Gönderen Konu: Ilımlı İslam ve ABD  (Okunma sayısı 2316 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı efsanef

  • araştırmacı
  • ***
  • İleti: 283
Ilımlı İslam ve ABD
« : 13 Ağustos 2012, 23:21:44 »

Ilımlı İslam ve ABD
Diyanet İşleri Başkanı geçtiğimiz günlerde ABD’ye, zihinlerde birçok soru işareti bırakan bir ziyaret gerçekleştirdi. Ziyaretin açık gündeminde “Ilımlı İslam” vardı. Utah Üniversitesi Ortadoğu Araştırmalar Merkezi’nde bu konuda bir sempozyum düzenlenmiş, Sayın Bardakoğlu da orada bir konuşma yapmıştı.
Ziyaretin tek gündeminin bundan ibaret olmadığı anlaşılıyor. Çünkü daha sonra Bardakoğlu ABD’deki birtakım resmi ve yarı resmi kurum ve kuruluşların yetkilileriyle ikili görüşmelerde bulunmuştu. Bunlar arasında Ulusal Güvenlik Konseyi’nin yetkilileri de bulunuyordu.
Basında yer alan açıklamalardan anlaşılan o ki, ABD “Ilımlı İslam” projesine destek istemiş, Bardakoğlu da bu desteğe hazır olduklarını söylemişti. ABD bu desteği isterken, bunun karşılığında da “Türkiye örneği“ni İslam dünyasına pazarlamayı teklif ediyordu. Hatta ‘Başkan’ın demecine bakılırsa, bu konuda Diyanet’ten “somut projeler” bile istenmişti.
Anlaşılan o ki, Bardakoğlu ABD’lilerin bu konudaki taleplerine hiç de mesafeli yaklaşmamış. Ne mesafelisi, “Diyanet İşleri Başkanlığı olarak bu gibi önerilere hazırız” bile denmiş.
Düşünsenize bir, dünyaya dayılık etmeye kalkan iri güç kendi kendine dünyaya nizamat vermek için senaryolar yazacak ve sizi rol almaya çağıracak. Siz bu teklifin altında bir bit yeniği olup olmadığını düşünmeyeceksiniz. Bir “acaba” bile demeyeceksiniz.
Çağlayangil miydi “Büyük devletlerle iş tutmak ayıyla yatağa girmeye benzer” diyen? Irak savaşında hem dünyayı hem kendi kamuoyunu aldattığını kendisi dahi itiraf eden bir azman güçle iş tutarken, işin bu tarafı hiç akla gelmez mi?
Hakkını yemeyelim, Bardakoğlu hepten de ‘teslimiyetçi‘ değil ABD’ye karşı. Hatta bir konuda Amerikalılar’ı terslediği bile söylenebilir. Hani şu ABD’nin hazırlattığı insan hakları raporunda yer alan “Türkiye’de din özgürlüğünün bir ölçüde kısıtlandığı” tesbiti konusunda. Başkan “Dini özgürlükler anayasal çerçevede korunuyor” bile demiş.
Peki, şimdi bu oldu mu?
Elin oğlu size “Biz bir elbise diktik, adını İslam koyduk, bunu da Müslümanlar’ın tümüne zorla da olsa giydirmek istiyoruz. Sizden de terzi çırağı olmanızı, bu elbiseyi teyellemenizi, ütülemenizi istiyoruz” diyecek, siz de buna “hay hay efendim” diyeceksiniz. İş sizin de sorumluluk alanınıza giren ülkenizdeki dini özgürlükler aleyhindeki uygulamalara gelince tavana bile bakmayacak, özgürlüklerin korunduğunu söyleyeceksiniz. Neyse…
Bu işte bir yanlışlık var. Hatta, bu iş baştan ayağa yanlış.
Birincisi, projenin sahibi yanlış. Bu proje ABD’nin projesi ve ABD bir avuç kendini bilmez tarafından kötü yola düşürülmüştür. Kendi halkına hesap veremeyen bir güruhun kirli tezgahına tezgahtar olmanın âlemi var mı?
İkincisi, din açısından yanlış. Hani Türkiye laik bir devletti? Nerede kaldı laiklik? Bardakoğlu “Türkiye’deki laik demokrasinin tablodaki payını bildiklerini” ifade etmiş. Başbakanı’na iftar daveti verdi diye atmadığı kötek kalmamış bir ülke, nasıl oluyor da başkalarına belli bir din anlayışı pazarlamaya çalışıyor? Bu dini siyasete alet etmek olmuyor mu? ABD’ye laik olduğumuz burada da hatırlatılamaz mıydı? Devlet eliyle din ihraç etmenin rejim ihraç etmekten ne farkı var? Hem İslam dini, Türkiye’nin “malı” mı ki, onu istediği gibi boyayıp ona buna ihraç etmeye kalkıyor?
Üçüncüsü, Diyanet açısından yanlış. Diyanet şimdiye kadarki yanlış uygulamalarıyla bu halkın nezdinde hayli düşük olan kendi itibarını yükseltmeli. Diyanet-Sen Genel Başkanı Ahmet Yıldız bu probleme dikkat çekiyor ve “Halkın % 56′sı Diyanet’e ve resmi din görevlileri sınıfına güvenmiyor” diyordu. Diyanet kendi halkının gözünde kaybettiği itibarı ta ABD’lerde aramıyor herhalde. ABD’yle iş tutmak, Diyanet’e zaten kaybettiği itibarını hepten kaybettirir.
Dördüncüsü, “Ilımlı İslam” projesinin kendisi yanlış. Yanlış, çünkü dinin yorumlarından birini mahkum etmenin yolu, bir diğer yorumu dayatmak değildir. Bu olaya bilimsel değil, yüzeysel bakmaktır. Tabiî ki sorunu doğru teşhis edememektir. İslam’ın şiddet intac eden yorumları “dini” olmaktan daha çok başka sebeplerin eseridir ve bu ayrı bir bahistir.
İngilizler’in 19. yüzyılda Hidivler ile Vahhabiler arasındaki ikili oynama taktiğini bugün revize edilmiş haliyle ABD uygulamaktadır. Bu taktik Osmanlı’ya hiçbir şey kazandırmamış, kaybettirmiştir. Müslümanlar arasına kin ve kan (Taif katliamı gibi) girmiştir.
Netice belli: 80′li yılların “Amerikancı İslam“ının başına ne geldiyse, 2000′li yılların “Amerikan İslamı“nın başına da aynısı gelecektir. İlle de rol arıyorsak, kendi senaryomuzu yazalım. Ama önce “biz” kimiz, ona bir karar verelim. (Yenişafak, 8.3.2004)
Abant Platformuna Fukuyama gölgesi
Washigton’da düzenlenen Paul Wolfowitz, Alan Makovsky, Mark Parris, Morton Abromowitz ve Marc Grosmann gibi ABD’ye hatta dünyaya yön veren kimselerin katılımı ile Abant Platformu’nun bu yılki mesajları, Türkiye kamuoyunda geniş yankılar uyandırmaya başladı. Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı tarafından Abant Platformu adı altında her yıl düzenlenen uluslararası toplantının bu yıl ABD’nin başkenti Washington’da yapılacağının açıklanmasından bu yana, gözler Abant Platformu’nun Washington’dan vereceği mesajlara çevrilmişti. Washington’da Johns Hopkins Üniversitesi İleri Uluslararası Araştırmalar Bölümü’nde (SAIS) yapılan bu yılki Abant Platformu, tepkilere sebep oldu. “İslâm, Demokrasi ve Laiklik: Türkiye Tecrübesi” konulu toplantının “ev sahibi” olarak tanıtılan ve açış konuşmasını da yapan CIA’nın siyaset bilimci uzmanlarından Japon asıllı Amerikalı Francis Fukuyama’nın kişiliği, misyonu ve verdiği mesajlar, bu yılki platforma şimdiden damgasını vurdu.
Fukuyama, ABD’nin 11 Eylül sonrasında askeri olarak da yürürlüğe koyduğu “medeniyetler çatışması” tezinin mimarı bir başka CIA uzmanı Huntington’la birlikte “Büyük Ortadoğu Projesi”nin de mimarları arasında yer alıyor.
ABD’nin temsil ettiği “Evrensel Homojen Devlet”in “tarihin sonunu” ilan ettiği ve bundan sonra Komünizm, Faşizm ve İslâm’ın Amerikan hegemonyasına ve temsil ettiği değerlere muhalefet edemeyeceğini savunan Fukuyama, 1989’da yayımladığı “Tarihin Sonu” adlı makalesiyle bütün dünyada fırtınalar koparmıştı. Fukuyama, “Evrensel Homojen Devlet’in tek
düşmanı İslâm kaldı” şeklinde özetlenen “Tarih Yeniden Başladı mı?” adlı son makalesinde ise, şu fikirleri ileri sürüyor: “ABD ve müttefikleri tarafından üretilmiş olan Ilımlı İslâm yanlısı grupların dışındaki ‘kişi ve kitleler zor kullanılarak bertaraf edilecektir. Bunlar ezilirken, demokrasi ve laikliği benimsemiş fikirler ve gruplar desteklenecektir. ”
Fukuyama, İslâm’ın modernlik, demokrasi ve laiklikle temel problemleri olduğunu belirterek, şunları söylüyor: “Bunun asıl sebebi, radikal veya fundamentalist hareketler. Çünkü, bunlar modernliğin en temel ilkesi olan dini hoşgörüye karşıdırlar. Dini hoşgörünün kurumlaşmış şekli olan laiklikten nefret ediyorlar. Karşı karşıya olduğumuz temel çatışma, teröristlerden çok daha büyük bir grupla, yani ‘fanatik Müslümanlar’la ilgilidir” (Washington Haber Forum, 21 Nisan 2004)
Kaynak – Dinler arası dıyalog tuzagı – Mehmet Oruç