Gönderen Konu: Tavukta arsenik, antibiyotik ve Prozac da var  (Okunma sayısı 5144 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Fatihan

  • Administrator
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 6994
  • Milimi milimine Ehli sünnet...
Tavukta arsenik, antibiyotik ve Prozac da var
« : 09 Nisan 2012, 17:44:02 »

Yakında ilaç almak için eczaneye değil markete gitmemiz gerekecek. Üstelik bundan sonra yutması zor, tatları berbat tabletler, şuruplar; canımızı yakan iğneler yerine bir takım besinleri “afiyetle” yememiz de yeterli olacak.

Mesela antibiyotik iğnesi olacağımıza hindi bifteği, depresyon için hap yutacağımıza tavukgöğsü veya burnumuz aktığı için antihistaminik alacağımıza tavuk şiş yiyerek ilaç ihtiyacımızı karşılamış olacağız.

Hayır, gülmeyin.

Amerika’ da biri Johns Hopkins diğeri Arizona Üniversiteleri tarafından yapılan iki ayrı araştırmaya göre fabrika tavukları kafein, antibiyotik, antihistaminik, antidepresan ve hatta arsenikle besleniyorlar.

Bu araştırmaların ilkinde, tüyden yapılan yemlerin 12’ sinde 59 ilaç ve kişisel bakım ürününün varlığı araştırıldı. Bunların hepsinde de testler pozitif sonuç verdi. Her bir örnekte 2-10 arasında altı farklı sınıf antibiyotik tespit edildi. 12 örneğin 10’ unda kafein, difenhidramin ve asetaminofen bulundu. Çin’ den ithal edilen yemlerde ise Prozac tespit edildi.

Kümes hayvanları kesildikten sonra tüy ve telekleri atılmıyor, yeme dönüştürülüyor ve gübre veya kümes hayvanları, domuz ve balıklar için yem olarak kullanılıyor. Buna “tüy yem” adı veriliyor.

Tavuğun tüylerinde tıpkı insan tırnağında olduğu gibi vücuda giren kimyasal maddeler belirlenebiliyor.

Bu tüy yemlerde, kinolon sınıfından antibiyotikler bulunduğu tespit edildi. Oysa bu antibiyotiğin dirençli mikropların gelişimine yol açması sebebiyle 2005 senesinden beri hayvancılıkta kullanılması yasak. Amerika’ da antibiyotiğe dirençli mikroplar yüzünden ölenlerin sayısı AİDS’ ten ölenlerin sayısından daha fazla!

Antibiyotikler tavuklara enfeksiyon tedavisi için değil daha çabuk büyümeleri için veriliyor.

Difenhidramin bir antihistaminik. Bunlar stres giderici, rehavet verici etkilerinden yararlanılmak için veriliyor; çünkü stres altında olan tavuklar yavaş büyüyor ve etleri de sert oluyor. Asetaminofen ve Prozac’ ın da benzer etkilerinin olması muhtemel.

Kafeine gelince. Kahve küspesi veya yeşil çay tozu tavukların uyanık kalmasını sağlıyor ve böylece de bunların beslenmek için daha fazla zamanları oluyor.

Tavuk yeminde arsenik de var

Amerika’ da broiler tavukların %90’ ının yemlerine arsenik katıldığı biliniyor. Tavukların tüyleri ise işlenerek hayvan yem katkısı veya gübre olarak kullanılıyor. Arsenik ihtiva eden ilaçlar –özellikle de roxarsone- tavukların tüylerinde keratin maddesinde toplanıyor.

Roxarsone’ da organik arsenik var. Sağlık için asıl zararlı olan inorganik arsenik. Organik arsenik havada, suda ve toprakta bulunabiliyor.

İkinci araştırmada ise Amerika’ nın 6 eyaleti ve Çin kaynaklı tüy yemlerde arsenik olup olmadığı ve bunun tabiatı araştırıldı.

Arseniğin toksik etkileri türe bağlı olduğundan tespit edilen arseniğin biyolojik geçerliliği belirlendi.

Test edilen her “tüy yem” örneğinde kilogram başına 44-4100 mikrogram arasında arsenik bulundu ve bunların %37-88’ inin inorganik arsenik olduğu anlaşıldı.

Örneklerin hiçbirinde roxarsone bulunmadı.

Tavuklara arsenik hem antibiyotik özelliğinden faydalanmak ve hem de ete pembe bir renk vermek için kullanılıyor.

Tatsız ve kokusuz bir madde olan arseniğin içme sularında hangi miktarda bulunabileceği belirlenmiştir ama yiyecekler için böyle bir standart yoktur.

Tavuk üreticileri ne diyor?

Milli Tavuk Konseyi (National Chicken Council) hemen itirazlarını bildirmiş. Diyorlar ki:

“Bu araştırma tavuk etinde değil tüyünde yapılmıştır. Amerika’ da eti için üretilen kümes hayvanlarına arsenik veya adı geçen ilaçların hiçbiri verilmez.

Bu araştırmalarda kullanılan çok hassas metotlar hemen her şeyde bu kimyasal maddeleri yıllardan beri ve hatta hiç kullanılmamış olsalar da tespit edebilir”.

Araştırmacılar şaşkın!

Bakın araştırmayı yapan bilim adamları –mesela Nachman- neler diyor neler:

“Karşılaştığımız sonuçlar karşısında şaşırdık kaldık. Zaten her araştırmamızdan sonra organik yiyeceklerin değerini daha iyi anlıyor ve onlara yöneliyoruz. Artık fabrika tavuğu yemiyoruz.

Yemlerde 7 seneden beri yasak olan antibiyotikler var. FDA’ nın bu işin denetimini endüstriye bırakması olacak iş değildir. FDA hayvan yemlerine hangi maddelerin girdiğini titizlikle takip etmelidir.  “

Gelelim neticeye

Siz adı güya beslenme uzmanı olan ama aslında “endüstrinin besleme uzmanları” olan zevatın sözlerine kanmayın sakın.

Bu araştırmanın ette değil de yemde yapılmış olması bir şeyi değiştirmiyor.

Yemde bulunan her şey hayvanın kanına geçiyor ve böylece tüm vücuduna yayılıyor; etine de geçiyor yumurtasına da.

Ey vatandaş; uyan artık, uyan.

Sağlıklı beslenmek için sesini yükselt; yoksa daha çok tokat da yersin, zehir de!

Ama “Yok, biz Prozac yerine tavuk göğsü, Tynenol yerine hindi budu, Cipro yerine tavuk suyuna çorba yemek istiyoruz” diyorsanız, afiyet şeker olsun size.

Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta

KAYNAKLAR

http://pubs.acs.org/doi/abs/10.1021/es203970e?prevSearch=%255BContrib%253A%2Bnachman%255D&searchHistoryKey =

http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/22244353

http://www.nytimes.com/2012/04/05/opinion/kristof-arsenic-in-our-chicken.html?_r=3


zaman_1453

  • Ziyaretçi
Ynt: Tavukta arsenik, antibiyotik ve Prozac da var
« Yanıtla #1 : 09 Nisan 2012, 20:51:04 »

Sık sık 'neden tavuk yemiyorsunuz?’ sualine muhatap olanlardan biri olarak, gerekçelerimizi izaha gayret edelim.

Çoğu kez, günümüzde tercih edilen –sulu veya modern - kesim yöntemini İslamî bulmadığımız için yemediğimiz zannedilerek, bu yöntemle kesilmiş tavuklar için x,w,q’lerden ‘yenilebilir fetvası’ aldıklarını izaha çalışmaktalar. Daha hassas olan kimseler ise bu yöntemi doğru bulup bulmadığımızı da sormaktalar.

Sanıldığının aksine tek neden ‘kesim’ sorunu değil...

 “Tavuk” ve ürünlerini tüketmememizin elbette birçok nedeni var!

 Kesim son aşamalardan biri ve fetvalardan birine tabi olunarak çözülebilecek bir mesele...

Kesim tartışmalarına taraf olmadan önce, çok daha önemli ve üzerinde yoğun çalışma yapılması gereken o kadar sorun var ki!

Önce “tavuk’ diye satılan ürünler gerçekten tavuk mu?” sorusunu yöneltmemiz gerekiyor!

‘Bu nasıl bir soru’ diyebilirsiniz…

Hatta ‘ne münasebet, elbette tavuk’ diyenlerden de olabilirsiniz…

Ama biz sizinle aynı kanaatte değiliz…

Et ve yumurta tavukçuluğu şeklinde sınıflandırılan endüstriyel sektörde 40 gramlık civciv geçmişte 6 ayda 1 kğ’a ulaşabilirken, bugün sadece 40 günde 2 kg’a ulaşıyor.

Dilleri olsa ya da onun ifade edişini bizler anlayabilsek bu zulüm için kim bilir neler neler söylerlerdi…

Zaten bu hızlı ağırlık artışına ayak uyduramayan tavukların stres sonucu kalp krizi geçirip öldüğü de biliniyor.

Ölenler zayi oldu sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Bazen et olarak sofralara bazen de yem olarak tavukların midelerine…

Hakeza aynı artış bu büyüklükte olmasa bile yumurta tavukları içinde geçerli.

Çünkü ‘gerçek tavuk’ artık neredeyse köylerde bile kalmadı! Köylülerin önemli bir kısmı bile yumurtadan civciv elde etmek için uğraşmak yerine ‘hazır endüstriyel kuluçka civcivlerini’ alarak tavuk hale getiriyor! -Zaten endüstriyel bir virüs olan “kuş gribi” de doğal türlerin tümüyle ortadan kaldırılması gibi amaçlarla geliştirilmiş bir oyundu-

Hazır civciv yumurtadan değil mi?’ diyebilirsiniz. Haksız değilsiniz ve elbette yumurtadan fakat…

Bir: Artık adına tavuk dememiz bile imkânsızlaşan günümüzün sözde tavuklarının ezici çoğunluğunun genetik değişikliğe uğratılmış yamyam türler olduğunu belirtelim. -Kimi çevreler tavuklarda genetik değişiklik yapılmıyor gibi gayri ciddi beyanlarda bulunsalar da Ankara Tavukçuluk Araştırma Enstitüsü (ATAE), 'safhat tavuklar’ denilen ve ‘Atabey, Atak ve Atak-S’ isimleri ile tescil ettirdiği tavuklar bile bunun aksini ispat için yeterli-

Tavuklar ot obur türlerken, yemlerine kan ve mezbaha atığı tavuk ürünleri eklenerek, kendi türünü tüketen et obur yamyam hayvanlar ortaya çıkarılmış durumda.

Genetik yapısı değiştirilerek yamyamlaştırılan bir hayvan yahut yumurtlama makinesine dönüştürülen tavuk, aç kalması vb durumların yanı sıra beklenmedik anlarda yanındaki başka canlı bir tavuğu yediği artık sık sık görülmekte.

Kişilik, mideye giren gıdalarla oluşuyorsa, yamyam kümes hayvanlarını yemek insan nesli üzerinde nasıl bir etki yapar, hiç düşündünüz mü?

İki: Yemlere, ezici çoğunluğu birkaç kişi tarafından ithal edilen ve kısırlaştırıcı etkiye sahip genetiği değiştirilmiş (GDO’lu) mısır başta olmak üzere tehlikeli bitkisel ürünler eklenmekte.

Üç: Yine birçok gerekçe üretilerek, çeşitli aşamalarda muhtelif ‘antibiyotik’ ilavesi yapılmakta, hayvanlar ise bu antibiyotikleri tüketicisine aktararak bağışıklık sistemini bozmakta yahut da kalıcı hasarlara neden olabilmekte.

Dört: Kesimdeki Besmele’nin bir kez çekilmesi, o anki kesimdeki tüm hayvanlar için yeterli sayan görüşler olmakla beraber, aksini savunanlar da yani tek tek besleme çekilmeli diyenlerde mevcut.

Beş: Kendisinize ait gerçek bir tavuğu yahut -şeklen tavuğa benzediği halde fizyolojik ve genetik yapı itibari ile değiştirilmiş bir hayvan olan- sözde tavuğunuzu kestiğinizde yaptığınız yolum ile makinelerle yolum konusunda da ihtilaf mevcut.

Sorunlar elbette bunlarla da sınırlı değil. GDO’lu mısırla beslenen, antibiyotik ve diğer kimyasal ilaçlarla şişmanlatılan hayvanlar, etiketine yazılan ‘doğal’ ya da ‘natürel’ gibi gerçekle bağdaşmayan ifadelerle gözü kararmış tüketiciye sunulmakta.

Bazı sözde uzmanların kırmızı et yerine beyaz tavuk eti, bazılarının ise beyaz et yerine kırmızı et önerdiklerini görürüz. Aynı kişiler bir müddet sonra söylediklerinin tam tersini de ifade edebiliyorlar. Görüş değişimini ise bilimdeki sözde yeniliklere bağlayarak biz tüketicileri ellerinde oynatıyorlar.

Hâlbuki bunların ezici çoğunluğu, belirli lobilerin sözcüleri olup söylediklerinin ne bilimle ne de ahlakla uzaktan yakından ilgisi vardır. Konuşan ve konuşturanlar paranın, tüketenler ise hazzın köleleri olmaktan öteye geçmezler.

Günümüz fıkıhçılarının bazılarının nano gıda, GDO ve katkı maddeleri ile ilgili meselelerde verdikleri fetvaların isabet oranındaki zayıflık nedeniyle toplumsal etki yapsa da ehlince itibar görmemekte! Çünkü bu fetvalarına veri oluşturacak bilgiler, meseleye derinlemesine vakıf endişeli kimselerden edinmek yerine, ‘adı Müslim hâli tartışmalı’ kimselerin sözde bilimsel sunularına dayandırılabilmekte.

GDO konusunda İKÖ uzmanlarının “GDO helâl değildir” şeklindeki kanaatini, devamlı okurlarımız geçmiş yazılarımızdan hatırlayacaklardır.

Bunların yanı sıra, kan konusunda İslam Fıkhı Ansiklopedisi’nin yem bahsindeki; “Âlimler; hayvan boğazlandığında akıtılan kanın murdar olduğu, yenmeyeceği ve ondan herhangi bir yolla yararlanılamayacağı konusunda ittifak etmişlerdir. (İbn-i Arabî, Ahkâmül-Kur`ân, I/53) Bu ittifakın icma halinde olduğu ifade edilmiştir. (bk. Sabûnî, Ahkâmü`l-Kuran, I/160,163) O kadar ki, meşhur Hanefi fıkıhçısı Cessâs, bu maddelerin haram kılınışının her türlü yararlanmaya şamil olduğunu, binanaleyh ölmüş hayvan etinden hiç bir suretle yararlanılamayacağını, hatta köpeklere ve diğer et yiyenlere dahi yedirilemeyeceğini, çünkü bunun da bir nev`i yararlanma olduğunu söyler. (Sabunî, age, I/160)” cümleleri calibi dikkattir.

Son dönem âlimlerimizden rahmetli Ömer Nasûhi Bilmen hoca ilmihalinde mezbaha atıklarının hayvan yemi olarak kullanılması konusunda "Pak olmayan şeyleri, meselâ bozulup temizliğini kaybeden kolamış etleri vesaireyi, etleri yenilebilen hayvanlara yedirmek caiz değildir” demekte.

Netice itibari ile kaç yıla vardı bilmiyorum ama uzun yıllardır tavuk ürünlerini yemiyorum.
Çünkü tavuk meselesi eldeki veriler ışığında –hiçbir otorite olmadığımız halde– bizim açımızdan ‘şüphenin ötesinde’ olsa bile “…Haram veya helal olduğu şüpheli olanlar vardır. İnsanlardan çoğu bunları bilmezler. Her kim bu şüpheli şeylerden kaçınırsa, dinini de, şerefini de korumuş olur. Kim de şüpheli şeylere yönelirse harama düşmüş olur…” Hadis-i Şerifi’nin muhatabı olarak günümüz tavuklarını yemememiz gerekiyor.

Çözüm yine bizim elimizde.

Kazancı kadar yiyip içtiklerinden de hesaba çekilecek olan insanlar, kendisine sunulan her şeyi tüketmez, tüketmemeli...

Tüketebileceğimiz koşulları ortaya koyar ve uyarsak; üreticiler, yaşamak için bizim tercihlerimize saygı duymak zorunda kalırlar!

Mevcut sistemde ruh ve beden sağlımız ile yaşamımız maalesef kapitalist, materyalist ve makyavelist sistemin elinde.

Hâlbuki olması gereken, onların ekonomik yaşamının bizim elimizde olması ve bizim sağlık ve inancımız açısından tüketim tercihlerimize saygılı üretimler yapmalarıdır. Lakin bizim acınası halimiz onların yaşam pınarına dönüşmüş.

Kemal Özer

incemeseleler.com

http://www.sadakat.net/forum/yiyecek_ve_icecekler/ynt_neden_tavuk_yemiyoruz_kemal_ozer-t39750.0.html;msg207088#msg207088
« Son Düzenleme: 09 Nisan 2012, 21:33:26 Gönderen: Tuğra »

mazhar

  • Ziyaretçi
Ynt: Tavukta arsenik, antibiyotik ve Prozac da var
« Yanıtla #2 : 31 Ağustos 2012, 08:54:57 »

Çevrimdışı fatmer

  • Yeni üye
  • *
  • İleti: 36
Ynt: Tavukta arsenik, antibiyotik ve Prozac da var
« Yanıtla #3 : 31 Ağustos 2012, 16:41:04 »
Hz Alllah razı olsun... ellernze sağlık

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Antibiyotik mi yumurtadan? Yumurta mı Antibiyotikten Çıkar?
« Yanıtla #4 : 27 Eylül 2012, 17:53:18 »
Bizim üreticiler -özellikle de piliç üreticileri- şiddetle karşı çıkıyor olsalar da daha kısa zamanda daha fazla et elde etmek için tüm dünyada besi hayvancılığında yaygın olarak antibiyotik kullanılıyor.

Antibiyotikler, zatürree, menenjit, ishâl, kan zehirlenmesi gibi mikropların sebep olduğu hastalıklarla savaşta modern tıbbın elindeki en güçlü silahlardır. Bu dünyada yaşayan milyonlarca insan, sağlığını ve birçoğu da hayatını antibiyotiklere borçludur.

Bu ilaçlar elbette aynı sebeplerle hayvanlara da verilebilir fakat besi hayvancılığında antibiyotikler tıbbî değil tamamen ‘ticarî amaçla’ uygulanıyor. Hayvan yetiştiricileri en az 50 seneden beri yemlerine antibiyotik eklenen hayvanların hızla büyüdüklerini biliyor ve bu ilaçlar besicilikte giderek daha yaygın olarak tüketiliyor.

Amerika’da satılan antibiyotiklerin ancak yüzde 20’sinin insanlarda, yüzde 80′inin ise hayvancılıkta kullanıldığını söylersem bu işin hangi boyutlara vardığını siz de net olarak görebilirsiniz.

‘Madem insanlar kullanıyor, ne istiyorsun zavallı hayvancıklardan? Bırak onlarda da kullanılsın; kime, ne zararı var bunun?’ diye düşünebilirsiniz.

Antibiyotikler, hayvanlarda sadece mikrobik hastalıkların tedavisi veya önlenmesi amacıyla kullanılıyor olsa sesimiz fazla çıkmayacak ama durum hiç de öyle değil. Antibiyotikler hayvan yemlerine veya içtikleri sulara tamamen ticarî amaçla katılıyor.

Hayvanlara, hastalık tedavisinde kullanılana göre daha düşük dozlarda fakat uzun süreli olarak antibiyotik verilmesi birçok mikrobun bu ilaçlara karşı direnç kazanmalarına yol açıyor.

Dünya tıbbının en önemli meselelerinden biri ilaçlara dirençli mikropların oluşturduğu enfeksiyonlardır. Amerika’da her sene bu yüzden 2 milyon kadar insanın hastalandığı ve 99 bininin de öldüğü biliniyor.

Mikropların antibiyotiklere direnç kazanmasında elbette insanların ve elbette doktorların bu ilaçları gelişigüzel ve bilinçsizce kullanmalarının da muhakkak ki rolü var; fakat araştırmalar bu meselenin önemli ölçüde hayvanlarda ticarî gerekçelerle antibiyotik kullanımından kaynaklandığını gösteriyor.

Yeni antibiyotik keşfetmenin giderek zorlaştığı da düşünülecek olursa elimizdeki bu değerli silahların tıp dışı amaçlarla kullanımının ne kadar yanlış olduğu da kolayca anlaşılır.

Hayvanlarda antibiyotik kullanımının tarihçesi

Piliç, domuz ve diğer besi hayvanlarına kısa zamanda daha çok etlenmeleri için antibiyotik verilmesinin uzun bir geçmişi var. Bu uygulamanın yarattığı mesele de senelerden beri biliniyor ama hayvancılıkta ticarî amaçlarla antibiyotik kullanılması bir türlü önlenemiyor. Mesela, FDA bu işin en azından 1977′den beri farkında olmasına rağmen gerekli yasakları getiremiyor.

Bunda FDA aciz kalıyor demek belki de daha doğru; çünkü karşısında Beyaz Saray’a da Kongre’ye de istediklerini yaptırabilen, çok kuvvetli bir besi hayvancılığı ve onlara antibiyotik satan ilaç üreticileri lobisi var. Bunlara karşı çıkmak, menfaatlerine biraz olsun dokunmak öyle kolay değil!

1951: FDA, antibiyotiklerin piliç, domuz ve diğer besi hayvanlarının ekstradan kilo almalarını sağladığını gösteren çalışmalara dayanarak hayvan yemlerinde antibiyotik kullanımına izin verdi.

1969: İngiltere’de hükümet uzmanlarından oluşan bir komite hayvanlarda antibiyotik kullanımının insanlarda antibiyotik direncine yol açtığı sonucuna vardı.

1970: Amerika’da, içlerinde FDA ve diğer kuruluşlardan da uzmanlar bulunan bir komite insanlarda kullanılan bazı antibiyotiklerin hayvanlarda kullanılmaması tavsiyesinde bulundu.

1977: FDA, hayvan yemlerinde penisilin ve tetrasiklin grubundan antibiyotiklerin yasaklanması talebinde bulundu. İlaç üreticileri ve hayvan yetiştiricileri ise bunun insan sağlığı için bir tehlike yarattığının kanıtlanmamış olmasını gerekçe göstererek bu talebe karşı çıktılar. Kongre üyeleri, FDA’dan ilave çalışmalar yapmasını istedi.

1980: Milli Bilim Akademisi raporu hayvan yemlerinde bulunan ilaçların antibiyotik direncine sebep olduğunu gösteren bilimsel verilerin az olduğunu açıkladı ama veri eksikliğinin böyle bir zararın olmadığını gösteren bir delil sayılmaması gerektiğini de vurguladı.

1997: Dünya Sağlık Teşkilatı, insanlarda kullanılan antibiyotiklerin hayvanların büyümesini hızlandırmak için kullanılmaması gerektiğini tavsiye etti.

1999: Avrupa Birliği, insan sağlığı için risk yarattığı gerekçesiyle insanlarda çok kullanılan antibiyotiklerin büyümeyi teşvik için hayvanlarda kullanılmasının yasaklanmasını istedi.

2003: Amerika’da Tıp Enstitüsü antibiyotiklere dirençli, tehlikeli mikropların artmakta olduğunu bildiren bir rapor yayımladı. Büyümeyi teşvik için hayvanlarda antibiyotik kullanımının yasaklanmasını tavsiye etti.

Ocak 2012: FDA, insanlarda zatürree ve başka birçok enfeksiyonun tedavisinde kullanılan sefalosporin grubu antibiyotiklerin hayvanlarda kullanılmasına sınırlama getirdi.

FDA’nın son kararı

Nisan 2012: FDA, üç sene içinde 200′den fazla antibiyotiğin hayvanlarda tıbbî olmayan sebeplerle kullanılmasını önlemek istediğini açıkladı. Bunun gerçekleşmesi için ilaç üreticileri ve hayvan yetiştiricilerine işbirliği çağrısında bulundu.

FDA, 35 sene önce de hayvanlarda antibiyotik kullanımının dirençli mikropların gelişimine yol açtığını biliyordu. O zamandan bu yana bunu destekleyen deliller azalmadı, arttı ama FDA’dan bugüne kadar ses soluk çıkmadı.

Bu ay içinde aldığı karara göre ise antibiyotikler hayvanlara daha çok et üretmek için değil ancak tıbbî gerekçelerle, yani hastalık hâlleri için verilebilecek.

Antibiyotikler hayvanlar için de reçete ile satılsın, ilaç üreticileri prospektüslere uyarılar koysun, besiciler daha fazla et için antibiyotik vermesin, veterinerler antibiyotik yazarken titiz davransınlar isteniyor. FDA, ‘Hayvancılıkta antibiyotik kullanımı yassah, hemşerim!’ diyemiyor, ilaç üreticileri ve besicilere yalvar yakar oluyor.

Gelelim neticeye: FDA’nın bu son kararı da ‘Bir çeşit ilerlemedir, hiç yoktan iyidir’ deyip gelelim ülkemizdeki duruma. Gelelim ama elimizde, üreticilerin ve ilgili bakanlığın ‘Ne antibiyotiğiymiş; o da neymiş.

Siz hayvancılığımızı baltalamak mı istiyorsunuz?’ tarzı babalanmaları dışında bir veri ve bilgi yok.Varsın olmasın.

Zaten bizde araştırma, belge, rakam, istatistik değil ’sözüm senettir’ lâfı daha değerlidir. Piliçlerden, danalardan ‘antibiyotikli yemi de suyu da ağzımıza sürmüyoruz’ diye noter tasdikli belge isteyecek hâlimiz yok; üreticilerimize güveniyoruz. ‘Amerika standartlarında besicilik yapıyoruz’ sözünü bir daha ağızlarına almasınlar; yeter.

Prof.Ahmet Rasim Küçükusta

http://www.ahmetrasimkucukusta.com/2012/04/28/yazilar/zaman-gazetesi/antibiyotik-mi-yumurtadan-yumurta-mi-antibiyotikten-cikar/
〰〰〰〰🐠