Gönderen Konu: Taş'lar daki Sır  (Okunma sayısı 28644 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı mazlum

  • aktif yazar
  • *****
  • İleti: 861
  • Allah'a giden tüm yollar.Kalp lerden gecer.
Taş'lar daki Sır
« : 20 Şubat 2011, 22:03:32 »

Taş'lar üzerinde bir araştırma yapmak ,ve bu çalışmayı sizlerle paylaşmak istedik ,
Gayret bizden Takdir sizden Nusret H.z Allah'dan . İnşaAllah hayırlı ve iyi bir çalışma olur .

Katkılarınız yorumlarınız bize manen destek olur , diyerek ilk çalış'mamıza gecelim .
Bu konuyla alakalı olarak öncelikle bir .Ayeti kerime  okursak yerinde olur inşaAllah .
2:74 - Sonra bunun arkasından yine kalbleriniz katılaştı, şimdi de taş gibi, ya da taştan da beter hale geldi. Çünkü taşlardan öylesi var ki; içinden nehirler kaynıyor, yine öylesi var ki, çatlıyor da bağrından sular fışkırıyor, öylesi de var ki, Allah korkusundan yerlerde yuvarlanıyor... Ve sizin neler yaptığınızdan Allah gafil değildir.

Hazreti Ali, Hazreti Câbir ve Hazreti Ayşe Validemiz, üçü birden haber veriyorlar ki:
"Peygamber Efendimiz dışarıya çıktığında, yolu üzerindeki ağaç ve taşlar, ona:
— Esselamu aleyke Ya ResulAllah" (selam sana ey Allahın Resulü) diyorlardı.

Hacer-i Muallak Taşı

Peygamber Efendimizin (s.a.v) Miraca çıktığı gece ona yardımcı olan ve Peygamberimizin (s.a.v) "dur" buyurması üzere görüldüğü gibi kalan İbretlik ve Mübarek taş..



Peygamber efendimiz H.z MUHAMMED (S.A.V) göğe yükselten kayadır...Kaya yere indikten sonra bu şekilde yerden biraz yukarda kalmıştır.Ve kıyamet gününe kadarda böyle kalacaktır...



Arab Ülkelerinin Birinde Peygambere İnanmayanlar İçin Allah Tarafından Havada Asılı Bırakılan Taş.
Peygamber efendimiz gök yüzüne yükselirken miraç gecesi o taş üzerinden gök yüzüne çıkıyormuş. O taş'dan Yardım Almış İnerken Taşa Dur Demiş Taş O Şekilde Durmuş ve Kıyamete Kadar O Şekilde Kalacakmış.

Bu taşın adı Muallak Taşı ya da Hacer-i Muallak'tır anlamı asılı duran taş demektir. Peygamberimizin Miraca çıkarken bastığı ve ayak izinin bulunduğu kaya ; Kuruluş Kayası Oyuk Kaya da denir. Altı boş olan ve sadece bir köşesinden destekle durabilen bu kaya parçası Kudüs'te Kubbet-üs Sahra'nın içindedir. Kayanın en geniş yeri 18 metre en dar yeri ise 13.5 metredir. Bu kayanın içine on bir basamak merdivenle inilebilmektedir. Kayanın iç kısmı yaklaşık 1.5 metre yüksekliğinde ve 4.5 metre x 4.5 metre boyutlarında boş bir mekandır. İçeriden tavana bakıldığında havada asılı izlenimi verir bundan dolayı Hacer-i Muallak olarak anılmaktadır.

Hz. Fatma bu kayanın yanında namaz kıldıgından özellikle çocuk sahibi olmak isteyen kadınların dua ettikleri bir mimber yapılmıştır. Cami içinde mermere gömülü ve dışı tahta oymalı bir kutu içinde ‘’sakalı şerif’’ vardır. Ziyaretçiler bu sakal-ı şerife dokunabilmek için ellerini bu kutunun içine sokarlar. Yine muallak taşı’nın altında Hz.Huhammed kendisini almaya gelen meleğin kanatlarının üzerinde iken onunla birlikte yükselen kaya peygamberimizin işareti ile durmuştur. kayaya sonradan sütunlarla destek yapılmış.

Peygamberin miraca çıkarken üzerine bastığı taş olmasının yanı sıra İbrahim Peygamberin oğlu İsmaili kurban etmek için yatırdığı taş olması islam dünyasındaki önem hanesine artı iki puan ekler.

Yahudilerce bu bölgede bir zamanlar Hz. Süleyman’ın mabedinin bulunduğu varsayıldığından bu bölge onlar için de kutsal kabul edilmektedir. Hatta bu mabet Kubbet-üs Sahra’nın altındaki Hacer-i Muallak isimli kayanın üzerine kurulu olduğu için bu kaya ve onun bulunduğu yer Yahudiler için yeryüzündeki en kutsal mekan kabul edilmektedir.

Ayrıca bu bölge Hıristiyanlar tarafından da kutsal olarak kabul edilir. Çünkü Hz. İsa (a.s) Allah’ın kutlu bir peygamberi olarak bu bölgede tebliğ vazifesini yerine getirmiştir. Hıristiyanlara ait birçok kilise ve dini yapı da yine bu bölgede bulunmaktadır.

Hacer-i Muallak (Muallak Taşı) Hakkında:
Dünyaya indiğinde Kabe-i Muazzama'yı inşa eden Hz. Adem A.S. aynı zamanda Mescid-i Aksa'nın da ilk inşasını yapmış. Bu Mescid de Kabe gibi Nuh tufanında zarar görmüş ve M.Ö. yaklaşık 2000 yılında Hz. İbrahim A.S. tarafından tamir edilmiş. Biliyorsunuz Hz. İbrahim Hz. Süleyman Hz. Musa Hz. İsa ve Hz. Muhammed S.A.V.'in atası olduğu için özel yeri var. Kabe'nin bugünkü halini de inşa etmiş mucizesi kuma çıkmayan ayak izlerinin taşa çıkması halen Kabe avlusunda ayak izini taşıyan Makam-ı İbrahim var. Nemrut'un Urfa'da ateşe attığı ve ateşin yakmadığı Hz. İbrahim'in yaptığı Mescid-i Aksa bugüne kısmen ulaşmış olan El-Aksa El-Kadim mescidi. Yani 2 tane Mescid-i Aksa var. El-Kadim olan eski mescid ve El-Cedid olan yeni Mescid.

Hz. İbrahim'den yaklaşık 1000 yıl sonra Hz. Süleyman zamanı... Hz. Süleyman tabii ki İslam inancına göre de Peygamber mucizesi tüm hayvanların lisanını konuşması. Hz. İbrahim tarafından inşa edilen Mescid-i Aksa El-Kadim'i büyüterek her iki tarafta sınırlara kadar taşımış. Yahudi inancı Hz. Süleyman'ın mirasına sahip çıkıyor. Hatta o meşhur 6 köşeli yıldız da Hz. Süleyman'ın mührü. Böyle olunca da Hz. Süleyman mabedi Yahudiler için çok önem arzediyor.

İslam zamanında Kudüs İslamiyet'in ilk Kıble'si olmuş ve namazlar Kıbleteyn'e kadar Kudüs'e yönelerek kılınmış. Miraç hadisesi de buradan olunca ve Kudüs Kabe-i Muazzama'dan Medine-i Münevvere'den sonra en kutsal yer ilan edilince (Mescid-i Aksa'da kılınan 1 vakit namaz 500 vakte eşdeğer kıymette) İslam orduları "zenginlik" anlamına gelen Mısır'dan önce veya "Ortodoks kilisesi" anlamına gelen İstanbul'dan önce kudsiyet arzeden buraya yönelmiş.


Kubbet-üs Sahra'nın (Dome of the Rock) içeriden görünüşünü gösteriyor. Kubbet-üs Sahra'nın içinde tam merkezde dev bir taş var. Peygamberimiz A.S.V. bu taşın üzerinden Burak'a binerek Mirac'a yükselmiş. Bu taş Hacer-i Muallak hani havada asılı durduğu söylenen taş. Kısmen altına inebiliyorsunuz gerisi kapalı.
Kudüs ilk olarak Hz. Ömer tarafından fetholunmuş. Sur içinde Hz. Ömer mescidi var. Sonra tüm Hristiyan alemi ayaklanmış ve onların cihadı "Haçlı Seferleri" The Crusaders başlamış. Richard the lion hearted Aslan yürekli Rişar Kudüs'ü geri almış ki ta Selçuklu Sultanı Selahaddin-i Eyyubi Hz. fethedene kadar... Yani Kudüs Hristiyan dünyası için "Haçlı Seferi" düzenleyecek kadar önemli...

Selahaddin-i Eyyubi Hz. Cizre'li kürt asıllı devrin evliyası bir hükümdar. Kudüs fethi ile ganimetine 100000 arap atı düşmüş. "Ben bu servetle yaşayamam" deyip sabaha kadar atları fakir halka sadaka diye dağıtmış. Öldüğünde ise kefen alınacak bile parası yokmuş. Kefen satan esnaf lık vermese imiş o koca hükümdarın cenaze namazı kılınamayacakmış. Bugün bunları Kudüs'ün Müslüman halkından dinlemeniz aralarında "ben Eyyubi nesliyim" diye iftihar edenleri görmeniz mümkün.

İşte Mescid-i Aksa El-Cedid'i inşa eden Miraç'a çıkılan taşın üzerine Kubbet-üs Sahra'yı inşa eden Selahaddin-i Eyyubi Hazretleridir. Yapıldığı kot (elevasyon) Hz. Süleyman mabedinin üstünde kalıyor. Yani Mescid-i Aksa El-Cedid Hz. Süleyman mabedinin harabesi üzerine yükselmiş. Kavga burada başlıyor...
Alıntı .


Bir harf yeter inan, varsa o evde bir insan.

Dost Ararsan Kendine Bak
Dostun Ağlasını Bulursun
Düşman Ararsan Yine Kendine Bak
Düşmanında Ağlasını Bulursun .
vesselam .

Çevrimdışı mazlum

  • aktif yazar
  • *****
  • İleti: 861
  • Allah'a giden tüm yollar.Kalp lerden gecer.
Ynt: Taş'lar daki Sır
« Yanıtla #1 : 23 Şubat 2011, 19:00:02 »
Hacerül Esved
Kâbe-i muazzamanın doğu köşesinde bir buçuk metre kadar yükseklikte bulunan ve Cennet yâkutlarından olan parlak, siyah taş.
İbrâhim aleyhisselâm ile oğlu İsmâil aleyhisselâmın birlikte Kâbe'yi inşâ ettikleri sırada, melekler taş getirerek İsmâil aleyhisselâma yardım ettiler. Sıra Hacer-ül-esvede gelince, İbrâhim aleyhisselâm; 'Ey İsmâil! İyi bir taş getir ki, hacılara işâ ret olsun' buyurdu. İsmâil aleyhisselâm bir taş getirdi. İbrâhim aleyhisselâm; 'Bundan daha iyi bir taş getir' buyurunca; Ebû Kubeys dağından; 'Cebrâil aleyhisselâm, tûfanda bana bir taş emânet etti. Gel onu al! ' diye bir ses işitti. Bunun üzerine Hacer-ül-esved taşı Ebû Kubeys dağından alınıp, Kâbe'deki yerine yerleştirildi. (Azrakî)

Hazret-i Ömer, Hacer-ül-esved taşına, karşı; 'Sen bir şey yapamazsın, fakat Resûlullah'a uyarak seni öpüyorum' dedi. Hazret-i Ali bunu işitince, Resûlullah'ın 'Hacer-ül-esved, kıyâmet günü insanlara şefâat eder' buyurduğunu söyledi. Hazret-i Ömer de hazret-i Ali'nin bu sözüne teşekkür etti. (Dâvûd bin Süleymân)
Tavâfa (Kâbe'nin etrâfında dönmeye) Hacer-ül-esvedden başlamak ve burada bitirmek sünnettir. (Zeylâî) (08.03.2008 01:57)

Kabe’nin doğu köşesinde bir buçuk metre kadar yükseklikte bulunan ve Cennet yakutlarından olan parlak siyah taş. Lügatte, hacer ’taş’ ve esved de ’siyah’ demektir. Kabe, Müslümanların namazda kıblesi olup, hac emrini yerine getirmek için ziyaret edilmesi şart olan bir mesciddir (camidir). Hacda, Kabe’nin etrafında dönerek ziyaret etmeye’tavaf’ denir. Tavafa Hacer-ül-esved’den başlamak ve bitirmek haccın sünnetidir (Bkz. Hac). Hacer-ül-esved, Kabe’nin doğu tarafındaki duvarın bir buçuk metre yüksekliğine yerleştirilmiş olup, uzun çapı 30 santimetredir. Hacer-ül-esved’in kendisine mahsus bir kokusu vardır. Elin veya herhangi bir eşyanın ona sürülmesi halinde, bu koku uzun zaman hissedilir.

Hacer-ül-esved, Cennet’ten indirilmiş bir taştır. adem aleyhisselamın Cennet’ten ayrılıp, yeryüzüne (Hindistan’daki Serendip Adasına) indirilmesinden sonra ziyaret ettiği ilk hane (ev) Kabe’dir. Rivayete göre adem aleyhisselam Cennet’ten dünyaya indirilince, meleklerin seslerini ve tesbihlerini (zikirlerini) işitemez olmuştu. Bu halinden yakınarak, Allahü tealaya yalvardı. Allahü teala, melekler vasıtasıyla bir beyt indirdi. Bu beyt, Cennet yakutlarından bir yakut olup, parıl parıl parlıyordu. İndirilen bu beytin biri doğu, diğeri batı olmak üzere iki kapısı vardı. Üzerinde Cennet’ten kandiller bulunuyordu. O hane, bugün Kabe’nin bulunduğu yere indirilmiştir. Allahü teala; ’Ey adem, senin için bir hane (ev) gönderdim. Arşım etrafını tavaf ettiğin gibi, bunun etrafını da tavaf eyle! Arşın çevresinde namaz kıldığın gibi, bunun etrafında da namaz kıl!’ buyurdu.

Hacer-ül-esved’i de bu beytle beraber gönderdi. Bu taş, yeryüzüne ilk indirildiğinde beyazdı. Cahiliyet zamanında, günahkar kişilerin ve hayızlı kadınların dokunmasıyla siyah oldu ve bundan dolayı ismine Hacer-ül-esved, (Siyah taş) dendi. Tufan olacağı zaman Allahü teala Cebrail aleyhisselama Hacer-ül-esved’i Ebu Kubeys Dağında saklamasını ve tufandan kurtulmasını emretti. İbrahim’e, (aleyhisselam) Kabe’yi yapmaları emri verilince oğlu İsmail aleyhisselam ile beraber çeşitli dağlardan taş getirerek yaptılar. Bu arada Ebu Kubeys dağındaki Hacer-ül-esved’i İbrahim aleyhisselam aldı ve yerine koydu. Hacer-ül-esved, asırlardan beri Müslümanların hürmet ve tazim gösterdiği mukaddes bir taştır. Onun korunması için her türlü ihtimamı göstermişlerdir.

İslamiyetten önce de bu taşın kıymeti bilinoyurdu. Mekke’deki Arap kabilelerinin her biri, ona ihtimam göstermeyi kendileri için bir şeref sayıyorlardı. Nitekim, Kabe’nin yıkılmasını önlemek için yapılan bir tamirat esnasında, her kavim bir duvarın inşaatı ile meşgul oldu. Sıra Hacer-ül-esved’i duvardaki yerine yerleştirmek işine gelince, herbiri bu şerefin kendi kavmine ait olmasını istediler. Aralarında neredeyse harp çıkacaktı. İçlerinden yaşlı ve akıllı birisinin; ’Aramızdaki bu ihtilafı halletmek için birini hakem yapalım. Onun teklif edeceği hal çaresine uyalım!’ demesi üzerine; ’Buraya ilk gelen kişiyi aramızda hakem tayin edelim!’ diyerek anlaşmaya vardılar. Biraz bekledikten sonra, Peygamber efendimiz Muhammed aleyhisselam çıkageldi (O sırada henüz peygamberliği bildirilmemişti). Hepsi buna çok sevindi. Çünkü O, kavmi arasında ’Muhammed-ül-emin’ diye tanınan, hiçbir kimseye haksızlık yapmıyan güvenilir bir kişiydi. Meseleyi ona arz ettiler. Arkasındaki mübarek paltosunu çıkardı. Hacer-ül-esved’i üzerine koydu. Her kavmin ileri gelenlerinden birini paltonun uçlarından tutturarak duvarın üzerine koydurdu. Sonra kendi mübarek eliyle yerine yerleştirdi. Böylece, çıkabilecek büyük bir kanlı çarpışmayı önlemiş oldu.

Tarihte buna’Peygamberimizin Kabe Hakemliği’ olayı denmektedir. Hacer-ül-esved’in korunmasında bütün Müslüman devletleri, her türlü ihtimamı göstermekte kusur etmemişlerdir. Hazret-i Ömer, bir gün Hacer-ül-esved’e yaklaşarak; ’Hakikaten bilirim ki, sen bir taşsın! Ne zararın, ne de iyiliğin vardır. Allah’ın Resulünün sana yüz sürdüğünü görmeseydim, ben de sana yüz sürmezdim.’ buyurdu. Hacer-ül-esved zaman zaman bazı kötü niyetli kimselerin tasallutuna da maruz kalmıştır. 756’da çıkan yangın esnasında bazı parçaları düşmüştür. Hazret-i Ebu Bekr’in torunu Abdullah bin Zübeyr, bu parçaları gümüş muhafazalık içine koyarak yerine yerleştirmiştir.

Hatta İslam aleminde sapık inançlarını yaymak isteyen Karmatilerin reisi Ebu Tahir Süleyman, 929’da Kabe’yi basıp tavaf edenleri de kılıçtan geçirerek, Hacer-ül-esved’i alıp Bahreyn’e götürdü. 22 sene sonra vücudunda çıkan yaralardan korkarak, Kabe’ye geri getirdi. Osmanlı padişahlarının, başta Mekke ve Medine olmak üzere mukaddes beldelere ve mukaddes emanetlere gösterdiği ihtimamlar ve yaptıkları hizmetler sayılamayacak kadar çoktur. Denilebilir ki, Asr-ı saadetten (Peygamberimiz devrinden) sonra Kabe’ye yapılan en büyük hizmetler,

Osmanlılar zamanında olmuştur. Kabe’nin örtüsünün her sene değiştirilmesi, duvarlarına altın olukların yapılması ve Kabe binasının temellerine kadar inilerek yeniden inşası, mecburiyet hasıl olunca Hacer-ül-esved’in daha önceki gümüş muhafazasının da değiştirilmesi hep Osmanlı sultanlarının hizmetidir. Halen Hacer-ül-esved’i çerçeveleyen gümüş muhafaza, Sultan Abdülmecid Han (1839-1861) tarafından yaptırılmıştır. Hacer-ül-esved muhafazaya alınırken, çevresinden kopan parçalar, İstanbul’a getirilerek bazı cami ve türbelere konuldu. Bu parçalardan birkaç tanesi Sokullu Mehmed Paşa Camiinin girişinin, mihrabının ve minberinin üst kısmındadır. Biri de, Kanuni Sultan Süleyman Hanın türbesinin giriş kısmının üst tarafında bulunmaktadır. Hacer-ül-esved’in bu parçaları, altın çerçeve ile kaplıdır.
Alıntı ...

Bu mevzu küçük ayrıntılar hari çinde
M.Asın Köksal 'lın İslam Tarihi Eserinde'de , hemem hemem aynı şekide yer almıştır .
Fakat Bağzı ları  . Hacerül Esved'in , Cennet'ten gelme bir Taş oldugu'na inanmayarak
bu Taş'ın  Liga taşı olarak kabul ediyor , halbuseki Liga Taş'ı Tamamen aslı siyah olan ve Hinduların kullandıgı kutsal kabul edib ayinler yaptıkları bir Taş tır .

Oysaki bizim Bildigimiz ve itikatımız o durki , yukarda belirtildigi gibi Hace'ül Esvet Cennet'ten gelme ve aslı Beyaz bir taştır .
Ayrıca Bu Taş Hinduların kullandıgı taş olmuş olsaydı ! Resulullah efendimiz onlara benze'memek için o taşı oraya koymazdı , Nitekim bu konuda İslamiyet oldukca hassas bir Din'dir .
Kim Bir Kavme Benzerse, O Onlardandır, bu Hadisi şerif bu konuya açık delildir .
Her şeyin en iyi sini bilen Hz . Allah'dır .




« Son Düzenleme: 23 Şubat 2011, 19:39:31 Gönderen: Rahmani »
Bir harf yeter inan, varsa o evde bir insan.

Dost Ararsan Kendine Bak
Dostun Ağlasını Bulursun
Düşman Ararsan Yine Kendine Bak
Düşmanında Ağlasını Bulursun .
vesselam .

Çevrimdışı mazlum

  • aktif yazar
  • *****
  • İleti: 861
  • Allah'a giden tüm yollar.Kalp lerden gecer.
Ynt: Taş'lar daki Sır
« Yanıtla #2 : 23 Şubat 2011, 19:33:30 »
Mekke’de Kabe-i Muazzamada bulunan Hacerül Esved’e ait parçaların İstanbul’da yıllardan beri bulunduğunu biliyormuydunuz. Istanbuldaki Camiileri, Külliyeleri gezerken birçok keşiflerde bulunmanın heycanı içerisindeyim ve bu heycan herdefasında yeni şeyler öğrenmekle birlikde artıyor. Ecdadımızın inşaa ettiği her camii şüphesiz birbirinde güzel ve gizemli, fakat çok güzel nitelikde bulunan birkaç camii varki beni hersene mıknatıs gibi kendisine çekiyor. Herbir Camiinin size anlatacaği birbirinden ilginç hikaye ve tarihe sahip olmasi sizin gezme ve öğrenme şevkinizide haliylen artırıyor. Mesela Rüstem Paşa caminin eşi benzeri olmayan çinileri, Küçük Ayasofya Camiisinin avlusundaki muhteşem atmosferi yanı sıra Sokullu Mehmet Paşa Camiisi`nin Hacerül Esved taşları. Diğer camiilere daha sonra değiniriz fakat Sokullu Mehmet Paşa Camiisi hakkında Dünyabizim sitesindeki Hatice Tüfekci`nin Hacer-ül Esved taşları ile ilgili ilginç haberini görünce sizlerle paylaşmak istedim.

Alıntı.www.fihimafih.net/.../2010/09/esvededirne.
Hacer-ül Esved’e Kâbe’ye gittiği halde bile dokunamayanlar için İstanbul’da bir fırsat var. Mübarek Ramazan ayını geride bırakırken, Kâbe-i Muazzama’dan bir parçasını bağrında barındıran Sokullu Mehmet Paşa Camii’ne rotamızı çevirerek, hacer-ül esved taşını görmeye gidiyoruz. Bahçesine girer girmez semtten ayrı bir atmosferle karşılandığımızı itiraf etmeliyim. Çeşit çeşit kuşların cıvıltılarıyla eşsiz bir senfoniye bürünüp kulağımıza üflenen bu ses, Topkapı Sarayı’ndan aşina olduğumuz bir haldi. Saatlerce seyretmeye doymayacağımız bu camide, asırlardır Müslümanların hürmet gösterdiği mukaddes taş Hacer-ül Evsedi Kâbe-i Muazzama’daki tavır ile “ Bismillahi Allah-u Ekber” diyerek selamlıyoruz.

Kâbe’de dokunmak ne kadar zor ise…
Mübarek ecdadımızın zarif ve ince düşüncesi ile Hacer-ül Esved taşının çevresine muhafaza yapılır. Yıllar geçip eskiyen, üzerinden kopan parçalar İstanbul’a Osmanlı devleti vesilesiyle getirilir. 1571 senesinde Osmanlı sadrazamı Sokullu Mehmet Paşa, zevcesi İsmihan Sultan adına bir cami inşâ ettirir. Caminin giriş kapısı üzerine, mihrabın üst kısmına, minbere ve minber kubbesinin altına Hacer-ül Esved’in 4 parçası yerleştirilir. Bu mübarek taşlara dokunmak, hele ki böylesine feyzi bol günlerde yakınında bulunmak bizleri asıl Hacer-ül esved taşına dokunmuş kadar hissedar eyler.
    * Birincisi, giriş mahfilinin altındadır (2×3 cm büyüklüğünde)
    * İkincisi, mihraptaki Kuran ayetinin hemen altında (3×1,5 cm büyüklüğünde)
    * Üçüncüsü, minber kapısı üzerinde (1,5 cm kare şeklinde)
    * Dördüncüsü, minber kubbesinin altında (1,5 cm ebadında)

Hacer-ül Esved taşının diğer bir parçası ise Kanun-i Sultan Süleyman Han’ın türbesinin giriş kapısı üstündeki saçağın altına bulunur.
2009 Haziran İstanbul Kanuni Sultan Süleyman Türbesindeki Hacer-ül Esved taşı Resim:fihimafih

Ne yazık ki İstanbullu vatandaşlar bundan bihaber. Hacer-ül Esved taşını Mekke-i Mükerreme’de görmek, dokunmak ne denli zor ve meşakkatli hatta imkânsız ise bu taşa dokunmak, yakından görmek hatta dokunmak Sokullu Mehmet Paşa Camii’nde bir o kadar kolay ve mümkündür.
Hacer-ül Esved, Sokullu Mehmet Paşa Camii’nde, iman aşkı ile dokunulmayı, ziyaret edilmeyi bekliyor. Keşfedilmeye değer bir cami!

Sokollu Mehmed Paşa Külliyesi (Kadırga) Arkadaşlar lütfen dikkat! Istanbul`da üc tane Sokullu Mehmed Camiisi bulunmaktadir. Bizim bahsettigimiz Kadırga semtinde bulunan Sultan Ahmed Camiisine yakin olanıdır.

Sokollu Mehmet Paşa Külliyesi, Mimar Sinan’ın İstanbul Kadırga’da Şehit Mehmet Paşa yokuşunda bulunan ve cami ile külliyeden oluşan bir eseri. Sinan’ın en güzel eserlerinden biri sayılır. Üç padişaha sadrazamlık yapan Sokollu Mehmet Paşa adına 1571′de karısı tarafından yaptırılmıştır.

Dik yokuşlardan oluşan sokakların arasında kurulan külliye, bu güçlükten plan olarak da yararlanmış, üç sokaktan ve üç farklı kottan girilen külliyenin avlusuna merdivenlerle ulaşılarak pek sık rastlanmayan bir zenginlik mevcutdur. Avluda mermer bir şadırvan yer alır. Çevresinde medresenin bölümleri bulunur. Camide, İznik çinileri ve orijinal kalem işleri de bulunmaktadır.

Sultanahmet Camii ile Küçükayasofya Camii arasındaki Kadırga yokuşunda 2 metrelik duvarla çevrili bir alanda yapılmış olan caminin banisi Sokollu Mehmet Paşa, mimarı Mimar Sinan’dır. Eğimli bir arazide, tek minareli, tek kubbelidir. Sokollu Mehmet Paşa’nın İstanbul’da iki yerde kendi adını taşıyan camilerden biridir. Öteki cami, Azapkapı’daki Sokollu Mehmet Paşa Camii’dir.

Sultanahmet Camii önündeki At Meydanı’ndan Kadırga’ya inen Şehit Mehmet Paşa yokuşu üzerindedir. Aynı yokuşun sonunda Küçükayasofya Camii bulunmaktadır. Üç dış kapıdan mermer taşlı avluya girilir. Avlunun ortasında kubbeli bir şadırvan ve etrafında medrese odaları bulunmaktadır. Son cemaat yeri platformu sağlı sollu uzanır ve ortada caminin orta büyüklükteki giriş kapısından camiye girilir. Mihrap çevresinde insan boyundan büyük iki mum ve mihrap üzerinde hat sanatlı çini süsleme boydan boya kaplıdır. Caminin ses ve aydınlatma sistemi her Sinan camiindeki gibi mükemmeldir. Giriş sahını sağ ve soldan ikinci kata çıkar.
Bir parçada Edirnedeki Eski Camiisinde
Edirne’deki Eski Camii’de yer alan parça, mihrabın sağ tarafında, mihrap ile minber arasında kalan kısımda bulunuyor.

İnanışa göre, Eski Camii’nin duvarına konulan bu taş, aşırı yağışlardan dolayı Kabe’nin duvarlarından düşen taşların bir parçasıdır. Taşları ne şekilde yeniden Kabe duvarına koyacağını düşünürken uykuya dalan Kabe emiri, bir gün rüyasında Hz. Muhammed’i görür. Hz. Muhammed, rüyasında emire Diyar-ı Rum’da bir cami olduğunu ve oraya göndermesi gerektiğini söyler. Bunun üzerine parça, yapımı ağır aksak ilerleyen Edirne’deki Eski Camii’ye gönderilir. Parçanın bu caminin duvarına konulmasının ardından Eski Camii kısa sürede tamamlanır.

KUTSAL TAŞLAR TÜRKİYE’YE NASIL GELDİ… MİMAR SİNAN TAŞLARIN KALMASINI NASIL SAĞLADI?

Sokullu Mehmet Paşa Camisi İmamı Mehmet Sancak, her biri yaklaşık bir santimetre çapında olan parçaların İstanbul’a geliş öyküsü hakkında da şu bilgileri verdi:

”Kabe’nin tamiri esnasında taştan parçalar kopuyor. Oradaki görevlilerinden bir tanesi parçaları alıp İstanbul’a getiriyor.
Sonra getiren kişi bulunuyor, cezalandırılıyor ve taşlar yerine götürülmek isteniyor.

‘Bunlar şeref misafiri olarak kalsın’ diyen Mimar Sinan’ın önerisi kabul ediliyor.

Mimar Sinan, parçaları o dönemde inşa ettiği Sokullu Mehmet Paşa Camisi’nin 4 yerine yerleştiriyor ve taşlar bugüne kadar geliyor.”
« Son Düzenleme: 23 Şubat 2011, 19:35:16 Gönderen: Rahmani »
Bir harf yeter inan, varsa o evde bir insan.

Dost Ararsan Kendine Bak
Dostun Ağlasını Bulursun
Düşman Ararsan Yine Kendine Bak
Düşmanında Ağlasını Bulursun .
vesselam .

Çevrimdışı flyaway

  • Yeni üye
  • *
  • İleti: 23
Ynt: Taş'lar daki Sır
« Yanıtla #3 : 24 Şubat 2011, 03:05:52 »
Emegine saglik Rahmani kardes, cok enteresan bir calisma. devamini bekliyoruz. Hürmetler

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Ynt: Taş'lar daki Sır
« Yanıtla #4 : 07 Haziran 2011, 01:36:52 »
Teşekkürler
〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı mazlum

  • aktif yazar
  • *****
  • İleti: 861
  • Allah'a giden tüm yollar.Kalp lerden gecer.
Ynt: Taş'lar daki Sır
« Yanıtla #5 : 08 Haziran 2011, 00:29:03 »
Efendimiz'in Yüzüðü ve Mührü

Dr. Abdülkadir Paksoy
Bu makalede Peygamber Efendimizin yüzüðü ve yüzüðündeki mührü incelenmektedir. Altýn, gümüþ, akîk yüzük konusundaki rivayetlerin tahlili yapýlmaktadýr.
Asr-ý Saadette Hicaz bölgesinde yüzük kullanýlmaktaydý, ancak yüzüðün kaþýna mühür nakþedilmesi yaygýn deðildi. Hicri yedinci senede Peygamber Efendimizin (s.a.s) gümüþ bir yüzük yaptýrmasý ve kaþýna mühür nakþettirmesiyle yaygýnlýk kazanmýþtýr. Peygamber Efendimiz bu yüzüðü hem takmýþ hem de yazýþmalarda mühür olarak kullanmýþtýr. Daha sonra halifeler tarafýndan sürdürülen bu gelenek, zamanla çeþitli görevlerde bulunan idarecilere de þamil olmuþtur.
Hadislerde yüzük, “hâtem” [خاتم] kavramýyla ifade edilmektedir. Aslýnda hâtem’in sözlük anlamý, mühür, damga, mühürlenen, son verilen… demektir. Bu kavrama yüzük anlamýnýn yüklenmesi ise idarecilerin evraklarý mühürlemek üzere kullandýklarý yüzüðün kaþýndaki mühre nispetledir. Zamanla mühürlü ya da mühürsüz bütün yüzüklere “hâtem” denilmiþ; hatta Arapçada yüzüðün asýl karþýlýðý olan حلقة “halka/halaka” veya فتخة “fetha/fetaha” nýn yerini almýþtýr. (Ýbnu’l-Esîr, en-Nihâye fî garîbi’l-hadîs, II, 10; Ýbn Manzûr, Lisânu'l-Arab, III, 40; XII, 164.)
Bundan baþka Peygamber Efendimizin sýrtýndaki mühre de “hâtem” denilmektedir. Peygamberlerin sonuncusu anlamýndaki “hâtemu’l-enbiya” ve “hâtemu’n-nebiyyîn” ifadeleri de Onun vasýflarýndandýr.
Þu halde hâtem tabiri, Peygamber Efendimizle alakalý birçok hususu ihtiva eden müþterek bir lafýzdýr. Nitekim kaynaklarda ve hadislerde “Peygamber(lik) mührü” anlamýndaki “hâtemu’n-nebî, hâtemu Rasûlillah, hâtemu’n-nübüvve…” gibi terkiplerle Onun yüzüðü, yüzüðündeki mühür veya sýrtýndaki peygamberlik mührü ifade edilmektedir. Ancak bunlardan hangisinin kastedildiðini tespit için hadisteki diðer bilgi ve karinelere de bakýlmalýdýr.

Peygamber Efendimizin Yüzüðü
Mekke döneminde Peygamber Efendimizin (s.a.s) yüzük kullandýðýna dair herhangi bir kayda rastlamadýk. Medine döneminde ise ilk önce altýn bir yüzük taktýðý, bir müddet sonra onu çýkarýp gümüþ yüzük yaptýrdýðý, bu arada altýn yüzüðü ashabýn erkeklerine yasakladýðý nakledilmektedir.
Buharî ve Müslim’in Abdullah b. Ömer’den rivayet ettikleri bir hadis þöyledir:
“Resulüllah (s.a.s) altýn bir yüzük taktý ve yüzüðün kaþýný avuç içine gelecek þekilde çevirdi. Ashabdan da altýn yüzük takanlar vardý. Derken Resulüllah (s.a.s) minbere çýktý, elindeki yüzüðü çýkardý ve þöyle buyurdu: “VAllahi bundan böyle ebediyen altýn yüzük takmayacaðým.” Ashabdan altýn yüzük takanlar derhal yüzüklerini çýkardýlar. Bundan sonra Resulüllah (s.a.s) gümüþten bir yüzük yaptýrdý.” (Buharî, Libâs 45; Müslim, Libâs 51)
Efendimizin (s.a.s) kýsa bir süre taktýðý bu altýn yüzük, Hz. Âiþe’nin (r.anha) bildirdiði aþaðýdaki rivayetten anlaþýlacaðý üzere Habeþ hükümdarý Necaþî’nin gönderdiði bir hediyedir:
“Habeþ hükümdarý Necâþî’nin Resulüllah’a (s.a.s) gönderdiði hediyeler gelmiþti. Bu hediyeler arasýnda Habeþî kaþlý altýn bir yüzük de vardý. Resulüllah (s.a.s) o yüzüðe pek iltifat etmeden bir çubukla ya da parmaðýnýn ucuyla aldý. Daha sonra kýzý Zeyneb’in kýzý Ümâme’yi çaðýrdý ve yüzüðü ona vererek ‘Yavrucuðum, bununla ziynetlen (süslen)’ buyurdu.” (Ebû Dâvûd, Hâtem 8)
Bu hâdise, 628 yýlýnda Hayber Fethinin ardýndan vuku bulmuþtu. Nitekim Hz. Ali’nin aðabeyi Cafer b. Ebî Tâlib baþkanlýðýndaki Habeþ Muhacirleri kafilesi, beraberlerinde Necaþî’nin gönderdiði Habeþli heyet ve hediyelerle birlikte Rasulullah’ýn huzuruna gelmiþlerdi. Resulüllah (s.a.s) hediyeleri kabul etmiþ ve gönderen hükümdara deðer verdiðini izhar etmek üzere altýn yüzüðü parmaðýna takmýþtý. Abdullah b. Ömer bir süre, Enes b. Mâlik ise sadece o gün Peygamberimizin parmaðýnda altýn yüzük gördüklerini naklederler. Akabinde yüzüðü çýkarýp ashabýna bu tür ziynetlerin erkekler için meþru olmadýðýný bildirdiðini kaydederler. Peygamberimiz (s.a.s), ayný sene içinde gümüþ bir yüzük sipariþ vererek kaþýna mühür nakþettirir. Enes b. Mâlik (r.a.) bu hususu þöyle anlatýr:
“Resulüllah (s.a.s) Roma ve Acem diyarýna mektup yazmak istediðinde kendisine, ‘Eðer mektubunuz mühürsüz olursa onlar bunu asla kabul etmezler.’ denildi. Bunun üzerine Resulüllah (s.a.s) gümüþten bir yüzük yaptýrdý. Yüzüðün kaþýnda محمد رسول الله [Muhammed Allah’ýn Rasûlüdür] ibaresi nakþedilmiþti. Parmaðýndaki gümüþ yüzüðün ýþýltýsý hâlâ gözümün önündedir.” (Buharî, Libâs 52; Müslim, Libâs 56)

Yüzükteki Mühür
Enes b. Mâlik (r.a.) þöyle demiþtir: Resulüllah’ýn yüzüðünün kaþýndaki yazý üç satýr þeklinde nakþedilmiþti. “Muhammed” bir satýrda, “Rasûl” bir baþka satýrda, “Allah” lafzý ise diðer bir satýrda yazýlýydý. (Buharî, Libâs 55)
Ayný rivayet, Abdullah b. Ömer ve diðer sahabîler tarafýndan da nakledilmektedir. Üç satýrdan ibaret bu istif yazýnýn alttan yukarýya doðru okunuþu محمد رسول الله [Muhammed Resulüllah]’dýr.
Merhum Muhammed Hamîdullah, Medineli bir sanatkâra yaptýrýlan bu yüzüðün gümüþten mâmul, iri ve kalýn bir yüzük olduðunu, mührün çapýnýn iki cm.yi bulduðunu, Resulüllah ve ilk halifeler tarafýndan devlet mührü olarak kullanýldýðýný kaydeder. (M. Hamîdullah, Ýslâm Peygamberi, II, 1026)
Bütün bu bilgilere dayanarak Peygamberimizin yüzüðünü ve mührünü temsili bir resmini yazýnýn baþýnda görebilirsiniz.
Enes b. Mâlik ve Abdullah b. Ömer, bu mührün Peygamberimiz’e has olduðunu þöyle nakletmiþlerdir: Resulüllah (s.a.s) gümüþten yüzük yaptýrdý. Kaþýna “Muhammed Resulüllah” yazýsýný nakþettirdi ve buyurdu ki: “Hiçbir kimse yüzüðüne aynýsýný nakþettirmesin. (Buharî, Libâs 54; Müslim, Libâs 54)
Yine Enes b. Malik demiþtir ki: “Resulüllah (s.a.s) helâya gireceðinde yüzüðünü çýkarýrdý.” (Tirmizî, Libâs 18; Ebû Dâvûd, Tahâre 10)
Ebû Râfi‘ Resulüllah’ýn abdest alýrken –suyun alta nüfuz etmesi için– yüzüðünü hareket ettirdiðini nakleder. (Ýbn Mâce, Tahâre 54). Ayný þekilde Hz. Ali ve Abdullah b. Ömer baþta olmak üzere sahabe ve tabiînden birçok þahsýn abdest alýrlarken yüzüklerini hareket ettirdikleri kaydedilir. (Buharî, Vudû 29; Ýbn Ebî Þeybe, Musannef, I, 44 vd.)

Peygamberimiz (s.a.s) Yüzüðü Hangi Parmaða Takardý?
Enes b. Mâlik (r.a.) ve Ýbn Ömer (r.a.), Peygamber Efendimizin yüzüðü sol elinin serçe parmaðýna taktýðýný naklederler. Ayrýca kimi zaman yüzüðün kaþýný avuç içine gelecek þekilde çevirdiðini kaydederler. (Müslim, Libâs 54-65; Ebû Dâvûd, Hâtem 5)
Bir defasýnda Enes b. Mâlik’e (r.a), Resulüllah’ýn yüzük takýnýp takýnmadýðýný sorduklarýnda þöyle demiþtir: “Evet takýnýrdý. Hatta bir gece Resulüllah (s.a.s) yatsý namazýný gece yarýsý oluncaya kadar tehir etmiþti. Sonra mescide çýkmýþ ve þöyle buyurmuþtu: “Halk namazý kýlmýþ ve uyumuþtur. Siz ise namaz için beklediðiniz müddetçe namaz kýlýyor (gibi ecirde) sayýlýrsýnýz.” Enes b. Mâlik “Sanki ben þu an Resulüllah’ýn yüzüðünün parýltýsýný hâlâ görüyor gibiyim” dedi ve sol elini kaldýrýp serçe parmaðýný göstermek suretiyle yüzüðün yerine iþarette bulundu. (Buharî, Libâs 48)
Resulüllah Efendimiz, bazen yüzüðü sað elinin serçe parmaðýna da takmýþtýr. (Tirmizî, Libâs 16; Ebû Dâvûd, Hâtem 5)
Ancak ekseriyet itibariyle sol eline taktýðý mervîdir. Dört halifenin de sol elin serçe parmaðýna taktýklarý nakledilir. Ayrýca Hz. Hasan, Hz. Hüseyin gibi torunlarýnýn da Resulüllah’a ittibaen yüzüklerini sol ellerine taktýklarý kaydedilir. (Tirmizî, Libâs 16; Ýbn Ebî Þeybe, Musannef, V, 196)
Hz. Ali (r.a.) ise orta ve iþaret parmaðýný göstererek þöyle demiþtir: “Resulüllah (s.a.s) þu iki parmaða yüzük takmamý nehyetti.” (Müslim, Libâs 64)
Bütün bu rivayetlere göre orta ve iþaret parmaðýna yüzük takmak tasvip edilmezken serçe parmak veya yüzük parmaðýna uygun görülmektedir.

Peygamberimizin Yüzüðünün Ýlk Halifelere Ýntikali
Resulüllah (s.a.s) vefat edince parmaðýndaki mühürlü yüzük çýkarýldý. Hz. Ebû Bekr (r.a.) halife sýfatýyla devlet baþkanlýðýna getirilince yüzüðü teslim aldý. Resulüllah’ýn yaptýðý gibi yüzüðü sol elinin serçe parmaðýna taktý ve yazýþmalarda devlet mührü olarak kullandý. Ayný þekilde Hz. Ömer ve Hz. Osman’a intikal etti. (M. Hamîdullah, el-Vesâiku’s-siyâsiyye, Beyrut 1987, s. 371)
Fakat Hz. Osman’ýn hilafetinin altýncý senesinde (h.30/m.650) yüzük kayboldu. Abdullah b. Ömer ve Enes b. Mâlik bu hâdiseyi þöyle haber vermektedirler:
Resulüllah’ýn yüzüðü vefatýna kadar elinde (parmaðýnda) idi. Sonra Hz. Ebû Bekr, Hz. Ömer ve Hz. Osman’a intikal etti. Bir defasýnda Hz. Osman Erîs kuyusunun baþýna oturmuþtu. Yüzüðü mahallinden çýkarmýþ, elinde çeviriyordu. Derken yüzük kuyuya düþtü. Hz. Osman’ýn nezaretinde üç gün boyunca kuyunun suyunu çekerek boþaltmamýza raðmen onu bulamadýk. (Buharî, Libâs 55)
Erîs kuyusu, Mescid-i Nebevi ile Kubâ Mescidi arasýndaki hurmalýklarda yer almaktadýr. Resulüllah’ýn hâtemi düþtükten sonra “Bi’ru Hâtem” namýyla þöhret bulan kuyu, halen Medine’deki ziyaretgâhlardan birisidir.
Arama çalýþmalarý sonuç vermeyince Hz. Osman baþka bir yüzük yaptýrmýþtýr. (Ebû Dâvûd, Hâtem 1)
Bu arada Peygamber Efendimizin yüzüðünün/mührünün zayi olmasýyla alakalý yanlýþ bir kanaatin tashih edilmesinde yarar var: Hz. Osman’ýn yüzüðü kuyuya düþürüp kaybetmesiyle birlikte hilafetinde ciddi sýkýntýlar yaþadýðý, þehit edilmesine kadar fitnelere maruz kaldýðý… þeklinde itham edenler olmuþtur. Ne var ki bütün fitneleri yüzüðün zayi edilmesine baðlamak Ýslâm inanç ve akidesine katiyen uygun deðildir. Hem Hz. Osman yüzüðü bilerek ve isteyerek kuyuya düþürmüþ deðildir. Üstelik kuyudan çýkartýlmasý için çok çaba harcadýðý malumdur. Böyle bir takdir sebebiyle Hz. Osman’ý itham etmek doðru deðildir.
Buraya kadar tahlil etmeye çalýþtýðýmýz yüzük mühre ait hususiyetleri, günümüze intikal eden orijinal vesikalarla da özleþtirmek mümkündür. Nitekim Resulüllah’ýn orijinal mektuplarýndan dördü Topkapý Sarayý Mukaddes Emanetler Dairesi’nde mevcuttur. Deri üzerine mürekkeple yazýlmýþ bu mektuplar Peygamber(lik) mührüyle mühürlenmiþtir. M. Hamîdullah, birçok eserinde bu mektuplar hakkýnda geniþ bilgi vermiþtir. (Bkz. M. Hamîdullah, el-Vesâiku’s-siyâsiyye, s. 100; Ýslam Peygamberi, I, 43) Ayrýca Hilmi Aydýn’ýn hazýrladýðý “Hýrka-i Saadet Dairesi ve Mukaddes Emanetler” (Ýstanbul, 2004) adlý eserde bu mektuplarýn metinleri ve üzerindeki mühürler renkli fotoðraflarla sunulmuþtur.

Altýn ve Gümüþ Yüzüðün Hükmü
Peygamber Efendimiz (s.a.s), Necaþî’nin göndermiþ olduðu hediyeleri kabul ettiðini izhar etmek üzere Habeþî kaþlý altýn yüzüðü sadece bir defa –o güne mahsus– takmýþtýr. Ardýndan yüzüðü çýkarmýþ ve ashabýna hitaben bu tür altýn ziynetlerin erkekler için meþrû olmadýðýný bildirmiþtir. Altýn yüzüðü kýz torununa hediye etmek suretiyle kadýnlar için meþrû olduðunu göstermiþtir. Akabinde gümüþten bir yüzük yaptýrmýþ ve kaþýna “Muhammed Resulüllah” mührünü nakþettirmiþtir.
Peygamber Efendimizin bu uygulamasýný örnek alan ashab-ý kirâm, altýn yüzük takmaktan vazgeçmiþler ya da yüzüklerini gümüþe tebdil etmiþlerdir. Enes b. Malik ve Abdullah b. Ömer bu hususu þöyle anlatýrlar:
“Resulüllah (s.a.s) altýn yüzük takmýþtý. Yüzüðünü hemen çýkardý ve “Artýk ebediyen bu yüzüðü takmayacaðým” buyurdu. Bunun üzerine ashab da altýn yüzüklerini çýkardýlar.” (Buharî, Libâs 45, 53; Müslim, Libâs 51)
Resulüllah’ýn altýn yüzüðü erkekler için meþrû görmediðine dair Hz. Ömer, Hz. Ali, Abdullah b. Mes’ûd, Ebû Mûsâ el-Eþ‘arî, Ýmrân b. Husayn, Ebû Hureyre, Ýbn Abbâs, Berâ b. Âzib ve daha birçok sahabeden gelen tevatür hükmünde rivayetler vardýr. Bu rivayetlerde; Resulüllah’ýn altýn yüzüðü yasakladýðýna dair söz ve uygulamalarýn yaný sýra sahabe uygulamalarý da yer almaktadýr. (Buharî, Libâs 45; Müslim, Libâs 51; Tirmizî, Libâs 13; Ebû Dâvûd, Hâtem 3; Nesaî, Libâs 76-7. Ýbn Ebî Þeybe, Musannef, V, 193)

Akik Yüzük
Resulüllah’ýn (s.a.s) akik yüzük taktýðýna dair mevsûk bir rivayet yoktur. Akik yüzüðü tavsiye etmesi konusundaki rivayetler ise sýhhat ve sübût yönünden tenkit edilmiþtir. Hadis münekkitleri, akik, zümrüt, yâkut, zebercet gibi deðerli taþlarý ihtiva eden yüzükler hakkýnda Peygamberimizden sahîh rivayet gelmediðini belirtmiþlerdir. (Bkz. Ýbn Hibbân, Kitâbu'l-Mecrûhîn, Haleb 1396, III, 138; Ýbn Adiy, el-Kâmil, Beyrut 1988, VII, 146; Ukaylî, ed-Du‘afâ, Beyrut, ts., IV, 449; Ýbnu’l-Cevzî, el-Ýlelu’l-mütenâhiye, Beyrut 1403, II, 693; Kitâbu’l-Mevzûât, Beyrut 1983, III, 56-59; Zehebî, Mîzân, I, 530; IV, 448)
Akik yüzük kullanmak caizdir, sünnet deðildir. Bu konudaki þu rivayet ise تختموا بالعقيق “Akik yüzük takýnýn.” malüldür. (Hatîb el-Baðdâdî, Târîhu Baðdâd, XI, 251; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, II, 57; Ukaylî, Du‘afâ, IV, 448.)
Bu rivayet, isnâd yönünden za‘fiyeti bir tarafa, metin yönünden hatalý nakledilmiþtir. Zira تَخَتّمُوا [tehattemû =yüzük takýnýn] ibaresinin aslýnda تخَيّمُوا [tehayyemû = çadýr kurup ikamet edin] þeklinde olduðu, ancak ravinin ي harfini hataen ت olarak nakletmesi sebebiyle yukarýdaki ibareyle nakledildiði kaydedilmektedir. Hadisteki bu tür harf veya kelime hatalarýna tashîf denilmektedir. Yukarýdaki rivayetin metin yönünden doðrusu تخَيّمُوا بالعقيق “Akîk vâdisinde çadýr kurun/ikamet edin.” olmalýdýr. Nitekim Ebû Ahmed el-Askerî, Tashîfâtu’l-muhaddisîn adlý eserinde bu hususu beyan eder. Ali el-Kârî, Münâvî ve Aclûnî gibi hadis münekkitleri de bu görüþe destek verirler. (Bkz. el-Askerî, Tashîfâtu’l-muhaddisîn, Kahire 1982, I, 360; Ali el-Kârî, el-Esrâru’l-merfû‘a, Beyrut 1985, s. 94; el-Münâvî, Feyzu'l-kadîr þerhu Câmi´i’s-saðîr, III, 236; el-Aclûnî, Keþfu'l-hafâ, I, 356)
Akikle ilgili bu rivayet hatasýnýn tashîh edilmesi gerekmektedir. Zira Resulüllah’ýn hadislerinde zikredilen akîk, yüzük taþý deðil, bilakis Medine’deki Akîk vâdisidir. Yukarýdaki rivayetin bazý kayýtlarýnda þöyle bir ziyade vardýr: .فإنه واد مبارك “...çünkü o mübârek bir vâdidir.” Ne var ki تخَيّمُوا ibaresi hatalý nakledildiði için, tabiatýyla hadisin devamýnda yer alan ifadeler de akik yüzükle irtibatlý zannedilmekte ve þu þekilde hatalý yorumlanmaktadýr: Akik yüzük mübarektir; bereket kaynaðýdýr; fakirliði giderir; sýkýntýyý, tasa ve kederi bertaraf eder... Hatta yüzükteki akik taþýnýn parmaða temas etmesi hakkýnda da birçok hikmetler zikredilmektedir ki, bunlarýn güvenilir bir dayanaðý yoktur.
Oysa Resulüllah (sallallhu aleyhi ve sellem)’in tavsiye buyurduðu akik, Medine’nin kuzeybatý-güneybatý istikametindeki meþhur vâdinin adýdýr. Bu vâdinin isim benzerliði dýþýnda akik taþýyla herhangi bir ilgisi yoktur. Orada ne akik taþý ne de deðerli bir taþ vardýr. Akik taþý daha ziyade Yemen taraflarýnda bulunmaktadýr.
Rivayetlerde ifade edildiði üzere; Resulüllah (s.a.s) Medine’ye girip çýkarken yol üstündeki Akîk vâdisinde konaklamýþ, serin havasýndan ve suyundan istifade etmiþ ve ashabýna da tavsiye buyurmuþtur. Ýbn Sa‘d, Resulüllah’ýn (s.a.s) Akîk vâdisinde konakladýðýný ve Rûme denilen kuyudan su içtiðini kaydeder. (Tabakât, I, 504)
Özellikle sýcaklarýn arttýðý dönemlerde Medine için ayrý önem taþýyan Akîk vadisi, serin havasý ve suyuyla bir sayfiye yeridir. Kimi sahabîlerin orada yazlýklarýnýn olduðu, hatta orada vefat ettikleri kaydedilmektedir. (Hâkim, Müstedrek, III, 496, 566, 580)
Bundan baþka Zülhuleyfe mevkii, Medine havalisi için mîkat (ihrama girme) yeridir. Akîk vâdisi de Zülhuleyfe’ye kadar uzanmaktadýr. Bu mevkide ihramlý olarak konaklayan Resulüllah (s.a.s) Akîk’in mübarek bir vâdi olduðunu beyân buyurmuþtur. (Buharî, Hac 16)
Dolayýsýyla hadislerde mübarek olduðu ifade edilen akik, yüzük taþý deðil, mezkûr vâdidir.

Sonuç
Peygamber Efendimiz (s.a.s) Mekke döneminde yüzük kullanmamýþtýr. Medine’ye hicretten 6 sene sonra Necaþî’nin hediye olarak gönderdiði Habeþî kaþlý altýn yüzüðü, gönderen þahsa deðer verdiðini izhar etmek üzere sadece o gün parmaðýna takmýþtýr. Sonrasýnda kýz torunu Ümâme’ye hediye etmiþtir. Bir süre sonra gümüþ bir yüzük yaptýrmýþ ve kaþýna “Muhammed Resulüllah” mührünü nakþettirmiþtir. Bu arada altýn ziynetlerin erkekler için meþrû olmadýðýný bildirmiþtir. Ashabdan altýn yüzük takmakta olanlar ise yüzüklerini çýkarmýþlar yahut gümüþ ile tebdil etmiþlerdir.
Peygamber Efendimiz gümüþ yüzüðünü genellikle sol elinin serçe parmaðýna takmýþ ve yazýþmalarda mühür olarak kullanmýþtýr. Vefatýndan sonra ilk halifelere intikal eden bu yüzük Hz. Osman’ýn hilafetinin altýncý senesinde Medine’deki Erîs kuyusuna düþmüþtür. Bütün çabalara raðmen bulunamamýþtýr. Hz. Osman da baþka bir yüzük-mühür yaptýrmýþtýr. Ýlerleyen yýllarda vali gibi üst düzey idarecilerin yaný sýra alt kademede görev yapan kimseler de kendilerine mahsus mühürlü yüzük yaptýrmak suretiyle bu uygulamayý sürdürmüþlerdir.
* Harran Üniv. Ýlahiyat Fak. Öðrt. Üyesi
apaksoy@yeniumit.com.tr
Bir harf yeter inan, varsa o evde bir insan.

Dost Ararsan Kendine Bak
Dostun Ağlasını Bulursun
Düşman Ararsan Yine Kendine Bak
Düşmanında Ağlasını Bulursun .
vesselam .

Çevrimdışı mazlum

  • aktif yazar
  • *****
  • İleti: 861
  • Allah'a giden tüm yollar.Kalp lerden gecer.
Ynt: Taş'lar daki Sır
« Yanıtla #6 : 10 Haziran 2011, 05:26:24 »
MAKÂM-I İBRAHÎM

 

Hz. İbrahim'in Kâbe'yi inşa ederken bina ve inşaatı kontrol etmek maksadıyla üzerine çıktığı yerden hafif yüksek bir taş ve taşın bulunduğu yer.

İbn Abbas (r.a)'ın anlattığına göre; Hz. İbrahim (a.s), Mekke'ye geldiğinde Allah'tan Kâbe'yi inşa konusunda emir almıştı. Daha önceki ziyaretlerinin aksine bu sefer görevli olarak gelmişti. Durumu oğlu İsmail'e anlattı. Ondan kendisine yardım etmesini istedi. Beraberce Beytullah'ın temellerini kazmaya başladılar. Kur'anın ifadesine göre temelleri kazarken şöyle dua ediyorlardı: "Ey Rabbimiz, senin rızan için yaptığımız bu işimizi sen kabul buyur. Şüphesiz ki, daima işiten ve daima bilen sensin, ancak sen" (el-Bakara, 2/127).

Temelleri kazınca hemen duvarların yapımına başladılar. Hz. İsmail (a.s), taş taşıyor; ihtiyar babası Hz. İbrahim (a.s) da duvar örüyordu. Temel duvarları yükselip Hz. İbrahim için duvarlara yetişmek güçleşince Hz. İsmail babasına merdiven vazifesi görmek üzere uzunca bir taş getirdi. Hz. İbrahim de taş üzerinde durarak Beytullah'ın duvarlarını tamamlamaya çalıştı. İşte bu taş "Makâm-ı İbrahîm"dir. İbn Abbas diyor ki: "Hz. İbrahim (a.s), bu taş üzerinde durarak yapıya devam ettiği için ona İbrahim'in üzerinde durduğu taş, manasında "Makâm-ı İbrahim" adı verilmiştir. Sonradan bu taş özel bir itina ile koruma altına alınarak günümüze kadar muhafaza edilmiştir.

Kur'ân-ı Kerîm bize bu taştan bir mûcize olarak bahsetmektedir. Allah, Beytullah'ı överken şöyle buyuruyor:

"Onda apaçık ayetler var. İbrahim'in makamı var. Ona giren her türlü tecavüzden emin olur" (Âl-i İmrân, 3/97).

Başka bir rivayete göre Makâm-ı İbrahim Hz. İbrahim (a.s)'ın oğlu İsmail ile hanımı Hâcer'i görmek için geldiğinde inip binerken üzerine bastığı taştır. Kâbenin yapıldığı sırada da duvarları yükselip iskele kullanma ihtiyacı doğunca onu iskele yerine kullanmıştı.

"Makâm-ı İbrahim'in boyu bir arşındır. Taş dört köşe olup üst tarafının genişliği 14 parmağa 14 parmak, alttan da aynı ölçüdedir. Hem alt kısmında, hem de üst kısmında altından birer halka vardır. Taşın iki halkası arası altınla kaplı olmayıp açıktır. Bütün cephesi boyunca uzunluğu 9 parmak, eni ise 10 parmağa 10 parmaktır. Bu ebatlar, Halife Mütevekkil Alellah onu bugün üzerinde bulunan altınla kaplatmadan önceki boyutları idi. Esasen taşın her taraftan eni 21 parmak olup ortası dört köşe şeklindedir. Hz. İbrahim (a.s)'ın ayak izleri taşın içine 7 parmak gömülmüş olup biraz meyillidir. Taş üzerindeki. iki ayak arasında 2 parmak mesafe vardır. Ortası ona el sürülmesinden ötürü aşınmıştır.

Makâm-ı İbrahim, etrafı gümüşle kaplı sâc ağacından yapılma bir havuz içinde olup havuzun etrafı kalay madeni ile kaplanmıştır. Makâm-ı İbrahim ile içine yerleştirildiği çanak arasında 2 parmaklık mesafe vardır. Üzerinde, sâc ağacından yapılmış üstü kapalı bir sandık vardır. Arka kısmında da yine sâc ağacından yapılma bir eşik bulunmaktadır ki, bu eşik yere dayanmakta ve iki tarafından zincirlerle sandığın alt kısmına bağlı bulunmaktadır. Bu zincirler, iki taraftan da sandukaya asma kilit vasıtasıyla kilitlenmektedir.

Abdullah b. Amr b. Âs (r.a)'dan şöyle dediği nakledilmiştir: Haceru'l-Esved ile Makâm-ı İbrahim Cennetten çıkmadırlar" İbn Abbas (r.a) demiştir ki: "Dünyada, Haceru'l-Esved ile Makâm-ı İbrahim'den başka Cennet varlığı yoktur. Zira onlar Cennet cevherlerinden iki cevherdir. Eğer onlara müşrikler ellerini dokundurmuş olmasalardı, ona dokunan dert sahiplerine Allah mutlaka şifa verirdi". Mücâhid'den şöyle dediği nakledilmiştir: "Makâm-ı İbrahim'e dokunulmaz. Zira o, Allah'ın mûcizelerinden bir mûcizedir". Yine ondan nakledildiğine göre, Kâbe'de açık mûcizeler (ayetler) vardır, Makâm-ı İbrahim vardır" ayetinin tefsirinde şöyle denilmiştir: "Makâm-ı İbrahim'deki mûcize, Hz. İbrahim'in üzerindeki ayak izleridir". Ayrıca Mücâhid'in şöyle dediği de nakledilmiştir: "Hz. İbrahim (a.s), "Bu makam üzerine selâm olsun, dedikten sonra şöyle devam etti: "Ey insanlar! Rabbinizin davetine icâbet edin. Bu sesi duyan insanlar da: Lebbeyk Allahümme Lebbeyk, dediler." Mücâhid devamla bunu naklettikten sonra "Bugüne kadar kim Beytullah'ı ziyaret etmişse, Hz. İbrahim (a.s)'ın o davetine icâbet etmiştir". Bu hususa Kur'ânda şöyle işaret edilmiştir: Hani biz Kâbe'yi vaktiyle insanlara bir sevap yeri ve her türlü düşman taarruzunda emin bir sığınak yapmıştık. Siz de Makâm-ı İbrahim'den namaz kılacak bir yer edinin. İbrahim ve İsmail'e şöyle ahid verdik: "Beytimi hem tavaf edenler, hem ibadete kapananlar, hem de rükû ve secde edenler için tertemiz bulundurun" (el-Bakara, 2/125).

Katâde bu ayetin tefsirinde şöyle demiştir: "Hacılar, sadece Makâm-ı İbrahim önünde namaz kılmakla emredilmiş olup, ona dokunmakla emredilmemişlerdir. Bu ümmet öyle bir iş yapmaya zorlandı ki, bu şekilde ona dokunmaya devam ettiler. Nihayet yıpranıp küçülmüştür".

Nevfel b. Muâviye ed-Deylî şöyle demiştir: "Abdulmuttalib zamanında Makâm-ı İbrahim'i görmüştüm. O zaman billur (kristal) gibi parlaktı."

Ebû Saîd el-Hudrî (ö. 64/638) bu konuda şunları anlatmıştır: "Abdullah b. Selâm'a, Makâm-ı İbrahim'in üzerindeki izi sordum. Bu taş günümüzde olduğu gibi kalmıştır. Ancak Allah, Makâm-ı İbrahim'i bir mucize yapmak istemiştir. Hz. İbrahim'e insanları hacca gelmeye davet etmesini emredince, Hz. İbrahim taşın üzerine çıktı. Üzerine çıkınca taş bütün dağlardan daha yüksek oldu. Hz. İbrahim şöyle seslendi: "Ey insanlar! Rabbinizin davetine icabet edin,." Bu çağrı üzerine insanlarda ona cevap vererek: "Lebbeyk Allahümme Lebbeyk" dediler. Bu esnada Allah'ın dilemesi ile Hz. İbrahim'in ayaklarının izleri taşın üzerinde kalmış oldu. Hz. İbrahim taşın üzerine çıkınca sağa, sola dönerek: "Rabbinizin davetine icabet edin", diyordu. Çağrısını tamamlayınca Makâm-ı İbrahim'i kıble yaptı. Hz. İbrahim kapı cihetinde oraya doğru namaz kıldı. Makâm-ı İbrahim, Allah'ın dilediği zamana kadar kıble olarak kaldı. Hz. İbrahim'den sonra oğlu Hz. İsmail (a.s)da Kâbe'nin kapısı yönünde ona doğru namazını kılıyordu.

Bu durum Hz. Peygamber (s.a.s)'in zamanına kadar devam etti. Daha sonra Cenab-ı Hakk, Hz. Peygamber'e Beyt-i Makdise doğru namaz kılmasını emretti. Bu emirden sonra Hz. Peygamber, gerek hicretten önce, gerekse hicretten sonra oraya doğru namazlarını kıldı. Sonra Yüce Allah, Peygamberi razı olacağı kıbleye döndürdü. Bundan sonra Hz. Peygamber (s.a.s), Medine'de bulunduğu sürece Kâbe'nin oluğunun bulunduğu yöne doğru namaz kıldı. Mekke'ye gelince orada bulunduğu zaman zarfında Makâm-ı İbrahim'e doğru namaz kıldı.

Alıntı .Şamil İA
Bir harf yeter inan, varsa o evde bir insan.

Dost Ararsan Kendine Bak
Dostun Ağlasını Bulursun
Düşman Ararsan Yine Kendine Bak
Düşmanında Ağlasını Bulursun .
vesselam .

Çevrimdışı mazlum

  • aktif yazar
  • *****
  • İleti: 861
  • Allah'a giden tüm yollar.Kalp lerden gecer.
Ynt: Taş'lar daki Sır
« Yanıtla #7 : 03 Temmuz 2011, 23:04:47 »
Ankebut Suresi, Ayet 57- Her can ölümü tadacaktır. Sonunda bize döndürüleceksiniz.
   

Emir Sultan Camisinin yan tarafı, yüzyıllardır insanları üzerinde konuk eden musalla taşı ve güvercinler…



Camilerde musalla taşı ve mezarlar.

Cami avlusundaki Musalla taşı ve Mezarların sembolik manası
Genelde camilerin avlusunda üzerine tabut konulan ve önünde cenaze namazı kılınan taşa “musalla taşı” vardır.

Günümüzde pek örneği görülmese de, eskiden cami kenarlarında mezarlıklar yer alırdı.

Aslında bu durum planlı, programlı bir şehir planlamasının bir sonucuydu.
Müslüman’ın iki hayatı vardır. Biri dünya hayatı diğeri ahiret hayatı.
Biri fani geçici dünya hayatı diğeri de ebedi kalıcı olan ahiret hayatı. İslam dini dünya hayatını düzenlerken, hayatın hemen her tarafına ahreti hatırlatan motifleri serpiştirmiştir.

Mezarlık ahireti hatırlatan en önemli motiflerden biridir. Faniden bakiye açılan kapıdır. Mezar duruşuyla her yaşayana öleceğini, her yaşayana yaptığı şeylerini hesabını vereceğini hatırlatır. Bu yönüyle en tesirli vaizdir.
Böyle bir vaizin hayatın merkezinde yer alan, günde beş vakit uğranan Caminin yanında yer alması kadar normal bir şey yoktur.
Kısaca: Günde beş vakit kılınan namaz, dünyadan ayrılma provasıdır. Bu provanın yapıldığı yer camilerdir, camilerin etrafındaki musalla taşı ve mezarlık da bu provanın bir gün gerçek olacağını hatırlatan en önemli dekordur. alıntı




Yolda karşılaştığımızda ezan okunuyordu.

"Gel seni camiye götüreyim", dedim. "Bugün Cuma biliyorsun."

"Sen de benim camiye gitmediğimi biliyorsun," dedi.

"Biliyorum ama,sebebini gerçekten merak ediyorum."

"Ne bileyim olmuyor işte,dedi.Hem pantolonumun ütüsü bozulup,dizleri çıkar diye endişe ediyorum."

Gayri ihtiyari gülmeye başladım.

"Herhalde şaka yapıyorsun," dedim. "Bunun için cami terk edilir mi?"

"Ciddi söylüyorum," dedi. Giyimime ve özellikle yeşile düşkün olduğumu bilirsin."

Gerçekten öyleydi.Giydiği birbirinden güzel elbiseleri mutlaka yeşilin bir başka tonundan seçer ve her zaman ütülü tutardı.

"Peki,dedim.Hayatında hiç camiye gitmedin mi?"

"Çocukken dedemle birkaç kere gitmiştim," dedi. Hem o yaşlarda dizlerim aşınacak diye herhalde endişe etmiyordum. Fakat artık camiye gidebileceğimi zannetmiyorum.

Söyledikleri beni son derece şaşırtmış ve bu konuyu açtığıma pişman etmişti.Daha sonra el sıkışıp ayrıldık.

Onunla konuşmamızdan 2 ay sonra,kendisinin camide olduğunu söylediler.Hemen gittim.

Bahçedeki namaz saflarının en önünde duruyordu ve üzerinde yine yeşiller vardı.

Yavaşça yanına yaklaştım ve kısık bir sesle:

"Hani,dedim.Camiye gelmeyecektin?"

Hiç sesini çıkarmadı. Çünkü musalla taşının üzerinde, yeşil örtülü bir tabut içinde yatıyordu.
Alıntı.
Bir harf yeter inan, varsa o evde bir insan.

Dost Ararsan Kendine Bak
Dostun Ağlasını Bulursun
Düşman Ararsan Yine Kendine Bak
Düşmanında Ağlasını Bulursun .
vesselam .

Çevrimdışı teksir

  • aktif okur
  • **
  • İleti: 201
  • O mâhiler ki deryâ içredir deryâyı bilmezler
Ynt: Taş'lar daki Sır
« Yanıtla #8 : 04 Temmuz 2011, 09:05:48 »
cok guzel bir sekilde anlatilmis Allah razi olsun
atilma dur, suhan-i ehl-i hali anlamadan
cevaba etme tasaddi suali anlamadan.
                                                 naci!