Gönderen Konu: Türkçe´nin çocukları ümmetin çocuklarını kurtarabilir mi?  (Okunma sayısı 6688 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Aslıhal

  • araştırmacı
  • ***
  • İleti: 271
  • Sadece,halin aslı

____________


Fazıl Ahmet Açıkay

Mahşeri kalabalık dedikleri bu olsa gerek. 60 bin kişi kapasiteli stadın yeşil çim ekili sahası ile beraber tıka basa doldurulmuş 100 binleri bulan bir insan kalabalığı. Tüm bakışların pür dikkat odaklandığı platformu iki küçük, minicik, sevimli mi sevimli henüz biri 4, diğeri daha 5 yaşlarında olan iki küçük zenci melezi kız çocuğu doldurmaktadır. Alkış, kıyamet had safhada, İki küçük kız evladı abartılı beden hareketleri ile hiç tanımadıkları tanımalarına da imkan ihtimal olmayan bir dilin öyle alelade falan da değil en kıymet hak eder şairinin bir kahramanlık destanı olan en önemli şiirlerinden birini İstiklal Marşı´nı okumaktadır. Ama söylediğinin tek bir kelimesini dahi anlayamayadan o paytak, yarım yamalak türkçeleriyle. Bu manzara karşısında  iki gözü iki çeşme insanlar gurur denen duygunun doruğundadırlar.
Niçin? –cevaben- Adriyatik´ten Çin Seddi´ne koca bir dünyanın “Türkleştiğinin” ham hayaline kapılmaktan kendini alamadığı için…

Nihayet Kongolu ufaklıklar ara ara birbirlerinden alınan masum kopyalarla tökezleyerek de olsa “başkasının dilinde milli marş okuma” seremonisinin sonuna gelir. Başbakan dahil herkeslerin bir kerecik kucakladığı, kucaklamayanın neredeyse ıslak odun ile dövüldüğü kızlar sunucuların da naylon ilgilerine mazhar olur. Ve işte tam da bu sırada sorulan “Senin adın ne?” sorusu Kongolu çocukların küçücük dünyalarında karşılığını bulamaz ve bütün bu illüzyon ve şa´şa orada iflas eder, nakavt olur. Çünkü çocuksu bir coşku ile okudukları şiirde geçen ve pek çoğumuzun değil anlamını bilmek, fonetik olarak seslendirmekte dahi çok başarılı olamadığımız “mücerred, izmihlal, cüdâ “gibi sözcükleri peş peşe sıralamış bu minikler isimleri sorulduğunda kendilerine seslenildiğinin dahi farkında olmadan salınıp şirinlik yapmaya devam etmektedir… Ne çıkarmalı buradan? Oysa bir dilin temelinde “adın ne?” sorusunun cevabı öğretilmez mi muhattabına? Kaç kişi artık neredeyse karikatürleşecek derecede klişeleşmiş bir “What is your name?” sorusunun cevabını veremez güzide vatanımda?

DİNDE Mİ, DİLDE Mİ TEBLİĞ?

Şöyle ki aslında bu girişim, emperyalizmin keşfinden bu yana halklara karşı yürütülen bir asimilasyon çabasının ürünü olarak karşımızda durmaktadır. Bir zamanlar, koca bir dünyaya hakim olmuş, hükmetmiş Osmanlı hanedanının ardından yetim kalmış topraklarda sömürgeci ingiliz, fransız kuvvetleri bu tarifin bir benzerini hayata geçirmişlerdi. Bugün Tunus, Fas, Cezayir gibi ata yadigarı ülkelerde neredeyse ana dildir fransızca. Bu noktada şunu gözden kaçırmamak da fayda var, güçlü olmak  sahip olduğun milli dili dünyada hakim kılmak anlamına gelseydi eğer bunu Osmanlı Devleti zamanında tesis eder ve dünya üzerinde ne kültür, ne din, ne dil kalırdı… İyi niyetli de olsa girişilen bu yayılmacılık faaliyetinde unutulan temel espri budur esasen…

Mesele üzerinde kimonosu ile Türk halk türküleri okuyan Japon çocuklar yetiştirmek ise bu yalnızca Turan idealinin fikir atası Gaspıralı İsmailin düşünce sistemi için tasarladığı dilde-fikirde-işte birlik´ adı altında dünyaya Türk ırkının gücünü hakim kılmak için geliştirdiği projesinin gecikmiş bir biçimde hayata geçirilmiş şeklidir. Bu çok nettir ki ırkçılığa hizmet etmektedir. Çünkü özel türk okullarından seçilen talebelerin büyük bir bölümü İslam ile henüz tanışmamış çocuklardır.

İngilizce eğitim, Türkçe ise show dili olan çocukların kaç tanesi “Fatiha”nın bırakın Arapçasını Türkçesinden haberdardır.  Oysa Yüce dinimizde “dilde, kültürde değil dinde tebliğ” esastır. Bunu destekle İslam dini rükunlarının bize gösterdiği ana prensiplerden biri “Arap´ın Acem´ den, Acem´ in Arap´ tan üstün olmadığıdır.”

İslam coğrafyasında büyük bir çözünürlüğün yaşandığı günümüzde Ortadoğu Müslümanları kan ağlarken, Filistin, Irak hala zulüm altında inim inim inlerken koca bir ümmetin belki de bölge için tek umudu olan nispeten güçlü? bir ülkenin derdi, özel okullarında para karşılığı eğitim verdikleri ülkelerin ileri gelenlerinin çocuklarına ezberden Türkçe şarkılar, şiirler öğreterek göstermelik bir biçimde “kim daha iyi Türkçe konuşuyor?” olmamalıdır… 

Hem niçin sevgi dilimizi kalburüstü ailelerin, eski servet sınıfın cream de la ceram çocuklarına öğretip, yoksul ama başarılı öğrencilere aynı fırsattan mahrum ediyoruz ki? Yoksa hamisi özgürlükler ülkesi olan okulların eğitim noktasında bir fırsat eşitsizliği zaafı mı söz konusu? 

Hepsini unutup gideceğiz nasılsa. Bakınız unuttuklarımızdan biri, daha geçen ay katıldığımız o Avrupa amatör şarkı yarışması eurovizyonda birinciliğin anahtarı olan yegane aracın “İngiliz dili ve kültürü” olduğu gerçeği. Bu kadar çok Türk kültürü ve Türkçe sevdalısı idik de neden uluslar arası bir yarışmada üstelik dereceye dahi giremediğimiz bir etkinlikte biz de olimpiyatların siyah tenli çocukları gibi Türkçe şarkılar söylemedik… 

Söylemedik zira görünürde aksi olsa da tıpkı yarışmanın akredite dili gibi eğitimin de akredite dili ingilizcedir. Bu bakımdandır ki, diline yapılan hizmete kayıtsız kalamayan İngiltere, bu eğitim kurumlarına desteklemek adına bir girişimde bulunarak okulları ve öğretmenlerini ödüllendirmiştir. İngiliz Lordu Rotherham, “İngiliz kültürüne katkı” adı ile layık gördükleri ödülü sunarken Londra´da, söz konusu teşkilatın bu konuda yaptığı hizmetler nedeniyle düzenlenen ödül töreninde bölgedeki ingilizce eğitim veren adı türk olan okul sayısını kendi okulları olarak kabul ile övünerek ‘50&8242;den fazla ülkede 500&8242;den fazla okulumuz var´ diyebilmiştir.

Batı´nın amiral ülkelerinden İngiltere´nin de desteği ile daha da bir sahiplenilmiştir artık Türkçe! Yok yanlış okumadınız arada bir çelişki yok zira, organizasyon sahipleri tarafından çok iyi bilinmektedir ki, bu bir gösteri programıdır. Esas hizmet geri plandaki enternasyonel dil olan ingilizceyedir. Kendi memleketinde ise, düzenlenen yarışma programları ile alelade ses sanatçılarının katılımı ile arabesk-fantezi müzik kulak kalitesinin üzerine çıkamayan, rutin dekoltesini programın milli ve manevi atmosferine göre, -mahalle baskısını da unutmamalı-  evinde bırakarak frikiksiz nasıl giyinildiğini çoktan unutmuş, bu nedenle görsellikten de uzak, yarışma kültürüne aşina bir iki popstar jüri eskisinin gudik değerlendirme ve temennileri ile halk nezdinde bir onay bir kabullenilme beklentisine girilmektedir.

Ülkesinin bilhassa doğu yakasındaki evlatlarının ciddi bir bölümünün kalem, kağıt, defter, okul gibi kavramlarla hiç tanışmamış olduğu gerçeği bir köşede tüm azameti ile dururken Sri lanka´lı çocuğun ezberden Türkçe maniler okumasını kutsamak eldeki bulgurun akıbetini unutmaktır… Hem neden türkçe şarkı söylesin ki Malezyalı, Endonezyalı, Vietnamlı, Koreli çocuk. Her halk kendi dilinde öz kültürü ile var olmalı değil mi?

Saf dil bir inanıştır ya, hatırlatalım sanıyor musunuz ki ekonomisi dışa bağımlı, hala IMF´ in iktisadi reçetelerine  mecbur olan, krizlerin pençesinde iki yakasının bir araya getirememiş, doğal kaynaklarını kullanmak, geliştirmek bir yana topraklarını yarım asırlığına kiraya çıkarmaktan bahseden bir ülke böylesine bir organizasyonu bir başına üstlenip böylesine bir kültür sömürgeciliği hareketini nasıl ateşleyebilir!

Perde ardında bir “güç” arayanlar için ipucu vermek isterim. Bugün okyanus ötesi bir hayal ülkesinde tam 160 adet paralı eğitim veren “Türk okulu” mevcut… Yine en güçlü okulların her nedense federal ajanların kol gezdiği ülkelerde onların nezaretinde eğitim ve öğretimine devam ediyor olması…

Siz bu bilmeceyi çözedurun, sevgi ve hoşgörü dili için verilen mübarek seferberlik hareketi gerçek bir insanlık hizmeti olarak literatürde yerini alsın, ne de olsa ahiret yurdunun enternasyonel dili değil mi türkçe?

anadolugenclik.com
Bârını gerden-i ahbâba edenler tahmîl
Ne kadar olsa sebük-ruh olur elbette sakîl
 

Çevrimdışı tefhim

  • araştırmacı
  • ***
  • İleti: 360
Ve işte tam da bu sırada sorulan “Senin adın ne?” sorusu Kongolu çocukların küçücük dünyalarında karşılığını bulamaz ve bütün bu illüzyon ve şa´şa orada iflas eder, nakavt olur. Çünkü çocuksu bir coşku ile okudukları şiirde geçen ve pek çoğumuzun değil anlamını bilmek, fonetik olarak seslendirmekte dahi çok başarılı olamadığımız “mücerred, izmihlal, cüdâ “gibi sözcükleri peş peşe sıralamış bu minikler isimleri sorulduğunda kendilerine seslenildiğinin dahi farkında olmadan salınıp şirinlik yapmaya devam etmektedir… Ne çıkarmalı buradan? Oysa bir dilin temelinde “adın ne?” sorusunun cevabı öğretilmez mi muhattabına? Kaç kişi artık neredeyse karikatürleşecek derecede klişeleşmiş bir “What is your name?” sorusunun cevabını veremez güzide vatanımda?

İşte.bu.işi.yapanların.özet.görüntüsü.
Görüntü.var.ses.yok.

Birde.bunun.tamtersi.çalışanlar.var.görüntü.yok.ama.dünyanın.her.tarafında.Allahüekber.sedaları.yükseliyor.Allah.onlardan.razı.olsun.
Bedeel islemü gariben feseyeudü gariben fetuba lilgurabai.

mazhar

  • Ziyaretçi
Ynt: Türkçe´nin çocukları ümmetin çocuklarını kurtarabilir mi?
« Yanıtla #2 : 25 Haziran 2011, 00:19:52 »


Teşekkürler.Yazarımız güzel anlatmış. Benim bildiğim, Müslümanın ana dlili,Kur'an dilidir.





DİNDE Mİ, DİLDE Mİ TEBLİĞ?
Şöyle ki aslında bu girişim, emperyalizmin keşfinden bu yana halklara karşı yürütülen bir asimilasyon çabasının ürünü olarak karşımızda durmaktadır. Bir zamanlar, koca bir dünyaya hakim olmuş, hükmetmiş Osmanlı hanedanının ardından yetim kalmış topraklarda sömürgeci ingiliz, fransız kuvvetleri bu tarifin bir benzerini hayata geçirmişlerdi. Bugün Tunus, Fas, Cezayir gibi ata yadigarı ülkelerde neredeyse ana dildir fransızca. Bu noktada şunu gözden kaçırmamak da fayda var, güçlü olmak  sahip olduğun milli dili dünyada hakim kılmak anlamına gelseydi eğer bunu Osmanlı Devleti zamanında tesis eder ve dünya üzerinde ne kültür, ne din, ne dil kalırdı… İyi niyetli de olsa girişilen bu yayılmacılık faaliyetinde unutulan temel espri budur esasen…

mazhar

  • Ziyaretçi
Ynt: Türkçe´nin çocukları ümmetin çocuklarını kurtarabilir mi?
« Yanıtla #3 : 10 Haziran 2012, 12:39:39 »
Marx’ın hayalini Kim gerçekleştiriyor?


Zaman gazetesinin Avrupa Yayın Müdürü Mahmut Çebi’ye göre bu sorunun yanıtı “evet”. Çebi, Türk-Alman Olimpiyatları’nı eleştiren demokrat ve sol görüşlü insanlara şöyle yanıt veriyor: “Alman felsefeci Karl Marx’ın, halkların kardeşliği ütopyasını hayata geçireceğini iddia eden Sovyetler Birliği dağıldı. Sosyalist blok çöktü. Geriye bir tek gariban Küba kaldı. Şimdi ortada kalan bu ütopyayı kim gerçekleştirecek? (…) “Bak tam 140 ülkeden gençlerin katıldığı bir Türkçe kültür olimpiyatı her sene Türkiye’de düzenleniyor mu? Bu olimpiyatlara her din, her millet, her ırktan kız-erkek binlerce genç seçmeler vasıtasıyla katılıyor mu? Bunlar Türkiye’de muhteşem bir kardeşlik tablosu sergiliyorlar mı? Marx’ın hayalinin gerçekleşmesi için belki milyonlarca insanın ölmesi gerekirken bu organizede bırak öldürmeyi herkes adeta yeniden dirilip insanlığını keşfediyor mu? Her ülke vatandaşları bu vesile ile birbirlerini sevip kalıcı kardeşlikler kuruyor mu?”
 
Yani, Gülen Cemaati her yıl gerçekleştirdiği “Türkçe Olimpiyatları” ile Marx’ın din, dil, renk farkının olmadığı bir dünya özlemini gerçekleştiriyormuş. Bu nedenle solcuların kıskanmak yerine desteklemesi gereken bir organizasyonmuş…
 
Hiç şüphesiz, Marx’ın hayalini kurduğu dünya insanlar arasında din, dil, ulus, renk farkının gözetilmediği, sınırların olmadığı, herkesin refah içinde yaşadığı bir dünya idi.
 
MARX ANCAK BÖYLE KARİKATÜRİZE EDİLEBİLİR
 
Ancak Marx’ın hayalini sadece “halkların kardeşliği ütopyası” ile sınırlandırmak, Marx’ı daraltmak, karikatürize etmek olur. Zaten Sayın Çebi de daha çok işin bu karikatürize haliyle ilgilenmeyi tercih ediyor.
 Halbuki, meselenin özü Gülen Cemaatinin genel olarak dünya görüşü ve bu görüşe bağlı olarak yürüttüğü girişimlerdir. Ve bunlar hakkında görüş bildirmeye, eleştiride bulunmaya karşı gösterilen tahammülsüzlük, aslında bu cemaatin gerçek karakterini yeterince ortaya koyuyor. Son tartışma, 29 Nisan günü Frakfurt’ta yapılan “Türk-Alman Olimpiyatları”na yönelik eleştiriler ve Hessen Başbakan Yardımcısı Jörg-Uwe Hahn’ın bunlara himayelik etmesinden kaynaklanıyor.
 
Elbette, asıl amacı ‘uyuma destek, farklı kültürler ve inançlar arasında saygı ve hoşgörüyü sağlamak’ olmayan cemaate bir eyaletin maddi ve manevi olarak sahip çıkması, ev sahipliği yapması eleştirilebilmeli, bu konuda kaygılar ve endişeler dile getirilmelidir. Gülen Cemaati mensupları da bu eleştirilerin üstünü örtmek yerine eleştirilere somut yanıtlar ve açıklamalar

http://www.yenihayat.de/kutur/medya/marxin-hayalini-gulen-mi-gerceklestiriyor

Çevrimdışı azizistanbul

  • yazar
  • ****
  • İleti: 677
Ynt: Türkçe´nin çocukları ümmetin çocuklarını kurtarabilir mi?
« Yanıtla #4 : 10 Haziran 2012, 17:23:16 »
Ve işte tam da bu sırada sorulan “Senin adın ne?” sorusu Kongolu çocukların küçücük dünyalarında karşılığını bulamaz ve bütün bu illüzyon ve şa´şa orada iflas eder, nakavt olur. Çünkü çocuksu bir coşku ile okudukları şiirde geçen ve pek çoğumuzun değil anlamını bilmek, fonetik olarak seslendirmekte dahi çok başarılı olamadığımız “mücerred, izmihlal, cüdâ “gibi sözcükleri peş peşe sıralamış bu minikler isimleri sorulduğunda kendilerine seslenildiğinin dahi farkında olmadan salınıp şirinlik yapmaya devam etmektedir… Ne çıkarmalı buradan? Oysa bir dilin temelinde “adın ne?” sorusunun cevabı öğretilmez mi muhattabına? Kaç kişi artık neredeyse karikatürleşecek derecede klişeleşmiş bir “What is your name?” sorusunun cevabını veremez güzide vatanımda?

İşte.bu.işi.yapanların.özet.görüntüsü.
Görüntü.var.ses.yok.

Birde.bunun.tamtersi.çalışanlar.var.görüntü.yok.ama.dünyanın.her.tarafında.Allahüekber.sedaları.yükseliyor.Allah.onlardan.razı.olsun.


Çok güzel ifade etmiş. Bazen aklımdan geçerdi keşke başbakan veya bir vali gibi bir makamda olsaydım o yavruları severken onlarla şöyle hasbihal etseydim de karşıma çıkan manzarayı tüm türkiye görseydi diye ama benim hayalimden de fos çıkmış . Türkçe olimpiyatları için binlerce kilometreden gelmiş çocuklar. Türkiyede onbinler tarafından izlenmye gelmiş türkçeci çocuklar adın nedir dediği zaman aval aval bakıyorsa ve bu çocuklarda türkçe öğretildiği iddia edilen binlerce çocuk içinden seçilerek getirilen çocuklar ise Görüntü var ama ses hiç yok kavramına kimse itiraz edemez.

Ayrıca ben türküm türkçe anadilim olduğu için benim için korunması gereken bir kutsaldır. Ama bir bulgar için bir alman için türkçe kutsal bir din değildir. Bir insan için kutsal sayılabilecek bir dil varsa  kendi ana dili ile beraber kuranın dili olan arapçadır.


Bu forum sakinlerinin dış ülkelerdeki hizmet verdiği dinini diyanetini kuranını  öğrettiği çocukları el yordamı ile toplasak yani seçmeden toplasak ve bir araya getirsek Türkçe olimpiyatlarındaki yavrulardan çok daha iyi türkçe konuşurlar.

 Çünkü biz hocalarımızı gönderdiğimiz zaman hocalarımız talebelerinin dilini talebelerde hocalarınn dilini öğreniyor ve bu ortak diller ile de hocalarından dinlerini öğreniyorlar. Yani hedef uhrevi olunca  dünyevi olan araçlar ( dil ) zaten kendi kendine oluşuyor.

Heyhat ki bunu kime anlatacaksın insanların akılları gözlerine inmiş sadece gördüğüne inanıyorlar.
جُلُوسُكَ سَاعَةً عِنْدَ حَلَقَةٍ يَذْكُرُونَ اللهَ خَيْرٌ مِنْ عِبَادَةِ اَلْفِ سَنَةٍ

mazhar

  • Ziyaretçi
Yeni Bir Dünya için Allah'ın yardımı şart.
« Yanıtla #5 : 16 Haziran 2013, 18:49:47 »


 
Manevi yardım geldi mi her şey yoluna girer..! Müslümanlar üzerine düşeni yapması lazım. Ancak, yeni bir dünya öyle kurulur.  


   Mûte Harbi, Peygamber Efendimiz’in hicretinin sekizinci senesinde vukû bulmuştur. Resûl-i Ekrem sallallâhu aleyhi vesellem Efendimiz Busra valisine Haris bin Umeyr (r.a.) ile bir nâme-i saadetlerini göndermişti. Hâris, Şam diyarında Mûte denilen mahalle varınca, elçi olduğu bilindiği halde Rum kayserinin kumandanlarından Şurahbil tarafından şehid edildi. Bunun üzerine Şurahbil üzerine üçbin kişilik bir İslâm ordusu gönderildi. Vâdi’l-Kurâ’da düşman ile savaş yapıldı, ilk karşılaşmada düşman bozuldu, İslâm ordusu Maan’a vardı. Kayserin yüzbin neferden ziyâde bir ordu çıkardığı işitildi; fakat, İslâm ordusu geri dönmeyip Mûte’ye kadar yürüdü, bu mevkîde şiddetli bir harbe tutuştu.

Mûte savaşında İslâm sancağını tutan Zeyd bin Hârise, sonra Cafer bin Ebî Tâlib, daha sonra Abdullah bin Revâha Hazretleri şehid düştüler. Nihayet, orada bulunan Seyfullah (Allâh’ın kılıcı) Hâlid bin Velid İslâm askerini başına topladı, o gün muvaffakiyetle harp etti. Ertesi gün, ordunun iki koluna mevkilerini değiştirtti ve yine arslanca harbe başladı. Müslümanlara imdat gelmiş zanneden düşmanın gözü yıldı ve en nihayet düşman ordusu bozulup geri çekildi. Hazret-i Hâlid de bunu fırsat bilip İslâm ordusu ile Medîne-i Münevvere’ye döndü.

Müslümanların Romalılar ile yaptıkları ilk harp Mûte muharebesidir. Bu savaşta üç bin müslüman yüz bin Rum’a galip gelmişti ki, Ashâb-ı Kirâm’ın en yüksek manevî bir kuvvete mâlik bulunmuş olduklarını isbât eder.
Bu harp Mûte’de cereyan ederken Resûl-i Ekrem Efendimiz harp sahasında neler olduğunu görüp biliyor, İslâm sancaktarlarının şehid düştüklerini mübarek gözlerinden yaşlar akarak Ashâb-ı Kirâmı’na haber veriyordu. Hazret-i Cafer’e kesilen iki koluna bedel taraf-ı ilâhîden iki kanat verildiğini de beyân buyurdu. Bu cihetle bu muhterem şehide Câfer-i Tayyâr denilmiştir.

Allâhü Teâlâ bütün ashâb-ı kiramdan razı olsun, âmin!
http://www.sadakat.net/forum/islamgenel/mute_muharebesi-t52570.0.html;msg271574;topicseen#msg271574