Gönderen Konu: Tesavvuf yolcusuna lâzım olan edebler  (Okunma sayısı 6386 defa)

0 Üye ve 2 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı sıddık-birgüvi

  • araştırmacı
  • ***
  • İleti: 282
Tesavvuf yolcusuna lâzım olan edebler
« : 25 Şubat 2006, 02:02:24 »

İKİYÜZDOKSANİKİNCİ MEKTÛB
Bu mektûb, Abdülhamîd-i Bingâlîye yazılmışdır.
Tesavvuf yolcusuna lâzım olan edebler ve onların birkaç şübhelerinin giderilmesi bildirilmekdedir:

Bismillâhirrahmânirrahîm.
Peygamberinin edebleri ile bizleri edeblendiren ve Muhammed Mustafânın (s.a.v) ahlâkına kavuşduran Allahımıza hamd olsun!


Bu yolun sâlikleri ikiye ayrılır: Yâ mürîd olurlar, yâhud murâd olurlar. Murâd olanlara müjdeler olsun! Cezb ve muhabbet yolundan, bunları durmadan çekerler. Aradıklarına ulaşdırırlar. Lâzım olan her edebi, pîr yardımı ile veyâ arada pîr olmadan, bunlara öğretirler. Yanıldıkları zemân, haber verirler. Ondan dolayı birşey yapmazlar. Eğer rehbere ihtiyâcı olursa, kendisi aramadan, uğraşmadan ona kavuşdururlar. Kısaca, Allahü teâlânın sonsuz olan ihsânı, onun her zemân imdâdına yetişir. Sebeb yaratarak veyâ sebebsiz olarak, işini görürler. Şûrâ sûresi 13.âyetinde meâlen, (Allahü teâlâ, dilediğini seçerek kendine kavuşdurur) buyuruldu.


Tâlib olanların, arada vâsıta olmadan kavuşmaları çok güçdür. Cezbe ve sülûk nimetlerine kavuşmuş olan, Fenâ ve Bekâ ile şereflenmiş olan, (Seyr-i ilAllah) ve (Seyr-i fillah) ve (Seyr-i anillah-i billah) ve (Seyr-i-fil-eşyâ'i billah) yollarını geçmiş olan bir vâsıtanın yardımı lâzımdır. Bunun cezbesi, sülûkünden önce olmuş ise ve murâdlardan olarak yetişdirilmiş ise, bulunmaz bir nimetdir. Onun sözleri, ölmüş kalbleri diriltmek için devâdır. Bakışları şifâdır. Taş kesilmiş kalbler, onun muhabbetine kavuşmakla yumuşak olur. Böyle devletli bir rehber ele geçmezse, meczûb olan sâlik de, büyük bir nimetdir. Bu da tâlibleri yetişdirebilir. Onun yardımı ile, Fenâ ve Bekâ nimetine kavuşurlar.

Fârisî beyt tercemesi:
Gökler, Arşa bakılırsa aşağıdır.
Yoksa, toprağa göre, çok yüksekdirler.

Allahü teâlânın lutfü ve ihsânı ile, böyle olgun ve oldurabilen bir zât ele geçerse, onun şerefli vücûdünün kıymetini bilmelidir. Kendini ona tâm teslîm etmelidir. Kendi seâdetini onun rızâsına kavuşmakda aramalıdır. Onun râzı olmadığı şeyleri, kendi için felâket bilmelidir. Kısaca, bütün istekleri, onun rızâsına kavuşmak olmalıdır. Peygamberimiz (s.a.v), (Bir kimsenin bütün istekleri, benim getirdiğim şeyler olmadıkça, îmân etmiş olmaz) buyurdu.


Sohbetin edeblerine uymak ve şartlarını gözetmek, bu yolda herhâlde lâzımdır. Feyz yolu, ancak bununla açılır. Bunlar gözetilmezse, hiçbirşey elde edilemez. Ondan fâide elde edilemez. Çok lâzım olan edeblerden ve şartlardan birkaçını bildiriyorum. Cân kulağı ile dinleyiniz:


Tâlib, gönülden, herşeyi çıkarıp, bütün varlığı ile pîrine bağlanmalıdır. Onun yanında, ondan izn almadan, nâfile ibâdet ve zikr yapmamalıdır. Onun yanında iken, ondan başka hiçbirşeye bakmamalıdır. Bütün gücü ile, ona bağlanıp oturmalıdır. O emr etmedikce, zikr bile yapmamalıdır. Onun yanında farz ve sünnet nemâzlardan başka nemâz kılmamalıdır. Bir sultânın vezîri, sultânın yanında iken, kendi elbisesine bakar. Eli ile kuşağını düzeltir. O anda, sultân ona bakıyordu. Kendinden başkası ile olduğunu görünce, onu azarlıyarak, benim vezîrim olasın da, benim karşımda, elbisenin kuşağı ile oynıyasın. Buna dayanamam diyerek onu azarlar. Düşünmelidir ki, bu alçak dünyânın işleri için, ince edeblere dikkat edilince, Allaha kavuşduran işlerde edebleri tâm ve olgun olarak gözetmek ne kadar çok lâzım olacağı anlaşılır. Kendi gölgesi, onun elbisesine veyâ gölgesine düşmiyecek bir yerde durmağa veyâ oturmağa dikkat etmelidir. Onun nemâz kıldığı yere hiçbir zemân basmamalıdır. Onun abdest aldığı yerde abdest almamalıdır. Onun kullandığı kabları kullanmamalıdır. Onun yanında, birşey yimemeli, içmemeli ve kimse ile konuşmamalıdır. Hiç kimseye, hiçbir yere bakmamalıdır. O yok iken, onun bulunduğu yere doğru ayak uzatmamalıdır. O yere doğru tükürmemelidir. Onun her yapdığını, her söylediğini, yanlış görünse bile, doğru ve iyi bilmelidir. O herşeyi ilhâm ile ve izn ile yapar. Bunun için, hiçbir işine, birşey söylenemez. İlhâmında hatâ olsa bile, ilhâmda yanılmak, ictihâdda yanılmak gibidir. Ayblamak ve karşı gelmek câiz olmaz. Bu yolda vâsıta olanı seven bir kimseye, Onun her yapdığı ve her sözü sevgili gelir. Ona karşılık vermenin yeri olmaz. Her işde, yimekde, içmekde, elbise giymekde, yatmakda ve ibâdetlerde, hep ona uymalıdır. Nemâzı onun gibi kılmalıdır. Fıkhı, onun ibâdetlerini görerek öğrenmelidir.

Fârisî beyt tercemesi:
Bir güzelin yanında bulunsa kişi,
Bağ ve bostân ve güllerle olmaz işi.

Onun hiçbir işine, hiçbir sözüne, hardal dânesi kadar bile karşılık vermemelidir. Karşılık veren mahrûm kalmakdan kurtulamaz. İnsanların en aşağısı, bu büyüklerde kusûr gören kimsedir. Allahü teâlâ, bu büyük belâdan bizleri korusun! Onda bir hârika, bir kerâmet aramamalıdır. Gönlünden böyle birşey geçirmemelidir. Bir müminin, bir Peygamberden, bir mucize istediği, hiç görülmüş müdür? Kâfirler ve inanmıyanlar mucize ister.

Fârisî iki beyt tercemesi:
Mucizeden maksad, düşmanı kırmakdır.
Nebîyi sevmek demek, ona uymakdır.

Îmâna gelmez herkes, mucize ile,
Îmâna kavuşur insân muhabbetle.

Gönlünde bir şübhe hâsıl olursa, hemen bildirmelidir. Şübhesi çözülmezse, kusûru kendinde bilmelidir. Pîrde hiçbir kusûr görmemelidir. Rüyâlarını ondan saklamamalıdır. Tabîrlerini ondan beklemelidir. Kendi yapdığı tabîri de söylemeli, doğru olup olmadığını sormalıdır. Kendi keşflerine güvenmemelidir. Bu dünyâda, doğru ile yanlış karışıkdır. Haklı ile haksız bir aradadır. Sıkışmadıkça ve izn almadıkça ondan ayrılmamalıdır. Ondan ayrılıp başkasına gitmek, mürîdliğe yakışmaz. Sesini, onun sesinden yükseltmemelidir. Onunla yüksek sesle konuşmak, edebsizlik olur. Kendine gelen her feyzi, her keşfi, ondan bilmelidir. Rüyâda, başka şeyhlerden feyz geldiğini görürse, onları da, kendi şeyhinden bilmelidir. Bütün üstünlüklerin ve feyzlerin onda bulunduğunu, kendisine uygun olan feyzi, bu feyze uygun olan bir zât şeklinde olarak Ondan geldiğini ve onun latîfelerinden, o feyze uygun bir latîfenin, o zât şeklinde göründüğünü bilmelidir. Kendisi yanılarak, Onun latîfesini, başka zât sanmış, feyzi ondan geliyor bilmişdir. Bu büyük bir yanılmakdır. Hak teâlâ yanılmakdan korusun! İnsanların en üstünü hürmetine, seâdete vâsıta olan zâta inancı ve sevgiyi doğru eylesin (aleyhi ve alâ âlihissalevâtü vetteslîmât). Kısacası, (Tesavvuf başdan başa edebdir), ata sözü olmuşdur. Edebi gözetmiyen bir kimse, Allahü teâlâya kavuşamaz. Edeblerden birkaçını yapamadığı için üzülürse ve edebleri yerine getiremezse ve uğraşdığı hâlde başaramazsa, afv olunur. Fekat, kusûrunu bildirmesi lâzımdır. Eğer Allah korusun, edebleri gözetmez ve bundan dolayı üzülmezse, bu büyüklerin fâidesine ve bereketine kavuşamaz.

Fârisî beyt tercemesi:
Seâdet yazılmamışsa bir kimseye,
Fâidelenmez Peygamberi görse de.

Çevrimdışı seval_1985

  • aktif okur
  • **
  • İleti: 169
Tesavvuf yolcusuna lâzım olan edebler
« Yanıtla #1 : 09 Mayıs 2006, 16:44:27 »
kimseyi hor görme
Rivâyet edilir ki:
   Birgün Îsâ -aleyhisselâm-, İsrailoğullarından sâlîh zannedilen bir kimse ile şehir dışına çıkmıştı. Halk arasında fâsıklıkla meşhûr günahkâr bir adam da büyük bir eziklikle peşlerine takılmıştı. İstirahat için mola verildiğinde bu günahkâr kul, samîmî bir nedâmet ve utanç hâli içinde, gönlü kırık olarak onlardan ayrı bir yere oturdu ve merhametlilerin en merhametlisi olan Hak Teâlâ'nın yüce affına sığınarak:
   "- Rabbim! Şu yüce peygamberinin hürmetine beni affet!" diye duâ eyledi.
   Salih zannedilen kişi ise, onu fark edince küçümsedi, hakîr gördü ve ellerini semâya kaldırıp:
   "Allâh'ım! Yarın kıyâmet günü beni bu adamla birlikte haşreyleme!" diye ilticâda bulundu.
   Bunun üzerine Cenâb-ı Hak Îsâ -aleyhisselâm-'a şöyle vahyetti:
   "Yâ Îsâ, kullarıma söyle; ikisinin de duâsını kabul ettim. Boynu bükük mücrim kulumu affedip kendisini cennetlik kıldım. Halkın sâlih zannettiği kişiye gelince, onu da, benim affettiğim kulumla beraber olmak istemediği için cennetliklerden kılmadım."
   KISSADAN HİSSE:
   İlâhî lânet ve gazaba uğrayanların dışında her ne sebeple olursa olsun Allâh'ın kullarını istihkar (hor görmek), kalbin bir cinâyetidir. Bu cinâyeti işleyenlerse, ilâhî muhabbetten uzak, taş kesilmiş nasipsiz kalblerdir. Esasen bir kimse, başkasını küçümseyip hor görmekle onu alçaltmaktan ziyâde, kendini alçaltıp perîşân etmiş olur. Nitekim Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- buyurur:

بِحَسْبِ امْرِئٍ مِنَ الشَّرِّ اَنْ يَحْقِرَ اَخَاهُ الْمُسْلِمَ

   "Birinin, din kardeşini hor ve hakîr görmesi, ona günah olarak yeter." (Müslim, Birr, 32)
   Şâir ne güzel söyler:
      Harâbât ehline hor bakma zâhid,
      Defîneye mâlik vîrâneler var!
mandanihsanatasavvuf

Çevrimdışı seval_1985

  • aktif okur
  • **
  • İleti: 169
Tesavvuf yolcusuna lâzım olan edebler
« Yanıtla #2 : 09 Mayıs 2006, 16:45:52 »
1. BENİ HOR görme kardaşım
Sen altınsın ben tunc muyum

2. Aynı vardan var olmuşuz
Sen gümüşsün ben sac mıyım

3. Ne varısa sende bende
Aynı varlık her bedende

4. Yarın mezere girende
Sen toksun da ben ac mıyım

5. Kimi molla kimi derviş
Allah bize neler vermiş

6. Kimi arı çiçek dermiş
Sen balsın da ben çec miyim

7. Topraktandır cümle beden
Nefsini öldür ölmeden

8. Böyle emretmiş yaradan
Sen kalemsin ben uc muyum

9. Tabiyetten ölsek aşık
Topraktan olduk kardaşık

10. Aynı yolcuyuz yoldaşık
Sen yolcusun ben bac mıyım

Çevrimdışı seval_1985

  • aktif okur
  • **
  • İleti: 169
Tesavvuf yolcusuna lâzım olan edebler
« Yanıtla #3 : 09 Mayıs 2006, 16:47:57 »
kimseyi ayıplama

   Hamdun Kassar -kuddise sirruh- buyurur:
   "Düşe kalka giden bir sarhoş gördüğünde dikkatli ol, sakın onu kınama! İhtimâl ki, sen de aynı belâ ile müptelâ olabilirsin!"
   SÖZÜN ÖZÜ:
   Tasavvufî anlayışta; irşadda merhamet ve şefkat vardır; ayıplamak, hor görmek ve muhâtabı rencide etmek yoktur. Zîrâ Cenâb-ı Hak kulunun, kudretinden bir sır olduğunu beyân buyurmaktadır. Bu sebeple günâhkâra bakış tarzı olarak, çamura düşmüş bir cevheri zâil olmaktan kurtarma düşüncesi asıldır... Hor görmek ise, zâyi olan cevheri ikinci kez zâyî etmektir! Bu bakımdan Cenâb-ı Hak kulların bu hatâya düşmemeleri için âyet-i kerîmede:
   "Ey müminler! Bir topluluk, diğer bir toplulukla alay etmesin; olur ki (onlar) kendilerinden daha hayırlı olabilirler! Birtakım kadınlar da (başka) kadınlarla (alay etmesinler!). Belki (onlar da) kendilerinden daha hayırlıdırlar..." (el-Hucurât, 11) buyurmuş ve kulların günâhlarını mîzân etmeyi kendine münhasır kılarak insanlara bu dâirenin içine girmelerini yasaklamıştır.
   Diğer taraftan başkalarını ayıplayıp duran ve hor hakîr görenlerin de aynı cürüm ve hatâ çukuruna düştükleri çoğu zaman müşâhede edilmiş ve bu durum:
   "Gülme komşuna gelir başına!" şeklinde bir darb-ı mesel hâline gelmiştir.

Çevrimdışı seval_1985

  • aktif okur
  • **
  • İleti: 169
Tesavvuf yolcusuna lâzım olan edebler
« Yanıtla #4 : 09 Mayıs 2006, 16:50:34 »
ey oğul
Ey oğul! Sana takvâ gerek. Bu sebeple takvânın îcablarını îfâya gayret et ki, kalbin iç düşmanlıklardan ve çirkin huylardan kurtulsun. Hayırla istikâmetlensin.
   Ey oğul! Dünyâlık toplarken, gece odun toplayan fakat eline ne geldiğini bilmeyen kişi gibi olma. Eline geçen dünyâlığın helâl mi haram mı, meşrû mu yoksa gayr-i meşrû mu olduğuna dikkat et. Bütün fiillerinde tevhîd ve takvâ güneşi ile berâber ol.
   Ey oğul! Kur'ân ile amel etmek, seni Kur'ân'ın mevkîine yükseltir; oraya oturtur. Sünnet ile amel etmek ise, seni Allâh'ın Rasûlü'ne yaklaştırır. Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'in kalbî ve mânevî himmetiyle, Allâh dostlarının kalbleri çevresinden bir an dahî ayrılmazsın. Allâh dostlarının kalblerini güzelleştiren odur.
   Ey oğul! Haram yemek kalbini öldürür. Helâl yemek ise ihyâ eder. Lokma vardır seni dünya ile; lokma vardır seni âhiretle meşgul eder. Yine lokma vardır, seni dünyâ ve âhiretin Yaratanı'na rağbet ettirir.
   Ey oğul! Nefsinle cihâd husûsunda sana yardım edenle arkadaş ol. Onun sohbetlerinde bulun. Nefsinin azmasına yardım edenle arkadaş olma. Önce kendi nefsinle meşgûl ol, kendi nefsine faydalı ol ve kendi nefsini düzelt. Sonra başkalarıyla meşgul ol. Başkalarını aydınlattığı hâlde kendini eritip bitiren mum gibi olma. Ey Allâh yolunda güzel ameller işlemek isteyen kişi! İhlâslı ol! Aksi hâlde, boşuna yorulmuş olursun.
   İnsanları irşâd etmek, lafla değil, gönülden hâlis bir inanış ve iştiyâkla gerçekleşir. Yine bütün bunlar; halvet, ibâdet, zikir, riyâzât ve murâkabe ile alınacak netîcelerdir. Yoksa, şekilcilikten ve zâhirî gösterişten öteye geçmeyen ve rûha asla işlemeyen birtakım davranışlarla elde edilecek netîceler değildir. Bu sebeple, Allâh yolunun yolcusunun dili ile kalbi, içi ile dışı, sözü ile özü bir olmalı ve aynı şeyi terennüm etmelidir.
Abdülkâdir Geylânî -kuddise sirruh- (d. 1077, v. 1166)

Çevrimdışı Ahi

  • aktif yazar
  • *****
  • İleti: 923
  • Bugün Allah (c.c) için ne yaptın?
Tesavvuf yolcusuna lâzım olan edebler
« Yanıtla #5 : 10 Mayıs 2006, 18:03:15 »
Bayzzambak hocam Allah (c.c) razı olsun elinize sağlık.
Herhangi bir insan vaktini nasıl geçireceğini, üstün bir insan ise vaktini nasıl tasarruf edeceğini düşünür. – Schopenhaver

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Ynt: Tesavvuf yolcusuna lâzım olan edebler
« Yanıtla #6 : 08 Nisan 2011, 00:38:53 »
Namazda kalbini koru,

Yemekte boğazını koru,

İnsanlar içinde dilini koru,

Başkasının evinde gözünü koru,

Allahı ve ölümü hiç unutma,

Yaptığın iyilikleri ve sana yapılan kötülükleri hiç hatırlama.

*   *   *   *   *

Âlimlerle ve ilim meclislerinde bulun; onlardan ayrılmamaya çalış,

Ekmeğini muttakilere ve iyilere yedir,

İşini de bilginlere danışarak yap.


Lokmani Hekim

Çevrimdışı ihvan

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 2399
Ynt: Tesavvuf yolcusuna lâzım olan edebler
« Yanıtla #7 : 10 Nisan 2011, 20:01:15 »
emeğinize sağlık............huda razı olsun