemyeşil duran ağaç gibidir.

Gafiller arasında Allah’ı zikreden kişiye Allah cennetteki yerini ölürken gösterir.

Gafiller arasında Allah’ı zikreden kimsenin, bütün insanlar ve hayvanlar adedince günahlarını affeder.” (Câmiüs’sağîr: 4311)

Ebu Hüreyre -radiyAllahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallAllahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:

“Kim bir yere oturur ve orada Allah’ı zikretmez (hiç zikretmeden kalkar) ise, Allah’tan ona bir noksanlık vardır.

Kim bir yere yatar, orada Allah’ı zikretmezse, ona Allah’tan bir noksanlık vardır.

Kim bir müddet yürür ve bu esnâda Allah’ı zikretmezse, Allah’tan ona bir noksanlık vardır.” (Ebu Dâvud: 4856 - 5059)

Ebu Ümame -radiyAllahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallAllahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:

“Kim yatağına temiz (abdesli) olarak girer ve uyku bastırıncaya kadar Allah’ı zikrederse gecenin herhangi bir saatinde uyanıp da Allah’tan dünya veya ahiret hayırlarından bir şey isterse Allah-u Teâlâ istediğini mutlaka ona verir.” (Tirmizi: 3525)

“Rabbini zikredenlerle etmeyenlerin misali, diri ve ölü gibidir.” (Buhari)

Zikrullah ile mânevî gıdasını alan ruhlar dirilir, alamayan ruhlar ölür. Zikrullah, ruhun hayatı için, balığın suya duyduğu ihtiyaç gibidir.

“İçerisinde Allah zikredilen ev ile zikredilmeyen evin misali, diri ile ölü gibidir.” (Buharî)

İhlâsla zikrullaha devam edenler bütün bu faziletlere erdikleri gibi, zikrullah yapılan mahaller de bu faziletten nasiplerini almaktadırlar.

Ümmü Hânî -radiyAllahu anhâ-dan rivayet edildiğine göre Resulullah -sallAllahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:

“‘Lâ ilâhe illâllah’ kelimesini hiçbir amel faziletçe geçemez ve bu kelime hiçbir günah bırakmaz.” (İbn-i Mâce: 3797)

Muaz bin Cebel -radiyAllahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallAllahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyururlar:

“Cennet sakinleri, Aziz ve Celil olan Allah’ı zikretmeden geçirdikleri bir anın dışında hiçbir şeye teessüf etmeyeceklerdir.” (Câmiüs’sağîr: 7701)
Marifetki ; Allah'in sifatlarini te$bihsiz ispat ve iptalsiz tenzih etmektir !!!!!
............................
ilimlerin basi Allah"i bilmektir,
Allah"i bilmeyenin ilmi bosa emektir!!

Çevrimdışı zeynep13

  • okur
  • *
  • İleti: 61
tasavvuf ve tarikat hk.
« Yanıtla #1 : 11 Haziran 2005, 12:22:56 »
Allah razı olsun!
Sen seni âşık sanma bi' beyhûde âh ile
Gör n'etti özin anlâr ol nûr-u ilâh ile...

Çevrimdışı mahmud_sami

  • okur
  • *
  • İleti: 62
tasavvuf ve tarikat hk.
« Yanıtla #2 : 30 Ağustos 2005, 20:22:01 »
ALLA C.C. RAZI OLSUN.ŞUAN İÇİN İLAVE EDİLEBİLECE BİR ŞEY GELMİYOR AKLIMA... :x
ŞARET OLSA YOL SAPTIRMAZ,BİLGİ OLSA SÖZ SAPTIRMAZ.

Çevrimdışı yusufum

  • araştırmacı
  • ***
  • İleti: 418
tasavvuf ve tarikat hk.
« Yanıtla #3 : 30 Ağustos 2005, 23:23:57 »
hilmi kardeşimden Allah razı olsun. tasavvuf ekolünde olduğun yazdıklarından anlaşılmaktadır.Allah'ı daima zikir ve tesbih mü'min ve müslümanın feraizidir.Amenna.
Ancak: Allah'ı (cc) zikretmenin ,o'nu tespih etmenin,o'na hamd'u senada bulunmanın yolu yalnızca tasavvuf ekolü değildir.
Bütün emareler gösteriyorki şu zaman ahirzamandır.Küfrün hengamda olduğu,Zalimlerin ,şeddatların Nemrutların,firavnların bütün şiddeti ile şerrlerini icraa ettikleri bir zamandayız.Bu gibi şahsiyet,devlet,kurum ve kuruluşlara karşı mücahede,İ'man ve Kur'an hakikatlerinin,ilmi ve fenni metodlarla ispatı ve icraası ile mümkündür.Yani altı i'man esasını bütun ef'alimizle izhar etmak zorundayız.
Bu zamanda feraizi işleyen, günah'ı kebairi terkeden,elinden geldiğince sünnet'i seniyyeyi icra eden Allah'ın izni ile cennete gidecektir.Bu cumle benim cümlen değildir.
hilmi kardeşim.! Tarikat ve tasavvuf meyve, i'man hakikatleri ekmektir.İnsan meyvesiz yaşayabilir fakat ekmeksiz yaşayamaz.Tarikatsız cennete giden pekçoktur fakat i'man sız giden hiç yoktur.
Tasavvufi metotlarla müslüman ancak kendini kurtarabilir.İ'man ve Kur'an hakikatlerinin icraası,ispatı ve ifşaası ile milletler,toplumlar kurtulabilir.
.....................Allah sonumuzu hayreylesin.
ANA HAKİKAT'İ ANLAT

Çevrimdışı mahmud_sami

  • okur
  • *
  • İleti: 62
tasavvuf ve tarikat hk.
« Yanıtla #4 : 31 Ağustos 2005, 00:45:34 »
Sevgili Yusufum

Yazdıklarından bir çok arkadaş birşey anlamamıştır biraz izah etmeni rica ederim.Ve demişsin ki:

"......Tarikatsız cennete giden pekçoktur fakat i'man sız giden hiç yoktur.
Tasavvufi metotlarla müslüman ancak kendini kurtarabilir.İ'man ve Kur'an hakikatlerinin icraası,ispatı ve ifşaası ile milletler,toplumlar kurtulabilir. "


 
Bu yazdıklarınızan Tarikat dediğniz kelimeyi doğru olarak bilmediğini anlıyorum.Eğer yanlış anladıysam bağışlayın lutfen...Tasavvufu veya tarikatı dinden ayrı düşünmeyiniz.Aaşağıdaki yazdığım açılmayı okursanız size Tasavvufun ne olduğu ne olmadığı hakkında bilgi verecektir.Ayrıca "......Tarikatsız cennete giden pekçoktur fakat i'man sız giden hiç yoktur. " ifadenizle sizde ne alatmaya çalıştığınız bilmiyorsunuz sanırım...Cennete girme veya girmeme hadisesi şuan için başladımı?Acaba fakir acizane bu konuda eksik bir bilgiye sahip doğrusu anlayamdım.32 Farzda imanın 6 şartından birisiolan "Ahiret İnanmak" ifadesini biraz açarsak "öldüktenten sonra dirilmenin hak olduğunu,mahşer,cennet ve cehennem gibi "kavramalara inanmayı kapsar...O halde size sorarım.Acaba bu "......Tarikatsız cennete giden pekçoktur fakat i'man sız giden hiç yoktur. " ifadeyi neden kullandınız?Sanırm klavyede yanlış  yazdınız.Tarikatı din dışı bir kavram olarak görmen için aşağıdaki yazı mutlaka okumalısın...Selam ve dua ile...




Tasavvufun kaynağını yabancı kültürlerde arama kaygısı, daha çok müsteşriklerin gayretleriyle ortaya çıkmış bir görüştür. Muhtelif dinlerin mistik yapılarındaki bir takım benzerlikler onları bunların birbirinden alınmış olması anlayışına sevketmiştir. Bir takım müsteşrikler tasavvufun sadece Yunan mistisizminden değil, Hind, İran, Mısır, Hristiyan ve Yahûdî mistisizminden etkilendiği düşüncesini öne sürmüşlerdir. Aralarındaki bir takım benzerlikler sebebiyle bu düşünceleri öne sürenler, bu benzerliklerin insan fıtratından kaynaklanan özellikler olduğunu; her nerede bulunursa bulunsun ve hangi çağda yaşarsa yaşasın insanın belli ihtiyac ve temayüllerinin bulunduğunu görmezden gelmişlerdir. Nasıl din olgusu tarihi boyunca insan için bir gerçekse, rûhî hayat ve tasavvuf da din  ve insan için öyledir. İslâm'da bulunan ibâdet ve muâmelâta âid bir takım ahkâm ve âdâbın Hristiyanlık ve Yahûdîlikteki âdâb ve ahkâma benzemesi, nasıl bunların oradan alındığı anlamına gelmezse, tasavvufi hayat ve tasavvufi düşüncelerdeki benzerliklerin de böyle bir takım dış kültürlerden aktarılmış olması anlamını taşımaz. Rengi, dili, kavmiyeti ne olursa olsun, insanların belli rûhî anlayışları hiç yabancılık çekmeden algılaması meselâ bir Japon'un İslâm tasavvufuna dair yazılmış bir eserden zevk alması bu ortak noktadan kaynaklanmaktadır.

Bir ilmin İslâmî olup olmadığını anlamak için önce adına, sonra muhtevâsına, sonra da o ilim mensuplarının kendilerini şeriat karşısında hangi noktada gördüklerine bakmak gerekir. Bu üç esasa göre tasavvufu sırasıyla ele alacak olursak:

a- Tasavvufun adının genellikle ashâb-ı suffenin "suffe"sinden, "safvet"ten ve "sûf" kökünden geldiği kabûl edilir. Bu kelimelerin üçü de İslâmî menşelidir. Tasavvufun kökü olarak "Sofia" kelimesinden bahsedilmişse de, gerek sûfîler ve gerekse araştırıcılar tarafından reddedilmiştir. Hattâ bir takım müsteşrikler bile tasavvuf ve sufi kelimesinin sofia kökünden geldiğine karşı çıkmış, bunun yerine yün anlamına gelen "sûf" kökünden geldiği görüşünü benimsemişlerdir.

b- Tasavvufun iki önemli muhtevâsı vardır: Eğitim ve bilgi. Tasavvuf, eğitimde temel olarak benimsediği zikir, tezkiye, tasfiye, rabbânîlik, mücâhede gibi esaslar ve üsve-i hasene (model şahsiyet) ilkesiyle bir yaşama biçimidir. Kur'an'da 250'den fazla yerde geçen zikir lâfzı ve bu konudaki emirler, "nefsini tezkiye edenin kurtuluşa ereceğini" haber veren âyet (eş-Şems, 91/9); safvete ermiş kalb-i selim (eş-Şuarâ, 26/88-89) ve rabbânîlik (Âlü İmrân, 3/79) riyâzat ve mücâhede konusundaki ilâhî emir ve nebevî tavsiyeler aslında tasavvufî hayatın Kur'an ve sünnet menşeli olduğunu göstermektedir. Tasavvufun bilgi boyutu yukarıda 2. sorunun cevabında belirtildiği gibi manevî eğitim, takvâ sonucu elde edilebilecek keşfî ve ledünnî bilgilerdir.

c- Sûfîlerin kendilerini şeriat açısından hangi noktada gördükleri mes'elesine gelince ilk sûfîlerden itibaren meşâyıh ilimlerinin şerîata bağlılığını sık sık vurgulamışlardır. Nitekim Cüneyd: "Tasavvuf bir evdir, kapısı şeriattır." Seriy Sakatî: "Tasavvuf kitap ve sünnetin zâhirine ters bir bâtın ilminden bahsetmez." ve Sehl b. Abdullah Tüsterî: "Bizim yolumuzun temeli şu yedi şeydir: Allah'ın kitabına sarılmak, Rasûlü'nün sünnetine uymak, helâl lokma, başkalarına eziyet ve yük olmamak, günahlardan kaçınmak, tevbe ve hukuka riâyet." der. Bu tür söz ve uygulamaları çoğaltmak mümkündür. Mes'eleye bu açıdan bakıldığında da görülen sûfîlerin İslâmî bir yapı içinde olduklarıdır.

Bu saydığımız deliller tasavvufun İslâmî bir ilim olduğunu göstermek için kâfîdir. Tasavvufun ayrı bir din olduğu görüşünü savunanlar, ya gerçek tasavvuf çevrelerinin de kabul etmediği birtakım istismarcı ve sapıkların durumuna bakıp bir genelleme yaparak yanılıyorlar, ya gerçek tasavvufu yeteri kadar bilmiyorlar, ya da hasmâne bir tavır içindedirler. Birinci grupta bulunanlar, bugün piyasada tasavvufu bir istismar aracı olarak kullanıp bir takım maddi ve dünyevi çıkarlar sağlamak isteyenlere bakıp tasavvuf hakkında genel bir hüküm vermektedirler. Aslında gerçek sûfîler, böylelerini tasavvuf ehli olarak görmemektedir. İkinci grupta yer alan ve müteşerri  tasavvufun temel  esaslarını bilmeyen kişilere, müteşerri mutasavvıfların eserlerini ve hayatlarını okuyup incelemelerini tavsiye ederiz. Bir Kuşeyrî’yi, bir Gazzâlî’yi, bir İmâm-ı Rabbânî’yi ve diğerlerini okusunlar. Üçüncü grupta bulunanları ise biraz insafa davet ederiz.

Sûfîlerin yeni bir din ihdâsı ile ortaya çıkan kimselere karşı yaptıkları mücâdele, böyle bir iddiânın doğru olmadığını göstermek için yeterli bir sebebdir. Nitekim İmam-ı Rabbânî döneminde yaşayan devrin sultanı Ekberşah, İslâm, Hristiyanlık ve Hinduizm’den karma bir din ihdas etmeye kalkışmıştı. Bu zatla amansız bir mücâdele sürdürüp engel olan İmam-ı Rabbânî hazretleridir. Kendisine “ikinci bin yılının yenileyicisi” anlamına  - Müceddid-i elf-i sânî - denilmesinin sebebi bu mücâdelesi ve hizmetidir. Her biri bir Allah ve peygamber âşıkı, İslâm hâdimi olan sûfilerin temsil ettiği tasavvufun bir başka din gibi takdim edilmesinin ilmîlik ve insâf ölçüleri ile bağdaşır yanı yoktur.
ŞARET OLSA YOL SAPTIRMAZ,BİLGİ OLSA SÖZ SAPTIRMAZ.

Çevrimdışı mahmud_sami

  • okur
  • *
  • İleti: 62
tasavvuf ve tarikat hk.
« Yanıtla #5 : 31 Ağustos 2005, 15:53:40 »
Sen hal yazında tasvvufla din ibaresini ayrı yarı kullanmaktasın...Bunu düzel istersen...Fakir acizane sana diyor ki,bir tasavvuf yolunda şeriat olmazsa olmazlardadır.Sen ise

Milletlerin kurtuluşu ise ,Din ilmi ile Fen ilminin imtizacı ile ortaya çıkan i'man ve kur an hakikatlerini bütün ef'alimizle yaşamak ve yaşatmakla olur.Diye düşünüyor ve buna inanıyorum.

bunu diyorsun.Mesele şu tasvvufla kesinlikle iman ve Kur'an hakikatlerini ayırmazsın ayırısan...Sanki iki farklı şeymiş olarak görürsün..Bunu anlatmak istedim...Ama sen sırarla...Bu görüştesin....Mesele değil görüşüne saygım sonsuz ama sen benim anlatmak istediklerimi anlamay çalışmak yerine aynı doğrultu aynı içerikli mesaj yazıyorsun.

Bir önceki yazımda da değim gibi Tarikatsiz cennete giren çok demişsin.Bunu hala açıklamadın.Bunu izahatını yapmanı istedim.Ve bu konular iman esaları ile ilgili hasas konular.

Veliler bile son nefes korkusu yaşamışlar...Bunu her müslüman yaşamak zorunda...Hatat Süfyani Servi k.s. hz. hocaisnin imansız gittiğine müşahade ediyorda bir gecede saçı sakalı ağarıyor ve beli bükülüyor.Yani iman kurtarır,İNSANI...

Tekarar söylüyorum tarikatı şeriatten ayrı düşünme...Her ikiside birdi.Ancak kimin imanı kamil ile gideceğini Allah c.c. bilir.Ve insan son nefesine iyi hazır bulmalıdır.Selam ve dua ile...
ŞARET OLSA YOL SAPTIRMAZ,BİLGİ OLSA SÖZ SAPTIRMAZ.