Gönderen Konu: Kıldığınız namazların aslında kabul olmaması  (Okunma sayısı 5894 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı ehlib8

  • Yeni üye
  • *
  • İleti: 2
  • Sadakat Forum "Seviyeli İslami Forumunuz.."

Evet başlıkta da dediğim gibi namazlarınız kabul olmuyor, kıble dediğimiz şey namazda yöneldiğiniz yön yani kabedir ama aslında yöneldiğinizde yönünüz hiç bir zaman kabeye dönmüyor çünkü aslında uzaya doğru yöneliyorsunuz.
Kıble diye döndüğünüzde yere paralel olarak bakıyorsunuz yani sizin olduğunuz yerden başlayan bir doğrusal ok aslında kabeye değil uzaya gidiyor.

Namazlarınızın kabul olmaması dışında bu bulgu, kuranın yazıldığı dönemde dünyanın düz olduğu inancının olmasıyla alakalı değil midir?
Peki Allah her şeyi bilen değil miydi? neden dünyanın yuvarlak olduğunu kurana yazdırmadı/yazmadı?

Çevrimdışı burnertroll

  • Yeni üye
  • *
  • İleti: 1
  • Sadakat Forum "Seviyeli İslami Forumunuz.."
Ynt: Kıldığınız namazların aslında kabul olmaması
« Yanıtla #1 : 15 Nisan 2017, 15:04:13 »
Kıbleye yöneliş doğrudan kişinin bulunduğu noktadan Kabe'ye odaklı vektör çizmesi değildir. Allah'a yönelişi temsil eden bir harekettir bu. (Yani ona bakacak olursak Kabe'ye yönelmekle de doğrudan Allah'a yönelmiş olmuyoruz.) Dünya'nın yarıçapına teğet olan bizden çıkan vektör (ok dediğin şeyin gerçek ismi) dediğin gibi uzaya gider, doğrudur; ancak burada izdüşüm olayı var. (Topun üzerine ip sarmak gibi.) Eğer matematiksel açıklama istiyorsan izdüşüm vektörüne göre yöneliyoruz çünkü oluşan vektörün çıkış noktası da varış noktası da Dünya üzerinde iki noktadır. Kısaca bu durum ne dünyanın yuvarlak olmasına aykırıdır ne de kişinin namazının kabul olmasına.

Bir de Kur'an'da Dünya'nın düz olduğundan bahsedilmiyor, aksine dünyanın halk tabiriyle "yuvarlak" olduğuna dair ifadeler var. Örnek olarak: (Aşağıdaki ifade alıntıdır.)

"...ardından yeri düzenlemiştir." (Naziat - 30)

Meali Diyanet İşleri tarafından yapılan bu ayetteki düzenlemiştir kelimesi, farklı meal yazarları tarafından yaydı, yuvarladı, serdi, döşedi ve yerleştirdi şeklinde de ifade edilmiştir. Kuran'da bu kısım Arapça diliyle "Dahv" olarak geçmektedir ki, bu "deve kuşu yumurtası" anlamına gelen udhiyye/udhuvve kökünden türemiştir. Bu ayette de, deve kuşu yumurtasının dünyamızın geoit yani tam düzgün küre olmayan, fakat küremsi, kutuplardan basık olan şeklinden bahsedilmiştir.

(Alıntı kısım bitti.)


O dönemde insanların Dünya'nın şekli ile ilgili bilgisi düz olduğu yönündeydi. Eğer Kur'an'da o dönemde doğrudan Dünya'nın "yuvarlak" olduğuyla ilgili doğrudan bir ifade geçseydi o dönemin şartlarıyla bu durum ispatlanamayacağı için insanlar buna saçmalık gözüyle bakacaktı. Öte yandan bu duruma aykırı olarak Dünya'nın düz olduğuna dair de ifadeler yoktur. Umarım konu anlaşılmıştır.
« Son Düzenleme: 15 Nisan 2017, 15:08:48 Gönderen: burnertroll »

Çevrimdışı ehlib8

  • Yeni üye
  • *
  • İleti: 2
  • Sadakat Forum "Seviyeli İslami Forumunuz.."
Ynt: Kıldığınız namazların aslında kabul olmaması
« Yanıtla #2 : 15 Nisan 2017, 15:36:49 »
O zaman kabenin tersine dönsek bile gene de kabeye yönelmiş oluyoruz izdüşüm ve dünyanın düz olmaması sebebiyle, hatta kıble kullanmadan bile sadece kıble diye rastgele bir yöne yönelsek bile kabul oluyor çıkarım yaptığım kadarıyla.

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Namazın Şartlarından İstikbâli-i Kıble
« Yanıtla #3 : 17 Nisan 2017, 18:34:15 »
Namazın Şartlarından İstikbâli-i Kıble

31- Namazda Kabe'ye doğru yönelmek de bir şarttır. Bilindiği gibi Kabe, Mekke şehrindeki bir binadan ibaret değil, asıl olan bu binanın yeridir. Bu mübarek yerin göklere doğru üst tarafı ve derinliklere doğru alt tarafı hep kıble yönüdür. Bunun için Kabe'nin yanında veya içinde bulunanlar, Kabe'nin herhangi bir tarafına yönelerek namaz kılabilirler. Cemaatle namaz kıldıkları zaman da, imam ile cemaatin bir tarafta bulunması gerekmez. İmam Kabe'nin bir yönüne, cemaat da diğer yönlerine yönelerek namaz kılabilirler. Yeter ki imamın bulunduğu tarafta duran cemaat, imamdan daha ileride bulunmuş olmasın. Diğer yönlerdeki cemaatin, imamdan Kabe'ye daha yakın bulunmaları, imama uymalanna engel olmaz. İmam ile yüz yüze gelmemeleri kafidir.

  Kabe dışında uzakta bulunanların tam kıbleye yönelik olarak namaz kılmaları farz değildir; Kabe tarafına yönelmeleri yeterlidir. Bu kadarı farzdır.

32- Kabe yönü, pusula aleti ile tayin edilir. Mescidlerin ve camilerin mihrabları Kabe yönünü gösterir. Öncekilerden kalma eski bir mihrab varsa, Kabe yönünü araştırmaya gerek kalmaz; çünkü bu mihrablar usulüne uygun olarak yapılmıştır. Doğu ülkelerinde bulunanların kıblesi, batı yönü olur.

33- Namaz için kıbleye yönelince, "döndüm kıbleye" denilmesi gerekmez. Yeter ki kıblenin Kabe olduğu bilinsin. Zayıf bir görüşe göre de, döndüm kıbleye denmesi gerekir.

34- Bir kimse namazda iken bir özür bulunmaksızın göğsünü kıbleden çevirse, namazı ittifakla bozulur. Sadece yüzünü çevirse, hemen kıbleye dönmesi gerekir; bununla namazı bozulmaz. Fakat harama yakın bir kerahet işlemiş olur.

35- Bir kimse hasta olup da kıble tarafına dönemediği ve kendisini kıble tarafına çevirecek kimse bulunmadığı zaman gücü yettiği tarafa doğru namazını kılar. Yine hasta olmadığı halde, bir düşman veya bir yırtıcı hayvan korkusundan dolayı kıbleye yönelemeyen kimse, gücü yettiği tarafa doğru namazını kılar; çünkü yükümlülük güce göre olur.

36- Yerin çamurundan dolayı hayvan üzerinde namaz kılan kimse, arkadaşlarından ayrılmak korkusu bulunmayınca, hayvanını durdurup kıbleye dönerek namazını kılar. Fakat yer çamurlu olmayıp da yalnız ıslanmış bulunsa, hayvan üzerinde farz namaz kılınamaz, yere inilmesi gerekir. Ancak arkadaşlarından uzak kalmak gibi bir tehlike bulunursa, hayvan üzerinde farz namazı kılabilir.

37- Bir kimse, bir özür sebebiyle farz olan bir namazı yere inmeden hayvan üzerinde kıldığı zaman, gücü yettiği tarafa yönelerek namaz kılabilir. Fakat kıbleye doğru yürümekte olan bir hayvan üzerindeki insanın namazı, o hayvanın kıble yönünden bir rükün yerine getirilecek kadar dönmesi ile bozulur.

38- Kıble yönünü bilmeyen ve yanında soracak bir adam bulamayan kimse, araştırma yapar. Bazı işaretlere, güneşe ve yıldızlara bakarak kıble yönünü araştırır da kanaat getirdiği tarafa doğru namazını kılar. Namazını tamamladıktan sonra kıble yönünü belirlemede hata ettiğini anlarsa, artık o namazı iade etmez. Fakat namaz içinde iken kıble yönünü bilecek olsa, o tarafa dönerek namazını tamamlar; yeniden kılması gerekmez. Kıble yönü üzerindeki şüphe, ister şehir içinde, ister kırda, ister karanlık gecede ve gündüz vaktinde olsun, durum aynıdır. Böyle bir kimsenin kapıları çalıp kıbleyi sorması gerekmez.

39- Bir kimse kıble yönünden şüphelense ve yanında kıbleyi bilen bir adam olduğu halde ondan sormayarak kendi araştırmasına göre bir tarafa yönelerek namaz kılsa, eğer gerçekten isabet etmişse namazı sahih olur; fakat isabet etmemişse namazı sahih olmaz. Gözleri görmeyenin durumu da böyledir. Kıble konusunda güvenilir bir kimsenin sözü, insanın kendi kanaatine uymasa bile, onu tutmak gerekir. Çünkü haber verme, araştırmadan daha kuvvetlidir.

40- Kıble yönünden şüphe eden kimse, araştırma yapmaksızın bir tarafa doğru namaz kılmaya başladıktan sonra namaz içinde kıbleye isabet ettiğini anlarsa, namazını iade eder. Tam bir inançla kılacağı geri kalmış rekatları, şüphe ile kılmaya başladığı rekatlar üzerine bina edemez; çünkü kuvvetli, zayıf üzerine bina edilmez. Fakat namazını bitirdikten sonra isabetini anlarsa, namazı iade gerekmez; çünkü rekatların hepsi aynı bir halde kılınmış olur. İmam Ebû Yusuf a göre, her iki halde de iade gerekmez.

41- Kıble yönünden şüpheye düşen kimse, araştırma yaptığı halde "kanaatına aykırı" bir tarafa yönelerek namazını kılsa sahih olmaz. Bu durumda kıbleye isabet etmiş bile olsa, namazını iade etmesi gerekir. İmam Ebû Yusuf'a göre, kıbleye isabet etmişse, namazı iade etmek gerekmez.

42- Kıble yönü üzerinde ihtilafa düşen kimseler, yalnız başına olarak namazlarını kılarlar. İmama uydukları takdirde, imamın kanaatına aykın bulunanların namazı sahih olmaz.

43- Bir gemi içinde namaz kılan kimse gücü yetiyorsa kıbleye doğru kılar; istediği tarafa doğru kılamaz. Gemi her döndükçe, onun da kıbleye doğru dönmesi gerekir.

44- Bir kimse abdestsiz olduğunu sanarak kılmakta olduğu namazdan ayrıldıktan sonra, mescitten çıkmamış olsa bile, abdestli olduğunu hatırlamış olsa, namazı bozulmuş olur. Fakat bir kimse mescitte namaz kılarken kendisinde abdestsizlik hali olduğunu sanarak kıbleden ayrılsa da, mescidden çıkmadan önce kendisinde abdestsizlik hali olmadığını anlasa, İmam Azam'a göre namazı bozulmuş olmaz; mescidden çıktıktan sonra anlarsa, ittifakla namazı bozulur, çünkü bir özür bulunmaksızın yerin değişmesi namazı hükümsüz kılar.

45- Nafile namazlara gelince: Bir kimse, nafile bir namazı şehir dışında, bir özür olmaksızın hayvan üzerinde istediği yöne doğru kılabilir. İmam Ebû Yusuf'a göre, şehir içinde de bu şekilde nafile namaz kerahetsiz kılınabilir. İmam Muhammed'e göre ise, şehir dahilinde böyle nafile namaz kılmak kerahetle caizdir.  Şehir dışından maksad, sefer hükmünün başlamasıyla namazın iki rekat olarak kılınabileceği yer demektir. (Misafir bölümüne bakınız.)

46- Bir kimse, kıbleden başka bir tarafa yönelik olarak, bir rekat namaz kılmış olan bir körü, kıble yönüne çevirip de ona uyacak olsa, bakılır; Eğer kör, kıbleyi soracak bir kimse bulunduğu halde sormadan namaza başlamış ise, ikisininde namazı sahih olmaz. Eğer soracak adam yok ise, körün namazı sahih olur, ona uyan adamınki sahih olmaz.


Müslümanların, namazlarını kılarlarken en eski ve en mukaddes mabed olan Kabe'ye yönelmeleri, aralarındaki birliği canlandırmak, düzeni sağlamak ve gönüllerini müşterek bir ibadet duygusu ile ferahlandırmak, ibadet nuru ile aydınlatmak gibi hikmetlere dayanmaktadır.

Büyük İslam İlmihali | Namaz Kitabı | Kıbleye Yönelmek

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."

Halk İslam’ı Kur’an Tercümelerinden Değil, Muteber Din Kitaplarından Öğrenebilir

Manasını anlamadan Kur’an okumakta sevap var mıdır?.. Elbette vardır…
Manasını öğrense de okusa daha iyi olmaz mı?.. Elbette çok iyi olur ama mana ve mealini doğru öğrenmiş olması gerekir.

Kur’an konusunda en önemli vazifemiz nedir?.. O kutsal Kitab Allahtan bize gönderilmiş bir mesajdır, talimatnamedir. Onun emirlerini, yasaklarını, tavsiyelerini, öğütlerini öğrenmemiz ve bunları hayatımıza geçirmemiz gerekir.

Kur’anın mesajını meal, tercüme ve tefsirlerden mi öğrenebiliriz, yoksa başka kaynaklardan mı?.. Kur’an mesajını en doğru, en iyi, en kolay şekilde Ehl-i Sünnet ve Cemaat ulemasının, fukahasının, imamlarının, müctehidlerinin, mürşidlerinin; Kur’andan ve Sünnetten süzerek hazırlamış oldukları muteber akaid, fıkıh, ilmihal, ahlak, mev’ize kitaplarından öğrenebiliriz.

Niçin doğrudan doğruya meal ve tercümelerden değil?.. Çünkü Kur’an tercüme, meal ve tefsirlerinin bir kısmını  ehliyetsiz, Reformcu, dinde yenilik ve değişim isteyen, Afganici, Fazlurrahmancı, bid’atçi kişiler yazmıştır. Kitaplarında doğrularla yanlışlar karmakarışık şekilde sunulmaktadır.

En büyük Ehl-i Sünnet müfessirinin tefsirini okuyarak iki rekat namazın nasıl kılınacağı öğrenilemez.

Türkiye’de 60 milyon Müslüman yaşadığı farz edilse ve bunların her birine zimmetli olarak birer Kur’an meali verilse bile halk ilmihalini öğrenemez. Dini öğrenmenin en kolay, en sağlam yolu güvenilir/yanlışsız ilmihal, akaid, fıkıh, namaz hocası, ahlak kitaplarını okumaktır.

Sen Kur’an tefsirlerine karşı mısın? Kesinlikle değilim. Bu konuda isteklerim şunlardır:  Tefsir icazeti olmayanlar re’y ve heva ile tefsir yapmasın…  Halk tefsir veya meal kitaplarını okuyarak kendi kafasından dinî hüküm çıkartıp kaos ve anarşiye sebebiyet verilmesin… Din ilmihal kitaplarından öğrenilsin.

Kur’anı kendi re’y ve hevası ile tefsir edenler ne olur? Kafir olur. Bu konuda hadis vardır. Müslümanların Kur’an konusunda cahilce tartışmaları haramdır, yasaktır.

Niçin herkes kendi kafasına göre, re’y ve hevasından  Kur’anı tefsir edemez ve ondan hüküm çıkartamaz?

Muhkemat vardır, müteşabihat vardır… Nâsih mensuh vardır… Tahsis vardır… Din ilimlerini medreselerde okuyup da bunları öğrenmemiş olanlar Kur’an konusunda yanılabilir.

Kur’an Allahın apaçık Kitabıdır ama bir kısım müteşabihatı ancak ilimde rüsuh sahibi olanlar anlayabilir.

Peygamberimiz (Salat ve selam olsun ona) Ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır, biri dışında bu fırkalar cehennemliktir. Kurtulacak olan Fırka-i Naciye benim ve Ashabımın yolundan gidenlerdir buyurmuştur.

Bugün piyasada, peygamberliğini ilan etmiş bir mürteddin tefsiri bile satılmaktadır.

Mezhepsizler, telfik-i mezahib taraftarları, İslamın Allah katında tek hak din olduğunu ayetini inkar edenler,  kaderi inkar edenler, şefaati inkar edenler,  tesettürü inkar edenler, bazı Kemalist İlahiyatçılar, Farmason Afganiyi imam tanıyanlar, Fazlurrahmancılar velhasıl bir sürü bid’atçi Kur’an meali, tercümesi ve tefsiri yazmıştır. Bunları okuyanlar elbette sapıtır.

İcazetli üstad ve hocalardan âli ve ’âli ilimleri okuyup, imtihan verip icazet almamış olan Müslümanlar dinlerini önce ilmihal, akaid, fıkıh ve ahlak kitaplarından öğrensinler, sonra isterlerse Sünnî müfessirlerin yazdıkları tefsir kitaplarını da  (kendi re’y ve hevalarıyla din hükmü çıkartmamak şartıyla) okuyabilirler.


Mehmet Şevket EYGİ | 23 Mart 2013 Cumartesi 00:39


Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
İlmihalini Doğru Olarak Öğrenmek, Dinini İyi Bilmek
« Yanıtla #5 : 17 Nisan 2017, 18:39:53 »

İlmihalini Doğru Olarak Öğrenmek, Dinini İyi Bilmek

Bedevilere, bedeviliğin zaaflarını anlatmak çok zordur. Bunu anlayabilmeleri için bedevilik statüsünden çıkıp medeni olmaları gerekir.

Doğru gerçekleri sadece söylemek veya yazmakla anlatıp öğretemezsiniz. Bunların ehliyetli, liyakatli, icazetli hocalar, muallimler, üstadlar tarafından okutulması, tedris ve ta’lim edilmesi gerekir.

Diyelim ki ehliyetli ve icazetli bir hoca 17 yaşındaki bir lise talebesine üç ay boyunca ilmihal okuttu. Çocuk dersleri dikkatle dinledi. Notlar aldı, iyi anlayamadığı yerleri hocasına sordu… Üç ay sonra ne yapılması gerekir? Delikanlının okuduğu derslerden imtihan edilmesi gerekir. İlmihal bilgilerinin şakası yoktur. Herhangi bir dersten, on üzerinden beş numara alırsa orta derece ile geçebilir ama ilmihal konusunda orta derece olmaz. Ya pekiyi bilecektir yahut bütünlemeye kalacak yeniden imtihan edilecektir.

İlmihalini öğrenmek erkek, kadın her Müslümana farzdır.

Eskiden Osmanlı İmparatorluğu zamanında bütün okullarda, her ders gününde bir saat din dersi okutulurdu. Çocuklar, gençler ilmihal bilgilerini doğru olarak o derslerde öğrenirlerdi.

1980’den bu yana ülkemizin bütün okullarında mecburi din dersleri vardır. Lâkin bunlar birer aldatmacadan ibarettir. Bu derslerde doğru, sahih, zaruri ilmihal bilgileri öğretilmez, bir tür anti-kültür verilir.

Düzenin din dersi kitapları besmele ile başlamaz. M. Kemal Paşa’nın tam sayfa resmi karşısında gençliğe beyannamesi ile başlar. Böyle kitaplardan, böyle derslerden ne hayır gelir?

İlmihal bilgilerinin birinci maddesi Allahü Teala’yı doğru şekilde tanımaktır.

O’nun on dört sıfatı vardır. On iki yıl ilköğretim ve lise okumuş, şu anda beş vakit namazını kılan kaç Müslüman bu on dört sıfatı sırasıyla ezbere sayabilir?

Kur’an-ı Kerim Allah’ın yaratılmamış, kadim kelamıdır. İslamın temel kaynağı olan bu ilahi kitabın belli başlı yirmi beş özelliğini, üstünlüğünü sayabilir miyiz?

İslamın ikinci kaynağı Resulullah Efendimizin (Salat ve Selam olsun O’na) sünnetidir. Sünneti inkar eden kafir olur. Kaç Müslüman sünnet hakkında doğru ve sağlam bilgiye sahiptir?

Şeriat nedir… İcma nedir… Cumhur-i ulema nedir… Ehl-i Sünnet ve Cemaat nedir?

Müslümanların bu gibi konularda kısa ve özlü de olsa çok sağlam bilgileri manasını iyi bilerek ezberlemiş olmaları gerekmez mi?

Ümmet nedir… İmamet veya Hilafet nedir… Bunları iyice biliyor muyuz?

Zaruriyat-ı diniye nedir?


Günde yirmi dört saat, haftada yedi gün, ayda otuz veya otuz bir gün, senede üç yüz atmış beş veya üç yüz atmış altı gün, velhasıl bir ömür boyu din baronu edebiyatı yapanlar mü’minlere, öğrenilmesi farz olan temel din bilgilerini niçin öğretmiyorlar?

Niçin ülkemizde derli toplu, çok doğru bilgiler ihtiva eden, mükemmel ilmihaller yok?

Diyanet bir ara “Cep İlmihali” isminde faydalı bir kitap yayınlıyordu. Artık yeni baskıları yapılmıyor. Avrupa Birliği Standartlarına uymuyormuş. FesubhanAllah!

Şu beş vakit namaz kılan zamane dindarı Müslüman bir yığın güncel dedikodu, magazin ve polemik bilgisine sahip ama namazın altısı namaz öncesi, altısı namaz içinde olan on iki şartını ve rüknünü bilmiyor. Bunu öğrenmek, bilemediniz yarım saat vakit ister.

Maalesef öyle namaz kılan kardeşlerimiz var ki, ayakta bevl ediyor; üstüne iç çamaşırına bevl bulaşıyor; üstelik istibrayı da bilmiyor, teşarşür ettikten sonra hiç beklemeden abdest alıyor, bu abdest bozuluyor, namazı boşa gidiyor… Bu kardeşimize bu konudaki dini bilgiler niçin öğretilmiyor? Kabahat öğretmeyenlerde mi, öğrenemeyende mi?

İki Müslümanın darul İslamda da, darul harpte de faiz muamelesi yapması haramdır. Bunu Müslümanlara kim anlatıp öğretecek?

İbadet tevazu, tezellül ve ihlas ile yapılır. Umre bir nafile ibadettir. İhtişamlı umre olmaz… Lüks umre olmaz… İsraflı umre olmaz. Bunları Müslümanlara kim anlatacak?

İslam dini rehberlikle öğrenilen bir dildir. Alet ilimlerini, ’âli ilimleri öğrenmiş çağ kültürüne sahip, icazetli ve ehliyetli ulema, fukaha, meşayih, mürşidler gençliği ve halkı yetiştirmezse, dini konular ayağa düşer, her kafadan bir ses çıkar, büyük bir fitne, fesat, kaos, anarşi oluşur. Bugün olduğu gibi…

Azılı reformcu bir profesör “birkaç seneye kadar bütün din kitaplarını kaldıracağız, Müslümanların elinde sadece meal kitapları olacak” demiş. Ne kadar yanlış bir metot.

Ehl-i Sünnet Müslümanlığının Kur’anla ilgili temel kurallarından biri şu hadis-i şeriftir:

Men fessere’l-Kur’ane bi re’yihi fekad kefer=Kur’an-ı Kerimi kendi re’y ve hevasına göre yorumlayan kimse Kur’an nimetine küfranda bulunmuş, küfre düşmüş olur.

Bütün Ehl-i Sünnet imamları, uleması, fukahası, meşayihi ahir zamanda İsa Aleyhisselam’ın nüzul, Mehdi Aleyhisselam’ın zuhur ve mel’un Deccalın huruc edeceği konusunda icma ve ittifak etmişlerdir. Reformcular, dinde değişimciler, yenilikçiler, mezhepsizler, Afganiciler, Fazlurrahmancılar, Kemalist ilahiyatçılar, Sünnet düşmanları, Mutezile mezhebi mensupları Ehl-i sünnetin bu icmaıını inkar ediyor. Halkı bu konuda, Ehl-i Sünnet hocaları hep birlikte niçin uyarmıyor?

Yarım yamalak din bilgisiyle olgun Müslüman yetişmez.

Bilmeyenler de elbette kusurludur ama bilmeyenleri uyarmayan, aydınlatmayan, yetiştirmeyen, onlara ders vermeyen, onları bilgilendirmeyen bilenler daha suçludur.

Zamanımızın en korkunç bid’atlerinden biri din ilimlerinin para kazanmak ve mümkünse zengin olmak için öğrenilmesi; din kitaplarının dünyalık edinmek için telif, tasnif ve tercüme edilmesidir.

Çok para kazandırmadığı, ticari tarafı zayıf olduğu için faydalı dini broşürler hazırlanıp yayınlanmıyor.

Eski ulema, fukaha, müfessirler, muhaddisler, meşayih-i kiram “niyet ettim Allah rızası için, halka faydalı olacak din kitabı yazmaya…” diye niyet ederlerdi; zamanımızda “ niyet ettim para kazanmak, ev almak, mülk edinmek, zenginleşmek, lüks ve konforlu bir hayat sürmek, köşeyi dönmek için din kitapları yazmaya…”.

Mehmet Şevket EYGİ | 15 Eylül 2013 Pazar 00:14


Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."

Bir insan hayatı boyunca sırasıyla şu üç fiili yapmalıdır.

1- İtikadını Ehl-i Sünnet Vel Cemâ'at İtikadına uydurmalı,

2- İlmihalini öğrenip ihlâsla uygulamalı (ilim->amel->ihlâs),

3- Mürşid-i Kâmil ü Mükemmil olan "Zamanın Hakiki Sahibi"'ni arayıp bulmalı, eteklerine yapışıp ölene kadar bırakmamalıdır.( Hakikisi mi? İstidraç Sahibi Sahtesi mi?)



"Salih zatların (mürşidlerin) peşine takıl!
Kimin Salih kimin münafık olduğunu bilemediğin için gece kalk,
iki rekat namaz kıl ve ardından şöyle dua et:
"Ya Rabbi!
Bana Salih kullarını göster.
Beni sana getirecek klavuzu göster.
Gözümü sana yakınlık nuru ile nurlandırarak mükemmelleştir.
Bana başkalarının gördüklerini anlatan değil, bizzat gördüklerini haber verecek bir klavuzu bildir"
"
[Abdülkadir Geylani (k.s.)]