Gönderen Konu: Tıbbı Nebevî (s.a.v)  (Okunma sayısı 54368 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı c e z a

  • aktif okur
  • **
  • İleti: 158
Tıbbı Nebevî (s.a.v)
« : 15 Eylül 2006, 12:05:07 »

>Mİde vücudun havuzudur,damarlar mideye gelirler,mide sağlıklı ise damarlar sağlıklı,mide sağlıksızsa damarlar sağlıksız olarak çıkarlar.(K.Haya,Bağdadi,Kayyim,Ummal Zevaid)

>Mümin bir kimse bağırsağı doluncaya kadar yer,kafir ise yedi bağırsağı doluncaya kadar yer.(Buhari,Et'ime Müslim,Tirmizi,Mace)

>İnsanoğlu midesinden daha zararlı bir kap doldurmamıştır.İnsanoğlu belini doğultacak birkaç lokma kafidir.Mutlaka yemesi gerekiyorsa üçte birini yemeğe,üçte birini suya,üçte birini de nefes alıp vermeye bırakmalıdır.(Tirmizi,Mace Et'ime,Müsned)

>Allah a en sevgili olanınız,az yiyeniniz,vücud bakımından da hafif olanınızdır.(K. Ummal Hakayık,Gümüşhanevi)

>Peygamberlerden sonra bu ümmete arız olacak ilk bela,çok yemek ve tokluktur.Milletin karnı doyduğu zman bedenleri yağlanır,fakat buna mukabıl kalblerine zaaf arız olur,şehevi duyguları ise gemi arızaya alır.

>Efendimiz(s.a.v)Medine ahalisi için "buranın sakinleri karınları acıkmadıkça yemek yemezler.Yedikleri kadar yiyecekkken doymadan sofradan kalkarlar.Bu yüzden de hasta olmazlar".buyurmuştur.

>Mide hastalıkların evidir;perhiz ise,tedavinin (ilaçların) başıdır.Her vücuda alışık olduğu şeyleri veriniz.(el Medhal,K.Hafa)

« Son Düzenleme: 22 Ağustos 2009, 01:09:59 Gönderen: Lika »

Çevrimdışı Lika

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 3892
Tıbb-i Nebevi'den...
« Yanıtla #1 : 26 Haziran 2007, 05:09:09 »



Az Yemek (Tıbb-ı Nebevi'den)


Yemeye daha iştahı varken çekilmeye ,"Az yemek" denir.


Peygamber Efendimiz SallAllahu Aleyhi Wesellem şöyle buyurmuşlardır;


"Kişi az yediği zaman gönlü nur ile dolar."


Arapların tabibi meşhur Hâris İbni Kelede'ye  "İlaç nedir?" diye sorulduğunda "Açlık" diye cevap vermiştir.



"Hastalık nedir?" diye sorulduğunda ise "Yediği bir yemeği sindirmeden ikinci bir defa yemektir" diye cevap vermiştir.




Lokman Aleyhisselam oğluna:"Oğlum!Miden dolu iken,sakın yemek yeme!Zirâ tokken yiyeceğin şeyi köpeğe vermen,senin için onu yemekten daha iyidir." diye vasiyette bulunmuştur.



Hz.Peygamber SallAllahu Aleyhi Wesellem Efendimiz :" İnsanoğlu midesinden daha zararlı bir kap doldurmamıştır.İnsanoğluna belini doğrultacak birkaç lokma kâfidir.Mutlaka yemesi gerekirse,midesinin üçte birini yemeye,üçte birini içmeye,üçte birini de nefes alıp vermeye bırakmalıdır." buyurmuştur.
Ne içindeyim zamanın,Ne de büsbütün dışında;Yekpare geniş bir anın Parçalanmış akışında,
Rüzgarda uçan tüy bile Benim kadar hafif değil.Başım sukutu öğüten Uçsuz, bucaksız değirmen;İçim muradıma ermiş Abasız, postsuz bir derviş;
Kökü bende bir sarmaşık Olmuş dünya sezmekteyim,Mavi, masmavi bir ışık Ortasında yüzmekteyim

Çevrimdışı ay-yüzlüm

  • yazar
  • ****
  • İleti: 641
Tıbb-i Nebevi'den...
« Yanıtla #2 : 26 Haziran 2007, 11:48:24 »
Elinize sağlık faideli bir konuya  deyinmişsiniz kardeşim

Rabbim amil  olmayı nasip eylesin
« Son Düzenleme: 21 Nisan 2008, 20:40:47 Gönderen: isra »
Yürü dünya yürü bu yol dergaha gider.
Bu yol gama,kedere,acıya,aha gider.
Çıkablirsen eyer bu yokuşu zirveye,
Hüzünlenme o zaman sonu felaha gider.

Çevrimdışı Fatihan

  • Administrator
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 6994
  • Milimi milimine Ehli sünnet...
Tıbb-i Nebevi'den...
« Yanıtla #3 : 26 Haziran 2007, 13:45:07 »
Allah razı olsun kardeşim.

Çevrimdışı Lika

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 3892
Tıbbı Nebevî
« Yanıtla #4 : 29 Temmuz 2007, 04:11:57 »
Tıbbı Nebevî


Hz.Peygamber SallAllahu Aleyhi Vesellem şöyle buyurdu:SİZDEN BİRİ YAĞ SÜRÜNMEK İSTEDİĞİ ZAMAN KAŞLARINDAN BAŞLASIN. ZİRA BÖYLE YAPMAK BAŞ AĞRISINI GİDERİR, KAŞLAR ADEMOĞLUNUN VÜCUDUNDA İLK BİTEN TÜYLERDİR.



 Hz.Peygamber Allah'ın salât ve selam bir hadisinde:

"Sizden biri yağ sürünmek istediği zaman kaşlarından başlasın, zira böyle yapması, baş ağrısını giderir. Kaşlar Ademoğlunun vücudunda ilk biten tüylerdir." buyurur. (Hakim An Katade (RA) Râmuz- El Hadis)



Bu Hadis-i Şerifte, kaşlarla baş ağrısı arasında bir münasebet olduğu ifade edilirken, insan vücudunda şekillenen ilk tüylerin de kaşlar olduğu bildirilmektedir.




Peygamberimizin Tıp mucizelerinden biri olan ve ancak günümüzde ortaya konan böyle bir hakikatin, o devirde bilinebilmesi mümkün değildi. Zira böyle bir tespit için, ana rahmindeki ceninin mikroskopla ve sürekli olarak incelenmesi gerekiyordu.



Bugün Tıp Fakültelerinde okutulan ve Kürsü Profesörü Dr. Uveis Maskor'a ait olan "embriyoloji" ders kitabının 207. sayfasında, şu satırları okuyabilirsiniz:


-"Fetüste ilk tüyler, 4. embriyonal dönemde görünmeye başlar ve en erken olarak da "KAŞLAR" çıkar."
Ne içindeyim zamanın,Ne de büsbütün dışında;Yekpare geniş bir anın Parçalanmış akışında,
Rüzgarda uçan tüy bile Benim kadar hafif değil.Başım sukutu öğüten Uçsuz, bucaksız değirmen;İçim muradıma ermiş Abasız, postsuz bir derviş;
Kökü bende bir sarmaşık Olmuş dünya sezmekteyim,Mavi, masmavi bir ışık Ortasında yüzmekteyim

Çevrimiçi Miftahulkuluub

  • Administrator
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 1959
    • http://www.sadakat.net
Tıbb-i Nebevi'den...
« Yanıtla #5 : 26 Şubat 2008, 22:44:45 »
KAN ALDIRMAK: Tıbbı Nebevi ‘de kan aldırma işlemi alınan kanın bir başka hastaya verilmesi ile değil tamamen sağlık amaçlı olarak yapılmaktadır. Kan aldırma işlemine hacamat denir. Kan vücuttan çıktığında yerine plazma adı verilen bir vücut sıvısı geçecek ve kanın sulanması sağlanmış olacaktır. Akışkanlık özelliği artan kanın aynı zamanda çevredeki , beyin ve karaciğerdeki dolaşımı da düzelmiş olacaktır.


 
Kanın Alınma Şekilleri

Deri hafifçe bir neşter ile çizilir ve üzerine ağzı geniş bir cam kavanoz      (eskiden bu işlem için boynuz kullanılırmış) kapatılarak emici gücün etkisi oluşturulur ve kirli kan vücuttan çıkarılır. Bu yöntem vücudun değişik yerlerine uygulanılmakta ve hasta organa yakın yerler özellikle tercih edilmektedir. Örneğin peygamberimiz baş ağrısından dolayı alnının her iki yanından ,zehirlenmeden dolayı her iki omuz başı arasından ,topuğundaki bir incinmeden dolayı da ayağının üzerinden kan aldırmıştır.(6)

İkinci kan aldırma yöntemi ise ön kolun üst kısmından girilerek direkt damardan alınmasıdır. Genel kan dolaşımından alınan bu kan derin vücut dokularındaki kirlenmiş kanın dışarıya çıkmasını sağlamaktadır.

(6) E. Davud Tıp H. 3859. 3860, Tirmizi Tıp H. 2052, İ. Mace Tıp H. 3484. 3484

Kan Aldırmanın Faydaları

Peygamber Efendimiz (SallAllahü aleyhi ve sellem) Hadis-i Şerif'de "Mirac'dan inerken hangi Melek cemaatine rastlasam. Ey Muhammed (SallAllahü aleyhi ve sellem)! Ümmetine hacamat olmalarını emret! dediler." buyurmuştur.

Peygamber Efendimiz (SallAllahü aleyhi ve sellem) hayber'de zehirli koyun buduyla zehirlenildiği zaman, Cebrail Aleyhisselâm kendisine hemen kafasının arkasından hacamat yaptırmasını söylemiştir.

"Hacamat her hastalığa faydalıdır,uyanık olun hacamat olun."

Kafadan hacamat olmak; delilik, cüzzam, gece körlüğü, alaca, başağrısı, diş, göz, kulak gibi hastalıklara ve daha birçok hastalığa şifadır. "Kafadan hacamat olmak her hastalığın ilacıdır"Hadis-i Şerif

Hacamat 70 hastalığa şifadır. Bunlardan bazıları; Kanser, cüzzam, delilik, alaca hastalığı,kısırlık ve daha bir çok hastalık. Kanser olup ameliyat olması gereken bir kişide, hacamattan sonra kanser kütlesinin yok olduğu görülmüştür. Hacamatta kanser'den kısırlığa kadar birçok hastalığa şifa vardır.

Hacamat iki türlü amaç için olur bunlar; 1-Korunma 2-Tedavi (Tedavi amaçlı olduğu zaman,mevsim ve ayın günleri gözetilmez, ancak haftanın günleri gözetilmeye çalışılır.)

Hacamatın faydası akılla bilinebilecek bir şey değildir, nakille bilinir.

Hacamatın faydalı olduğu yaşlar, 2 yaş ile 60 yaş arasıdır.

Kadınların adet nedeniyle hacamata ihtiyacı yoktur görüşü yanlıştır. Adet şifayı gerektirmez, şifa için hacamat olmaları gerekmektedir. Efendimiz'in (SallAllahü aleyhi ve sellem) hanımları hacamat olmuşlardır. Kendilerine cin musallat olan kadınlara hacamat yapıldığı takdirde 6 ay cinler yaklaşamıyor.

Ayın 17 sinde hacamat olmanın 1 senelik şifası.

Hacamatta derinin altındaki uyuşuk kan alınıyor. Damardan kan vermekte faydalıdır ancak Efendimiz(SallAllahü aleyhi ve sellem) ve Selef bunu yapmamışlardır.

Büyük alimler 3 ayda bir hacamat olurlardı.

Hacamat 1 inden 14 üne kadar mekruh olur(faydasız).

Hacamat yapılmadan önce kiraz yenilmemelidir.(Mümkünse bir ay evvelden itibaren)

Hacamat açken yapılacak. Hacamattan evvel en az 8 saat bir şey yenmeyecek…

Ayın 17 nci günü Salı gününe denk gelirse hacamat olunabilir bu da çok faydalıdır.(Alimler yapılabileceğini uygun görmüşler)

Hacamat esnasında Ayet-el Kûrsi'nin olunması, hacamatın faydasını iki katına çıkarır.
(7 kere okunması gerektiğini söyleyenler vardır.)

Şeytanın vesveselerine karşı kalbin arkasından yapılan hacamat çok faydalıdır.

50 senelik kökleşmiş büyünün, hacamatla kaldırıldığı rivayeti vardır.

Çift uzuvlarda hacamat faydalıdır.(İki diz, iki ayak gibi…)

Kansızlık, şeker ve kan hastalıklarından birisi bulunan kişiler doktorun izniyle ve usta bir hacamatçıya en uygun yerden en fazla 1 kere hacamat olmalı…

Bir insan bünyesine, dayanıklılığına ve vücudunun kan oranının azlığına yada çokluğuna göre 1 yerinden, 8 yerine kadar aynı anda hacamat olabilir.

Bir kere hacamat olan bir kişi bir daha hacamat olması için en az 1 ay, ortalama 3 ay geçmesi gerekir.

Hacamattan sonra tuzlu, süt ürünleri ve hayvani şeyler yememeli, 1 gün önce 3 gün sonrasına kadar cimâ yapılmamalıdır.

Hacamat gününe ve şartlarına uyulmazsa şifa değil hastalığa sebep olur…

Hacamatçı işini ehli olmalı ve Hacamat yapılacak yerleri çok iyi bilmelidir.Hangi hastalık için nereden hacamat olunacağını hacamatçı bilmeyebilir. Bunu açıklayan kitaplar vardır, o kitaplara bakarak öğrenilmeli ve oralardan hacamat olunmalıdır.

Hacamat yaptırırken başta Sünneti Seniyye sonra da mesela şifasını istediğiniz hastalığa şifa yada zahiri ve Batıni hastalıklardan korunma niyetiyle yapılırsa daha iyi olur.

EN FAYDALI YERLER-En faydalı yer Kâhildir (İki kürek arasının 10 cm üstü).
-Sonra Ehdeayn (2 kulak arkası).
-Sonra kalbin arkasıdır

 En Uygun Zaman

 

MEVSİM OLARAK ZAMANI
Hacamat sıcaklar bastırdığı zaman yapılır. Sıcaklar bastırdığı zaman ilkbaharın sonu,kiraz çıktığı zaman Mayıs-Haziran aylarıdır. (Hacamat oluncaya kadar kiraz yenilmemelidir.Bir ay evvelden hacamat yapılacak zamana kadar yenilmese iyi olur.) "Sıcak şiddetlendiği zaman zaman hacamat ile yardım isteyin" Hadis-i Şerif

AYIN HANGİ GÜNLERİNDE YAPILMALI(Hacamat Hicri ayın günlerine göre yapılır)
Her ayda hacamat olabileceğin 4 gün vardır o geçti mi, diğer ay beklenecek. Hacamat gökteki ayın (HİCRİ)17-19-21-15 nci günlerinde yapılmalıdır. En faydalısı 17 nci gündür. Hacamat ayın ilk günlerinden 14'üne kadar(gökteki ayın büyüme günlerinde) faydalı değildir. 15 inden 21 ine kadar(Hicri ve tek günlerde) günlerde faydalıdır. 22 sinden 30 una kadar ay küçük olduğu için bedenler zayıf olur ve çıkan kan az olacağından faydası az olur(Bunun içindir ki ameliyatlar mümkünse ayın 14 ünden sonra yapılmalıdır.Bunun için denilmiştir ki; Kesilmesi istenen bir iş, ay küçülürken, yani 14 ünden 30 una kadar yapılmalı-Devam etmesi istenen bir iş de ay büyürken yani 1 inden 14 üne kadar yapılmalı.Mümkünse devam etmesi istenen bir işe ayın ilk çarşambası başlanmalı.-Bununla beraber ayın 1 inde ortasından ve sonunda bir işe başlama-Marifetname). Hadis-i Şeriflerde, tekli günler tavsiye edilmiştir. Bu günler içinde en çok faydalı olduğu gün ayın (Hicri)17 nci günüdür. Ondan sonra (Hicri)19, ondan sonra (Hicri)21, ondan sonra (Hicri)15 nci gündür.

HAFTANIN HANGİ GÜNLERİNDE YAPILMALI
Hacamat PAZARTESİ günü yapılmalıdır.Hakkında teşvik olup yasak olmayan tek gün pazartesidir. Haftanın üç günü hakkında hem teşvik edici, hem de yasaklayıcı Hadis-i Şerifler vardır. Eğer Pazartesi günü mümkün olmazsa, bu üç günde hacamat olunabilir. Bu günler; PAZAR, SALI, PERŞEMBE (Salı günü ayın, hicri 17'nci gününe gelirse hacamat için çok uygundur.)

HANGİ GÜNLERDE YAPILMAMALI
Haftanın üç günü hakkında teşvik olmayıp sadece yasaklayıcı Hadis-i Şerifler vardır. Bu üç günde yasak günlerdir; ÇARŞAMBA, CUMA, CUMARTESİ (Bu günlerde ameliyat, mümkünse yapılmamalıdır.) BU GÜNLERDE KESİNLİKLE HACAMAT OLMAMALIDIR. Hadis-i Şerif'te "Kim Çarşamba veya Cumartesi günü hacamat olurda bedeninde alaca hastalığı görürse, sadece kendini kınasın.","Cuma günü bir saat vardır, kim o saatte hacamat olursa mutlaka ölür.", "Cuma, Cumartesi, Pazar günleri hacamat olmaktan kaçının."

ŞÜPHELİ GÜNLER
Haftanın üç günü ise hem yasaklanmış, hem teşvik edilmiştir. Bunlar; PAZAR, SALI, PERŞEMBE günleridir. Eğer Pazartesi(Pazartesi en faydalı gündür) hacamat olmak mümkün olmaz ise bu günlerde olunabilir. Hadis-i Şerifler;"Kim Perşembe günü Hacamat olurda o gün hastalanırsa,o hastalıkta ölür.", "Salı günü kan günüdür,o günde bir saat vardır ki o saatte kanama kesilmez."

GÜNÜN HANGİ SAATİNDE YAPILMALI
En faydalısı güneş doğduktan 1 saat geçtikten sonraki 2 saattir(bu 2 saatten sonrada öğlen kerahet vaktine kadarda hacamat yapılabilir), bu mümkün olmazsa öğlen ikindi arası.

Bazı bilim adamlarına göre Ay ‘ın çekim kuvveti sadece med ve cezir (gel-git) hadisesi ile sulara değil ; aynı zamanda insanlara , hayvanlara , meyvelere ,ağaçlara topraklara , hatta madenlere dahi tesir etmektedir. “‘Güneşin tesiri harareti ile , ayın tesiri ise rutubeti iledir.” (13)

(11) K. Ummal 10/28126 (Benzar ve E. Nuaym’dan naklen)
(12) İ. Sina Kanun 1/212
(13) Ali Rıza Karabulut Tıbb-ı Nebevi sh. 377

Ayın ilk yarısında vücutta kan miktarı artmaktadır. Kan miktarının artmış olduğu bu dönemde insanlar kendilerini güçlü ve sağlıkl ı hissederler. İkinci yarısında ise kan miktarı azalır. Bu dönemde ise zayıflık hisseden insanların ağrıları artar. Daha geç iyileşirler. Kan dolaşımları ve bağışıklık sistemleri zayıflamıştır.
“ Ayın ilk yarısında (Dolunay halinde ) hararetle , rutubetin artmasından dolayı , damarlardaki kan çoğalır. Ayrıca dolaşımdaki kanın hızında da artma meydana gelir. Cinsel istekte kuvvetlenme olur. Yapılan araştırmalara göre bu dönemde ayın 11-21. günlerinde işlenen suçlar ve cinayetlerde belirgin artışlar olduğu tespit edilmiştir. Bu günlerde ayın cazibesi vücuttaki kanın hareketlenmesine ve vücudun dinç olmasına tesir ettiğinden dolayı kişiyi suç işlemeye müsait bir hale getirdiği gibi , sinir sistemine de tesir etmektedir “.(14)

Eğer insan vücudundaki kan hücreleri yanyana dizilecek olsaydı, 96.500 km'lik bir şerit oluşturacaklardı, yani dünyanın çevresini 2 kez dolaşmaya yeterli bir uzunlukta olacaklardı.

Minik bir kan damlasının %50'sinde, 5 milyon alyuvar, 10 bin akyuvar ve 250 bin trombosit vardır. Diğer yarısını ise plazma teşkil eder.

Bir akyuvarın kalbinizden başınıza gidip gelmesi yaklaşık 10 sn, ayak baş parmağınıza gidip gelmesi ise yaklaşık 1 dakika sürer. Bir gün içinde bu akyuvar vücutta binden fazla tur yapar.

Akyuvarlak saniyede 1.2 milyon tane olmak üzere kemik iliğinde yaratılır. Bir ömür boyunca buralarda yaklaşık yarım ton akyuvar yaratılır.

Eskiden beri hacamatın her türlü rahatsızlığa iyi geldiği düşünülmektedir. Frederick, savaşlarda sinirlerini yumuşatmak için hacamat yaptırırdı. XIII. Louis ise 6 ay içinde 47 hacamat yaptırmıştı.

"Ölüm hariç her hastalığın ilacı vardır"

Peygamber efendimiz kendisi ilaç kullanır, Eshabına da , "Ey Allahın kulları! İlac kullanın!" buyururdu. Bir kere de, "Her hastalığın ilacı vardır. Yalnız ölüme çare yoktur" buyurdu. İlac, kaza ve kaderi değişdirir mi dediklerinde, "Kaza ve kader, insana ilacı kullandırır" buyurdu. Bir defasında da, "Bütün Meleklerden işittim ki, ümmetine söyle, hacamat yaptırsınlar. Yani kan aldırsınlar dediler" buyurdu.

İlac üç türlüdür: Birinci kısm ilacların tesiri, faydası katidir, meydandadır. Ekmeğin açlığı, suyun susuzluğu gidermesi böyledir. Ölmiyecek kadar ve namazı ayakda kılabilecek kadar yemek, içmek farzdır. Bu kadar yememek büyük günahdır. Faydası kat'i olan ilacları kullanmak farz olmaktadır. Tesiri kati olan sebeblere yapışmanın vacib bunları kullanmayıp zarar görmek günahtır. Tesiri muhakkak olan bu gibi ilacları kullanmamak tevekkül değil, ahmaklıktır ve haramtır.

İkinci kısm ilacların tesiri kati olmadığı gibi, zan ile de değildir. Fayda ihtimali vardır. Fen yolu ile tecribe edilmemiş maddeler ve Kur'an-ı kerimden olmayan, manasız yazılar kullanmak ve ateşle dağlamak ve uğurlu sanarak kullanılan şeyler böyledir. Tevekkül etmek için, bunları kullanmamak lazımdır. Peygamber efendimiz, bunları kullanmak, sebeblere fazla düşkün olmak alametidir, buyurdu.

Üçüncü kısm ilaclar, birinci ve ikinci kısm arasında olanlardır. Bunların faydaları hadisle sabittir,  Damardan kan alma, deriden hacamat yapmak, müshil almak,Bazan bunları kullanmamak daha iyi olur. Peygamberimiz, "Arabi ayın onyedinci veya ondokuzuncu veya yirmibirinci günleri hacamat olunuz ki, kan artarsa (ya'ni tansiyon yükselirse), ölüme sebeb olur" buyurdu. Bir defasında da "Allahü teâlânın ölüme sebeb yapdığı hastalıklardan birisi, kanın artmasıdır" buyurdu.

Peygamberimiz, Sa'd bin Mu'az için, fasd yani damardan kan aldırmasını emir buyurmuştu. Hazret-i Alinin mubarek gözü ağrıdığı zaman da, taze hurma yememesini, pancar yaprağı, yoğurt ve pişmiş arpa yimesini söyledi. Peygamberimiz, her gece sürme sürerdi. Her ay hacamat olurdu. Vahy geldiği zaman, mubarek başı ağrırdı. Mubarek başına kına bağlardı. Bir yeri yara olsa, oraya kına kordu. Birşey bulunmadığı zeman, temiz toprak tozu ekerdi. Daha nice ilac kullanmıştır.
 

Allah (Celle Celalühu) buyuruyor ki:

-"Şanım hakkı için muhakkak ki size Rasülullah'da pek güzel bir örnek vardır. Allah'a ve son güne ümit besler olup da Allah'ı çok zikreden kimseler için." (1) "...Allah ve Rasülü'ne itaat edin...(2)

İbnu Abbas (RadıyAllahu Anh) anlatıyor:

"Resülullah (SallAllahu Aleyhi ve Sellem) bizzat kendisi hacamat yaptırmış ve başından kan aldırıp bu işi yapana da ücretini ödemiştir.(3) İbnu Abbas der ki: "Resülullah (SallAllahu Aleyhi ve Sellem) Mi'raç gecesinde, meleklerden mürekkep bir cemaate her uğrayışında; "Hacamat olmaya devam et! Ümmetine de hacamat olmalarını emret!" derlerdi.(4) Bütün bunlardan sonra şunu söyleyebiliriz ki; Kan aldırmak, Hacamat, hem sünneti seniye açısından ibadet, hem de sağlık açısından gerekli bir iştir.

Hacamat "hacamat bıçağı" veya "hacamat zembereği" denilen bir aletle tatbik edilir. Hacamat bıçağı, tarak biçiminde, vücutta bir sıra çizik meydana getiren bir alettir. Bir yüzünde birçok yarık bulunan bakır bir kutu içinde tetikli bir zembereğe bağlı olan bıçaklar, düğmesi basılınca zembereğin boşalmasıyla yarıklardan dışarı fırlar ve vücutta çizikler meydana getirir. Bardak vb. bir şeyle çizikler üzerinden kan çekilir. Bir cins sülük de bu iş için kullanılmaktadır. Sülük vücudun ağrıyan bölgelerine konularak kanı emmesi sağlanır.

Hadisler

Ameller niyetlere göre değer kazanır. Sünnete uymak niyetiyle ve bize emanet olan vücudumuzun sağlığına kavuşması için yaptırdığımız hacamat bir ibadet değeri taşır. Çünkü ibadetlerimizi ve diğer görevlerimizi ancak sağlıklı bir bedenle tam olarak yerine getirebiliriz.

Peygamberimiz (s.a.s)'in yaptığı ve yapılmasını tavsiye ettiği işlerin şüphesiz bir anlamı ve hikmeti vardır. Onun hayatı bizim için örnektir: "Andolsun Allah'ın Resulu'nde sizin için Allah'ı ve ahireti arzu eden ve Allah'ı çok anan kimseler için (uyulacak) en güzel bir örnek vardır" (el-Ahzâb, 33/21).

Mirac gecesinde yanından geçtiği bir melek grubunun Peygamberimize: "ümmetine hacamatı emret!" diye söylediğini Abdullah b. Abbâs (r.a) rivayet etmektedir (Ali Nâsıf, et-Tâc, III, 203).

Hz. Peygamber (s.a.s) bizzat kendisi Ebû Taybe adında bir Haccâm'a hacamat yaptırmış ve başından kan aldırıp haccâma ücretini ödemiş ve şöyle buyurmuştur: "Kan aldırma yollarının en güzeli hacamattır. (yahut hacamat sizin en iyi tedavi yollarınızdır)"(Buhâri, Tıb 13; Müslim, Musakat 62, 63; Ebû Dâvûd Nikâh 26, Tıb 3).

Hz. Peygamber (s.a.s) ihramlı iken hacamat yaptırmıştır (Buhârî, Savm, 22; Müslim, Hac 87, 88; Ebû Dâvûd Menâsik 35). İhramlı iken saç kestirmemek şartıyla hacamatın caiz olduğu hususunda âlimler arasında görüş birliği vardır. Aynı şekilde Hz. Peygamber (s.a.s) oruçlu iken de hacamat yaptırmıştır. Yani kan aldırmıştır (Buhârî, Tıb II; Ebû Davûd, Siyâm 29).

Ebu Kesbe el-Enmari radiyAllahu anh anlatiyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam basindan ve iki omuzu arasindan hacamat olur ve:

"Kim bu kandan akitirsa, herhangi bir hastalik için, bir baska ilacla tedavi olmasa da zarar gormez!" buyururdu."

Ebu Davud, Tibb 4, (3859); Ibnu Mace, Tibb 21, (3484).

Nâfi (r.a)'den rivayet edildiğine göre İbn Ömer (r.a) (Kendisine): Nâfi, kan (fazlalaşmak suretiyle) beni yedi. Bunun için sen bana bir hacamatçı getir ve genç bir hacamatçı seç. Ne yaşlı ne de çocuk hacamatçı seçme demiştir.

Nâfi der ki; İbn Ömer (r.a) şöyle dedi: Ben, Resulullah (s.a.s)'den şu buyruğu işittim: "Hacamat olmak aç karnına daha faydalıdır. Hacamat olmak aklı ve hıfzetme (ezberleme) gücünü arttırır. Hâfız olanın da hıfzetmek kabiliyetini kuvvetlendirir. Artık kim hacamat olmak isterse Allah'ın ismini anarak perşembe günü hacamat olsun " (İbn Mâce, Kitâbu't-Tıb, 22).

İbn Hacer Buhârî şerhindeki Hacamat bölümünde özetle şu bilgiyi verir: Buhârı, Sahîhinde "Hangi saat hacamat olur" başlığı altında bir bâb açmış ve burada Ebû Mûsa'nın geceleyin hacamat olduğuna dair bir eseri ile Hz. Peygamber (s.a.s)'in oruçlu iken hacamat olduğuna dair İbn Abbâs (r.a)'ın bir hadîsini rivayet etmiştir.

İbn Hacer bununla ilgili olarak şöyle der: Hacamat olmak için uygun vakitler hakkında birkaç hadis vârid olmuş ise de hiçbiri Buhârî'nin sözkonusu ettiği şarta uygun değildi. Bana öyle geliyor ki: Buhârî hacamat işinin ihtiyaç olduğu zaman yapılabileceğine ve bunun belirli bir vakte bağlı olmadığına işaret etmek istemiştir. Çünkü hacamat işinin geceleyin yapıldığını ve Hz. Peygamber (s.a.s)'in oruçlu iken hacamat olduğuna dair hadîsi rivayet etmiştir.


Hz. Enes radiyAllahu anh anlatiyor: Resulullah aleyhissalatu vesselam, boynunun iki tarafindaki damarlari ile iki omuzun arasindaki damardan hacamat olurdu."

Ebu Davud, Tibb 4, (3860); Tirmizi, Tibb 12, (2052); Ibnu Mace, Tibb 21, (3483).

Hz. Ali radiyAllahu anh anlatiyor: "(Bir gun) Cebrail Resulullah aleyhissalatu vesselam'a, Ahdaayn (boynun iki tarafindaki damar) hizasindan ve kahilden (iki omuzun arasi) hacamat olma emrini getirdi."


Tirmizi su ziyadede bulunur: "(Resulullah aleyhissalatu vesselam) ayin onyedisinde, ondokuzunda ve yirmi birinde hacamat olurdu."

Tirmizi, Tibb 12, (2052).

Hz. Enes radiyAllahu anh anlatiyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim hacamat olmak isterse, ayin 17 veya 19 veya 2l'ini arasin. Sakin, kan fazlalasmak suretiyle birinize galebe calip onu oldurmesin."

Diger 'hacamat' kan verme Hadis'leri;

 Sahiheyn'de gelen bir rivayette şöyle denir: "Resulullah aleyhissalatu vesselam hacamat olur, kimseye ucretinde zulmetmezdi."

Buhari, Icare 18; Muslim, Selam 77, (1577).
 

Ibnu Abbas radiyAllahu anhuma anlatiyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Haccm ne iyi kuldur; (fazla) kani giderir, beli hafifletir, gozu parlatir."

Ibnu Abbas der ki: "Resulullah aleyhissalatu vesselam Mirac gecesinde, meleklerden murekkeb bir cemaate her ugrayisinda: "Hacamat olmaya devam et! Ummetine de hacamat olmalarini emret!" derlerdi."

Tirmizi, Tibb 12, (2054).

Ebu Bekre radiyAllahu anh'tan anlatildigina gore, bu muhterem sahabi, ailesini sali gunu hacamat olmaktan men ederdi. Derdi ki: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Sali gunu kan gunudur. O gunde bir saat vardir, kan durmaz."

Ebu Davud, Tibb 5, (3862).

Hz. Enes radiyAllahu anh anlatýyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Mirac sirasinda yanlarindan gectigim her cemaat bana mutlaka "Ey Muhammed! Ummetine hacamat olmalarini emret!" demistir."

 Hz. Cabir radiyAllahu anh anlatýyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam (bir keresinde) atindan bir hurma kutugu uzerine dusmus ve ayagi cikmisti."

Ravi Veki' der ki: "Yani Resulullah aleyhissalatu vesselam, bir incinmeden dolayi ayaginin ustunden hacamat ettirmistir."

''İbn-i Abbas , Peygamber efendimizin şöyle dediğini nak leder:''Kan alan kişi ne iyidir.Kan almak fazla kanı dışarı atıyor , Sulvün yükünü hafifletiyor ve gözleri kuvvetlendiriyor.''

Ibnu Omer radiyAllahu anhuma (azadlisina): "Ey Nafi bana kan galebe caldi, benim icin bir haccam getir, getirecegin haccam genc olsun, yasli veya cocuk olmasin" dedi. Devamla Ibnu Omer dedi ki: "Ben Resulullah aleyhissalatu vesselam'in: "Ac karnina hacamat olma idealdir, (onda sifa ve bereket vardir) akli artirir. Hafizayi guclendirir. Hafiz olmak isteyenlerin hifzetme kabiliyetini artirir. Hacamat olmak isteyen Allah'in adiyla persembe gunu hacamat olsun. Cuma, cumartesi, pazar gunlerinde hacamat olmaktan kacinin. Pazartesi ve Sali gunu de hacamat olunuz. Carsamba gunu hacamat olmaktan kacinin: Cunku o, Eyyub aleyhisselam'in belaya dustugu gundur. Cuzzam ve alaca hastaligi da sadece carsamba gunu veya carsamba gecesi zuhur eder" dedigini isittim."

 

Peygamber Efendimiz (S.A.V.) 14 asır önceden ümmetine hacamatı (kan aldırmayı) tavsiye ediyor ve bunun çeşitli hastalıklara faydalı olduğunu şu şekilde bildiriyor:

“Hacamat, bütün hastalıklara şifâdır. Aman hacamat olun.”

“Tedavi olduğunuz şeylerin en hayırlısı hacamattır.”

“Tedavi olduğunuz şeyler arasında, şunlarda şifâ vardır: Hacamat, bal şerbeti ve dağlama. Lâkin ben dağlamayı sevmem.”

“Aç karnına hacamat daha iyidir. Bunda şifâ ve bereket vardır. Akıl ve hafızayı ziyade eder.”

“Baştan hacamat olmak, eğer sahibi niyet ederse, yedi derde şifâdır: cinnet, baş ağrısı, cüzzam, baras, uyuklama, diş ağrısı, baş dönmesi.”

“Sıcağın şiddetinden, hacamatla korununuz. Zira sıcakta kan yoğunlaşır da adamı hasta eder, hattâ öldürür.” (Râmûz el-Hadîs’ten)

Son hadîs-i şerifte, sıcakta kanın yoğunlaşacağı bildirilmiştir ki, bu durum su kaybı ile gerçekleşir. Bugün tıp, kanın yoğun olduğu polisitemia vera hastalığında kan almayı, bir tedavi şekli olarak kabul eder. Bu hastalıkta, diğer hadîste geçen başağrısı, başdönmesi, halsizlik ve fenalık hissi gibi şikâyetler vardır.

Peygamberimiz “damardan veya deriden kan aldırmak,tedavi olduğunuz şeylerin en faydalılarındandır.”(7) buyurmuştur.

Daha öncede kısaca açıkladığımız üzere yaşamımızda sağlığımızın merkezi konumunda olan kanımız kendine has muhteşem özellikleri ile sağlığımızın kalitesi hakkında çok kısa bir zaman içinde önemli oranda fikir sahibi olmamızı sağlamaktadır.

Yine peygamberimiz”üç şeyde şifa vardır .Bal şerbeti içmekte,kan aldırmakta ve kızgın bir aletle dağlama yaptırmakta. Fakat ben dağlama yaptırmayı sevmem.”(8) buyurmuşlardır.

(7) Bağdadi s. 45; E. Nuaym vr. 35 b.
(8) Buhari Tıp 7/12, İ. Mace Tıp H. 3491, Müsned 1/246

Şu anda da günümüzde burun kanamaları için kulak burun boğaz uzmanları ilaçlara cevap vermiyorsa burunun hemen ön kısmında kanamaya sebebiyet veren alanı koterle yakmaktadırlar .Cilt hastalıklarında ,kadın hastalıklarında da halen kullanılmakta olan koterle yakma işlemi günümüzde bir tedavi alternatifi olarak kullanılmaktadır. Peygamberimizin dağlamayı sevmem demesi ağrı yapmasına ve o dönemde dağlamanın gelişigüzel ve çok sıkça kullanılmaya başlanılmasından ileri gelmektedir.

Peygamberimizin hizmetlilerinden Selma (r.a) demiştir ki: “Her kim peygamberimize başındaki bir ağrıdan şikayet etti ise Rasulullah ,ona:”kan aldır!” buyurmuştur. Her kim de ayaklarındaki bir ağrı veya yaradan şikayet etti ise ,ona da :”ayaklarına kına yak! “ (9) buyurmuşlardır.
(9) E. Davud Tıp 3858, Tirmizi Tıp H. 3502

Peygamber efdendimizin bir çok yerde durumun gerektirdiği oranda başından kan aldırdığı , ihtiyaç duyduğu kadarda vücudunun diğer yerlerinden kan aldırdığı sabit olmuştur.Çene altından kan aldırmak diş , boğaz ağrılarına zamanında kullanıldığı taktirde fayda sağlar , başı ve el ayalarını fazla kandan arındırır.Ayağın üst kısmından kan aldırmak , topuğa yakın olan ana damarı keserek kana akıtmanın yerine geçer , uyluk ve baçaklardaki yaralara , kadınlarda görünen kaşıntı ve adet kesilmesine yarar sağlar.Göğüs altından kan aldırmak uyluktaki çıbanlara , uyuza , sivilcelere , nigris'e,basurlara , fil hastalığına ve sırttaki kaşıntılara faydalıdır.

Amerika’lı bir profesör hastalıkların %90’ının kanın temizlenilmesi ile tedavi edilebileceğini iddia etmiştir .Kanın temizlenmesi ile bu denli hastalıklara karşı başarılı sonuç alınması konunun önemini ortaya çıkarmaktadır. Özellikle psikiyatrik rahatsızlıklarda önemi tahmin edilenin çok üzerindedir. Çağımızın hastalığı haline gelmiş ve son yıllarda çok fazla miktarda görülmeye başlanılmış depresyon tedavisinde kanın temizlenilmesi ile muhteşem derecede olumlu etki alınabilmektedir. Depresyonda beyin hücreleri olan nöronların birbirlerine bağlantı yaptıkları sinaptik aralıklarda seratonin, adrenalin ,noradrenalin ve dopamin gibi hormonların geçiş hızında bozulma olmaktadır. Bu bozulmaya bağlı olarak enerji kaybı,yorgunluk,umutsuzluk,karar vermede güçlük,unutkanlıkla seyreden ve daha ağırlaşmış safhalarında insanları intiharlara kadar götüren depresyon rahatsızlığı gelişmektedir. Burada kanın kirliliğinin büyük önemi vardır. Depresyon tedavisi uyguladığım hastalarımda gözlemlediğim çok önemli bir gerçek var. Bu hastalarımın kanlarını vermelerini sağladığımda ve kendilerine kan temizleyici sebze ve bitkiler,bazı baharatlar önerdiğimde ilaçlara ihtiyaçları bir süre sonra ortadan kalkmaktadır. Neşeleri yerine gelmekte ,vücutlarındaki yorgunluk,ruhlarındaki umutsuzluk yok olmaktadır. Bu bitki ve baharatlara uzun süre ve düzenli bir şekilde devam etmeleri olağanüstü sonuçlar elde etmelerini sağlamaktadır.

Sağlığımızı etkileyen bir çok rahatsızlıklar aslında zihinseldir. Kanın temizlenilmesi ile belirgin bir değişim meydana gelir .İnsanın sağlıklı düşünebilme özelliği gelişir ve zihni muhteşem bir devrim yaşar.

Süreklilik arz eden kronikleşmiş bir çok hastalıklarda;migren,romatizma,mide barsak rahatsızlıkları ,el ve ayaklarda üşüme,şeker hastalığı,karaciğer yetersizliği,zihinsel ve ruhsal bir çok hastalıklarda,böbrek hastalıklarında kan vermenin faydaları belirgindir.

Kan seviyesi düşük anemik ve hemofilili hastaların kan vermelerinin uygun olmadığını da belirtmekte yarar var. Kan vermeye karar verildiğinde bir tahlil yaptırarak kişiler vücut kan seviyelerinin kan vermeye elverişli olup olmadığını kısa bir zaman içinde öğrenebilirler .En son kararın bir tıp doktorunun muayenesinden geçildikten sonra verilmesinin uygun olacağını özellikle belirtmekte yarar görüyorum.


Peygamberimiz ‘ Her kim ayın on yedi on dokuz ve yirmi birinci günlerinde kan aldırırsa kan hücumundan dolayı meydana gelen bir çok hastalıklardan şifa bulur.’ (10)buyurmuşlardır.
(10) E. Davud Tıp H. 3861; Tirmizi Tıp H. 2051

Ayrıca yine ‘Ayın on beş on yedi , on dokuz ve yirmi birinci günleri kan aldırınız ! Zira bu günlerde kan hücuma geçerek sizden birilerinizi öldürmesin.’(11) buyurmuşlardır.

İbni Sina, ‘el kanun fi‘t Tıbb’( Tıbbın Kanunu) isimli meşhur eserinde bu hadislerle ilgili olarak şu şekilde görüş belirtmektedir. “Arabi ayların başında kan aldırmak tavsiye edilmez. Çünkü vücuttaki sıvı maddeler ayın ilk günlerinde fevkalade çok ve hareketli değildir. Çünkü bu günlerde sıvı maddelerin seviyesi düşüktür. Dolunay günlerinde ise ayın çekim gücünün artması sebebiyle vücuttaki sıvı maddeler hem çoğalmış hem de hareketlenmiştir. Bu sebeple bu günlerde alınan kan kişiye zarar vermez”.(12)

 

Zamanımızın tıp ve ilim adamları, hacamatın daha birçok yararlı ve tedavi edici tesirinin bulunduğunda ittifak halindedir.

 

Bu konuda çıkan haberi üstte sunuyor ve binlerce delilden birini daha ilân ediyoruz.

Hacamatın yani kan aldırmanın insan sağlığına birçok katkıda bulunduğu tıbbî bir gerçeğe dayanır. Özellikle bazı deri hastalıklarının tedavisinde hacamatın faydası görülmüştür.

Sülükle Kan Kalma

        Çocukluğumda hamamlarda sülük vurunurlardı. Yani, birkaç santimetre uzunluğunda sülük dediğimiz hayvan vasıtasıyla şifa için kan aldırırlardı. Yenilere kadar da bunu iptidai bir metot olarak bilirdim. Halbuki şimdi, Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri'nde tıp araştırmacılarının, sülüklerle yeniden araştırma yapmaya başladıklarını hayretle görüyoruz. Belirli şartlar altında bu hayvan, faydalı bir tedavi vasıtası kabul edilmektedir.
        Doktorların tıbbî sülük dedikleri bizim küçük vampir, acaba nasıl kan emer? İnsanlar hangi cesaretle bu hayvana derilerini, damarlarını kestirip de kanlarını akıttırıyorlar?
        Sülükler, tâ doğuştan modern kan alma metoduna sahiptir. Yani, Sani-i Hakîm, bu iş için onları hususi tanzim etmiş. Şimdi bir laboratuara gidip kan aldırmağa kalksanız; mutlaka carınız yanar. Amma bizim tıbbî sülük hiç acıtmaz. Cenab-ı Hak ona üç adet jilet keskinliğinde çene takmış O, bunlarla operasyon yapar.Sonra yaraya, uyuşturucu şırınga etmeyi de ihmal etmez! İşte bunun için kanını emeceği kimseyi acıtmaz. Acaba bizim sülük efendi, insanların sinir sistemine sahip olduklarını, bunları uyuşturunca acı çektirmeyeceğini hangi tıp fakültesinden öğrendi? Sonra kendi özel uyuşturucu maddesini hangi laboratuarda keşfetti?
        Dahası var. Bizim sülük efendinin tıbbî mahareti bundan ibaret değil. İnsanların bir tarafı kesilse ve küçük bir yara açılsa, kan birkaç dakika sonra kendiliğinden kesilir. Bu da Cenab-ı Allah'ın hayatımızın devamı için kanımıza verdiği bir özelliktir. Aksi takdirde hastalık var demektir. Bizim sülük efendi, kestiği damara yanaştı mı, normal olarak şöyle bir yarım saat kadar kan emmelidir. Çünkü ancak bu zaman zarfında bir öğünlük gıdasını alabilir. Eh, bilim sülük efendi insan kanun en iyi tanıyanlardan birisidir! Nasıl olsa o, en az bir doktor kadar bilgili ve bir kimyager kadar maharetli!
        Bunun için vücudunda salgı bezleri inşa etmiş. Bu minik laboratuarlarda, kanın pıhtılaşmasını önleyici birudun denilen      maddeyi keşfedip imal etmeye başlamış. Uyuşturucunun yanı sıra, deriye bu maddeyi de şırınga eder Böylece kanın; sürekli akmasını sağlayarak istediği kadar içer. Önce, sarsılıp titreyerek emmeye başlar. 20 - 30 dakika sonra, bir öğünlük gıdasını oluşturan kanla şişmiş olarak deriden ayrılır. Ve yavaş yavaş sindirim işlemine başlar.
        Hani insan, sülüğün kan emmek için sahip olduğu özel aletlerini, vücudunun hususi tanzimini ve tıbbî maharetlerini Cenab-ı Allah'a vermese, onu, mütehassıs bir doktor, eşsiz bir biyokimyacı kabul etmesi gerekiyor. Bilmem başka nasıl izah edeceğiz? 4nu yaratan ancak Cenab-ı Hak'tır. Çünkü Rabbımız canlıları ve onların kanlarını, sinir sistemlerini en iyi bilen2at'tır. İşte bunun için sülüğü ona göre tanzim etmiştir: Sülüğün varlığı ve kan emmek için hususi tanzimi gösteriyor ki, sülüğü kim yaratmışsa, insanları da yaratan O'dur. Evet, bir sülüğün vücudumuzda açacağı yarayı uyuşturabilmesi, kanımızın akışını sağlayan humdun maddesini imal edebilmesi, yaratıcının birliğine bir ispattır. Vahdaniyete bir delildir.
        Bakın, sülüğün vücudunda, Rabbımızın daha ne hikmetleri var.
        Sülük, bir insan vücudundan 20 - 30 dakikada aldığı kanla, hayatını tânı altı ay kadar sürdürebilir. Bunu nasıl sağlar? Niçin bir emişte hu kadar çok kan alma istidadı verilmiş?
        Tıbbî sülük, yaşadığı kendi tabiî sulak ortamında, insan kanına benzeyen bir besini kolay kolay bulamaz. Bu yüzden Sani-î      Hakim olan Rabbımız, onun vücuduna, elde ettiği bir besinden en fazla faydalanabileceği bir sistem yerleştirmiştir. Şöyle ki : Bir öğünlük besinini emip ve depolarken vücudu, normal hacmine göre on kat şişebilmektedir. Emmeden sonra, önce kanın suyu ayrılır ve özel ceplerde depolanır. İş bununla da bitmez. Kanın çözüşmemesi gerekir.Bunun için de bağırsaklarında bulundurduğuöze'1 bakterileri (Pseudomonas hirudinus) kullanır. İşte bu sistem sayesinde bir sülük, yalnız bir öğün yemeği ile hayatını altı ay kadar sürdürebilir. Hatta bu süre sonunda kendi vücut dokularını parçalayarak bir süre daha yaşayabilir.
        Bu hayvan şimdi modern tıpta nerelerde 9kullanılıyor?
        Sülük uygulamasının, ciddi doku zedeleme sinin verdiği rahatsızlıkları giderdiği görülüyor.Meselâ ameliyattan sonra yara izini taşıyan dokuyu iyileştirdiğini gösteren emareler var. Sülükler kan çekme aracı olarak da kullanılabilecek. Bilhassa kalp yetmezliği, ya da kalp krizi geçiren insanların tedavisi onların yeni kullanım sahalarıdır. Ayrıca son araştırmalar, vücuttan kopmuş organların dikilmesinde de onların işe yaradığını göstermiştir.
        Sülüğün hiç acıtmadan, modern bir tarzda kan emebilme vasfı, bu şekilde hususi tanzimi bize mühim bir sünnete işaret etmektedir : Kan aldırmak. Hazret-i Peygamber hacamat âleti vurmakla kan aldırmıştır. Bir hadîste şöyle duyuruluyor :
        Şifa üç şeye münhasırdır : Bal şerbeti içmek hacamat âleti vurmak, ateşle dağlamak. Fakat ümmetimi (başka çare kalmadıkça) ateşle dağlamaktan men ederim (Sahîh-i Buhari; 12. cilt, sayfa 79).
        Mademki iki cihan serveri, Hz. Peygamber(S.), kan aldırmak şifa demiştir, o mutlaka şifadır. Çünkü O'nu konuşturan Rabbimizdir. O kendi hevasından, nefsinden konuşmaz. Sünnetinde, emir ve tavsiyelerinde, hem bu hayatımız için, hem de öldükten sonraki ebedî hayatımız için derin hikmetler, azim faydalar vardır.
        Şimdi tıp ilmine bakalım. Kan aldırmak gerçekten insan sağlığı için faydalı mı?
        Kan aldırılınca, anormal derecede koyu kanı bulunan hastaların beyinlerinden geçen kan akışı hızlanabilmektedir. Bu keşif, Londra Milli Hastahanesinde ve Kopenhag Kraliyet hastahanesindeki araştırmalarda bulunmuştur.
        Kanın emilin incelmesi, kandaki alyuvar yoğurduğunu azaltır. Böylece kalp, beyne daha rahat pompalama yapar. Kan emilince, kandakiıoksijen taşıyıcı madde olan hemoglobin seviyesi de düşer. Bu yüzden kan, beyine yeterli oksijeni taşıyabilmesi için daha hızlı akmaya başlar.
        Ayrıca araştırmacılar, kan akışının artmasıyla insanın ataklığının fark edilir derecede arttığını ispatlamışlardır.
        Koyu kandan dolayı kalp krizi ve kalp yetmezliği tehlikesi altında bulunan insanlarda kan aldırmanın koruyucu bir rol oynayabileceği de tahmin edilmektedir. Bu tahmin, İngiltere ve Danimarka'da yapılan son araştırmalarca desteklenmektedir.
Şimdi düşünelim : 1400 sene evvel yaşamış ümmî bir insan, kan aldırmanın bunca faydasını nasıl bildi? 1400 sene evvel, şimdiki zamana kıyasla, cehaletin kol gezdiği bir devirde, bir insanın çıkıp ta başını yardırıp kan aldırması kolay anlaşılacak bir iş değildir. Böyle derin tıpâ ilgisi isteyen bir işi, O Zat'ın, kendinden emin olarak yapması ve etrafına da inandırması, O'nun peygamberliğine aşikâr bir delildir.                                                        

ihvanim.com
İncemeseleler    Sadakat.Net    İns SadakatForum  Sevadı Azam


" Derviş isen kardeş takvaya çalış.."

Çevrimdışı Lika

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 3892
Tıbb-i Nebevi'den...
« Yanıtla #6 : 21 Nisan 2008, 03:50:17 »
Peygamber Efendimiz SallAllahu Aleyhi Vesellem ne yedi, neyi tavsiye etti?

Peygamber Efendimiz (sas) zaman zaman çeşitli besinlerden bahsederek bunları tavsiye etmiştir. İslam literatürüne Tıbb–ı Nebevi olarak da geçen bilgilerde Resulullah’ın kullandığı bazı bitkiler de yer almıştır. Eğitim Bilim dergisinin son sayısında Tıbb–ı Nebevi’ye yer veriliyor.


Prof. Dr. Adem Tatlı’nın kaleme aldığı “Allah ve Resulünün tavsiye ettiği gıdalar” adlı yazıda ise Peygamber’imizden bize ulaşan besinler sıralanıyor. İşte Efendimiz’in zikrettiği bazı besinler ve faydaları:

Ayva: “Ayva, göğüsteki sıkıntıyı, ağırlığı giderir; gönlü (kalbi) ferahlatıp kuvvetlendirir.” (M.Zevaid, 5/45)

Ayva idrar artırır, ishali keser, kusmayı teskin eder. Vücut ısısının düşmesini önler. Bal: “Şifa iki şeydedir: Birisi Kur’an okumakta, diğeri bal şerbeti içmekte.” (İbni Mace, 3457)

“Doğum yapan kadınlar için yaş hurma, hasta kimseler içinse bal gibi şifa yoktur.” (K.Ummal, 10/28279)

Zeytin: Zeytin kelimesi Kur’an’da 6 yerde geçmektedir. Peygamber’imiz de, “Sizlere zeytinyağı tavsiye ederim. Hem yiyiniz ve hem de onunla yağlanınız. Zira zeytinyağı basur hastalığı için şifadır.” buyurmuştur. (C. Sağir, 2/54)

Zeytinin mideyi kuvvetlendirdiği, ağız kokusunu giderdiği, cildi yumuşattığı, saçların beyazlamasını geciktirdiği belirtilir.

İncir: “Her kim kalbinin rahat çalışmasını isterse, incir yemeye devam etsin.” buyurulmuştur.
(C. Sağir, 2/80) İncir, besleyici bir gıda olup, hazmı kolaydır. Öksürüğü, boğaz, göğüs ve gırtlak sertliğini giderir. Mafsal ve eklem ağrıları için tavsiye edilir.

Çörekotu: “Sizlere şu çörekotunu tavsiye ederim. Zira bunda ölümden başka birçok hastalık için şifa vardır.” (Buhari, 7/14)

Çörekotu dövülüp macun yapılarak ılık suyla içilirse böbrek ve mesane taşlarını eritir, birkaç gün devam edilirse .

Üzüm: Üzüm, hazmı kolaylaştırır ve kabızlığı giderir. Basura, böbrek taşlarının düşürülmesine iyi gelir. Zayıflara ve hastalıktan yeni kalkmışlara üzüm yemeleri tavsiye edilir. Kuru üzümün sinirleri kuvvetlendirdiği, yorgunluğu giderdiği, balgamı söktürdüğü belirtilir.

Karpuz: Peygamber’imizin meyveler içinde üzüm ve karpuzu sevdiği belirtilir. Karpuz ve kavun mideyi ve bağırsakları temizler, idrarı artırır, böbrek taşlarını eritir.

Süt: “Allah bir kişiye süt ikram ederse o kimse ‘Allah’ım, bize bu sütü bereketli kıl, bize daha çok süt ver!’ diye dua etsin. Çünkü yiyecek ve içeceklerin yerini tutan, açlığı ve susuzluğu gideren sütten başka bir gıda bilmiyorum.” demiştir
« Son Düzenleme: 18 Mart 2010, 18:58:47 Gönderen: Lika »
Ne içindeyim zamanın,Ne de büsbütün dışında;Yekpare geniş bir anın Parçalanmış akışında,
Rüzgarda uçan tüy bile Benim kadar hafif değil.Başım sukutu öğüten Uçsuz, bucaksız değirmen;İçim muradıma ermiş Abasız, postsuz bir derviş;
Kökü bende bir sarmaşık Olmuş dünya sezmekteyim,Mavi, masmavi bir ışık Ortasında yüzmekteyim

Çevrimdışı Lika

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 3892
Tıbb-i Nebevi'den...
« Yanıtla #7 : 21 Nisan 2008, 03:55:39 »
Az Yeme

Ölçü ve denge dini olan İslam, beslenme konusunda da aşırıya kaçmayı yasaklamış, bu konuda itidal üzere olmayı yani yeterli ve dengeli beslenmeyi emretmiştir.

Nitekim ilgili hadislerde de: “Acıkmadan sofraya oturmayınız. Sofradan tam doymadan kalkınız.”

“İnsanoğlu için tıka basa dolu mideden daha zararlısı yoktur.” buyurmuşlardır.

Çünkü yetersiz ve dengesiz beslenmek veya mideyi tıka basa doldurmak birçok hastalığa davetiye çıkarır.

Yediğimiz besinlerle sağlığımız arasında çok yakın bir ilgi vardır. Nitekim Hz. Peygamberimiz SallAllahu Aleyhi Vesellem’den bu konuda çok sayıda hadis rivayet olunmuştur. Öyle ki bu hadisler Tıbb-ı Nebevî denilen kaynaklarda toplanmıştır. İşte bu hadislerden bazıları:

“İnsanoğlu midesinden daha zararlı bir kap doldurmamıştır. İnsanoğluna belini doğrultacak üç lokma yeterlidir. Eğer ille de fazla yemek isterse karnının üçte birini yemeğe, üçte birini içmeye, üçte birini ise nefes alıp vermeye (havaya) ayırsın.”

“İçinizde Allah’ın en nefret ettiği kişiler: Çok uyuyan, çok yiyen ve çok içen kimselerdir.”

“Birçok hastalığın sebebi çok yemedir.”

“Allah’a en sevimliniz az yiyenleriniz, vücutça da hafif olanlarınızdır.”

“Allah’ı zikrederek ve namaz kılarak yediklerinizi eritiniz. Yemeği yedikten sonra uyumayınız. Zira kalbiniz kararır. Yemekten sonra ise çok hareket etmeyiniz, bunun zararını görürsünüz.”

Bu hadislerden de anlaşılacağı üzere birçok hastalığın sebebi olarak fazla yiyip içme gösterilmektedir. Şöyle ki, solunum hastalıkları, damar tıkanıklığı ve sertliği, safra taşları, kalp yetmezliği, horlamalar, varis(damar genişlemesi)  ve varis yaraları, karın fıtıkları, bağırsak hastalıkları, âdet bozuklukları, kısırlık vb. daha pek çok hastalığın temel sebebi mideyi tıka basa doldurmaktır.

Gerçekten de mide dolunca, insan vücudundaki kanın büyük bir kısmı, diğer organlardan çekilerek, yenilenleri sindirmek için karın bölgesine pompalanır, bu durumda mide ve kalp civarındaki damarlarda kan yoğunlaşır. Diğer organlardaki kan, belli ölçüde çekilip azalarak gerekli gıda ikmali yapılmadığından insanda gevşeklik ve uyku durumu hâsıl olur. Çünkü bu durumda beyne de az kan gitmektedir. Beyin fonksiyonlarını tam olarak yerine getirmez.

Yemekten sonra yatmama

Akşam yemeğini az yiyerek boş mide ile yatmak sağlık için en uygun olanıdır. Mide doluyken yatılırsa, akşam yenilen bütün yemekler hâlen midededir ve hazmedilip bağırsaklara geçmiş değildir. Böylece mide asidi, yediğimiz gıdaların üzerinde biriktiğinden baskı yaparak, yukarı yemek borusuna doğru çıkar ve sonuçta mide rahatsızlıklarına zemin hazırlanmış olur.

Mideyi tıka basa doldurmanın bir diğer olumsuz yönü ise, kanın mideye yönelmesi sonucu uykunun tatmin edici olmayışı ve tam olarak dinlenemememizdir. Bütün bunlar için alınacak en iyi tedbir Hz. Peygamberimiz (as)’ın: “Bütün hastalıkların başı çok yemektir. İlaçların başı ise diyettir.” “Oruç tutun ki sıhhat bulasınız” vb. daha pek çok mübarek tavsiyeleridir.

Meyve Ne Zaman?

Maalesef, bugünkü geleneksel beslenme alışkanlığımız birçok hastalığın temel sebebidir. Bunlardan biri de meyveyi yemekten sonra yememizdir. Meyveler, en kolay ve çabuk sindirilen/hazmedilen yiyeceklerdir. Meyveyi, yemekten önce yersek yaklaşık 20 dakikada sindiririz. Meyveyi yemekten sonra yersek, diğer gıdalarla karıştığı için, hazmı zorlaşır. Hatta fermante (mayalanma) olup, önce karbonhidrata sonra alkole bile dönüşebilir. O halde meyveyi Hz. Peygamber (as)’ın sünnetine uygun olarak, yemekten önce yersek sağlığımız açısından çok daha faydalı olur.

 

Mehmet Dere, İlkAdım Dergisi
« Son Düzenleme: 18 Mart 2010, 18:59:18 Gönderen: Lika »
Ne içindeyim zamanın,Ne de büsbütün dışında;Yekpare geniş bir anın Parçalanmış akışında,
Rüzgarda uçan tüy bile Benim kadar hafif değil.Başım sukutu öğüten Uçsuz, bucaksız değirmen;İçim muradıma ermiş Abasız, postsuz bir derviş;
Kökü bende bir sarmaşık Olmuş dünya sezmekteyim,Mavi, masmavi bir ışık Ortasında yüzmekteyim

Çevrimdışı Lika

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 3892
Tıbb-i Nebevi'den...
« Yanıtla #8 : 24 Nisan 2008, 06:54:03 »
Sağa Yatarak Uyuma
Şevki COŞKUN

Peygamber Efendimiz’in (SallAllahu Aleyhi Vesellem) -başka hiçbir mu’cizesi olmasa bile- yeme, içme, uyuma, temizlik, giyim vs. davranışlarında mükemmeli göstermesinin yanısıra, tıbbî açıdan da en makbulü göstermesi, O’nun Seçilmiş Bir Zât olduğunun delilidir. Diş ve tırnak kirlerinin sebep olabileceği hastalıkları, çok yemenin zararlarını, insan vücudundaki eklemlerin sayısını, şifa vesilesi olan bitkileri, eğitim almadan söylemek ve yalanlanmamak başka hiç kimsenin harcı olamaz. Uyurken sağ tarafa yatmanın hikmetlerini de ancak bugün yeni yeni anlamaya başladık.


Bir tarafa yatarak uyuma durumunda, yatılan yöne bağlı olarak burun deliklerimizin birisinin tıkanırken, diğerinin açıldığı ve solunumun açık olan burun deliğinden yapıldığı araştırmalarla belirlenmiştir.Ayrıca nefes alınan burun deliği ile beynin yarımküreleri ve sempatik-parasempatik sinir sistemleri arasında da bir münasebet olduğu, çalışmalarla gösterilmiştir.

Sağ tarafa yatılması durumunda, sağ burun deliği tıkanmakta, sol burun deliği açılmaktadır. Sol burundan yapılan nefes alma ile sağ beyin yarımküresinin aktivitesi artar. Sağ beyin yarımküresinin uyarılması, parasempatik sinir sistemimizin faaliyetlerini artırmasına, kalb hızımızın yavaşlamasına, tansiyonumuzun düşmesine ve mide-bağırsak faaliyetlerimizin yavaşlamasına vesile olur. Dolayısıyla kalbimiz daha az yorulur, uykuya dalmamız daha kolaylaşır, bu da istirahatimizin daha iyi olmasına imkân sağlar.

Diğer yandan sol tarafa yatılırsa ne olur? Sol burun deliğinin tıkanması ile birlikte sağ burundan nefes alınması, sempatik sinir sisteminin faaliyetlerinde artışa yol açar; bu durumda kişi heyecanlanmış gibi olur ve kalb atışlarındaki hızlanma ile kalb daha da yorulur. Bu yüzden uykuya dalma zorlaşır. Çünkü kalb atım hızının, tansiyonun, heyecan ve dikkatin artması uykuya engel olabilir. Sol tarafımız üzerine uyumada ise vücudumuz daha çok yıpranacaktır.

Sırtüstü veya yüzüstü yatınca durum ne olacaktır? Yüzüstü yatmak zaten uzun süre mümkün olmadığı gibi Efendimiz (sas) tarafından da uygun görülmemiştir. Kalb, akciğerler ve mide bu durumda baskı altında olduğu için, ciğerlerimiz ve midemiz sıkışıp rahatsızlık verebilir. Sırtüstü yatıldığında ise bu rahatsızlıklar olmayabilir. Ancak uykuya dalmada gecikme olabilir. Bu durum da vücudun tam dinlendirici bir uykuya geçmesine ve dinlenmesine engel olabilir. Çünkü bu durumda gündüz olduğu gibi iki burun açık olacak ve parasempatik sistem uyarılamayacaktır. Ayrıca sırtüstü yatılması durumunda mide ve bağırsakların fonksiyonlarını gerçekleştirmesi biraz daha zorlaşacaktır.

En faydalı ve belki de en az zarar görebileceğimiz bir yatış pozisyonun Yüce Rehberimiz’in (sas) bize tavsiye ettiği ‘sağ yana yatarak ve ayakları vücuda doğru çekerek uyuma’ şeklinde olduğu hakikati ilmî araştırmalarla ancak bugün doğrulanabilmektedir. Bu yatış şeklinde hem mide ve bağırsaklar korunmakta, hem de sindirimin daha kolayca tamamlanması mümkün kılınmaktadır. Kâinatın Efendisi (sas) bir düstur olarak yemek yedikten hemen sonra uyunmamasını ve uyku için de sağ tarafa yatılmasını bize bildirmektedir. Kaldı ki, bu şekilde bir yatışın anne karnında aylarca büyütülen bir bebeğin pozisyonuna benzer olması da bunun fıtrî bir yatış tarzı olduğunu gösterir. Çünkü bebek anne karnında büyütülüp geliştirilirken, kemiklerinin üzerine yerleştirilen kasları kasılmamış orijinal hâlindedir. Doğumdan sonra ise her türlü hareketimiz bu kasların kasılmasıyla olur. Kaslarımızı en iyi dinlendirmenin yolu ise ilk yaratılış hâlimizi almamızdır.




______________

Kaynaklar
1. http://www.geocities.com/yorulmazi/disease/septum.htm
2. Ö. Arifağaoğlu. 2005. Sızıntı. Yıl 27, Sayı 317.

Sızıntı Dergisi
« Son Düzenleme: 18 Mart 2010, 18:59:40 Gönderen: Lika »
Ne içindeyim zamanın,Ne de büsbütün dışında;Yekpare geniş bir anın Parçalanmış akışında,
Rüzgarda uçan tüy bile Benim kadar hafif değil.Başım sukutu öğüten Uçsuz, bucaksız değirmen;İçim muradıma ermiş Abasız, postsuz bir derviş;
Kökü bende bir sarmaşık Olmuş dünya sezmekteyim,Mavi, masmavi bir ışık Ortasında yüzmekteyim

Çevrimdışı Lika

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 3892
Tıbb-i Nebevi'den...
« Yanıtla #9 : 07 Mayıs 2008, 03:25:35 »
“Bal şerbetinden daha üstün bir ilaç bulunmaz.”

Enes İbn Malik (ra): “Peygamber (SallAllahu Aleyhi Vesellem) hasta olduğu zaman, ağzına bir avuç çörekotu atar, üzerine de su veya bal şerbeti içerdi.” demiştir.

“Her kim, her ay üç gün aç karnına bal şerbeti içerse; felç, cüzzam ve abraşlık gibi hastalıklardan korunmuş olur.”


İLAHİ MUCİZE BAL

“Rabb”in bal arısına (şöyle) vahyetti: “Dağlardan, ağaçlardan ve (insanların)” kurdukları çardaklardan evler edin!” Sonra her meyvelerden ye de Rabb’inin yollarında boyun eğerek yürü!” Onun karınlarından, renkleri çeşit çeşit bir içecek çıkar ki onda insanlara şifa vardır. Şüphesiz bunda düşünen bir millet için (Allah’ın büyüklüğüne) işaret vardır.” (Nahl,16/68-69)
« Son Düzenleme: 18 Mart 2010, 18:59:57 Gönderen: Lika »
Ne içindeyim zamanın,Ne de büsbütün dışında;Yekpare geniş bir anın Parçalanmış akışında,
Rüzgarda uçan tüy bile Benim kadar hafif değil.Başım sukutu öğüten Uçsuz, bucaksız değirmen;İçim muradıma ermiş Abasız, postsuz bir derviş;
Kökü bende bir sarmaşık Olmuş dünya sezmekteyim,Mavi, masmavi bir ışık Ortasında yüzmekteyim

Çevrimdışı ene dost

  • yazar
  • ****
  • İleti: 594
  • 'Araz'
Tıbb-i Nebevi'den...
« Yanıtla #10 : 06 Nisan 2009, 22:56:15 »


Bal ile ilgili olan hadis-i şerifler:


(Hafızayı kuvvetlendirmek için bal yiyin!)
[M. Nasihat]

(Bedeni besleyen üç şeyden biri de bal yemektir.)
[Şir’a]

(Lohusaya taze hurma, hastaya, bal gibi şifalı bir şey yoktur.)
[Ebu Nuaym]

(Balda bereket ve şifa vardır. Yetmiş peygamber bala duâ etmiştir.)
[B. Arifin]

(Şifa olan şeyden biri de bal yemektir.)
[Buhari]

(Faydalı tedavilerden biri de bal şerbeti içmektir.)
[Buhari]

(Her ay, 3 sabah aç karnına bal yiyene, büyük bir hastalık
isabet etmez.) [Beyheki]

(Helal para ile alınan bal, yağmur suyu ile şerbet yapılıp
içilirse her derde deva olur.) [Deylemi]

(Böğür sancısının ilâcı sıcak bal şerbetidir. ) [Hâkim]

(Şu üç şeyde şifa vardır: Bal şerbeti, hacamat, ateşle dağlama.
Ama ümmetimi ateşle dağlamadan men ederim.) [Buhari]

(İki şifa kaynağını elden bırakmayın: Bal ve Kur’ân)
[İbni Mace]

Resûl- ü Ekrem, bal şerbetini çok severdi.
(İbni Sünnî)



Zeytin ve zeytinyağı ile ilgili olan hadis-i şerifler:

(Zeytinyağını katık edinin ve onunla yağlanın.
Çünkü o bereketli bol bir ağacın meyvesidir.)
[İbni Mâce]

(Zeytinyağı ile tedavi olun.
[Hâkim]

(Zeytinyağı ile tedavi basura faydalıdır.)
[Taberani]

(Zeytin yağını yiyin ve onunla yağlanın.
O, mübarek bir ağacın meyvesinden çıkar.)
[Tirmizi]

(Zeytinyağı 70 derde devadır.)
[Ebu Nuaym]


Çörek otu ile ilgili olan hadis-i şerifler:

(Çörek otuna devam edin. Zira Allah, onda her derde
şifa halk etmiştir.) [Ebu Nuaym]

(Çörek otunda ölümden başka her derde şifa vardır.)
[Ebu Nuaym]


*Alıntı
Nakşibendi beyazdır, leke kabul etmez. (Gavs-ı Sani)

Çevrimdışı ihvan

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 2399
Tıbb-i Nebevi'den...
« Yanıtla #11 : 07 Nisan 2009, 18:01:15 »
emeğine sağlık

Çevrimdışı Fatihan

  • Administrator
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 6994
  • Milimi milimine Ehli sünnet...
Tıbb-i Nebevi'den...
« Yanıtla #12 : 19 Nisan 2009, 11:06:01 »
Modern bilim hızla ilerliyor. Birçok yeni tedavi denemeleri yapılıyor ancak sürekli olarak yeni ve daha kuvvetli hastalıklarla karşılaşıyoruz. Dünyanın birçok yerinde bütün bunlara karşılık eskiye, denenmiş, tecrübe edilmiş ve insanların yüzyıllardır yapageldikleri doğal tedavi yöntemlerine bir yöneliş var. Bunlardan bir de hacamat.

Teknoloji çağında yaşıyoruz. Çağdaş insan artık kendi eliyle değil teknolojinin eliyle yiyor, içiyor ve tedavi oluyor. Prestijli tıp dergilerinde yeni tedaviler hakkındaki makaleleri okuyan insanların sayısı oldukça az fakat bütün bunları kullananların sayısı oldukça fazla. Çoğu zaman henüz bir sonuca ulaşmamış yan etkileri yüksek ilaçlar ve tedaviler kullanılıyor. Gitgide hasta olan insanlık bu yeni ve yorucu koşuşturmadan sıkılmışa benziyor.

Özellikle batı ülkelerinde yaşayan insanlar daha doğal ve anlaması daha kolay tedavilere ilgi gösteriyor. Bu yöneliş de gelişmekte olan ülkelerin gündemlerini etkiliyor. Ayurveda, Çin Tıbbı ve hatta şifa için Yoga ve Reiki artık bizim ülkemizde de insanların sık sık duydukları uygulamalar.

Doğu Tıbbı - Batı Tıbbı
Doğuda birçok tıp geleneği mevcut. Bunların çoğu çok eski bilgilere dayanıyor. Hint tanrısı Brahma’nın sözlerine dayanan Ayurveda, Taoist felsefeden gelen Geleneksel Çin Tıbbı bunlardan önde gelenleri. Peki ya bizim olanlar: Anadolu Halk Hekimliği, İslam Tıbbı, Tıbb-ı Nebevi. Acaba bizim tıp geleneklerimiz dünyada popüler olan tıp gelenekleri kadar değerli değil mi?

Gittikçe popüler olan ve değişik inançlardan doğan doğu tıbbının karşısında İslam tıbbı ve Tıbb-ı Nebevi muazzam yararlara sahip bir tedavi şekline sahip: Hacamat.

Hacamat nedir?

Kupa terapisi veya kan almak olarak da bilinir. Hastalıktan kurtulma veya sağlığı koruma amacıyla belirli bölgelerden kan alma işlemine hacamat denir. Arapça ‘emmek’ anlamına gelen ‘el hacm’ kökünden gelir.

Birçok geleneksel doğu tıbbında bulunan kupa terapileriyle benzerlikler içerse de ayrıntılarda farklılıklar vardır. Özel zamanlarda yapılması ve vücudun sağlığı arttıran, temizleyici ve bağışıklık sistemini kuvvetlendiren özel yerlerine uygulanması gibi sebeplerden ayrı bir tedavi yöntemi olarak kabul edilir.

Hacamatın Kısa Tarihi

Hacamat tedavisi binlerce yıldır Çin’de kullanılan kupa terapisi yöntemiyle ortak prensiplere sahiptir. Önceleri bu işlemler için hayvan boynuzları kullanılırdı. Hacamat terapisti boynuzdan havayı çekerek bir vakum oluştururdu. Bu yöntem dışında bambu, seramik ve cam kupalar da kulanılmıştır.

Hacamat sistemli olarak ilk kez Eski Mısır’da kullanılmıştır. ‘Yabancı maddeyi vücuttan uzaklaştırmak’ için hacamat yoluyla kan alma tasvirlerine ait belgeler bulunmaktadır. Bilinen en eski tıp metni olan (M.Ö. 1550) Eski Mısır’a ait Eber Papirüslerinde bile hacamata rastlamak mümkündür. Modern tıbbın babası Hipokrat (M.Ö. 460 -377) hacamatın uygulanmasından ayrıntılı olarak bahseder. Yunan tıbbının büyük hekimi Galen (M.S. 131 - 210) hacamat hakkında birçok yazıya sahiptir. Hacamat Moğol tıbbında 2500 yıllık bir geçmişe sahiptir. Attika kralı yunanlı Kekrops hacamatı Mısırlılardan Roma’ya taşımıştır.

Berberler ve Hacamat

Berber dükkanlarının simgesi olan kırmızı-beyaz şeritli sütunların hacamatla çok yakından bir ilişkisi var.

14. yüzyılda Fransa’da hacamatı berberler yapardı. Hatta bu berberler çağdaş cerrahinin başladığı yerlerdir. Batıda berber dükkanları önünde görmeye alıştığımız kırmızı ve beyaz (bazen mavi) şeritli sütunları herkes bilir. Berberler kişiden kan aldıktan sonra temizlemek için bir bandaj kullanırlardı. Sonra bunarı yıkayıp berber dükkanın önündeki direklere kuruması için asarlardı. Islak bandajlar uçuşarak bu sütunlara dolaşıyordu.

Çıkan görüntü ise bildiğimiz berber sütunları.Bu sütunların tepesindeki toplar da bir başka kan alma yöntemi olan sülük tedavisinden (hirudoterapi) sonra kanın toplandığı kaselerin ta kendisidir.

1512′de Britanya parlementosu, tecrübesiz berberlerin hacamata devam etmelerini ve yanlış uygulamaları engellemek için Oxford ve Cambridge Üniversitelerinden mezun olan Hacamat terapistlerinin uygulamasını düzenleyen bir karar çıkarmıştır.

Avrupa ve Amerika’da Hacamat

18. ve 19. yüzyılda hacamat batıda da oldukça yaygındı. 1860′a kadar Avrupalı ve Amerikalı doktorların birçok hastalığın tedavisin hacamata başvurduğu görülmektedir. 18. ve 19. yüzyıllarda İngiliz halkı ilkbahar ve sonbahar aylarında hastanelere hacamat olmak için gidiyorlardı.

1827′de Paris’te yaşayan Edinburg’lu Doktor Martin hayvanlar üzerinde yaptığı deneylerde striknin (kargabüken özü) ve arsenik zehirlenmelerinde ölümleri engelleyebildiğini keşfetmiştir.

20. Yüzyılda Batıda Hacamat

Heinrich Stern gibi doktorlar 1915′te Avrupa’da hacamatı savunuyorlardı. Londra’da halen hizmet vermekte olan Royal Free ve Royal Mashden Hastanelerinin kurucusu cerrah William Mashden 1830′a kadar Royal Free Hastanesinde hacamat terapisti çalıştırıyordu.

Ülkemizde ve diğer tüm islam ülkelerinde Batı tıbbının hakim olmasına kadar yaygınca kullanılan hacamat terapisi günümüzde de birçok kişi tarafından rağbet görmektedir.

Yazan:

Faruk Günindi

Devam edecek…

Gelecek yazıda:

- Hacamatın Dinî Temelleri

- Hacamatın Temel Faydaları

Kaynaklar:

Gerçek Tıp - Dr. Aidin Salih

Hijama Therapy Coursebook - Natural Health Nature’s Finest

Cupping the Great Missing Therapy - Dr. Sahbaa M. Bondok

(grikedi.com)

Çevrimdışı attila

  • Yeni üye
  • *
  • İleti: 23
Tıbb-i Nebevi'den...
« Yanıtla #13 : 15 Mayıs 2009, 14:41:13 »
                                         HACAMAT YAPTIRMAK
Sallalhu aleyhi ve selem Efendimizin bizlere vasiyetlerinden birisi de vucuda zarar verecek şekilde kan çoğunluğundan hastaların vucutlarındaki fazla kanı,hacamat yoluyla dışarı atmaları buyrulmaktadır.Bunun hikmeti şudur: Çünkü vücüda zarar verecek hastalık mikropları, kan yoluyla vücuda yayılarak zayıf bulacağı yerde ağrı ve sancıya sebebiyet verir.İşte lüzumundan çok olan bu kanı dışarı atmış olursak bize  yapışacak olan her hangi bir hastalığı da dışarı atmış oluruz.İmamı Şarani

Hacamatla ilgili hadisler:
Eğer ilaçlarınızda hayır varsa bu üç şeydedir:Hacamat aleti vurdurmak,bal şerbeti içmek,ateşle dağlamak.Ben ateşle dağlamayı sevmem.Şeyhayn.

Hastalığınızın tedavisinde baş vurduğunuz şeylerde eğer şifa varsa oda hacamattır.Ebu Davud,İbni Mace.

Allah’ın melek elçisi Cebrail aleyhisselam, insanların tedavisinde yararlı olacak şeyin hacamat olacağını bana bildirmişti.Hakim.

Eğer ilaç hastalığa çare ise hiç şüphesiz hacamat bir çaredir.İmam Malik.

Efendimizin hizmetçisi Selma der ki: Resulullah efendimize baş ağrısından gelen bir kimse yoktu ki, efendimiz ona hacamat tavsiye etmiş olmasın.Ayaklarından şikayet edene de ayaklarına kına sür diye söylememiş olmasın.Ebu Davud.İbni Mace.Tirmizi.

İbni Abasın üç  hacamatçısı vardı.Bunlar sabahları kendisine ve ailesine uğrar hacamat yapardı.İbni Abbas SalllAllahü Aleyhi vessellem Efendimizin şöyle dediğini rivayet ederdi:Hacamatçı ne iyi kuldur kanı gideriyor,katılığı hafifletiyor,gözü cilalıyor.Tirmizi.
Miraca çıktığım gece rastladığım her melek topluğu bana ‘ümmetine hacamat olmayı  emret’ diye öğütte bulunmuşlardı.

Yine İbni Abbas SallAllahü aleyhi vessellem efendimizin ‘Ayın en hayırlı hacamat  günleri 17,19,21 inci günleridir. En hayırlı tedavi burundan ve ağızdan alınan ilaçla,hacamat ve yürüyüşle yapılan tedavidir’ buyurduğunu bildirdi.SallAllahü Aleyhi Ve Selem Efendimiz boyun kökündeki iki damardan ve iki omuzu arasından veya sırtından hacamat olurdu. Bu hacamatı ekseriya ayın 17 ve 19 uncu günlerinde yaptırırdı.Tirmizi.Ebu Davud.

Her ayın 17 sinde hacamat olan kimse her türlü hastalığa karşı muafiyet kazanır.Hakim,Ebu Davud.

Aç karnına hacamat olmak hem daha iyi sonuç verir hem de daha şifalı ve bereketli olur.Akıl ve hafızadaki gücü arttırır.Bu işin bereketli olması içinde Perşembe günü hacamat olunuz.Çarşamba, Cuma,cumartesi,Pazar günleri  hacamat yaptırmaktan çekinin.Pazartesi ve Salı günleri hacamat olun. Zira Hak Teala Hazreti Eyyübü bu günlerde hastalığından  iyi ederek. Şifaya kavuşturdu.Hak Teala  hazreti Eyyübü Çarşamba günü  bu hastalığa düşürmüştü.İbni Mace-İbni Ömer.

Çarşamba günü uğursuzluğu daim olan bir gündür.Taberani ve diğerleri.

Sıcaklar artınca hacamat olmaya bakın. Zira vücutta fazlaca kirlenip bozulan kan o kimsenin ölümüne  sebep olur.Hakim

Başın ortasından kan aldırmak, şu hastalıklara devadır:Cinnet(sinir hastalığı).cüzzam,nuas,baras,sevda..Eshabdan Ekra bin Habis.

Baştan kan aldırmak kurtarıcının ta kendisidir.Yahudi kadının yemeğini yediğim(zehirli)zamanCebrail bana bunu emir ve tavsiye buyurmuştur.
Aç karnına kan  aldırmak son derece elverişlidir.Bunda şifa ve bereket vardır.İnsanın  aklını geliştirir,kavrama gücünü artırır.Allaha güvenerek Perşembe günü kan aldır.Mecmaül-Adab

En Güzel  tedavi şekliniz kan aldırmak  ve kıstı bahirdir. Mecmaül-Adab

‘En iyi ilaç şunlardır:Ağızdan içilen ilaç,burna çekilen  damla,yürüme,kan aldırmak ve Sülük takmak Mecmaül Adab



« Son Düzenleme: 16 Mayıs 2009, 05:48:07 Gönderen: İsra »

Çevrimdışı attila

  • Yeni üye
  • *
  • İleti: 23
Tıbb-i Nebevi'den...
« Yanıtla #14 : 15 Mayıs 2009, 17:47:31 »
Profesör Doktor Sülük!
Yazıyı lütfen sonuna kadar okuyun!
Bana değil, size faydası var, isterseniz okumayın.
Sözün bittiği yeri gördüm çünkü.
Sözün bittiği yerden yazmaya çalışıyorum şimdi.
Zor bir yazı.
Bütün doktorlar aynı şeyi söylediler bu hastalara. “Tıbben yapılabilecek hiçbir şey yok”
Sonra da eklediler; “Sabredin, ileriki yıllarda tıp alanında gelişmeler olursa gözünüz açılabilir”
Kimi on yıldır, kimi de 26 yıldır bekliyor “bir gelişme” olsun diye.
Ama hala dünyaları karanlık. Yani bir gelişme olmadı.
Kimi Behçet hastası, kimi Glokom, kimi de tavuk karası.
Küçük yaşta kafası üstüne düşüp, görme merkezini hasara uğratanlar da var.
Hepsinin ortak özelliği gözlerinin görmüyor olması.
Hastalardan biri 26 yıl önce kaybetmiş gözlerini.
Behçet hastası. Doktorlar O’na “kesinlikle çaresi yok” demiş. Çünkü modern tıp bu hastalığa henüz çare bulamadı.
Kapı kapı dolaşıp çare arayan Aydınlı bir kadına doktor en son şu sözü söylemiş; “Amerika’ya da gitsen çaresi yok”
Kadın yıkılmış.
Bir diğeri defalarca ameliyat olmuş, ama nafile.
Tek isteği görmek. Ama göremiyor. Modern tıp çaresiz.
Şimdi buraya dikkat.
Tüm bu hastalar bir hafta gibi kısa bir sürede görmeye başladılar.
Yıllarca dünyaya kör bakan bu hastalar, mutluluktan havalara uçuyor.
Peki karanlık yılların hesabını kim verecek?
Onları tedavi eden doktor bir sülük.
Evet sülük.
Hani şu kocakarı ilaçlarından olan sülük.
Hem doktor, hem de ilaç.
Sülükle tedavi eden kişi bir tıp doktoru.
İşte sözün bittiği yer burası.
Sülük tedavisiyle bir hafta içinde yıllardır göremeyen bu hastalar şimdi görüyor.
Sadece göz değil.
Tıbbın çaresi yok dediği bir çok hastalık Manisa’daki bu merkezde tedavi ediliyor.
Yürüyemeyenler yürüyor, konuşamayanlar konuşuyor.
Merkez, Türkiye’nin dört bir yanından gelen hastalarla dolup taşıyor.
Yurt dışından gelenler de var.
Manisa’daki otellerde yer yok. Yeni oteller inşa ediliyor.
“Türk şeyi” bu değil de nedir sizce?
Şimdi soru şu;
Modern tıbbın yapamadığını yapan sülükler mi alternatif, yoksa, sülüğün yaptığını yapamayan modern tıp mı?
Hangisi alternatif tıp?
Benim kafam karışık.
Uyuyan bir insanı uyandırmak kolaydır, ama uyuyor taklidi yapıyorsa O’nu uyandıramazsınız.
Turgay Güler /haber7