Gönderen Konu: Türkçe Düşünebilmek  (Okunma sayısı 3583 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Türkçe Düşünebilmek
« : 23 Ağustos 2008, 01:33:20 »

Fizik öğretmeni sınıftan içeri girer:

- Today, I will tell you about Einstein's 'special relativity' theory...

Önceden biraz da olsa kulak dolgunluğu olan öğrenciler büyük ihtimalle Einstein'in büyük buluşları olan bir bilim adamı olduğunu bildiğinden konunun fizikle ilgisi olduğunu tahmin etseler de (kulak dolgunluğu olmayanlar için İngilizce konuşan kişinin fizik öğretmeni olması bir ipucu olabilir) öğretmenin bir sonraki cümlesi büyük ihtimalle tüm umutlarını silip atacaktır.

'Special relativity interrelates space and time in such a way that the speed of light (as well as other constants) is constant, and the theory leads to situations where two observers can disagree over time intervals and distances between events, but without ever disagreeing about what events actually happened.'

Ne yaptın hocam?

Bu cümle İngilizce eğitim veren (ve bununla gurur duyan) Türk orta ve lise öğretim kurumlarında fiziğin en temel konularından biri olan 'özel görecelik kuramı'nı anlatırken kullanılan cümledir. Ya da öyle olmalıdır, aksi takdirde görecelik kuramını İngilizce olarak Türk öğrencisine anlatmak isteyen bir Türk öğretmenin açıklaması eksik veya yanlış olacaktır.

Ahmet çaktırmadan sıra arkadaşının kulağına eğilir:

- Mehmet, geçen derste Hasan öğretmen 'general relativity' diye birşey anlatmamış mıydı? Bunun bir geneli bir de özeli mi var?

- Oğlum Einstein ünlü bir bilim adamı değil mi? Adam düşünmüş işte. Sen de anlamaya çalış.

- Hangisi daha önemli acaba?

- Özeli varsa herhalde geneli o kadar önemli olmasa gerek.

- Boşver zaten bak şurada bir yarım saat daha kaldı, şimdilik dinliyormuş gibi yapalım, bitsin de teneffüste bahçeye çıkıp top oynayalım.
Einstein İngilizce düşünmeye çalışsaydı...

Almanya'nın Ulm kentinde doğan ve Alman vatandaşlığının ardından İsviçre ve sonunda Amerikan vatandaşlığına geçen Einstein'in anadilinin ve orjinal kuramlarının hepsinin Almanca olduğunu biliyoruz.

Ana dilinde düşünebilen ve soruları yargılayabilen Einstein buna bir de kendi düşünce ve ufkunu ekleyince aynı konularda çalışmalar yapan kendi döneminin bilim adamlarının hepsini geçmiş ve adını tarihe yazdırmıştır.

İngilizce düşünmeye çalışan bir Einstein bugün tarih sahnesinde silinip gidecek bir bilim adamından öteye gidemezdi.
Türkçe bilim dili mi?

Son zamanlarda Türkçenin İngilizceyle kıyaslandığında bilime daha yatkın bir dil olduğu artık dile getirilebilmektedir. Türkçenin matematikselliği ve eklerin çeşitliliği sayesinde kolaylıkla üretilebilen bilimsel terim ve deyimler, önyargılar aşılabilirse rahatlıkla yaygınlaşabilecektir. Hele, 1550 yılında ortaya çıkmış olan (bkz. AnaBritannica, İngilizce maddesi) bugünkü İngilizce'de, bilimsel terimlerin ancak Latince ve Yunanca eklerin karışımı veya sadece kısaltmalar ile üretilebildiğini de göz önünde bulundurursak bu önyargıyı kırmamız daha kısa sürecektir.

Bilim dilinde Türkçeyi savunmaktan da öte, artık ilkokul seviyesine kadar inme cüretini göstermiş İngilizce eğitim sistemini üniversiteye kadar olan tüm eğitim kurumlarından tamamıyla çıkarmak Milli Eğitim sistemimizin öncelikli görevidir.

Kendi çocuklarımıza, kendi ana dillerinde yargılamayı öğretemeyen bir eğitim sistemimiz olduğu sürece uluslararası ortamlarda başarılı bir Türk bilim adamını izleyebilmek, göğsümüzü kabartarak, gözlerimiz yaşlanarak alkışlamak hiçbir zaman mümkün olmayacaktır.

Türkçeyi sadece konuşmaktan öte, çocukluk döneminden itibaren kendi anadilinde kavrayabilen ve yargılayabilen, kısacası Türkçe düşünebilen bir nesil yetiştiremiyorsak bundan ders almalıyız.

Bilim kendi rakiplerinizi bilginizle, düşünce biçiminizle, ufkunuzla sindirmektir. İngilizce bilim öğrenmeye zorlanmış bir Türk genci anadili İngilizce olan bir yabancı bilim adamını nasıl sindirebilir? Çocuklarımıza İngilizce eğitim vermek demek, onları daha yolun en başında bilinçaltlarına 'sindirilmiş bir toplum bireyi' mesajını yerleştirerek kaybetmeye mahkum etmektir.
Peki nasıl olacak?

Dünyanın başka hiçbir ülkesinde uygulaması olmayan İngilizce eğitim sistemi Türkiye'deki ilk, orta ve lise kurumlarından tamamıyla çıkarılır. Öğretmen kendi dilinde daha rahat öğretir. Öğrenci kendi dilinde daha rahat kavrar. Liseden mezun olan her gencimiz Türkçeyi gerçek anlamda 'biliyor' olur. Türkçede düşünebilen yargılayabilen bir potansiyel beyin olur.

Üniversitede ise öğrenciye Türkçe veya İngilizce eğitim şansı sunulur. Üniversite sonrası yüksek eğitiminde yabancı bir ülkeyi düşünerek İngilizce eğitimi yeğleyen öğrenci, konuların temelini zaten üniversite öncesi anadilinde görmüş olduğundan, kapasitesini kendi seçimi çerçevesinde genişletir.

Türkçe eğitim sistemini seçen öğrenci ise, derslerinin yanısıra güçlendirilmiş İngilizce kurslarıyla İngilizcesini geliştirerek hem ulusal hem de uluslararası toplantılarda kendini gösterebilecek kapasiteye ulaşır, iki dilde de yayın yazar. Türkiye'de bilim üzerinde Türkçe yayın sayısı artar.

Ve belki bu sayede, aradan bin yıl geçmiş olmasına rağmen, İbn-i Sina, Ali Kuşçu, Ömer Hayyam, El Buruni gibi tarihte önemli çalışmalarda bulunmuş Türk bilimadamları olarak kabul edilen listelere binlerce yeni genç beyinlerimizi ekleyebilecek bir bilimsel platform yaratırız.
'Görecelik Kuramı'ne geri dönecek olursak

Bilim eğitimi dersi sadece İngilizce ya da Türkçe olarak sınırlanmamalı, zor bir bilgi en basit ama anlaşılır hatta mümkünse ilginç şekilde algılanmalıdır. Yazının başındaki Hasan öğretmenin dersine dönersek...

Fizik öğretmeni derse girer:

- Çocuklar, bugün size izafiyet teorisini, tam Türkçesiyle görecelik kuramını anlatacağım.

- Hocam o ne demek?

- Mesela, diyelim ki evdeki yanan sobanın üzerine oturdunuz, o geçen bir dakika size bir saat gibi gelecektir. Ama diyelim ki, sevdiğiniz bir insanla bir saat beraber vakit geçirdiniz, o bir saat size bir dakika gibi gelecektir. Görecelik kuramının temeli budur. Zaman kişiye ve konumuna bağlı olarak görecelidir. Bugün dersimizin konusu bu.

Belki görecelik kuramını tamamıyla bu tümce ile ifade edemeyebiliriz ama zor bir konuya giriş yapacak ve ilgi uyandırmak isteyen her öğretmenin benzer ifadeler kullanması faydalı olabilir.

Aynı girişi ingilizce yapmak zorunda kalırsak:

-If you sit down on a stove...

Ahmet sıra arkadaşının kulağına eğilir:
- Mehmet stove ne demek?

Türk olarak bilim ve teknolojide ilerlemek ve başarılı bilim adamları yetiştirmek bir vazife ve borcumuzdur.
 

Doç. Dr. Serkan Anılır - JAXA ve Tokyo Üniversitesi

Doç.Dr. Serkan Anılır'ın, CNNTürk için yazdığı bilim eğitiminin nasıl olması gerektiğine ilişkin yazıdan alınmıştır.
〰〰〰〰🐠

mazhar

  • Ziyaretçi
Ynt: Türkçe Düşünebilmek
« Yanıtla #1 : 22 Ocak 2012, 08:06:36 »
Kelime seçmek
Kelime dağarcığının yetersizliği, hakaret dili kullanmanın en önemli sebeplerinden biri.


Bunun en çarpıcı örnekleri argoda görülür. Argo dediğin 60-70 kelimelik bir dildir. Ya "kıyak" der, ya "kelek". "Kıyak delikanlı" yahut "keleğin biri". Ortası yok. "İyidir ama, bazen hata da yapabilir" diye bir ihtimal hiç dikkate alınmaz. "Gücendim, incindim, yakıştıramadım, vs." yok, "uyuz oldum", "kıl oldum" var. "Teessüf ederim" falan hak getire. Savurur bir kelimeyi şap diye. Nüansları bilmez, tanımaz. Bildiği bir avuç kelimeden birine uygun düşmek zorundadır söyledikleri.

Keşke bir araştırma yapılsa da bazılarının kaç kelimeyle konuşup yazdığı ortaya çıkarılsa.

Asgari "hukuk ve edebiyat" bilgisi, yazmanın da konuşmanın da vazgeçilmezidir bence. Branş önemli değil, "hukuk ve edebiyat" her branşta var olmalı. Bunlar "hayat bilgisi"ne dâhildir. Uzmanlıkla ilgili yönleri ayrı bir bahistir.

"Şöyle bir karar verilirse bunlar bunlar rezil olacaktır." diyor mesela. "Rezil olmak" ne demek? Hata olur, ağır hata olur; rezil olmak başka bir şey. Eskiden "terzil etmek" denilirdi. Günlük hafif kullanımıyla "rezil olduk yahu" denilir ama, yazıda ciddi planda böyle bir ifade kullanılmaz. Hele kurumlar için hiç kullanılmaz. Develioğlu lügatinde bu kelime "alçak, bayağı, soysuz, hayâsız, utanmaz, maskara, pespaye..." olarak veriliyor.

Menderes Yassıada'da kendisinin aleyhine notlar tutmuş bir arkadaşı için "Mütelevvin mizaçlı bir arkadaşımızdır." demişti. Mütelevvin mizaçlı, ne demek? Ne güzel söz. Çeşitli tesirler altında renkten renge girebilme tutarsızlığı demek. İtham bile yok burada, anlamlı bir tespit ve teşhis var... Şimdiki mizah anlayışı, tutarsızlık göstereni dansöz resmiyle hicvetmek. Sokak mizahı, kahvehane dili. Mütelevvini kim bilecek? Mütelevvin mizaç, "istikrarlı sebatkâr olmayan, dalgalanmalar gösteren mizaç" demektir. Var mı bunun karşılığı?

Hemen aklıma çok çeşitli örnekler gelmiyor, ama yüzlercesi binlercesi var.

"Bazı konularda yeterince toleranslı davranılmıyor. Demokratik gelişmenin aksayan yönleri var." tarzında bir eleştiri duydunuz mu hiç? Bunu böyle yazarsın, örneklerini ve izahlarını verirsin; olur doğru dürüst bir eleştiri. Ama böyle yapılmıyor ve en keskin en tahrikkâr cümleler seçiliyor. "Sivil vesayet" gibi "dikta" gibi, "gizli ajanda" gibi ve hem de bunları günlük konuşma dilinin sıradan kelimeleriyle seslendiriyor. Ayrıca arkadaşına hitap eder gibi yalın tok ve laubali beyanlar seçiliyor.

Kelime seçme konusunda hiçbir dikkatimiz ve zahmetimiz yok. Dağarcığımız buna elverişli değil. Polemik jargonu kullanıyoruz.

Birkaç aydır bir "çakmak" kelimesi modalaştı. "Falanca falancaya çaktı" gibi. Tokat atmak gibi, kafasına sopayla vurmak gibi. Böyle bir kelimenin kullanımı var mıydı dilimizde şimdiye kadar? Argo buluşu gibi icatta bulunmanın ciddiyeti var mı?

İnternette okudum, şimdi kaynağını hatırlamıyorum. İki katılımcı şöyle demiş: "Biz TV programlarında cazip olmayabiliriz. Çünkü kelimeleri seçerek kullanmaya alışmışız." Çok hoşuma gitti, doğru söylüyorlar.

Aslında konuşmak da yazmak da kelime seçme işidir. Ne var ki seçmek için seçilecek malzeme lazım. Âşinalık derecesinde bilip haberdar olmak da yetmez, tasarruf kapasitenizde onların bir yer tutması gerekir. Kelimeler sözlüğe bakarak değil doğru kullanımlarıyla karşılaşarak ve kendi tasarrufumuza kazandırılarak öğrenilir. İhtiyacını hissettiğiniz manaya tekabül eden kelimeyi bilmiyorsanız onun yerine yakınmış gibi gördüğünüz birini rastgele kullanırsınız. Burada seçimlik bir durum yoktur ki. Kelimeler ve kavramlar nüanslarıyla içinizde var olacak ki en uygununu rahatlıkla seçebilesiniz. Kelime seçmek sadece konuşurken yazarken değil düşünürken de gerekir. Kelimelerden cümlelere geçeceğiz, kuracağımız cümlelerle de düşünce terkip edeceğiz! Düşünemeyen konuşup yazabilir mi? "Biz davayı kelimelerde kaybettik" sözünün manası da bu zaten. a.selim@zaman.com.tr

 
A.Selim Zaman