Gönderen Konu: Ödül mü Alkış mı?  (Okunma sayısı 3425 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Ödül mü Alkış mı?
« : 06 Kasım 2014, 10:32:02 »

Ödül mü Alkış mı?


İnsanların hayır duası için yaptıklarını düşününce; eskidenmiş onlar demeden geçilmiyor. Çıkar dünyası içinde bir girdap, hortum misali dönüp dururken içine çekmeye çalışıyor insanları…

İşim düşer düşüncesiyle medh ü senalar, alkışlar havada uçuyorken; karşısındakine nasıl bir kötülük yaptığını unutan kişi o kimsenin manen ölümüne yol açtığını ne zaman hatırlar bilinmez. Ama bu durum vahim bir şekilde nefis denilen düşmanın ekmeğine yağ sürmekten ibarettir. Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.v), yanında bir kimse yüzüne karşı methedildiği zaman ‘Şimdi o adamın kafasını kestin.’ buyurarak manen ölümüne işaret etmiştir.

Asıl övgüye layık olanlar, böyle bir iltifat karşısında ‘Zalike fazlün minAllah’ (Hâzâ, Allah’dan bir fazıldır.) diyerek, kendilerinden bilmemiş, bilakis Cenab-ı Hakk’a isnat etmişlerdir.

Böyle güzel misaller varken; tevazuyu elden bırakıp medh, şöhret ve alkış peşinde koşmak niye? Bir de ödül alıp-verme yarışı var ki; tam bir hengâme. Ödül veren kurum ve kuruluşların medyada yer bulma sevdası; nihayetinde ise neye teşvik edildiğine bakılmaksızın ödül veren ve alanlar. Eline aldığı bir tabla veya madalyayla bağrış çığrış, alkışlar ve tezahüratlarla bulutların üstüne çıktığını zannedenler, ne zaman inecekler. Yoksa oradan yere çakılmayı mı beklerler…

Dinamit ödülü

Dünyaca ünlü Nobel Ödülü, Türkiye’de verilen birtakım ödüller. Liste uzayıp gidiyor… İnsanların ehemmiyet verdikleri bu ödüller kimlere ve niçin veriliyor, hiç merak ettiniz mi? İki misal üzerinde ödülün neyi teşvik ettiğine bakalım.

Alfred Nobel’in vasiyeti üzerine edebiyat, sanat, fizik veya tıp ve dünya barışında etkili olan kişilere verilen madalyon ve hatırı sayılır miktarda para; yüz yılı aşkındır devam ediyor. Birinci ve İkinci Dünya Savaşı haricinde her sene devam eden alışılagelmişlik…

Öldüğünde 33.200.000 kronu bulunan İsveçli kimyager bu serveti nasıl elde etti dersiniz? İnsanlığa olan sözüm ona katkısını duyduğunuz da eminim benim kadar şaşıracaksınız siz de. Nitrogliserin denilen maddeyi nasıl patlayıcı olarak kullanacağıyla ilgili çalışmalar sırasında kardeşini kaybeden Alfred Nobel’in ülke sınırları içinde çalışma yapması yasaklanmış ve ıssız bir yer tayin edilmiştir. Günümüze kadar devam eden ve herkes tarafından bilinen icadı; dinamit, zamanımızda da kullanılan ölümcül bir silah.

Servetini, babası Immanuel Nobel gibi silah üretimi ve savaşlara silah ticaretiyle elde etmiştir. Şimdi ‘Nobel Ödüllü’ olabilmek için uğraşanlar, nereden nemalandıklarını düşünüyorlar mı? İsminin yüzyıl boyunca her sene 10 Aralıkta anılmasını sağlayan vasiyeti, bu şekilde yerine getirilebiliyordu. Sadece 1964 yılında Fransız yazar Jean Paul Sartre Nobel edebiyat ödülünü reddetmiştir. Kimisi de ülkelerindeki savaştan dolayı bu ödülü alamamıştır;ama almak isteyenlerin sayısı ise bir yarış haline gelmiştir. Ülkemizde de durum bundan farklı değil; üniversiteler, gençlik kolları,dernekler kısacası herkeste bir ödül, plaket verme sevdası, niçin verildiğini bilmeden…

Ödülde faydalı bir liyakat misali

Herkesin en azından bir işi iyi yapıyor olması; sizce de ödüle layık olduğu anlamına gelir mi? İnce eleyip sık dokumak gereken bu mevzuda ecdadımız bize yol gösteriyor. Ödül kime,niçin verilmeli? Bu konuda bizi aydınlatan hadiseyi anlatırken, bir kez daha şerefyâb oluyoruz.

Osmanlı padişahlarından Abdülhamid Han Hazretleri liyakat madalyası vermiş Pasteur isimli bir Fransız tıp adamına. Aynı zamanda Fransa’da Aşı Hayırhanesi kurması için 800 lira da yardımda bulunmuştur, çalışmalarını geliştirmesi için. Dünyanın kaale almadığı bu adam sayesinde artık kuduzdan insanlar ölmüyor;1885 yılında köpek tarafından ısırılan ve sonrasında kuduz olan çocuğu iyileştirerek kuduz aşısını bulmuştur. Abdülhamid Han Hazretleri, Pasteur’a bu ilimleri öğretmesini teklif ettiğinde;imkanı olmadığı için gelemeyeceğini söylüyor. Fakat padişahın ‘üç adamımı göndersem eğitir misin?’ sualine ‘Büyük bir şerefle’ diyerek icabet ediyor. Abdülhamid Han Askeri Tıp Mektebi’nden üç kişiyi yanına çağırıp, devletin en önemli madalyası olarak bilinen ‘Mecidiye Nişanı’nı Pasteur’a vermelerini emreyler. Pasteur liyakat madalyası ve yardım için olan 800 lirayı alır ve Padişahımızın üç adamını; Zoeros Paşa, Hüseyin Hüsnü ve Hüseyin Remzi Bey’i eğitir. Yedi aylık eğitimden sonra Zeoros Paşa, Daul-Kelb Ameliyathanesi’ni (Kuduz Tedavi Müessesini) kurarak şifa dağıtmaya başlar…

Tıp dünyası ve Fransız Hükümetinin kayıtsız kaldığı buluş; ecdadımızın vesilesi ve yardımlarıyla literatüre geçmiş bir tedavi yöntemi olmuştur.

Şimdi burada maksud olan ödül mü yoksa teşvik mi? Diğerlerine nisbetle riya değil şifadır. Şöhret değil vahdettir. Tek olana kulluk; kul olana hizmettir.Kuduzdan o güne kadar ölen insanları düşününce, Cihan padişahının verdiği liyakat tarafından diğer ödüller mesbuk, bu liyakat saabık; aynı zamanda Cenab-ı Hakk’ın övgüsüne layıktır.

En büyük ödül ‘alkış’tır

Ödül yerine ‘Alkış’ almayı tercih etmek ise en güzel mükâfattır. Sebebine gelince; ödül, işin maddi tarafı. Alkış ise ahirete taalluk ediyor. Şaşırmayın, evet… Edebiyatımızda ‘Alkış: hayır dua, güzel temennilerde bulunmaktır.’ Allah yardımcı olsun, Allah utandırmasın, Allah namerde muhtaç etmesin, Allah analı babalı büyütsün, gibi…

El çırpma manasında alkış, Tanzimat’tan sonra batıdan ithal olsa gerek, filii bir aktivite olarak icra edile gelmiş. Daha öncesinde ‘Padişahım çok yaşa’ ‘Allah, devletimize zeval vermesin’ gibi mefhumu içerisinde kullanılmıştır. Alkışı, basit bir el çırpmaya çeviren kimdir bilinmez ama mefhumu içerisinde kullanarak; mübarek ecdadımıza, İslam’ı dünyaya tebliğ edenlere son nefesimize kadar ‘alkış’ boynumuzun borcudur.


Haber Merkezi | 03 Kasım 2014 | http://insanvehayat.com/odul-mu-alkis-mi/


Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Bir Ödül Stratejisi Yazısı
« Yanıtla #1 : 07 Kasım 2014, 10:49:43 »
Bir Ödül Stratejisi Yazısı


Altın madalya yahut sıcak bir tebessüm… Mârifet, iltifata tâbîdir… Salıncaktaki çocuk, tek başına sallanmak kadar bunun büyükleri tarafından görülüp takdir edilmesinden keyif alır. Karnı doyanlar yemeği methetmeyi unutsalar da ev hanımı “Nasıl? Yemekler güzel olmuş mu?” diye hatırlatır. Boyunlar, omuzlar, panolar, dolaplar, kartvizitler çeşit çeşit madalya, şilt, plaket, diploma, sertifika, kupa ve unvanla doludur.

Kimse vermiyorsa kişi kendine ödül verir. Hedefine koşarken, mesela kilo vermek için gayret gösterirken zaman zaman kendini ödüllendiren insanlar vardır.

Ödül o kadar kıymetlidir ki bunun seramonisi bile vardır: Ödül törenleri!

Peki, ödülünü almak üzere sahneye davet edilen herkes, her gün çalışma masasına ödülünü almak üzere mi oturmuştur? Eğitim hayatı başta olmak üzere “ödül ve ceza” hayatın bütün safhalarında ne kadar tesirlidir?

Trafik kazasına şahit olup ambulans çağıranlar, bunu sadece sevap kazanmak için mi yapar? Bu yardımın maddî/mânevî bir karşılığı olmasaydı, kaza geçirenler ölüme mi terk edilecekti? Aynısını cezalar için de düşünebiliriz. insanlar yalnızca hapisten korktukları için mi cinayet işlemez? Adam öldürmek suç olmasaydı herkes katil mi olurdu?

Kimi insanlar ceza korkusuyla değil, yanlış ve kötü gördüğü için bazı fiillerden uzak dururken; mükâfat elde etmek için değil, doğrusu ve güzeli öyle olduğu için iyilik yaparlar.

Ödüllendireyim derken…

Bir iş için ödül veriliyorsa çoğu kez o ödülün anlamı şudur: “Bu iş meşakkatli ve zevksizdir, ilgi çekici değildir; ödül için buna katlanmalısın.”

Anlayamadığı için matematikten zayıf alan çocuğa ceza vermek, felçli birine niye yürüyemiyorsun diye kızmak gibidir; matematiği zaten iyi olan çocuğa abartılı ödüller vermekse bunun tersi. Ödül alan çocuk, başarısının ötesine geçmek için gayret etmeyebilir, dolayısıyla ödül ilerlemeyi durdurabilir.

Ödüle kilitlenen çocuk aslında neyi, niçin yapması gerektiğini bilmez. Bir işi iyi, güzel, faydalı olduğu için değil, ödül almak için yapmaya; sakıncalı şeylerden de kötü, çirkin ve zararlı olduğu için değil ceza görmemek için kaçmaya başlar. Hatta çocuk için yanlış yapmamak değil, yakalanmamak önemlidir; öğrenmek değil, yüksek not almak esastır. Öyleyse kopya çekmek de bir yoldur.

Ödül, böbürlenen ve diğerlerini ezmekten haz duyan yahut başarısız olduğu için herkesi düşman gören, sürece değil de sonuca odaklanan, dolayısıyla yalana, rüşvete, nifaka meyilli dimağlar oluşturabilir.

İlle de ödül verilecekse.

Ödül yalnızca çocuk bakışıyla değil, hakikatte de güzel bir şey olmalıdır. Mükâfat olarak hazır gıdalar almak yahut çocuğun bilgisayar başında fazla vakit geçirmesine izin vermek, “kitap okuma cezası”(?) kadar tehlikelidir.

Ödül doğruyu, iyiyi sevdirmek içindir. Verilen ödül, kesilen cezadan hep fazla olmalıdır. “Översem şımarır.” anlayışı da “Şunları yaparsan seni severim, yoksa sevmem.” tavrı da vicdani değildir.

İmam Gazali Hazretleri övgüyü aleni ve fazla, yergiyi gizli ve az yapmayı tavsiye eder: “Çocuğun güzel ahlâk ile alâkalı iyi bir hareketi görülürse takdir ve taltif edilmeli, çocuğu sevindirecek şekilde mükâfatlandırılmalıdır. Aynı zamanda halk arasında bile bu iyi hareketlerinden dolayı övülmelidir. Bütün bunlar çocuğu iyiliğe teşvik eder. Şayet bazen hatalı hareketi görülürse, bu hususta da görmezlikten gelmeli, gizli kusurlarını araştırıp teşhir etmemelidir. Şayet bu hatalı hareketini tekrar ederse, gizlice tekdir edilmeli, bunun zararları kendisine anlatılmalıdır. Sık sık tekdir ve tâzirden de sakınmalıdır. Çünkü bu hal, çocuğu söz dinlememeye ve kötülükleri yapmaya tahrik eder.”1

Pahalı ödüle de gerek yok. Daha küçük yaştan manevi değeri olan ödüllere geçilebilir. Ödül tatbikatı maddîden mânevîye, müşahhastan mücerrede ve küçük yaştan büyüğe doğru değişip azalmalı ki çocuk zaferle değil seferle mükellef olduğunu kavrayabilsin.

Ödülsüz-cezasız terbiye mümkün mü?

Ödül elbette olacaktır. Bazen ödülü verenin kim olduğu, ödülün ne olduğundan çok daha önemlidir. Niceleri sevgili Peygamberimizin (s.a.v.) övgüsüne mazhar olabilmek için Kostantiniye’yi fethetmek istemiştir.

Eğitimcinin (hoca-ebeveyn) temsil kabiliyeti yüksek insan olması, pahalı ödüller dağıtmasından daha müessirdir. Zaten eğitimcisini takdir eden çocuk onun bir bakışı, bir gülümsemesi için çok şey yapacaktır.

Hedef ödül ihtiyacını azaltmak, cezaya ise hiç ihtiyaç duymamaktır. Ödül-ceza tatbikatı kendini gereksiz kılacak bir çizgi izlemelidir.

“Ne yapsak olmuyor! Çocuğun içinde olacak arkadaş!” demeden evvel onun iç dünyasına hitap etmenin yolu budur. Çocuğun çabasını önemsemek, çalışmaya odaklandığınızı ona hissettirmek şart. Çocuk gayretinin fark
edildiğini anlarsa, akranlarına da fark atar. Tabiî ki sizin derdiniz bu değildir(!).

Bir hediye mukabili ibadet etmeyi öğrenen çocuk, mâhir bir terbiye edicinin elinde kulluğun, ibadetin başlı başına bir zevk, bir mükâfat olduğunu hissedecektir.

“Dış motivasyon, biyolojik ihtiyaçları azaltan ya da teşvik eden veya dış ödüller almamıza yardımcı olan belli davranış ve faaliyetlere katılmayı kapsar. İç motivasyon ise inanış ya da beklentilerimizi yerine getirdiği için, faaliyetin kendisi ödüllendiricidir. Bu sayede belli davranış ya da faaliyetlere katılmayı kapsar.” 2

Çocuk bir işi ödül almak için değil; önemli gördüğü için, doğru kabul ettiği için, sevdiği için, ilginç bulduğu için, heyecan duyduğu için de yapabilir. Yeter ki onu yetiştirmekle sorumlu olanlar çocuğun yarın ne (doktor, iş adamı vb.) olacağından ziyade bugün ne yaptığına baksınlar. Çocuklarının gayretlerini takdir etsinler.

Bilsinler ve inansınlar ki gayret (uğraş) bizden, tevfik (başarılı kılmak) Allah’tandır.


1- İmam Gazâlî, İhyau Ulumuddin, cilt 3, sayfa 167.
2- Plotnik, Rod, Psikolojiye Giriş, Kaknüs Psikoloji, sayfa 331.


İdris EREN | 03 Kasım 2014 | http://insanvehayat.com/bir-odul-stratejisi-yazisi/